Lozan , Misak-ı Milli ve Karşılaştırması
By AKADEMİK PERSPEKTİF on 6 Ağustos 2014
Cumhuriyet tarihinin başlangıcı sayılan Lozan üzerine öyle çok konuşuldu , öyle tartışmalar oldu ki bu konu hakkında herkesin kendine göre inanıp desteklediği bir sav oluştu. Bazıları İsmet Paşa önderliğindeki delegasyonu vatan haini olarak suçladı . Bazısı antlaşmayı yere göğe sığdıramadı . Peki Lozan’da gerçekten ne oldu . Ne kazandık ne kaybettik ?
BURAK KABAOĞLU
Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi Uluslararası İlişkiler
Öncelikle yapılan en büyük hatalardan biri Lozan’ı , Sevr projesi[1] ile mukayese etmektir. Sevr bir projedir . Bir planlamadır . Hiçbir şekilde hayata geçirilememiş ve dahi imzalanmış olduğu halde hükümsüzdür ; çünkü itilaf devletlerince müzakereye açık bırakılmamış , zorla dayatılmış , tek bir madde dahi tartışılmamıştır [2]. Hatta bu konu öyle bir raddedeydi ki zamanın İtalya Başbakanı dahi şartların çok ağır olduğunu ve yeni bir savaşın zeminini hazırlayacağı düşüncesiyle itiraz etmişti.[3] Bir diğer sebep de bir antlaşmaya kaybeden devlet olarak gidilirken diğerinde ise galip taraf olarak masaya oturulmasıdır. Nitekim kaybedilen bir mücadelede bir şeyler talep etmekte zorluk çekerken , galip taraf masada her zaman daha rahattır.
Velhasıl kelam Sevr ile Lozan’ı ayrı kefelerde değerlendirmek bu makale açısından önem teşkil etmektedir.
Sevr’den sonra ortaya çıkan ve bir nevi Sevr’e cevap olan Misak-ı Milli bu kıyaslamanın temel taşını oluşturmaktadır. Kıyaslama Mondros mütarekesi ve Sevr ile değil ( Eğer kıyaslama gerekiyorsa ) Misak-ı Milli ile yapılmalıdır. Misak-ı Milli maddeleri kolayca bulunabilecek olmasına rağmen bir alt başlık olarak makalede bulunması hem kıyas için hem de kolaylık açısından daha uygundur.
Lozan ile karşılaştırılma yapılırken Misak-ı Milli’yi iyice irdelemek konunun hassasiyeti açısından önem teşkil etmektedir.
Misak-ı Milli :
Aşağıya imzalarını koyan Osmanlı Meb’usan Meclisi azaları , devlet ve milletin istikbalinin haklı ve devamlı bir sulhe kavuşabilmesi için kabul edilebileceği fedakarlığın en ileri haddini gösteren aşağıdaki esaslara tamamiyle uyulmasının sağlanmasıyla mümkün olduğunu ve bu esaslar dışında sağlam bir Osmanlı Saltanatı ve Cemiyetinin vücudunun mümkün bulunmadığını kabul ve tasdik etmişlerdir.
- Osmanlı Devleti’nin sadece Arap çoğunluğunun oturdukları ve 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin imzası sırasında düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının mukadderatı , ahalinin serbestçe verecekleri rey’e uygun olarak tayin edilmek lazım geleceğinden , adı olan , birbirine karşılıklı saygı ve fedakarlık hisleriyle dolu bulunan an’ane ve içtimai hukukiyle yaşadıkları muhitin oturduğu kısımların hepsi , hakikaten ve hükmen , hiçbir sebeple ayrılık kabul etmez bir bütündür.
- Ahalisi ilk serbest kaldıkları zamanda amme reyi ile anavatana katılmış olan “Elviye-i Selase” (Kars , Ardahan ve Batum) için icap ettiği takdirde tekrar serbestçe amme rey’ine müracaat edilmesini kabul ederiz.
- Türkiye’yle yapılacak sulhe bırakılan Garbi (Batı) Trakya’nın hukuki vaziyetinin tespiti de , halkının tam bir hürriyetle verecekleri rey’e göre yapılmalıdır.
- İslam Hilafeti’nin merkezi ve saltanatın payitahtı ve Osmanlı Hükümeti’nin merkezi olan “İstanbul Şehri” ile Marmara Denizi’nin emniyeti , her türlü ihlalden korunmuş olmalıdır. Bu esas mahfuz kalmak şartıyla, Akdeniz ve Karadeniz Boğazları’nın umum ticaret ve münakalata açılması hakkında bizimle diğer bütün alakadar devletlerin ittifakla verecekleri karar muteberdir
- İtilaf devletleri’yle hasımlar ve bazı müşavirleri arasında da kararlaştırılan anlaşma esasları içinde ekalliyetlerin hukuku , civarda bulunan memleketlerdeki Müslüman ahalinin de aynı hukuktan istifadeleri emniyetiyle tarafımızdan teyid ve temin edilecektir.
- Milli ve iktisadi inkişafımız imkan dahiline girmek ve daha asri , muntazam bir idare şeklinde işlerin yürütülmesine muvaffak olabilmek için her devlet gibi bizim de inkişafımızın temininden istiklal ve tam serbestliğe sahip olmamız , hayat ve bekamızın temel ve esasıdır. Bu sebeple siyasi , adli , mali inkişafımızı önleyen kayıtlara muhalifiz. Gerçekleşecek borçlarımızın ödeme şartladı da bu esaslara aykırı olmayacaktır.
29 Kanunisani (Ocak) 1336 (1920)[4]
Bir diğer yanlış ise : “Herşeyi yaptık , olmadı” düşüncesidir . Nitekim Misak-ı Milli’ye dahil olup da Lozan’da konuşulmaya konular vardır . Bunlar Moskova Antlaşması ile SSCB’ye terk edilen Batum , Batı Trakya , Ege Adaları , Antakya ve Halep asla talep edilmemiştir[5]. Lozan Antlaşmasının tam metni Türk Tarih Kurumu’nca kendi sitesinde yayınlanmıştır[6]. Konu hakkında daha geniş malumat isteyenler araştırabilirler.
Bu yanlışlar idrak edildiyse şimdi sıra Misak-ı Milli ile Lozan’ı genel hatlarıyla karşılaştırmaktadır.
Karşılaştırma ve Sonuç :
Günümüze kadar tartışılagelen Musul meselesinin burada vurgulanması gerekmektedir. Misak-ı Milli’nin ilk maddesine bakılırsa 30 Ekim 1918 tarihli mütareke imzalandığında Türk ordusu hala Musul ‘ daydı . Bu sebepledir ki Musul , Misak-ı Milli sınırları içerisindedir .
Lozan görüşmelerinde Türkiye ile İngiltere arasındaki en büyük sıkıntı Musul’un geleceğiydi . İngiltere Hindistan’a giden yol olması bakımından ve tabi ki Musul petrolleri sebebiyle bu konuda çok sertti ve Lord Gürzon birkaç kez Türkiye’ye tehditte bulunmuş ve konferansı terk edeceğini belirtmiştir. Halbuki İttihatçılar , Sultan Abdülhamid Han’ın mülklerini millileştirmeselerdi , Musul petrolleri Türkiye’ye kalacaktı. Lakin konu Lozan olduğu için bu konuyu uzun uzadıya anlatmak gereksizdir.
Halbuki Lord Gürzon’un yeni bir savaşa girme niyeti yoktu [7] . Bu bir blöftü ve nitekim işe yaramıştı . Konu Cemiyet-i Akvam’a bırakılmıştı ve günümüz BM’in tüm özelliklerini taşıyan cemiyet asla güçsüzün ya da haklının yanında değildi.
Bir diğer konu Batı Trakya konusudur . Misak-ı Milli’ye dahil olan Batı Trakya’da alınamamış üstüne üstelik Karaağaç Tren İstasyonu’nu alabilmek için bile Anadolu’da 300.000 ev yakan , bir çok sivili öldürüp ırzına geçen Yunanların ödeyeceği harp tazminatından feragat etmek zorunda kaldık. Lozan’ın 59. Maddesi şöyle der :
“Yunanistan, Anadolu’da, savaş yasalarına aykırı olarak, Yunan ordusu ya da Yunan yönetiminin eylemleriyle işlenmiş zararları onarma yükümünü kabul eder. Öte yandan, Türkiye, Yunanistan’ın, savaşın uzamasından ve savaş sonuçlarından doğan mâlî durumunu dikkate alarak, onarımlar karşılığı olarak, Yunan Hükümetine karşı yöneltebileceği her türlü zarar-giderim isteminden kesinlikle vazgeçer.”[8]
En mühim konulardan biri de Adalar mevzusudur . Ege’deki adalar ve Kıbrıs Türkiye için tam anlamıyla bir fiyaskodur .
Kıbrıs’ın işgalini Lozan’ın 20. ve 21. Maddelerinde resmen tanıyan Türkiye Kıbrıs üzerinde hak iddaa etmekten vazgeçmiştir. Bir diğer vahim konu ise Kıbrıs Türklerinin , Türk hüviyetini seçtiği takdirde 12 ay içinde Kıbrıs’ı terk etme zorunluluğudur . Bu sebeple Kıbrıs’da Türkler azınlık durumuna düşmüş ve günümüze kadar devam eden problem Lozan’da ortaya çıkmıştır . Oniki ada ise İtalya’ya bırakılmıştır. Türkiye’ye kalan Gökçeada , Bozcaada yanında bir de Limni adası vardı ki Tevfik Bıyıklıoğlu bunu zapta geçirmeyi unuttuğu için alınamadı[9].
Bir diğer konu boğazlar meselesi idi . Mecliste de bu konu hakkında çok sert tartışmalar yaşanmakla birlikte Lozan’daki kararlar kesinlikle Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına bir darbedir . Kendine ait olan bir boğazı uluslararası bir meclisle paylaşıp , üstüne üstelik boğazın her iki yakasının 15km çapındaki yerleri silahsızlandırmak kesinlikle kabul edilemez bir şeydi ve bu konuya mecliste çok sert tepkiler verildi . Neyse ki 1936 daki Möntrö antlaşması ile bu iki şart kalktı lakin boğazdan geçen gemilerden ( Rehberlik hizmeti istemiyorlarsa ) hala bir kuruş para talep edemiyoruz . Bu durumun Dünya’daki tek örneği Türkiyedir.
Gemi bedelleri. Rauf Orbay bu konu hakkında şu bilgiyi vermektedir : ““Sonra, Dünya Savaşı ibtidasında, henüz bizim harbe girmediğimiz günlerde inşaları tamamlanıp bedelleri de tarafımızdan tamamen ödenmiş olduğu halde memleketimize getirilecekleri sırada Ingilizler’in elkoymuş oldukları Sultan Osman, Sultan Reşad ve Fatih dretnotlarımızın, tahminen 12 milyon Ingiliz altını tutarı bedellerinin geri verilmesi meselesi vardı. Bu, Ingilizler’in sarih borcu idi.”[10]
Osmanlı Devleti savaştan önce İngiltere’ye savaş gemisi almak için toplam 12 milyon İngiliz altını ödemiştir. Bu bedeller Lozan’da istendiğinde Lord Gürzon bunları Osmanlı’nın satın aldığını lakin artık Osmanlı devletinin olmadığını ileri sürerek isteği reddetmiştir. Lakin eski Osmanlı parçalandığında devlet topraklarının %75’i terk edilmiştir ve dahi Duyun-u Umimiye’nin borçlarının %60’ı yeni Türk devletine bırakılmıştır[11]. Bu nasıl bir taksimdir ?
İşin enterasan yanı Lozan imzalandıktan sonra herkes kendine göre bir zafer sayıyordu . İsmet Paşa ve Yunanistan
Birkaç örnekle bu fikri destekleyelim . Yunan generali Andonekpa’nın Atina’da basılan “ Poliki İstoria Eledos (Yunanistan’ın Siyasi Tarihi)” kitabına bir göz atalım . “Türk murahhasları , karşımıza büyük isteklerle çıkmışlardı ve muzaffer bir orduyu temsil ediyorlardı. Batı Trakya’yı , Ege Makedonya’sını ve harp tazminatı talep ediyorlardı. Onların isteklerini yapmamak için herhangi bir sebep yoktu. Lakin Venezilos’un politik taktikleri ve Türk murahhaslarının isabetsiz haraketleri neticesinde Lozan Antlaşması lehimize kaydedilmesi gereken bir zaferdir.”[12]
Kaynakça
1- Mustafa Kemal Atatürk – Nutuk – Sayfa .427 —–à İnönü’nün Hatıraları (Lozan Kısmı) – Ulus Gazetesi 24 Temmuz 1986
2- Operatör Cemil Paşa – Canlı Tarihler II. – Sayfa 133-134
3- Kadir Mısıroğlu – Lozan Zafer Mi Hezimet Mi I – Sayfa 156
4- Zabıt Ceridesi – 30 Ocak 1920 veyahut Kadir Mısıroğlu – Lozan Zafer Mi Hezimet Mi I . – Sayfa 163-164-165
5- Kadir Mısıroğlu – Lozan Zafer Mi Hezimet Mi I . – Syf 175
- http://www.ttk.gov.tr/index.php?Page=Sayfa&No=249
7- Earl of Ronaldshay – The Life of Lord Curzon
8- Lozan Antlaşması – Madde59
9- Kadir Mısıroğlu – Lozan Zafer Mi Hezimet Mi I .
10- Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Istanbul 1965, sayfa 103-104
11- Mustafa Necati Bey’in TBMM’de yaptığı konuşmadan alıntıdır
12- Niko A. Andonekea – Poliki İstoria Elados