ŞEHİT RESSAM HASAN RIZA
1899′da Türkiye’de bir ressam, kendisini çizdiği tablonun kahramanlarından biri olarak resmeder. Tarih kitaplarının sayfalarında sıkça karşımıza çıkan, çoğunluğun iyi bildiği bu resim Fatih Sultan Mehmed’in Topkapı’dan İstanbul’a girişini betimleyen eserdir. Fatih’in bindiği kıratın hemen yanında, elinde tüfek olan yeniçeri muhafızı ise tabloyu yapan ressam Hasan Rıza’dır (1857-1912). Bu tabloya kendini resmederek gösterdiği espri anlayışı Hasan Rıza’nın son derece renkli kişiliğinin de yansımasıdır. Ressamın yaşamı da bu renkli, esprili kişiliğine paralel olarak pek hareketli geçer. Üsküdar’da doğan Hasan Rıza, anılarında çocukluğundan beri resme olan tutkusundan, kömür parçalarıyla evinin duvarlarına resim çizdiği için ailesini nasıl kızdırdığından söz eder.
Hasan Rıza’nın yaşamı iki savaş arasında şekillenir. Osmanlı – Rus (1877-1878) Savaşı hayatında yepyeni bir kapı açarken, Balkan Savaşı (1912) yaşamını olumsuz yönde etkiler. Asker kökenli olan Hasan Rıza, Heybeliada Bahriye Okulu’nun son sınıfındayken başlayan Osmanlı – Rus Savaşı’na okuldan ayrılıp gönüllü olarak orduya katılır. Er olarak Rus sınırındaki bir alaya gönderilen ressama, savaşı yakından izleyip resimlemekle görevli İtalyan bir gazetecinin muhafızlığını yapma görevi verilir. Savaşı her yönüyle izleyip, gerçek savaş sahnelerini ustalıkla resmeden gazeteciden çok etkilenen Hasan Rıza, bir gün yaşlı gazetecinin karakalem portresini yapıp ona gösterir. Rütbesiz gönüllü bir asker tarafından çizilen bu portre karşısında İtalyan gazeteci çok şaşırır. O günden sonra aralarında başlayan dostluk, savaş sonrasında da devam eder. Savaş sona erdiğinde tekrar Heybeliada’ya, okuluna dönen Hasan Rıza aynı adada yaşamakta olan İtalyan gazeteciyi sık sık ziyaret ederek resim konusundaki bilgisini artırır.
Bahriye’nin son sınıfında okurken, Sultan Abdülhamid’in yatının kamaralarında bulunan resimleri onarmak ve bozulan süslemeleri yenilemekle görevlendirilir. Bu işi büyük bir zevk ve ustalıkla yapan Hasan Rıza’yı devrin Bahriye Nazırı, başarısından dolayı ödüllendirir ve onu, mezun olmasını beklemeden subay yapar.
Resimlerinden derin bir tarih bilgisine sahip olduğu anlaşılan Hasan Rıza’nın çok güçlü anatomi bilgisi de hemen göze çarpar. En karışık savaş sahnelerini bile başarılı bir gerçekçilikle resmeden Hasan Rıza, eserlerinde karakalem, çini, pastel ve yağlıboya tekniklerini kullanır. Edirne’de resim çalışmalarının yanında sosyal olarak da hayatın içinde yer alan Hasan Rıza aynı zamanda sanat okulunun müdürlüğünü de yapar.
Bu görevi sırasında birçok öğrenci yetiştirir. Balkan Savaşı sırasında da Edirne Hastanesi’nin müdürlüğünü üstlenen Hasan Rıza, Bulgar Ordusu’nun şehre girmesi üzerine atölyesinde bulunan ve yıllarını verdiği resimlerini kurtarmak için hastaneden Karaağaç’a gitmek üzere yola çıkar. Ancak, yolda şehit olur. İşte, Hasan Rıza’nın yaşamındaki tüm yolları kapatan ikinci savaş budur. Atölyesindeki resimlerin bir kısmı parçalanır ve yağmalanır. Bazıları Sofya’ya götürülür. Daha sonra birkaç eseri Viyana Müzesi’nde ortaya çıkar. Kurtarılabilen eserlerinden bazıları İstanbul’a getirilir. Ancak çoğu eseri kurtarılamaz.
1899′da Türkiye’de bir ressam, kendisini çizdiği tablonun kahramanlarından biri olarak resmeder. Tarih kitaplarının sayfalarında sıkça karşımıza çıkan, çoğunluğun iyi bildiği bu resim Fatih Sultan Mehmed’in Topkapı’dan İstanbul’a girişini betimleyen eserdir. Fatih’in bindiği kıratın hemen yanında, elinde tüfek olan yeniçeri muhafızı ise tabloyu yapan ressam Hasan Rıza’dır (1857-1912). Bu tabloya kendini resmederek gösterdiği espri anlayışı Hasan Rıza’nın son derece renkli kişiliğinin de yansımasıdır. Ressamın yaşamı da bu renkli, esprili kişiliğine paralel olarak pek hareketli geçer. Üsküdar’da doğan Hasan Rıza, anılarında çocukluğundan beri resme olan tutkusundan, kömür parçalarıyla evinin duvarlarına resim çizdiği için ailesini nasıl kızdırdığından söz eder.
Hasan Rıza’nın yaşamı iki savaş arasında şekillenir. Osmanlı – Rus (1877-1878) Savaşı hayatında yepyeni bir kapı açarken, Balkan Savaşı (1912) yaşamını olumsuz yönde etkiler. Asker kökenli olan Hasan Rıza, Heybeliada Bahriye Okulu’nun son sınıfındayken başlayan Osmanlı – Rus Savaşı’na okuldan ayrılıp gönüllü olarak orduya katılır. Er olarak Rus sınırındaki bir alaya gönderilen ressama, savaşı yakından izleyip resimlemekle görevli İtalyan bir gazetecinin muhafızlığını yapma görevi verilir. Savaşı her yönüyle izleyip, gerçek savaş sahnelerini ustalıkla resmeden gazeteciden çok etkilenen Hasan Rıza, bir gün yaşlı gazetecinin karakalem portresini yapıp ona gösterir. Rütbesiz gönüllü bir asker tarafından çizilen bu portre karşısında İtalyan gazeteci çok şaşırır. O günden sonra aralarında başlayan dostluk, savaş sonrasında da devam eder. Savaş sona erdiğinde tekrar Heybeliada’ya, okuluna dönen Hasan Rıza aynı adada yaşamakta olan İtalyan gazeteciyi sık sık ziyaret ederek resim konusundaki bilgisini artırır.
Bahriye’nin son sınıfında okurken, Sultan Abdülhamid’in yatının kamaralarında bulunan resimleri onarmak ve bozulan süslemeleri yenilemekle görevlendirilir. Bu işi büyük bir zevk ve ustalıkla yapan Hasan Rıza’yı devrin Bahriye Nazırı, başarısından dolayı ödüllendirir ve onu, mezun olmasını beklemeden subay yapar.
Resimlerinden derin bir tarih bilgisine sahip olduğu anlaşılan Hasan Rıza’nın çok güçlü anatomi bilgisi de hemen göze çarpar. En karışık savaş sahnelerini bile başarılı bir gerçekçilikle resmeden Hasan Rıza, eserlerinde karakalem, çini, pastel ve yağlıboya tekniklerini kullanır. Edirne’de resim çalışmalarının yanında sosyal olarak da hayatın içinde yer alan Hasan Rıza aynı zamanda sanat okulunun müdürlüğünü de yapar.
Bu görevi sırasında birçok öğrenci yetiştirir. Balkan Savaşı sırasında da Edirne Hastanesi’nin müdürlüğünü üstlenen Hasan Rıza, Bulgar Ordusu’nun şehre girmesi üzerine atölyesinde bulunan ve yıllarını verdiği resimlerini kurtarmak için hastaneden Karaağaç’a gitmek üzere yola çıkar. Ancak, yolda şehit olur. İşte, Hasan Rıza’nın yaşamındaki tüm yolları kapatan ikinci savaş budur. Atölyesindeki resimlerin bir kısmı parçalanır ve yağmalanır. Bazıları Sofya’ya götürülür. Daha sonra birkaç eseri Viyana Müzesi’nde ortaya çıkar. Kurtarılabilen eserlerinden bazıları İstanbul’a getirilir. Ancak çoğu eseri kurtarılamaz.