Friday, 5 September 2014

Anadolu Ajansı: Kışın saklanan yazın serinleten "kar helvası"


Anadolu Ajansı: Kışın saklanan yazın serinleten "kar helvası"
Aydın'ın Bozdoğan ilçesi sınırlarındaki Madran Dağı'nda kış aylarında kuyulara istif edilen kar, yazın sıcak günlerinde kar helvası yapımında kullanılıyor.
Madran Dağı'nda kış döneminde yağan kar bin 800 metre rakımda bulunan kuyularda istiflenerek, Bozdoğan ilçesinde yaz aylarında "kar helvası" olarak vatandaşları serinletiyor.
az sıcağında kar helvasını yöre halkının yanı sıra dışarıdan gelen misafirlerin de yoğun olarak tükettiğini ifade eden kar helvası satıcısı Bayram Başalan, "Kış aylarından saklanan kara şurup katılarak hazırlanan kar helvası, halkımızın vazgeçilmezleri arasında bulunuyor. Aydın'a gelenler doğal bir lezzet olan kar helvası yemeden gitmiyor. İnsan sağlığına zarar vermiyor aksine şifa aşılıyor" diye konuştu.
Foto Muhabiri: Bahattin ALBAYRAK

30 Ağustos Zafer Kupası bugün 2. Gün müsabakaları ile devam ediyor

30 Ağustos Zafer Kupası bugün 2. Gün müsabakaları ile devam ediyor


MuAythai Federasyonu Ankara Il Temsilciliği tarafından düzenlenen 30 Ağustos Zafer Kupası bugün 2. Gün müsabakaları ile devam ediyor
  -http://tr-futboll.blogspot.com.tr/muhittin çiftçi

TRT Avaz : Matrak, Osmanlı Döneminde oynanan askeri bir spordu.


Matrak, Osmanlı Döneminde oynanan askeri bir spordu.
Matrak zaman içerisinde unutulmuş olsa da günümüzde bu spora ilgi yeniden başlamıştır. 
Matrak , 2010 yılında Türkiye Geleneksel Spor Dalları Federasyonu’na bağlanmıştır. 
Günümüzde Matrak oyununda oyuncular yaş ve sıklete göre ayrılır. Karşılaşmalar süresi ikişer dakikadan iki oyun biçimindedir.
Yeni kurallara göre matrak yarışmaları yaz aylarında açık alan çim sahalarda yapılır. Bu alanın iç halka çapı 7 metre, dış halka çapı ise 9 metre olacak biçimdedir. Dış halkanın çevresinde 1,5 metrelik korunma alanı olur. Çim sahalarda sınırlar beyaz kalın çizgi ile belirlenir. Saha çevresinde geleneksel çadırlarla sporcular için soyunma odaları, hazırlık yapmaları ve beklemeleri için alanlar oluşturulur. Geleneksel Matrak Oyunu yarışmaları kış aylarında ise kapalı spor salonlarında minder üzerinde yapılır. Geleneksel Matrak Oyunu minderi 8x8 veya 10x10 metrekare, dış kısımda 1 metrekaresi renkli olacak biçimde kullanılır.
Yeni matrak kurallarına göre karşılaşmalarında bir orta hakem ve iki sayı hakemi "cenk meydanı"nda görev alır. Masa hakemleri olarak da bir fikstür hakemi, bir süre hakemi, bir anons hakemi görev alır. Her minder için ayrı hakem ekibi ve masası oluşturulur.
Yeni matrak kuralları ise karşılıklı saygıya dayanır. Karşılaşma öncesi hakemlerin son kontrolünden sonra oyuncular karşılıklı olarak birbirlerine "benimle cenk meydanına çıktığınız için teşekkür ederim", karşılaşma sonunda ise "kasıtlı ve kasıtsız hatalarımdan dolayı özür dilerim" derler. Karşılaşmalar, hakemin "cenk!" komutu ile başlar ve "dur!" komutu ile son bulur.
Yeni kurallara göre düzenlenen matrak oyununda amaç, rakibin kafasına matrakla dokunmaktır. Her dokunuş bir puan değerindedir. Sert vurmak yasaktır. Rakibe kalkanla vurmak, oyun aleti veya koruyucu malzemesi yere düşen rakibe vurmak yasaktır. Karşılaşma sırasında oyun aletlerini, koruyucu malzemeleri bilinçli olarak elden çıkarmak, yere atmak, rakibe bedensel olarak vurmak yasaktır.
Karşılaşma sırasında kullanılan eşyalar yumuşak malzemeden yapılan matrak sopası, yastık kalkan, miğfer ve sporcuların giysisi aba olmak üzere toplamda dört parçadır.

Wednesday, 3 September 2014

Ethem Sancak, 'Aranan 'babayiğit' ben olacağım'

Ethem Sancak, 'Aranan 'babayiğit' ben olacağım'



Ethem Sancak, 'Yerli otomobil konusunda da Erdoğan'ın aradığı babayiğit olmayı hedefliyoruz' dedi.


Tüm Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜMSİAD) İstanbul Şubesi'nin düzenlediği 'Ayın Konuğu' programına katılan işadamı Ethem Sancak, Medya ve Savunma sanayine neden girdiğini anlattı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın milli otomobil üretimi için aradığı babayiğit" olmak için var güçleriyle çalışacaklarını söyleyen Sancak, “Yerli otomobil konusunda da Erdoğan'ın aradığı babayiğit olmayı hedefliyoruz. İnşallah gücümüz yeter" dedi.
Tüm Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜMSİAD) İstanbul Şubesi'nin düzenlediği 'Ayın Konuğu' programına katılan işadamı Ethem Sancak, önemli açıklamalarda bulundu. TÜMSİAD İstanbul Şube Başkanı Eyüp Topal, Sancak'ın sıra dışı girişimciliği, fikir dünyası ve dik duruşundan etkilendiklerini belirtti. 'Yeni Türkiye'de Ekonomi' konulu konferansta Sancak, katılımcılara hayat tecrübelerini ve fikir yolculuğunu anlattı. Çok erken yaşta başladığı fikir arayışında çeşitli yollardan geçtiğini ifade eden Sancak Farklı çevrelerde geçirdiği gençlik yıllarında en çok önemsediği şeyin kitap okumak ve geleceği görebilen, zihni açık çevre olduğunu söyledi. Fikirsel gelişiminin yanında geleceğini temin etmek için de profesyonel düşünmesi gerektiği bilinci ile hareket ettiğini belirtti.
"GİRİŞİMCİLİK GELECEĞE BAKABİLME FAALİYETİDİR"
Ethem Sancak girişimciliğin geleceğe bakalabilme faaliyeti olduğunu belirterek, "İçinde bulunduğumuz süreçte bir girişimci öngörüsünü geliştirmeli, tarihini öğrenmeli ve tefekkür yapmalıdır. Tabii ki öngörü üretebilmek için de bilgi üretebilmek gerekiyor. Osmanlı bir girişim ve ticaret imparatorluğuydu. Eğer yeterince girişimciniz yoksa büyük devlet olamazsınız ve büyük bir geleceğe hazırlanamazsınız. Dünyanın medeniyet merkezi ve İslam'ın ikinci ayağa kalkış şehri İstanbul olacak. Bunun için okuyup yazmayı öğrenmek gerekir. Ortaklık kurmak gerekir, çünkü ortaklık yönetebilme yeteneğini güçlendirir, maliyeti düşürür ve büyümeyi hızlandırır. Hyundai markası 13 bin küçük araba tamircisinin bir araya gelerek oluşturduğu devasa bir şirkettir. Ve bu bir ekip işidir. Bugün hala 13 bin araba tamircisi şirkete ortaktır. Ortaklıktan korkmayın ama her şey yazılı olsun" dedi.
"RECEP TAYYİP ERDOĞAN AŞIĞI BİR İNSANIM"
Konuşmasını ben Recep Tayyip Erdoğan aşığı bir insanım diyerek sürdüren Ethem Sancak, “Ben Sayın Erdoğan'ı o meşhur Siirt seçimlerinden önce tanıdım. Ailem onun taraftarıydı ona oy veriyordu. Ama ben öyle değildim. Siirt seçimleri için beraber çalıştık, sonra ben onu bırakıp gidecektim. O seçimlerden yüzde 84 gibi tarihi bir sonuçla çıkıldı. Seçimlerden sonra yapılan mitinge bile katılmadım. Arkadaşlarımla meydanı gören bir çatıdan Sayın Başbakan'ı izliyorduk. Mitingden sonra ben işime, gücüme dönecektim. Siirt'liler, taleplerini dile getirdikleri pankartları asmışlar meydana. Sayın Başbakan meydanda asılı olan pankartlara şöyle bir baktı ve dedi ki “Bunları indirin, ben bunların hiçbirisini yapamam. Size yalanda söyleyemem. Biz ne aldatan ne aldanan olacağız. Bir yangın devralıyoruz, söndürülmesi 3 yıl sürer. Sonra ben herkesin Başbakanı olacağım. Siirt'liler de adil olmamı isterler, enişteleri adil olsun isterler. Bunları indirin.” Ben hayretler içinde kaldım, arkadaşlarıma dedim ki, “Vallahi ben aradığımı buldum. İlk defa yalan söylemeyen bir politikacı gördüm, ben onu takip edeceğim”. Sonra indim miting alanına milletin içinde onu izledim, sonra peşine düştüm. Düşüş o düşüş hala peşindeyim" dedi.
MEDYA VE SAVUNMA SANAYİ ÇOK ÖNEMLİ
Millet Başbakan'a dik dur eğilme diyordu. Düşündüm nereye kadar dik durabilecek. Dik durma lafla olmaz. Lafla dik durulmaz. Dik durmanın alt yapısını inşa etmemiz lazım. Kendimce bir tahlil yaptım.
Türkiye'nin önümüzdeki yüzyılda dik durabilmesi için iki şey yapması lazım. Birincisi ve önceliği BBC ve CNN gibi Asyalı ve Müslüman bir medya merkezi oluşturmamız lazım. Sadece gazete ve televizyon anlaşılmasın Kitabından, filmine, dijital dünyasından arama motoruna, büyük bir medya merkezi. Bugün Amerika'nın egemenlini sağlayan en önemli güçlerden birisi Amerikan ordusu değil Hollywood'dur. Yani medyasıdır. Medya çok stratejik bir sektördür.
Dik duruş için ikinci önemli şey önümüzdeki yüzyılda olacak hercümerçte askeriyemizin her türlü melanete mukabelede bulunabilmesi için elindeki silahların bizim tarafımızdan üretilmesi lazımdır. Maalesef piyade tüfeğimiz bile hala dışarıdan geliyor. Dolayısıyla savunma sanayii çok önemlidir. Sanayileşmek içinde savunma sanayi çok önemlidir. Dünyadaki bütün sanayi devletlerinin sanayisinin temelinde savunma sanayi vardır. En sivil sektör bilinen internet bile Amerikan ordusunun geliştirdiği bir teknolojidir.
Bu gerçekleri gördüğüm için ve birazda ahir ömrümün sonlarına geldiğim için ve bu ülkeye kendimi hep fedai gördüğüm için her şeyimi satıp otomotiv ve savunma sanayiye ve medya sektörüne girdim. BMC'ye öncelikle savunma sanayine odaklanmak için talip olduk ve inşallah bir Asya modeli çıkarmaya çalışacağız. Şirket kendi kodlarını aldı ve teknolojik olarak hiçbir yere bağlı değil" dedi.
"ARANAN BABAYİĞİT BEN OLACAĞIM"
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın milli otomobil üretimi için aradığı 'babayiğit' olmak için var güçleriyle çalışacaklarını ifade eden Sancak “Yerli otomobil konusunda da Erdoğan'ın aradığı babayiğit olmayı hedefliyoruz. İnşallah gücümüz yeter. Türkiye'de çok vatansever girişimcimiz var, onlarla bir araya gelip işbirliği yapacağız ve ortaklıklar kurup o işi de yapacağız" dedi.
"PARALEL YAPININ HEDEFİ OLDUM"
Başbakan Erdoğan'ın yanında yer aldığı için paralel yapının hedefi olduğunu açıklayan Ethem Sancak "12 yıldır Recep Tayyip Erdoğan'ı takip ederim. Paralel yapının isnat ettikleri şeylerin hiçbirisini onda görmedim. Kendisi halis bir Müslüman. Bu yüzden beni kâfir ilan ettiler" şeklinde konuştu.

kaynak:  http://www.tgrthaber.com.tr

T.C. Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 1 Eylül, 14:25 · BASIN MENSUPLARINA ÖNEMLİ DUYURU BASIN KARTI KOMİSYONUNUN 2014 YILI 3. TOPLANTISI 23-24 EYLÜL 2014 TARİHLERİNDE ANKARA’DA YAPILIYOR


BASIN MENSUPLARINA ÖNEMLİ DUYURU
BASIN KARTI KOMİSYONUNUN 2014 YILI 3. TOPLANTISI
23-24 EYLÜL 2014 TARİHLERİNDE ANKARA’DA YAPILIYOR
Basın Kartı Komisyonunun bu yıl içindeki üçüncü toplantısı 23-24 Eylül 2014 tarihlerinde Ankara’da yapılacaktır.
Komisyona intikal ettirilecek dosyalarla ilgili iş ve işlemlerin zamanında ve doğru yürütülebilmesi için ilk inceleme İl Müdürlüklerimiz tarafından yapılacaktır. Genel Müdürlüğümüz, İl Müdürlüklerimizden yönlendirilen dosyalar üzerinden işlem yapacağından, basın mensuplarının en geç 17 Eylül 2014 Çarşamba günü mesai bitimine kadar İl Müdürlüklerimize başvurmaları gerekmektedir. Bu tarihten sonra yönlendirilen başvurular bir sonraki Komisyona sunulmak üzere bekletilecektir.
Süreli yayınlarda çalışan basın mensuplarının çalışmalarının yayınlandığı gazete ve dergilere ilişkin örneklerin Komisyon tarafından talep edilmesi halinde öncelikle Devlet Enformasyon Sistemi (DES) baz alınacaktır. Bu nedenle, çalışanlarınca basın kartı başvurusu bulunan gazete ve dergilerin 0 312 583 61 85/61 86/61 98 nolu telefonlardan DES şifresi alarak, yayınlarını düzenli olarak sisteme yüklemeleri önem arz etmektedir.
Komisyona, bekleme süresi en geç 24 Ekim 2014 tarihinde dolan başvuru sahiplerinin başvuruları intikal ettirilecektir. Bekleme süresi bu tarihten sonra dolanların başvuruları müteakip Komisyon için değerlendirmeye tabi tutulacaktır.

Yedigün Gazetesi(Ankara): Babadağ'da, Yamaç Paraşütü


 Yedigün Gazetesi(Ankara): Babadağ'da, Yamaç Paraşütü
Ölüdeniz Mahallesi'ndeki bin 900 metrelik Babadağ, 5 ayrı uçuş pistiyle her yıl binlerce adrenalin yaşamak isteyen yerli ve yabancı turisti ağırlıyor.
Fethiye Ticaret ve Sanayi Odası bünyesindek şirket tarafından işletmeciliği yapılan Babadağ, yapılan yatırımlarla uçuş sayısını artırırken, bölge turizmini de dünyaya tanıtıyor. Şirketin genel koordinatörü Ahmet Sadıç, Babadağ'ın bin 700 metre pistinde düzenlenen basın toplantısında, 3 yıldır şirketleri tarafından işletilen Babadağ'ın dünyanın bir numaralı yamaç paraşütü merkezi olduğunu söyledi.
Babadağ'ın dünyada her yöne uçulabilen 5 ayrı pisti, kısa mesafelerle dağa ulaşılabilen özelliğiyle dünyada benzeri olmayan tek hava sporu merkezi olduğuna değinen Sadıç, uçuş sayısı itibariyle de dünyada en çok uçuş yapılan merkez durumunda olduklarını ifade etti. Sadıç, bölgedeki hava sporlarının gelişmesi için şirketlerinin çok büyük yatırımlar yaptığını kaydetti. Güney Ege Kalkınma Ajansı'nın desteğiyle Babadağ'a ulaşan 15 kilometrelik yolun, 11 kilometresinin parke kaplandığını hatırlatan Sadıç, yolun toprak olan 3 bin 800 metresinin de ilerleyen günlerde yapılacak çalışmalarla tamamlanacağını belirtti. Bu yıl sezonun çok güzel geçtiğini anlatan Sadıç, şöyle konuştu: "Günde yaklaşık 650 uçuşumuz var. Hava şartları müsait olduğu sürece uçuşlarımızı en üst seviyede gerçekleştiriyoruz. Uçuşlarımızı dünyanın her yerinden izlenebilen kamera sistemiyle yayınlıyoruz. Dolayısıyla buradan uçuş yapan bir turistimizin uçuşu dünyanın neresinde olursa olsun ailesi tarafından online olarak izlenebiliyor. Ayrıca, Babadağ'daki hava durumu istatistikleri de dünyanın her yerinden internet üzerinden takip edilebiliyor.”(AA)

kayıp ilanı


Babam Yüksel Şimşek 06 kml 35 beyaz şahin aracıyla birlikte 24 ağustos pazar 00 30 itibariyle kayıptır görenlerin 05334872226 05053508514 veya 155 nolu telefonlara bildirmeleri rica olunur lütfen paylaşın

the president in estonia


03
Sep
14

the president in e

stonia
@dougmillsnyt: President Obama greets a group of children as he arrives at the Kadriorg Palace in Tallinn, Estonia
****

Today (all times US Eastern)

9:10 AM President Obama delivers remarks; Nordea Concert Hall, Tallinn
10:20 AM: The President and Prime Minister Roivas of Estonia receive a briefing on NATO Reassurance; Tallinn Airport hangar
10:25 AM: The President and Prime Minister Roivas of Estonia deliver remarks to U.S. & Estonian Service Members; Tallinn Airport hangar
10:55 AM: Departs Tallinn, Estonia en route Fairford, United Kingdom
1:55 PM: Arrives Fairford, United Kingdom for the NATO Summit
****
President Obama’s press conference from this morning – forward to 40 minutes (will replace with the WH video when it appears)
****
@petesouza: Instagram from window of Air Force One approaching Estonia
****
President Obama and Estonian President Toomas Hendrik Ilves review the honor guard at Kadriorg Palace in Tallinn
****
President Obama greets Estonian school children waving U.S. and Estonian national flags during a welcome ceremony at the Kadriorg Palace in Tallinn, Estonia
****
President Obama at his press conference. Photo by Pete Souza
****






Çevrenin En Güzel Dostu: Özgürlük

Her yıl 22 Nisan’da dünyanın değişik yerlerinde Dünya Günü kutlamaları yapılmaktadır. Bu kutlamalar, gezegenimizin durumu üzerine düşünmek için bir hatırlatıcı olarak hizmet görebilir.
Çevrenin En Güzel Dostu: Özgürlük

John Semmens

Bazıları, yeryüzünün büyük bir tehlike içinde bulunduğuna ve iktisadî kalkınma ve teknolojiyi sınırlandırmaya yönelik katı önlemlerin korku verici bir gelecekten kaçınmak için zorunlu olduğuna inanmaktadır. Bu önlemlere, üç temel kavram rehberlik etmektedir.
Bu kavramlardan ilki, “sürdürülebilir kalkınma”dır. Buradaki fikir, yenilenemez tabiî kaynaklarının kullanımını en aza indirerek gelecek kuşaklara daha fazla tabiî kaynak bırakılmış olacak. Bu fikir kulağa hoş gelse de hükûmet sınırlandırmalarıyla hayata geçirmeye uğraşırken bazı sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Her şeyden önce, “tabiî kaynak” diye bir şey yoktur. Neyin bir kaynak olduğunu tabiat değil; insan istekleri ve zekâsı belirler. Bu anlamda, bütün kaynaklar, insan ürünüdür. Saçmalamayınız! Yeraltındaki petrolü insan değil, tabiat yaptı.
Petrolü bir kaynak haline getiren şey onun maddesi/cevheri değildir. Petrolün bir kaynak olmasını sağlayan, onun, tahsis edilebildiği kullanımıdır. Mülkiyetinizde petrol bulunmasının kötü bir şey olduğu günler vardı. Bu durum, çiftlik hayvanlarını zehirleyebiliyor ve temel ekin alanlarını harabeye çevirebiliyordu. O zamandan bugüne insanın beyin gücü, bu maddenin, motorlu araçlar için bir yakıt ve –başka şeylerin yanı sıra– plâstikte bir girdi olarak güzelce nasıl kullanıma konulacağını belirlemiştir.
Petrolün, şimdi olduğu gibi, gelecekte de hayâti bir madde olup olmayacağı bilinmemektedir ve muhtemelen de olmayacaktır. Teknoloji tarihi, yeni yöntemlerin, sürekli olarak eski yöntemlerin yerini aldığını göstermektedir. On binlerce yıldır insanlar, yürüyerek seyahat ettiler. Binlerce yıl da araçları sürmek ve çekmek için hayvanları kullandılar. Son yüz yıldır, benzinle çalışan araçlar kullanmaktadırlar. Benzinin kullanıma girmiş olmasıyla birlikte elde edilen verimlilik, galon başına daha fazla yolcu ve yük taşınarak sağlanan kârla, sürekli olarak “artmıştır.”
Benzinle çalışan araçların alternatifleri geliştirilmektedir. Bir dönem gelir, benzin de atın akıbetine maruz kalarak temel ulaşım gücü kaynağı olarak tartışmanın dışına çıkabilir. Böylece, gelecekte ihtiyaç duyulacağı şeklindeki bir tahmin çerçevesinde şimdi önemli kaynaklar olarak değerlendirilebilecek petrol ve diğer maddeleri koruma, anlamsız hâle gelebilir.
Gelecek için kaynakları koruma, ilerleme üzerinde gereksiz baskılar yaratabilir. Yaklaşık iki yüz yıl önce gerçekleşmiş Sanayi Devriminden bu yana sürekli zenginleşmeye dönük bir eğilim(?) sözkonusudur. Sonraki nesiller, önceki nesillerden daha zengin olmuşlardır. Koşullar, bir sonraki neslin hayat standadını, şu an bizim keyfini çıkardığımızdan daha yüksek düzeyde karşılayabilecek kadar iyi gözükmektedir.
Bu yüzden, görece yoksul sayılan bugünkü neslin daha zengin olması muhtemel gelecek nesle dönük olarak tasarrufta bulunmasını istemek, pek de adil gözükmemektir. Bu durum, özellikle , hâlen yoksulluk içinde yaşamlarını sürdürenlerden tasarruf beklenildiğinde daha da artmaktadır. Geçimliği “sürdürme”, sizin tipik Amerikan çevreci eylemcinizin göreli olarak konfor içindeki bir yaşamı sürdürmesinden daha az çekilebilirdir. Üçüncü Dünya ülkelerinde yaşanların pek çoğu, petrol gibi hammaddelerin satımına bağımlıdır. Onlar, ekonomilerini büyütmeye yardımcı olmak için satın alınabilir yakıta bel bağlarlar. Kaynakların elde edilebilirliğini azaltan veya fiyatını yükselten önlemler, Batıdaki zengin insanlarla karşılaştırıldığında bu yoksul insanların üzerinde daha fazla yük olacaktır.
Çevreci felâket tellallarının ikinci önemli kavramı, “ihtiyatlılık ilkesi” olarak da adlandırılır. Bu ilke, bir miktar riske sebep olan herhangi bir şeyin, meydana gelmeden önce engellenmesini ifade etmektedir. Bu düşünme biçimine göre, ancak, makûl bir şüphenin ötesinde güvenli olduğu ispatlandığında riskli bir davranışa veya faaliyete izin verilmelidir.
Çevreci çığırtkanların genetik olarak değiştirilmiş gıdalara karşı protestosu, ihtiyatlılık ilkesinin uygulamada karşımıza çıkan bir örneğidir. Bilim adamları artık daha tercih edilebilir özellikleri, gıdanın içine yönlendirmek için gen eklemeyi (gene-splicing) kullanabilirler. “Altın renkli pirinç”, bu teknikle geliştirilmiş ürünlerden bir tanesidir. Genetiği değiştirilmiş bu pirinç, bitki içinde daha fazla A vitamini içermektedir. Bunun faydası, pek çok Üçüncü Dünya ülkesinde olduğu gibi diyetleri büyük ölçüde pirince bağlı olan insanların, körlükten korunmak için bu vitaminden yeterli miktarı almalarını mümkün kılmasıdır. Bu, alelâde pirinci yiyen herkesin kör olacağı anlamına gelmez. Ama Üçüncü Dünya ülkelerindeki çocukların ne yazık ki önemli bir bölümü, diyetlerindeki A vitamini eksikliğinden dolayı kör olmaktadır.
Fayda sağlayıcı katkılarına rağmen altın renkli pirinç, hâlâ çok sayıda çevreci felâket tellalı için genetiği değiştirilmiş “Frankenştayn gıdası (Frankenfood)”dır. Altın renkli pirinci elde etmek için gerekli olan gen ekleme, tabiî değildir. Önceden öngörülemeyen neticeler ortaya çıkabilir. İhtiyatlılık ilkesi taraftarlarının iddiasına göre, gen eklemenin, gıda arzının içinde yaygın bir biçimde kullanılmasından önce tamamen güvenli olduğu ispatlanırsa, daha iyi olacaktır.
Vitaminlere, minerallere ve şifalı besinlere sahip bol gıda arzlarını ikame edebilen zengin ve hayli iyi beslenen kimseler için yeni, denenmemiş, genetiği değiştirilmiş gıdalar konusunda ihtiyatlı olmak kolaydır. Hiç kimse, bu insanların yeni gıdaları yemesi gerektiğini söylemiyor. Ama sürekli kötü beslenmenin tehlikesi içinde yaşayanlar için, genetiği değiştirilmiş gıdaların tamamen güvenli olduğu konusunda daha fazla delil bulunmasını beklemek, o kadar da kolay değildir.
Dahası, genetiği değiştirilmiş gıdaların bugünün bir yeniliği olduğu fikrine sahip olmak, şimdilerde elde var bir diyerek kabul ettiğimiz pek çok tarımsal ürünü üretmiş olan insanın binlerce yıldır genetik olarak tabiatın işine karıştığını göz ardı etmek demektir Bizim sütümüzü üreten inek türlerinin özgür ve vahşice hareket ettikleri bir dönem hiç olmadı. Modern süt inekleri, bu yaratıkların genetik yapıları değiştirilmiş binlerce yıllık seçili/kılı kırk yaran melezleştirilmesinin bir neticesidir.
Melez Mısır
Aynı hikâye, pikniklerde yediğimiz/kemirdiğimiz koçandaki mısır hakkında da anlatılabilir. Amerikan Kızılderilileri, dikkatle seçilmiş yabanî otların çapraz döllenmesiyle bu melez mısırı yetiştirdiler. Veya yularınızın ucundaki Meksika köpeğini öfkelendiren şey nedir? Hiç bir grup Meksika köpeğini, av yakalarken gördünüz mü?
Hakikat şu ki, insanlar, binlerce yıldır diğer canlı varlıkları genetik olarak değiştirmişlerdir. Daha önceki yöntemler, hakikaten, modern gen ekleme yöntemlerinden daha az tahmin edilebilir ve daha fazla zaman tüketen yöntemlerdi. Her zaman yapmış olduğumuz şeyi yapıyoruz, yani dünyayı isteklerimize daha yatkın hale getirmek için değiştiriyoruz.Eğer ihtiyatlılık ilkesi taraftarları mağarada yaşayan atalarımızın arasında yaşamış olsalardı, muhtemelen, ateşin kullanılmasına mani olmaya çalışacaklardı. Ateş, tehlikeli ve kirleticidir. Ateş pek çok kullanımda modern bir ikame olan nükleer enerjiyle karşılaştırıldığında, daha fazla insanı öldürmüş olduğu görülür. Yine de, çevreci çığırtkanlar, bugün bile kömür yakılarak çalıştırılan elektrik santralinin nükleer enerjiyle üretilen elektrik santraliyle değiştirilmesine karşı çıkarlar.
İhtiyatlılık ilkesi, yeni ve denenmemiş olan hakkında sağlıklı bir kötümserliği benimser (her şeyden önce, pek çok yeni fikir bir başarısızlık hikâyesidir ancak az sayıda yeni fikir nihaî olarak başarıya ulaşır) ve onu yarar sağlamayan bir korkuya dönüştürür. İlerleme, şeyleri daha iyi hale getirme çabalarımızda hesaplanmış riskler üstlenmemizi gerektirir. Bu anlamda bilim ve teknolojinin başarıları, bir güven kaynağı olmalıdır. İnsan aklı şaşırtıcı bir araçtır; akıldışı korkularla bağlantılı hale getirilmemelidir.
Çevreci lobinin üçüncü önemli kavramı, önemli kararlarda “ilgilelerin (stakeholder) katılımı”nın gerekli olduğu düşüncesidir. Alıcılar ile satıcılar arasındaki müzakereler, katılımcılık açısından yetersiz kabul edilir. Üçüncü taraflar, işe karışmak ve işlemler için farklı şartları dikte etmek istemektedirler.
Piyasada alıcılar ile satıcılar birbirlerini bulurlar ve gönüllü olarak ürün ve hizmetler için para alış-verişi yapma konusunda anlaşmaya varırlar. Taraflardan hiçbiri diğerini para karşılığında alış verişe zorlayamaz. Sonuçlanmadan önce her iki taraf da bir işlemi reddetmek veya bir işlemden caymak konusunda özgürdür. Alıcılar, genellikle, eğer tatmin değillerse ticarî eşyayı geri iade edebilir ve paralarını geri alabilirler.
Piyasa işlemlerinde gönüllü katılımcıların (örneğin, elektriği işyerlerine ve evlerde oturan tüketicilere satan kömürle çalışan bir elektrik santralinden çıkan dumanı) temizlesin diye başkaları için kirlilik yarattıkları üzerinde ısrar etmeleri meşru olsa da; bundan zarar gören diğerlerinin, zorunlu olarak, işlem şartları bakımından eşit veya hâkim bir konumda olmaları gerektiğini söylemek gerekmez.(?)
Böcek ilâcı DDT örneğini düşünün. Eğer DDT Üçüncü Dünyada, sıtma taşıyan sivrisineklerle mücadele etmek için kullanılsaydı, yaşam kurtarabileceği pek çok yer vardı. Tahminen yılda iki milyon ölüm, sıtmadan kaynaklanmaktadır. Sıtmadan etkilenen bu alanlardaki kamu sağlığı çalışanları DDT almak istiyorlar. DDT’yi üretmeye istekli şirketler var. Ama çevreci muhitten gelen “ilgililer”, bu ürünün ticaretinin yasaklanması konusunda hükûmetler üzerinde daha etkili olmuşlardır.
DDT, vahşî kuşlar arasında yumurta kabuklarını inceltmeye yönelik muhtemel katkısı dikkate alınarak yasaklandı. Kuşlar arasında kitlesel ölümlerin olacağı tahmin edildi; eğer tahminler gerçekleşirse, bahsedilen konuya ilk olarak dikkatimizi çeken Rachel Carson’un dediği gibi bu bizleri, “sessiz bir bahar” anlamına gelecek bir noktaya götürecekti. DDT’nin insanlara zararlı olduğuna dair bir kanıt yoktur.
Vahşî kuşları koruma, kıymetli bir amaçtır. Bu hedefe insanlara zarar vermeden ulaşılabildiği takdirde çok fazla itiraz gelmeyecektir. İnsanların yaşamı pahasına vahşî kuşları koruma, gerçi, daha az savunulabilir bir düşüncedir. Sıtmanın tahribatlarından büyük ölçüde emin olan bir Amerikanın güvenliği açısından bakıldığında, DDT’yi yasaklamanın risk/ödül değiş-tokuşu (trade-off) kabul edilebilir gibi gözükebilir. Aynı değiş-tokuş, sıtmanın asıl öldürücü olduğu bölgelerde kabul edilebilir olmaktan hayli uzaktır. Bu bölgelerde yaşayan insanlar, yaşamlarını korumak için DDT kullanma konusunda özgür olmalıdırlar. Çevreci “ilgililer”in müdahalesi, bu özgürlüğe mani olur (Maalesef, tutumlarda bir takım değişimler yaşanmıştır ve Dünya Sağlık Örgütü bugün, DDT’nin bazı kullanımlarını cezalandırmaktadır).
Çevrecilerin Düşüncelerini Bir Kenara Bırakmak
Çevreci felâket tellalları gerici bir tavır içindededirler. Eğer herhangi bir şey yeryüzünü tehdit ediyorsa bu, bilim ve ilerlemeyle ilgili gizli bir barikattır. Geçimliğin eşiğinde yaşayan insanlar, çevreyi korumaya güç yetiremezler. Onlar enerjilerini hayatta kalmak için harcarlar. Zenginler, çevreyi koruma üzerine düşünmeye muktedirlerdir. Çevreci çığırtkanlar tarafından talep edilen önlemler, ilerlemeyi yavaşlattığı ölçüde, çevreye de zarar verir.
Teknolojinin, insan isteklerini karşılamak ve çevreyi korumak için en iyi seçeneği sağlaması, ABD’de çevresel iyileştirme konusunda kaydedilen ilerlemede apaçık görülmektedir. Neredeyse her ölçüm, kirliliğin azalmaya başladığını ve tabiatın tekrar geri döndüğünü göstermektedir.
Birkaç yıl önce, -Lexington, Concord ve Massachusetts, Battle Road’daki “yuvarlak dünyaya kulak verme girişimi”nin tarihî bölgesini ziyaret ettim. Bu yer, ağaçlar ve yeşilliklerle doludur. Park görevlileri, 1775’te bu alanın şimdi görülen yeşillikten yoksun olduğunu belirttiler. Ağaçlar, tarım yapmak için kesilmişti. Bu dönemde tarım, bugünle karşılaştırıldığında o kadar az verimli bir faaliyetti ki, nüfusun % 80’i, ulusun beslenmesi için gerekli erzakı sağlamaya çalışıyordu. Kırsal alanın geniş kıraç alanları, bir zorunluluk olarak, bu çağın düşük rekolteli ürünleri için tesviye edildi.
Teknoloji, bütün bunları değiştirmiştir. Böcek ilaçları ve genetiği değiştirilmiş tahıllar, daha fazla sayıda sebze ve meyveyi böceklerden korumamızı; gelişmiş ulaşım, daha fazla sayıda gıdanın bozulmadan önce piyasaya ulaşmasını; buzdolabı, gıdanın daha uzun süre tüketilebilirliğini mümkün kılmıştır. Sonuç olarak, tarım için ihtiyaç duyulan işgücünün oranı, % 2’ye düşmüştür. Massachusetts’in tarım alanlarının tekrar ağaçlanmasına(?) izin verilmiştir.
Bu, gezegenin geri kalanını korumak için bir modeldir: Daha iyi bir dünya için insanlık dehası kullanılsın diye düşünce ve ticaret özgürlüğüne izin verin!
Çeviren: Yusuf Şahin
Çevrenin En Güzel Dostu: Özgürlük,John Semmens, Liberal Düşünce, Sayı 47-48 – Yaz- Sonbahar 2007

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts