Thursday, 4 December 2014

Yeni bir parazit türü bulundu



Yeni bir parazit türü bulundu

Türk bilim insanları yeni bir parazit türü buldu.
yazıyı büyütyazıyı küçült
Yeni bir parazit türü bulundu
Adana Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Su Ürünleri Fakültesi Yetiştiricilik Bölümü Hastalıklar Anabilim Dalı öğretim görevlilerinden Uzman Dr. İbrahim Demirkale ve Dr. Argun Akif Özak, dil balıklarında yaptıkları araştırmada dünyada ilk kez görülen bir parazit türü saptadı. Parazitin balık ölümlerine sebep olduğu, mücadele için kullanılacak kimyasalların ise insan ve çevre sağlığına zarar verdiği belirtildi.
2 uzman, yaklaşık 1 yıl boyunca Doğu Akdeniz'de yaşayan dil balıklarında parazit taraması yaptı. Binin üzerinde dil balığında araştırma yapan öğretim görevlileri, 'balık kenesi' olarak başka ülkelerde görülen ancak Türkiye'de henüz bildirimi yapılmayan 'Caligus Bricaudatus' ve 'Caligus Apodus' adlı parazitlerin Doğu Akdeniz'de de görüldüğünü ortaya çıkardı. Araştırmayı derinleştiren öğretim görevlileri, daha önce görmedikleri yeni bir parazit türünü de incelemeye aldı. Mikroskobik ortamda bu parazit türünün anatomik yapısını inceleyen Uzman Dr. İbrahim Demirkale ve Dr. Argun Akif Özak, bunun daha önce dünyada hiç görülmeyen bir parazit olduğunu belirledi. Saptadıkları türe, dil balığının Latince isminden esinlenerek 'Caligus Solea' adını veren öğretim görevlileri, yaptıkları çalışmayı uluslararası bilim dergilerinde de yayınlayarak dünyaya duyurdu.
'DÜNYADA İLK'
Araştırmalarında daha önce dünyada bilinen ancak Türkiye'de bildirimi yapılmayan 2 parazit türünü ortaya koyduklarını anlatan Uzman Dr. İbrahim Demirkale, bugüne dek literatüre hiç girmeyen yeni bir parazit türü keşfettikleri için de mutlu olduklarını kaydetti.
Keşfettikleri yeni türün balıklar kadar insan ve çevre sağlığını da etkilediğini vurgulayan Uzman Dr. Demirkale, şöyle konuştu:
"Bulduğumuz parazit türü, daha önce görülen parazit türüyle aynı familyaya sahip. Dil balıkları üzerinde diğer parazitlere oranla daha fazla görülüyor. İlerleyen aşamalarda, yetiştiricilik çalışmalarında sıkıntı yaratabilecek bir tür. Dil balığının derisi ve solungaçları gibi yerlerine yerleşerek ölüme sebep olabilen enfeksiyonlara açıyor. Bu parazitle mücadelede bazı kimyasallar kullanılmakta ama bunlar balıklardan insanlara geçişi söz konusu. Toksik maddeler olduğu için çevre açısından da önem taşıyor. Bu parazit balıklar kadar insan ve çevre sağlığına da etki ediyor. Mücadele için yeni bir çalışma planlıyoruz. Etkisi daha az bir kimyasal madde ile parazitlere etkisini araştırıyoruz."
DOĞA VE TARİH MÜZESİ İSTEDİ
Türkiye'de keşfedilen yeni parazit türlerinin bilimsel araştırmalar için depolanmak veya saklanmak üzere İngiltere veya ABD'deki 'Doğa ve Tarih Müzesi'ne gönderildiğini de anımsatan Dr. İbrahim Demirkale, "Türkiye'deki keşfedilen türler böyle yerlere gönderiliyor. Çünkü eğer gönderilmezse yaptığınız çalışmanın çok bir önemi de kalmıyor gibi. Türkiye'de böyle bir müze kurulması çok önem taşıyor. En azından kendi çalışmalarımızı bu tür müzelerde korur ve bilimsel çalışmalar için daha iyi değerlendiririz" diye konuştu.

Wednesday, 3 December 2014

YÖK Yasası Değişirken Nasıl Bir Yükseköğretim Sistemi?



YÖK Yasası Değişirken Nasıl Bir Yükseköğretim Sistemi?

Yeni bir YÖK Yasası için uzunca bir zamandır yoğun hazırlıklar yapıldı. Bu amaçla YÖK'te, Üniversitelerarası Kurul'da, üniversitelerde ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarında toplantılar, çalıştaylar yapıldı. YÖK'ün web sayfası üzerinden bu konuda görüş bildirmek isteyen herkesin görüş ve önerileri alındı.
YÖK Yasası Değişirken Nasıl Bir Yükseköğretim Sistemi?
Prof. Dr. MUSTAFA ACAR
Aksaray Üniversitesi Rektörü
Hazırlanan taslak Milli Eğitim Bakanlığı’na sunulmuş durumda. Bundan sonra Bakanlar Kurulu’na, daha sonra TBMM’ye sunulması bekleniyor. Sürecin sağ-salim tamamlanması ve ülkemizin daha iyi bir yüksek öğretim sistemine kavuşturulması son derece önemli.
Türkiye’nin yeni bir yükseköğretim sistemine geçmesini, bu bağlamda yeni bir yasa yapılmasını zorunlu kılan iki önemli neden var. Birincisi, 12 Eylül darbesinin ardından, olağanüstü koşullarda yapılmış, üniversiteleri birçok bakımdan baskı ve kontrol altında tutmaya ve ideolojik açıdan tektip insan yetiştirmeye yönelik olarak tasarlanmış mevcut yapıyı değiştirme ihtiyacı. İkincisi ise, üniversitelerimizin, Türkiye’nin 2023 vizyonu çerçevesinde ülkemizin dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olma hedefine ulaşmasında kendilerinden beklenen katkıyı verebilmesi için mevcut sistemin ciddi biçimde iyileştirilmesi ihtiyacı. Bu vizyonla uyumlu, üretken, yapıcı, yenilikçi üniversiteler kurabilmek için yeni sistemin dayanması gereken temel ilkeler şunlar olmalıdır:
Nasıl bir yükseköğretim sistemi?
  1. Özgürlükçü (düşünce, ifade ve araştırma özgürlüğünün önünde hiçbir engelin olmadığı),
  2. Adem-i merkeziyetçi (yetkileri önemli ölçüde üniversitelere devreden, YÖK ya da merkezi otoriteyi bir koordinasyon ve kalite kontrol kurumu haline getiren),
  3. Rekabetçi, dışa açık (özel ve yabancı üniversitelere izin veren, isteyen yerli ve yabancı herkesin sektöre yatırım yapabildiği),
  4. Verimlilik ve performans odaklı (çok çalışanı ve verimliliği ödüllendiren, elinden daha fazla iş gelene daha yüksek maaş veren),
  5. Kalitesizliği cezalandıran (kalitesizleri ayıklayan, çalışmayanın, başarısızların, şartları yerine getirmeyenlerin sözleşmesine son verebilen),
  6. Sağlam finans sistemine dayalı (aldığı hizmetin bedelini kısmen hizmet alanların ödediği, devletin de “yükseköğretim kuponu”yla üniversiteye kamu kaynağını öğrenciler üzerinden aktardığı),
  7. Sanayi ile işbirliği yapmayı ve şehirle bütünleşmeyi teşvik eden (Teknolojik araştırma ve uygulama merkezleri, tarih-kültür-sanatla ilgili araştırma merkezi ve etkinliklerin desteklendiği),
  8. Yönetimde yetki-sorumluluk dengesi gözeten (Rektörün ekibiyle gelip, ekibiyle gittiği),
  9. Rektör ve üst düzey yöneticilerin “seçim” ile değil, objektif-ölçülebilir kriterlere göre, “atama” ile belirlendiği,
  10. Öğretim üyeliği mesleğini zeki ve yetenekli gençler için cazip hale getiren bir sistem.

Liberalizm ve Türkiye



Liberalizm ve Türkiye

Türkiye'nin fikir hayatının hiçbir döneminde, liberalizmin teorik ve pratik olarak bilinmesini ve özümsenmesini mümkün kılacak bir entelektüel birikim oluşturulamadı. Liberal teoriye evrensel çapta katkı yapacak orijinal eserleri bir yana bırakın, liberalizmin ABC'si sayılacak temel eserler bile Türkçe'ye çevrilmedi. Bu nedenle, bu ülkenin eğitimli insanları dahi, bu zengin düşünceyle tanışma olanağı bulamadı ve sonuç olarak liberalizm, en az bilinen kavramlardan biri oldu.
Liberalizm ve Türkiye
VAHAP COŞKUN
Bilinmeyen şey korkutucudur ve çoğunlukla da nefretin yöneltildiği obje işlevi görür. Türkiye’deki tüm siyasal akımlar da, tarihi süreklilik içerisinde, bilmedikleri liberalizminden nefret ettiler, onu “mutlak bir kötülük sembolü olarak” sundular.
İster sağda, ister solda yer alsın bütün akımlar, liberal ilkelerin savunulmasından rahatsız oldular ve liberalizme karşı büyük bir tiksinti duydular. Sol siyaset yapanların indinde liberalizm; aşırı bireyciliğin, bencilliğin, köşe dönücülüğün ve sömürünün adıydı. Milliyetçi-muhafazakârlar için liberalizm, “Batı taklitçiliği” ve “kültürel köksüzlük” demekti. Devlet erkanı; liberalizmden, “ortadan kaldırılması gereken bir düşman”ı anlıyordu. Nitekim 1930’lu yılların başında, dönemin CHP Genel Sekreteri Recep Peker, “liberal demek vatan haini demektir” derken, otoriter devlet geleneğinin, liberalizme hayat hakkı tanımayacağını net bir şekilde ifade ediyordu. İşin daha da vahimi “liberal” olma iddiasındaki siyasal partilerin bile, sadece ekonomik alanda liberalizmi savunduklarını, ama kültür ve siyasette milliyetçi-muhafazakâr bir bakışa sahip olduklarını belirtmeleriydi. Özetle, ne sağa ne sola yaranan liberalizm, deyim yerindeyse iki cami arasında binamaz kaldı.
Önce birey
Türkiye’de liberalizm karşıtı düşüncelerin bu kadar çok rağbet görmesinde birçok nedenler sıralanabilirse de, burada sadece iki tanesini belirtmekle yetineceğim. Kanaatimce, liberalizm karşıtlığının oluşmasında birincil derecede rol oynayan etken; toplumsal yapı ve kültürümüzde cemaatçi ve otoriter eğilimlerin ağır basmasıdır. Liberal düşüncenin odağında “özerk birey” yer alır. Bu birey, diğer bütün insanlarla eşit yaratılan ve eşit insanlık onuruna sahip olan biricik değerdir. O, hem kendi yaşamı için neyin iyi olduğunu bilebilme imkanına hem de siyasal yönetimlerin izlediği politika ve uygulamaları takdir etme yetkisine sahiptir. Özgür düşünen ve özgürce eylemde bulanan birey; hiçbir amacın aracı olarak kullanılmaz; o, kendi başına bir amaçtır. Bu nedenle bu biricik amaç/değer, her türlü kollektivizme karşı korunmalı; ne Hegel’deki gibi devlete adanmalı, ne Marx’ta olduğu gibi muhayyel bir sınıfsız topluma kurban edilmeli ne de Lenin’deki gibi öncü bir partinin insafına terk edilmelidir. Kant’ın ifadesiyle “makineden fazla bir şey olan insan (birey)”, her türlü değerin ve amacın ötesinde korunması gereken tek değer ve amaçtır.
Liberalizmin bu derece önem atfettiği “özerk birey”, Türk siyasal düşüncesinde olumsuz bir kategori olarak algılanır. Birey; cemaati, toplumu ya da partiyi “bozan”, “bölen” veya en azından “çözen” bir unsur olarak görülür. Bu nedenle liberalizmin parolası olarak kullanılan
“bırakınız yapsınlar” çağrısı, Türkiye’nin hem solcularını hem de sağcılarını dehşete düşürür. Mustafa Erdoğan’ın özlü anlatımıyla;
“Gerçekten insanların kendi kaderlerini tayin etmeleri düşüncesiyle ilişkili bulunan müsedekar ‘bırakınız yapsınlar’ düsturunun; insanların dışarıdan bir otorite eliyle yönlendirilip ‘hizaya sokulmasını’, samimiyetle, gayet tabii gören bir kültürde benimsenmesini beklemek gerçekçi olamaz. Böyle bir kültürün şiarı, olsa olsa ‘sıkı tutun bırakmayın’ nidası olabilir.”
İkinci olarak, Türkiye’de liberalizm hakkındaki olumsuz yargıların oluşmasında aydınların rolü üzerinde durulmalıdır. Bugün “demokrasi uygarlığı”nın gerçek özünü liberal değerler oluşturur; ama Türkiye’de liberal değerlere ilişkin olarak dillendirilenlerin büyük bir kısmı aydınlatıcı olmaktan uzaktır. Liberal teori hakkında derinliğine bilgi edinmeyen aydınların önemli bir bölümü, her defasında “bırakınız yapsınlar” ifadesini adeta bir küfür niyetinde kullanıyor; liberalizm ile ahlâk arasında olumlu bir ilişkinin bulunmadığını söylüyor ve liberalizmi “vahşi kapitalizmin-orman kanunlarının” hüküm sürdüğü bir sistem olarak betimliyorlar. Böylece aydınlar, özünde özgür ve özerk bireyin yaşamını dilediği gibi düzenlemesine dayanan liberalizmi anlamaya/anlatmaya çalışmak yerine; toplumda varolan cemaatçi hakim anlayışa dayanarak, bu bireyci anlayışa karşı alaycı, küçümseyici, hakaret edici bir tavır takınıyorlar. Asıl üzüntü ve esef verici olan da budur. Zira, sokaktaki insanın bu konularda kayıtsızlığı anlaşılabilir, ama aydınların da, siyaset düşüncenin bu zengin kaynağı hakkında aynı paralelde hareket edip düşünmesi üzücüdür. Eflatun şöyle diyor;
“Karanlıktan korkan bir çocuğu pekala bağışlayabiliriz. Gerçek trajedi, aydınlarımızın aydınlıktan korkmasıdır.”
Türkiye’nin sorunu
Bugün Türkiye’nin, siyasal ve ekonomik yapısını halen çağdaş standartlara ulaştıramamış bir ülke olmasının temelinde, liberal değerlerin içselleştirilmemesi yatar. Çünkü liberalizm, insanı merkez alan yapısı ve özgürlük-§eşitlik anlayışıyla, insanlığın gelişmesinde her biri dönüm noktası olacak önemdeki olan genel ve eşit oy, temsil ve vekalet, parlamenter meşruiyet gibi kavramların, hukuk devleti, bağımsız yargı, temel hak ve özgürlükler, demokrasi gibi ilkeler ve kurallar bütününün temelini oluşturmuştur. Bu itibarla, liberalizmin ne olduğunu bilmek, aktüel birçok sorunumuzun çözümü açısından çok büyük önem taşımaktadır. Bu konularda yapılacak çalışmalar ve üretilecek olan bilgi, Türkiye’nin dünya ölçeğindeki güncel gelişme ve eğilimleri hem pratik hem de teorik düzeyde takip edebilmesini sağlayacak ve gerekli değişim ve dönüşümlerin gerçekleştirilmesinin önünü açacaktır. Bugün itibariyle ülkemizin en çok gereksinim duyduğu şey de budur.

Kuzey Irak ve Türkmenler



Kuzey Irak ve Türkmenler (Röportaj)

AKADEMİK PERSPEKTİF on 1 Aralık 2014

Röportaj: Melike ŞENER
Osmanlı Devletinin yıkılışının ardından Irak’ın ekonomik, sosyal, toplumsal ve siyasi yapısında Türkmenlerin konumu ve rolü neydi?
1.Dünya savaşına müteakip Osmanlı ordularının Iraktan çekilmesiyle başlayan süreçte İngiliz mandası ve emperyalizme karşı mücadele söz konusu. Irak’ın geneline baktığımızda Türkmenlerin bu mücadele ilk yeri 1925’e kadar 1926 Ankara Anlaşması’nda aktif bir rol aldığını görüyoruz fakat 1926 sonrası imzalanan antlaşmayla birlikte Türkmenler adeta pasif direnişe geçmişler, silahlı mücadeleyi bırakıp tamamen kendilerini kültürel bir varlık olarak korumaya çalışmışlar. 1932’ye kadar geçen süreçte birçok Kürt isyanı var; Şeyh Ubeydullah tan tutun Kerkük ve civarında Erbil’de özellikle Süleymaniye Kürtlerinin organize ettiği düzenli direniş hareketleri var İngiliz manda yönetimine karşı. Fakat tabi 1932’de manda rejiminin sona ermesi ve bağımsızlığın verilmesiyle birlikte, yeni kurulan devlette Türkmenler kendilerini bir anlamda göreceli imtiyazlarını devam ettirmişler çünkü Osmanlı’dan gelen bir imtiyaz söz konusu. Irak toplumunda özellikle Kuzey Irakta Musul ve Kerkük civarında yaşayan Erbil hattında yaşayan Türkmenlerin kültürel alanda dominant olduğunu görüyoruz. Bu biraz da tabi Türkmenlerin kültürel ve eğitim seviyesinin diğer etnik gruplara oranla daha avantajlı olmasından kaynaklanıyor. Örneğin 1960’larda Mesud Barzani’n babası Molla Mustafa Barzani’nin Adnan Menderes ve arkadaşlarına yazdığı mektuplarda da bahsettiği gibi devlet içerisinde özellikle eğitim sağlık ve endüstriyel anlamda ciddi bir Türkmen hâkimiyeti söz konusu. Dolayısıyla Türkmenlerin Irak’ta Bağdat’ta olup bitenlerle çok ilgilenmemişlerdir, çünkü onlar Osmanlıdan gelen imtiyazlı konumlarını tabiri caizse rakip olmadığı için konumlarını devam ettirmişler. Daha çok dağlarda geçici göçmen olarak yaşayan Kürtlerin yerleşik hayata geçmeleri, devlet siyasetine, yönetime ve eğitime katılmaları 1950’lerden sonraki yıllara denk gelmiş. Tabi bunların kadrolarının yetişmesi ve gelmesi oldukça uzun yıllar aldığı için Türkmenler daha çok Irak siyasetinde 1958’e kadar tarafsız daha çok edebiyat, kültür, şiir, sözlü ve yazılı sanat alanında kendilerini göstermişler ve faaliyetler icra etmişler. 1958 den sonra Hür Subayların iktidara gelmesiyle Kerkük’teki Türkmen siyasetinde önemli rol oynayan bugün hala sarsıntısı hissedilen Haziran Katliamı yaşanmış. Bu katliamda Irak Komünist Parti üyeleri Kürtlerle birleşerek Türkmenlere saldırıyorlar.
1958’de üç gün süren Kerkük Katliamı içerisinde 100 e yakın Türkmen aydını katlediliyor. Bu olayın Türkmen siyasetinde ve Türkmen toplumunda kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. Bu tarihi kırılmadan sonra Türkmenlerin ciddi bir siyasi bilincinin geliştiğini gözlemliyoruz. 1960’ların ortalarında ilk Türkmen Kardeşliği ve Türkmen Eli Partilerinin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu artık Türkmenlerin kültürel varlık safhasından siyasi varlık safhasına geçmesinin en belirgin işaretleri olarak kabul edilebilir. Tabi Türkmenler zaman zaman Hür Subaylar ve daha sonra 1968 de gelen Baas Partisi’yle çok ciddi münasebetler olmasa da siyasi bir varlık olarak ortak çalışmalar söz konusu. 1968’de gelen Baas Partisi 1970 anayasasında Kürtlere ve Türkmenlere verilen özel haklar var. Tabi bunlar maalesef Ortadoğu’nun kaderidir. Her yeni güç grubu kendi iktidarını kurana kadar etnik ve siyasi gruplara imtiyazlar verir fakat kendi gücünü yerleştirdikten sonra bu kuralların bir yerden sonra uygulanmadığını görüyoruz. Aynı şey Kürtler içinde geçerlidir, örneğin 1970den sonra Baas‘ın iktidara gelmesiyle Kürtlere tanıdığı imtiyazların birçoğu hayata geçirilmemiştir zaten bu yüzden onlar ikinci silahlanmaya geçmişlerdir. Türkmenler ’inde burada silahlı mücadeleye katıldığını görüyoruz ben hatta yüksek lisansımı yaptığımda 1999-2000 yıllarında yaşayan efsanevi Türkmen liderlerinden biriyle görüşme yaptığımda o bana 5000 civarında Türkmenlerin silahlı gücünün olduğunun ve Kürtlerle birlikte Baas rejimine karşı savaştıklarından bahsetmişti. 1980’den sonra Suriye’ye kaçmak zorunda kaldıklarından bahsetmişti yani Türkmenler 1926 Ankara Antlaşmasıyla Irak sınırının çizilmesi ve Türkiye’nin Musul ve Kerkük üzerindeki isteklerinden vazgeçmesinden taktik edilmiş kültürel varlıklarını devam ettirme 1958’de ilk siyasi bilincin kırılma noktası kendilerini toplumsal etnik kimlikli grup olarak güvende hissetmemelerinin en bariz örneği 1958-1970 arası ilk barışçıl siyasi hareketlerinin oluşmasıdır. 1970-1980 arası ise tamamen silahlı mücadele dönemi diye ayırabiliriz. Türkmenler daha sonra siyasi faaliyetlerine daha çok “Türkmen Kardeş” ve ” Türkmen Eli “gibi siyasi parti dernek ve edebi çalışmalarda bulunmuşlar.
1980 -1990 arası Irak-İran savaşı nedeniyle hiçbir siyasi faaliyet görmüyoruz daha çok Kürt hareketine eklemlenmiş bir hareketten bahsedebiliriz yani bağımsız bir Türkmen siyaseti yok o zamanda. Bu tabi 1990’a kadar körfez harekatına kadar devam etmiştir. 1990’dan sonra Türkiye’de ciddi bir Türkmen varlığı dikkati çekmiş. 1995’de Türk Dışişleri ve MİT’in de katkılarıyla kurulan Irak Türkmen Cephesi, bu bahsettiğim siyasal ve kültürel grupların bir araya getirildiği çatı örgüt şeklinde bağımsızlıklarını devam ettirmiş. Iraktaki Türkmen toplumumun tamamını temsil ettiğini söylemek adaletli olmaz, onlar da aynı Kürtler gibi dinsel ve etniksel farklılaşmalara sebebiyet vermişler. Irak Türkmen Cephesi çok kaba tabirlerle ıraktaki Sünni ve daha çok Türkiye özlemini ve Türkiye’yle birlikte çalışma ve bütünleşme hayalleri kuran Türkmenleri temsil ediyor desek kabaca doğru söylemiş oluruz. Bütün bu anlattıklarımın özetini sorarsanız bana ciddi anlamda çok politize olmuş bir toplumdur Türkmenler. Bunun da tabi ki nedenleri var bahsettiğim gibi Türkmenlerin çok eğitimli olması, her dönemde hep imtiyazlı konumlarını bu yüksek eğitimli ve kültürel olmalarından kaynaklanan sosyal konumlarını iyi kullanmaları nedeniyle siyasallaşmaları diğer gruplara göre oldukça geç kalmış. Ama bu siyaset hareketleri ciddi anlamda Türkmen etniğini temsil eden siyasi hareketlerin 1995’lerden sonra özellikle Körfez Savaşı’ndan sonra ciddi hüviyet kazandığını görüyoruz.
Türkmenlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde sosyal ve toplumsal olarak Kürtlerden ve Araplardan ayrılan özellikleri nelerdir?
Birincisi Ortadoğu toplumları oldukça heterojen, türdeş olmayan toplumlardır. Kendi kişisel gözlemlerimi söyleyeyim örneğin Erbil’de gezerken ciddi olarak Türkmen, Kürt, Yezidi ve Hristiyan toplulukları hala tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi kılık kıyafetlerinden, davranışlarından, hal ve hareketlerinden yaşadıkları bölgelerden de ayırt edebiliyorsunuz. Örneğin Erbil’den bahsedeyim; Erbil oldukça düz bir şehir, ortasında Erbil Kalesi olan ve kalenin tamamen merkezi ve yüksek bir tepede bulunduğu bir şehir. Kalenin etrafındaki dükkânların ticari işletmelerin ki bunlardan bir tanesi Kayseri Pazarı’dır üstünde de Osmanlıca ve Türkçe olarak yazıyor. Buradaki esnafların genelde çoğu Türkmen’dir eski kale içinde  hatta daha da örnek verecek olursak Bilkent’in kurucusu Prof. Doğramacı’nın evi de kale içindedir. Erbil Kalesi’nin içinde 600 civarında şu an terkedilmiş tarihi evler vardır bunlar UNESCO tarafından da yardım almış ve orayı kültürel sit alanı olarak restore etme projesi vardır fakat tamamlanamamıştır. Daha önce de söylediğim gibi eğitim seviyelerinden ve giyim tarzlarından oradaki Türkmenlere mahsus onları tarif eden ve toplumdan ayıran kıyafetlerini ve tarzlarını görüyoruz. Tabi bu genelde geleneksel toplumlara mahsus bir yaşam tarz olmakla birlikte bu durum köylerde daha belirgindir. Mesela Kerkük’ün Beşirli Köyü var tamamen Türkmenlerden oluşan bir köy. Kürt ve diğer aşiretlerin köylerine de gittiğimde çok farklılıklar olduğunu görüyorum. Kürt köylerindeki klasik şalvar vs. Türkmenlerde yok. Onlarda klasik peştamal ve özel işlemeli cepkenli yelekleri, özel pantolon ve elbiselileri, ayakkabıları bile günlük yaşamda fark edilebilir özelliklerindendir. Karakteristik olarak edebi yaşamda da çok büyük farkları var örneğin Türkmen deyişleri, sazlı ve sözlü özellikle şiir oldukça gelişmiş Kuzey Iraktaki hiçbir toplumda olmayan özellik edebiyat üretme özelliği, her ne kadar azalsa da bugün hala devam ediyor. Bu özellik Kürtlerde ve Yezidilerde yoktur bu önemli farklılıklardan birisidir.
2003 Amerikan işgali Türkmenlerin Irak içindeki konumunu nasıl etkilemiştir?
Bu soruya başlamadan evvel biraz geçmişe gitmek lazım çünkü bu 2003 ile yakından alakalı. Örneğin uçuşa yasak bölge ilan edildiğinde maalesef 36. paralel bıçak gibi tam Erbil’in altından geçen bir paralel Kerkük’ü de kapsamayan bir bölgeydi. Tabi Türkmenlerin nüfus yoğunluğu bu 36. paralel in güneyinde kaldığı için Türkmenler maalesef çok ince hassas bir denge siyaseti izlemek zorunda kaldılar, daha doğrusu milli ve ortak bir siyaset geliştiremediler. Çünkü hem Saddam’ın hedefi olmak veya onunla birlikte olmaları da bu defa 36. paralel in kuzeyinde gelişen Irak muhalefet gruplarının hedefi olmak gibi bir konuma oturtacaktı Türkmenleri. Bu çok hassas siyasi dengeler nedeniyle Türkmenler 1992-2003 arası bölünmüş denge siyaseti izlemek zorunda kaldılar. 2003’le malum Amerikan işgaliyle bu dengeler Saddam aleyhine bozuldu ve Kürtler lehine genişledi. Türkler de tabi Kürt yönetimine bunun doğal getirisini siyasi ranta çevirdiler. Irak’ın kuzeyinde siyasi ekonomik üstünlüklerini ilan ettiler ki bu aslında ikinci bir kırılma noktasıdır. Örneğin 2004-2005 Irak Türkmen Cephesi’nin Erbil’deki tüm siyasi faaliyetleri askıya alındı ve birçok gayrimenkullerine el konuldu. Irak Türkmen cephesinin bütün basın ve yayın işlemleriyle ilgilendikleri matbaa ve malzemelerine el konuldu Bölgesel Kürt Yönetimi tarafından. Irak Türk Cephesi 20005 yılı itibariyle genel merkezini Erbil’e taşımak zorunda kaldı. Tabi savaşın ilk yıllarında 2003-2004’te Türkmenlerde şöyle bir hava vardı bunu Türkmenlerin kendi yayınlarından anlıyoruz. “Türkiye gelecek, bizi kurtaracak ve böylece geçmişteki şaşalı ve imtiyazlı pozisyonumuza döneceğiz”. Ama tabi Türkiye’nin kendi gerekli dikkatleri, gerekleri güvenlik ve reel politiğin dayatmış olduğu sosyo-politik gereklilikler nedeniyle bu gerçekleşmedi. Türemenlerin bu realiteyi fark etmeleri, bu abartılı popülasyon politikalarından vazgeçip reel politiğe dönmeleri 2008’in sonunu görüyoruz. Çünkü 2008-2009 da örneğin Kerkük’te meclis çalışmaları protesto edildi, Türkmenler arasında ciddi bir ayrılık oluştu, Türkmen cephesi özellikle 2005 seçimlerinden beklediği oranda oy alamamanın getirmiş olduğu siyasi hayal kırıklığından dolayı çok ciddi iç tartışmalara girdi ve siyasi bölünmeler yaşandı, lider ve kadro değişikliğine gidildi.
Bu tabi Türkiye’yle de çok yakından alakalı kısa süreli etnik menfaatlerle değil, büyük global politikaların fark edilmesi Türkiye’de de çok ciddi siyasi değişikliklere sebep oldu. 2003-2005 özellikle işgalin ilk ikinci veya üçüncü yılındaki anti-emperyalist dalganın getirmiş olduğu Türkmen yanlısı siyasi politika 2005 sonrası reel politik ve ekonomik faydacılığa döndü. Dolayısıyla Türkiye’nin o zamanlar özellikle Ak Parti iktidarının “kazan kazan” mottosunun getirmişmiş olduğu, herkesin kazanabileceği bir siyasi mekanizmaya döndü. Türkiye’nin değişen dış politika parametrelerine uygun olarak Irak Türkmenleri de kendi önceliklerini değiştirdiler. Bu Türkmenlerin Kerkük merkezli etnik bir siyasi mücadeleden, Irak’ın kuzeyinde çoklu bir yapı içerisinde hak ettikleri demokratik yere razı olmaları, gelinen son nokta. Bu son noktanın görülen en bariz örneği, Irak Türkmen Cephesi’nin 2005’te terk ettiği Erbil’e 2 yıl önce geri dönüp yeni ofis, büro açıp siyasi faaliyetlerine başlamaları Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’yle daha sağlıklı ve daha ciddi siyasi müzakerelere girmeleri 2011 yılı itibariyle Kerkük’teki İl Genel Meclisi başkanlığının, Irak Türkmen Cephesi başkan yardımcısına verilmesi ve son olarak da Irak Kürdistan parlamentosunun aldığı, nüfusunun %20 yi geçen yerleşim yerlerinde Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesi Irak Parlamentosu tarafından tabi bu ilişkileri daha sağlıklı daha rasyonel bir zemine oturttu. Bu arada Irak Türkmenlerinin de Türkçe konuşturttuklarını belirtmek isterim aynı Türk alfabesiyle. Hatta çok ilgimi çekmişti Kerkük’te okul duvarlarında beyaz badanayla “ne mutlu türküm diyene” yazılarını görünce oldukça şaşırmıştım. Örneğin Telafer’de de Türkmen okulları var ama oradaki okullarda böyle bir uygulama yok. Orada yapı tamamen farklı, Türkmen çocuklarının gittiği ama eğitimin Arapça olduğu okullar daha çok bahsettiğim gibi Şii Türkmenleri yaşadığı için. Ama Kerkük merkezdeki okullarda yaklaşık 12 -13 tane Türkmen okulu var, Süleymaniye’de 2 ya da 3 tane var diye hatırlıyorum.
Türkmenlerin Türk dış politikasındaki yeri nedir?
Bahsettiğim gibi 2003’teki konuştuğum Türkmenler, özellikle buna şöyle söyleyeyim. Iraktaki Türkmenler, diasporadaki Türkmenler ve entelektüel Türkmenler; bunlar çok farklı beklentileri olan insanlar. Diasporadaki Türkmenler daha çok; “Türkiye gelecek bize yardım edecek, biz tekrar mutlak güç kudrete, o günlere kavuşacağız. Kerkük tamamen Türkmen şehri olacak, Erbil zaten Türkmen şehriydi”. Onun yanında orda yaşayan Türkmenlerin özellikle Türkmen Adalet Partisi, Türkmen Kardeşlik Partisi gibi eski ihvan kültüründen gelen Türkmenler çok aktif olarak bu hareketin içinde bulunmuşlar. İslami yönü ağır basan Türkmenlerin daha makul kardeşlik temeli üzerine” bizim asıl meselemiz Kürtlerle, Araplarla, Hristiyanlarla, Yezidilerle birlikte yaşamak” diye mesajlar var. Tabi farklı Türkmenlerin verdiği farklı mesajlar Ankara’da bazı dönemlerde çok farklı algılanmış. Örneğin işgalin ilk yıllarında “Kerkük’te Türkmen Katliamı olacak, Türkiye müdahale edin, şeklindeki heyecanlı yaklaşımlar yerini 2005 sonrasında daha rasyonel politikalara bıraktı.  Gelinen noktada Türkiye, bölgeye yönelik etnik siyasetten, bölgeye yönelik demokratik konsepte dayanan, bundan kastım somut etnik grubun çıkarlarına dayalı Ortadoğu politikası geliştirmektense Türkmenlerinde içinde yararlanabileceği daha çoklu demokratik bir yapını özendirilmesine geçiş süreci var. Bu geçiş sürecinde kırılmanın 2007-2008 olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu yıllar, terör ve iç savaşın hat safhaya ulaştığı, bunu Türk ve Amerikalı yetkililerinde bu dar çerçevede yürütülen etnik ve mezhebi temele dayanan politikanın aslında çıkmaz olduğu, tek çıkar yolun ya Irak’ın tam bütünlüğü ve ya önüne alınamayacak iç savaşın kaçınılmaz olduğu gerçeğine bıraktı ki bu da aslında  tek seçenek olan Irak’ın toprak bütünlüğüne, eğer toprak bütünlüğünün mahiyetinin ne olacağı tartışılıyordu ve o hala şuan da tartışılıyor. Federal mi yoksa konfederasyon mu olacak,  haklar nasıl düzenlenecek, materyaller nasıl paylaşılacak? Özellikle petrol ve doğal gaz bunlara karar verilememişti. Türkmenlerin pozisyonu bu reel politik çerçevede son sıralarda geliyordu, onların pozisyonu daha üst seviyedeki bölgesel dengeler ve uluslararası güç dengeleri Türkiye, Amerika, Suudi Arabistan veya bölgeye yeni giren Çin gibi büyük ülkelerinin jeopolitik ve enerji ihtiyaçlarına göre şekillenen, ona uygun bir hal alan siyasete dönüştü.
Türkiye’de Türkmen lobisi var mıdır eğer varsa Türkiye’nin kuzey ırak siyasetini nasıl etkiliyor?
Türkiye’de bizim Amerika’daki gibi algıladığımız profesyonel lobi yok, böyle bir kurumsallaşma da yok. Örneğin kültür cemiyetleri var, Irak Türkmen Cephesi’nin temsilciliği var ama bunlar aynı Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi’nin veya Taliban’ın temsil ettiği partinin temsilcileri var bu onlarla eş seviyede. Türkmenlerin maalesef böyle bir profesyonel şirketleri yok ama şu var. Türkmenlerin Türkiye de ciddi bir halk desteği var, bu da1960’lardan başlayan Türkiye’ye getirilen az evvel bahsettiğim Doğramacıdan bu güne gelen eğitimli Türkmenlerin varlığıdır. Birçoğu Erbil ve Kerkük’e geri dönmelerine rağmen birçoğu Türkiye’de kaldı. Türkiye’den Avrupa’ya gidenler de oldu, bu sistemden gelen ve kaynaklanan bir Türkmen nüfusu var ama bunların örgütlülüğü, gücü ve lobi olduklarını düşünmüyorum.

Harun Akyol Kimdir? Uluslararası Antalya Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Dr. olarak görev yapan Harun Akyol doktora derecesini Siyaset Bilimi alanında Essex Üniversitesi’nden, aynı alandaki yüksek lisans derecelerinden ilkini Londra Üniversitisinden (SOAS), ikinci yüksek lisans derecesini de Egitim Felsefesi ve Uygulamaları alanında University of East Anglia’dan aldi. Dr. Akyol Political Theory, Post Structuralism, Middle Eastern Politics, Nations and Nationalism ve Research Methodolgy üzerine dersler vermektedir.

Tuesday, 2 December 2014

ANKARA MUAYTHAİ SPOR KULÜPLERİ'NİN DİKKATİNE



ANKARA MUAYTHAİ SPOR KULÜPLERİ'NİN DİKKATİNE
Khan Sistemi ile ilgili
1. Ferdi lisansa sahip sporcuların Khan girişlerini yalnız İl Spor Temsilcileri gerçekleştirir.
2. Muaythai Tescili olan Kulüpler,Türkiye Muaythai Federasyonundan Kulüp şifresi almak zorundalar.(Kulüp şifreleri için Genel Sekreter Vekili Ömer Işık)
3. Muaythai Sicil Sistemi Şifre Talep Formuhttp://muaythai.gov.tr/index.asp…
Muaythai Sicil sistemi şifre talep formunu doldurup; orada bulunan evrakları hazır hale getirip tarattıktan sonra bulunan mail adreslerine gönderilecek.
Muaythai Federasyonu Khan Ücretleri, İlk Khan her zaman ücretlidir.
1.Khan 25 TL
2.Khan,3.Khan,4.Khan,5.Khan Kulüp Şifreleri ile günü geldiğinde kulüpler tarafından terfi ettirecekler, kimlik gelmiyor herhangi bir ücret yok,
6.Khan 25 TL
7.Khan,8.Khan Kulüp Şifreleri ile günü geldiğinde terfi ettirecekler kimlik gelmiyor herhangi bir ücret yok,
9.Khan 25 TL
Direk 9.Khan olabilmek için Muaythai Müsabakalarına girmek zorunludur ve Federasyon ücreti 45 TL'dir.
Muaythai İl Spor Temsilcisinin onayı olmadan 9.Khan Kulüpler tarafından yapılamaz. Sistem şu an 1.Khan olarak açıktır.Sadece hafta sonları sisteme giriş yapabilirsiniz.
Talimat metnine ulaşmak için
http://www.muaythai.gov.tr/…/TALIMAT_Khan-Derece-Sinav2013.…
Not :2015 Yılında Ulusal ve Uluslararası Şampiyonalar için ; Seçme niteliği taşıyan ''Ankara İl Şampiyonası'nda'' mağduriyetlerin yaşanmaması için, Sporcuların Khanlarını ibraz etmeleri gerekmektedir.
Muaythai Spor Kulüpleri'nin Khanlar ile ilgili gerekenlerin yapılması hususunda, hassasiyetin gösterilmesini önemle rica ederiz.
Ankara Muaythai İl Spor Temsilciliği
Türkiye Muay Thai Federasyonu Resmi Web Sitesi - ANKARA/TÜRKİYE
MUAYTHAİ.GOV.TR

İHH Başkanı Bülent Yıldırım:"Tüm Zalimlere Tehdit Olacağız."


İHH Başkanı Bülent Yıldırım:"Tüm Zalimlere Tehdit Olacağız."
İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Yıldırım, "Sadece İsrail için değil, tüm zalimler için tehdidiz ve tehdit olmaya devam edeceğiz" dedi.
Yıldırım, Canik Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Yeryüzündeki İyiliğin Direniş Öyküsü Konferansı"nda yaptığı konuşmada, dünyanın en önemli yardım kuruluşları arasında olduklarını bildirdi.
Kendilerini "sevap avcıları" olarak gördüklerini ve dünyanın neresinde bir mağdur millet varsa oraya koştuklarını belirten Yıldırım, zulüm gören Müslümanlar dışında farklı dinlere mensup insanlara da yardım ellerini uzattıklarını anlattı.
Çalışana Allah'ın yardım ettiğini, bunun için Müslümanların zulüm karşısında boyun eğmemesi, direnmesi ve çalışması gerektiğini vurgulayan Yıldırım, şöyle devam etti:
"Bütün savaşların olduğu bölgelerde İHH var. Gördüğünüz her bombardımanın altında da olduk. Suriye'de, Bağdat'da, Çeçenistan' da, Orta Afrika'da olduk. Mali'de, Keşmir'de, Patani'de olduk. Arakan'da, Doğu Türkistan'da olduk. Bunları yaparken sizlere güveniyoruz. Size ihtiyacımız var. Bunu yaparken sırtımızı Allah'a dayıyoruz ama bir de diyoruz ki 'Arkamızda Türkiye'nin ve dünyanın her tarafından kardeşlerimiz var.' Mesela Mavi Marmara'dan sonra bizi yıkmaya çalıştılar değil mi? Vallahi billahi sizler bize sahip çıktınız. Halk olarak sahip çıktınız, desteğinizi artırdınız, İsrail'i yerle bir ettiniz. Allah, hepinizden razı olsun. İnşallah Mescid-i Aksa'ya yürüyeceğiz, hiç tereddüt etmeyin. Mescid-i Aksa'da Kur'an-ı Kerim'i yerlere attılar. Buradan herkese sesleniyorum. Ticaret artmış. Batsın böyle bir ticaret. Sen İsrail'le bu ticareti yapma. O yerlere atılan Kur'an-ı Kerim, ticaret yapan tüccar Müslümanların Kur'an-ı Kerim'i değil mi? Bu Yahudiler, bu siyonistler parayı çok sever. Hele ticareti bir kes, inanın Mescid-i Aksa'ya bile giremezler."
Yıldırım, Müslümanların, Tevrat'ı, İncil'i yere atamayacağını, buna Allah'ın izin vermediğini ancak insanlık düşmanlarının Kur'an-ı Kerim'i yere attığını söyledi.
Filistin halkının, özgürlüğüne kavuşacağını ifade eden Yıldırım, "O Kur'an-ı Kerim'i yere attılar ya, şımardılar ya, Allah'ın izniyle çok yakında göreceksiniz, bakın Mavi Marmara'ya katılan Avrupalı sosyalistlerin partileri, Fransa'da, İngiltere'de, İsveç'te, İspanya'da Filistin Devleti'ni parlamentoda tanıttılar. İnşallah özgür Filistin olacak, hiç tereddüt etmeyin" diye konuştu.
"İsrail'in kuyruğuna basıyoruz"
Bülent Yıldırım, siyonizmin bir virüs olduğuna ve yıkılacağına inandıklarını dile getirdi.
İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman'ın, İHH İnsani Yardım Vakfının kendileri için büyük bir tehdit olduğunu söylediğini hatırlatan Yıldırım, "Elhamdülillah sadece İsrail için değil, tüm zalimler için tehdidiz ve tehdit olmaya devam edeceğiz. İsrail Dışişleri Bakanı çıktı, 'İHH, bizim için tehdittir' dedi, arkasından MİT'in tırları, Kilis baskını, Selam ve Tevhid dosyası geldi. Ya nasıl oluyor? İsrail'in kuyruğuna basıyoruz, Mavi Marmara'yla başka bir yerden niye ses çıkıyor? Bana bunu söyleyin" ifadesini kullandı.
Yıldırım, dünyanın her yerinde yetim başı okşamaya, siyonizme karşı olmaya devam edeceklerini belirtti.
Arakan'da, Filistin'de olmayı, kataraktlı gözleri açmayı sürdüreceklerini bildiren Yıldırım, "Şu anda Afrika'da tıp fakülteleri açıyoruz. Afrikalı gençlerimiz, tıp fakültelerimizde yetişsin ve Afrika'nın sağlığıyla ilgilensin. Somali'de ziraat fakülteleri açıyoruz. Hani siz Somali'yi açlığa mahkum ediyordunuz. Şu anda ziraat fakültesi açtık. Mezunlarımız da var. Göreceksiniz, dünyaya Somali'den ve Afrika'dan gıda gidecek" değerlendirmesinde bulundu.
Konferansa, Canik Belediye Başkanı Osman Genç, vakfın yöneticileri ve gönüllüleriyle vatandaşlar katıldı.

T.C. BERLİN BÜYÜKELÇİLİĞİ Ticaret Müşavirliği SEKRETER ALIM İLANI: Ticaret Müşavirliği Ofisinde, SEKRETER istihdam edilecektir.




T.C.
BERLİN BÜYÜKELÇİLİĞİ
Ticaret Müşavirliği
SEKRETER ALIM İLANI
Ticaret Müşavirliği Ofisinde, SEKRETER istihdam edilecektir. Sekreterin görevleri temel olarak, Müşavirliğin telefon ve diğer araçlarla dahili ve harici irtibatını sağlamak, randevuları düzenlemek, yazıları hazırlamak, dökümantasyon yapmak, ziyaret ve iş görüşmesi yapmak üzere gelen ziyaretçilere yardımcı olmak ve Müşavirliğimizin görev alanına giren konularda raporların hazırlanmasında, firmaların ticari ve ekonomik konularda bilgilendirilmesinde, yerel kurumlarla kurulacak ilişkilerde ve firma eşleştirilmesinde, yazışmalarda ve ofis ile ilgili işlerin yürütülmesinde Ticaret Müşavirine ve diğer personele yardım etmek, ayrıca Ticaret Müşaviri tarafından verilecek diğer görevleri yerine getirmektir.
Başvuru sonrasında nitelikleri uygun bulunan adaylara sınav günü bilahare bildirilecek olup sınav sözlü olarak gerçekleştirecektir. Sözlü sınavda Almanca, İngilizce, Türkçe bilgisinin yanı sıra genel kültür, genel ticaret ve ekonomi ile ilgili konular yer alacaktır.
A- BAŞVURU ŞEKLİ VE TARİHİ
İlanda belirtilen niteliklere haiz olan ve Sekreter olarak Müşavirliğimizde istihdam edilmek isteyen adayların dilekçe ve eki aşağıda belirtilen belgeler ile birlikte 01/12/2014 - 10/12/2014 tarihleri arasında,
1- Müşavirliğimize şahsen veya
2- “BOTSCHAFT DER REPUBLIK TÜRKEI, Handelsabteilung, Tiergartenstr. 19-21, 10785 Berlin“ adresine posta yoluyla veya
3- “ berlin@ekonomi.gov.tr“ adresine e-posta yoluyla başvurmaları gerekmektedir.
Postada meydana gelebilecek gecikme ve kayıplardan Müşavirliğimiz sorumlu değildir.
B- BAŞVURU İÇİN GEREKLİ BELGELER
1- Başvuru dilekçesi
2- Kimlik belgesi örneği ve Türkçe Tercümesi (Önlü Arkalı)
3- Diploma örneği ve Türkçe Tercümesi
4- Güncel Özgeçmiş-CV (Türkçe ve Yabancı Dilde)
5- 2 adet Fotoğraf
6- Varsa referans mektubu
C- ARANACAK ŞARTLAR
1- Yükseköğretim kurumlarının en az lisans düzeyinde eğitim veren bölümlerinden veya dengi yabancı öğretim kurumlarından mezun olmak. Master veya doktora yapmış olmak tercih sebebidir.
2- Alanında tecrübe sahibi olmak.
3- Yabancı uyruklular için Türkçe, Almanca veya İngilizce dillerden en az ikisine çok iyi derecede vakıf olmak; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olunması halinde ise Almanca ve İngilizce dillerinden birisini bildiğini belgelemek. (Lise ve Üniversite öğrenimini Almanca dilinde tamamlayan adaylar için dil belgesi aranmayacaktır.)
4- Akademik nitelikte araştırma yapma ve rapor hazırlama yeteneğine sahip olmak.
5- Bilgisayar ve özellikle ofis programları kullanımı konusunda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmak.
6- Görevin gerektirdiği temsil niteliklerine sahip olmak.
7- Çalışma şartlarının gerektirdiği bedensel ve zihinsel yeteneklere sahip olmak.
8- Görev yapılan ülkenin vatandaşlığına veya oturma ve çalışma iznine sahip olmak.
9- Türk uyruklu erkek adaylar için askerlik görevini yapmış veya erteletmiş olmak.
10- Sabıka veya adli sicil kaydı bulunmamak.
11- Her türlü iklim koşullarında görev yapmaya engel durumu bulunmadığını tam teşekküllü bir hastaneden alınacak sağlık kurulu raporu ile belgelemek (bu belge sınavı kazanan adaylardan istenecektir)
D- BİLGİ :
Sınava girerken pasaport veya nüfus cüzdanının aslının ibraz edilmesi gerekmektedir. Sınavlar konusunda Müşavirliğimizin 030-278 98 030 numaralı telefonu aracılığıyla bilgi edinilmesi mümkündür.
E-SINAVIN YAPILACAĞI ADRES:
Botschaft der Republik Türkei, Tiergartenstrasse 19-21, 10785 Berlin

Güç Koşullardaki Bireyler Federasyonu'da Kurucu ve Genel Sekreteri Hakan Yıldız, EL&VER Projesini anlattı.



Güç Koşullardaki Bireyler Federasyonu'da Kurucu ve Genel Sekreteri   Hakan YıldızEL&VER Projesini anlattı.


EL&VER Projesi kapsamında uygulanmak üzere 3 modül planlanmıştır. Bu modüller açıklamaları ile şu şekildedir;
• Eğitim Modülü
Ekonomik imkansızlıklar ve çevresel faktörler nedeni ile okullarındaki ders başarısı düşük öğrencilerin, ihtiyaç duyduğu alanlarda verilen eğitimlerle desteklenerek okul başarılarının yükseltilmesi ve eğitim yaşamına aidiyetlerinin arttırılmasına yönelik yapılacak olan faaliyetleri kapsamaktadır. Bu modül planlanırken eğitim şekli, sadece okul derslerine yönelik değil, öğrencilerin sosyal bilgi ve becerilerini arttırmaya yönelik günlük hayatta ihtiyaç duyacakları ve uygulayacakları bilgileri de kapsamaktadır.
• Sosyal ve Kültürel Geliştirme Modülü
Bu modül kapsamında projeye katılan güç koşullardaki çocuklar ve Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü öğrencileri ile birlikte sinema, tiyatro, gezi, müze ziyareti vb. etkinliklerin düzenlenmesi planlanmıştır. Bu uygulamalar ile çocukların sosyal ve kültürel gelişmelerinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi amaçlanmaktadır. Bu hedef kapsamında etkinlik planları içerisinde seminerler ve oyunla öğrenme metotları etkin bir şekilde amacımıza uygun olarak hayata geçirilecektir.
• Danışmanlık Modülü
Proje çalışmalarımıza katılım sağlayan çocukların öncelikli olarak aile ve sosyal çevresiyle olan ilişkilerine ve kendi çabalarıyla aşamadıkları sorunlara yönelik çözümler üretilmesi; ilgili eğitimleri alan gönüllülerin danışmanlık faaliyetleri ile gerekli durumlarda sosyal hizmet eğitiminin temelinde yer alan bireyin iyilik halini arttırmaya yönelik soruna göre müdahalelerde bulunulması bu modül içerisinde yer almaktadır.

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts