Thursday, 30 April 2015



İNSANOĞLU SADECE KAS VE KEMİKDEN OLUŞMAMAKTADIR...

28 Kasım 2014, 15:34
Bu makale 416 kez okundu
İNSANOĞLU SADECE  KAS VE KEMİKDEN OLUŞMAMAKTADIR...
Yasemin KURÇENLİ
Spor ağırlıklı olarak motor becerilerin kullanılması sonucu uygulanan bir faaliyet olsa da sportif başarının altında kişinin motor yeteneklerinden daha fazlası yatmaktadır. Çünkü insanoğlu sadece kas ve kemikten oluşmamaktadır.
Bedensel performans; ancak zihinsel ve psikolojik performans ile birleştirilirse başarılı sonuçlar verir.
Spor sadece fiziksel, taktik ve teknik unsurlardan oluşmaz.Yapılan araştırmalar sporcu psikolojisinin diğer unsurlar üzerinde tamamlayıcı önemli bir etken olduğunu ortaya koymuştur. Sporcu olmak her zaman dayanıklı olmayı, kazanmaya da kaybetmeye de her an hazır olmayı gerekli kıldığından bir sporcunun fiziksel ve psikolojik olarak her an hazır olma durumunda olma zorunluluğu sporcu üzerinde yoğun bir stres oluşturabilir. Sporcunun mükemmeli yapma isteği ve kazanmaya koşullanması tek başına bile stres kaynağı iken bu stresi arttıran başka etmenler de vardır. Örneğin;
Rakibin gücü hakkında duyulan kaygı
Daha önce favori olma
Seyircilerin etkisi
Basın ve yayın kuruluşlarının etkisi
Müsabakanın önemi
Kendine güven azlığı
Müsabakaya yakın veya kronik seyreden kişisel problemler
Motivasyonel problemler
Yaşamın her alanında olan ve insanlara sıkıntı duygularının yanında enerji de veren stres ve kaygı duygusu sporcuların sürekli maruz kaldıkları bir durumdur. Bir çok sporcu psikolojik gerilimin yüksek olduğu durumlarda meydana gelen gerilimi azaltmak ve rahatlamak için kendilerine göre stresle baş etme yöntemleri geliştirmiştir.
 
Stres, sporcuların fiziksel enerjilerine, elde edecekleri kazanç ve zaferlere,zevk ve eğlencelerine zarar vermektedir. Stres, sporculara becerikli olmadıklarınıdüşündürerek öz güvenlerine zarar verebilir. Psikolojik stres sporcuların yıllarca çalışarak ulaştıkları becerilerini sergilemelerine zarar verebilir ve sporcuların akış deneyimi yaşamalarına engel olabilir. Stres sporcuların sakatlanmalarına yol açabilir ve onların erken emekliliğe ayrılmalarına neden olabilir. Stres gizli ve sinsi bir hastalıktır. Bu kendisini sürantrenmanda (zihinsel, duygusal, sosyal ve bedensel olarak yaşanılan tükenmişlik) yansıtabilir. Stresin zararları sadece sporcular için değil, antrenörler, teknik direktörler ve diğer yardımcı çalışanlar için de söz konusudur. Bu yüzden kendimize yardımcı olabilmek için stres yönetimi uygulamalarının bilinmesi gerekir (Altungül, 2006: 29). Stres altındaki sporcuda fizyolojik olarak kan basıncının, kas gerginliğin, ter bezi faaliyetlerinin ve kalp vurum sayısının arttığı görülür. Solunum sıklaşır ve göz bebeklerinde büyüme görülür. Beyine ve kaslara daha fazla oksijen gerektiği için kanda alyuvarların sayısı artar, iç organlardaki kan miktarının azalması nedeniyle sindirim yavaşlar, zihinsel olarak dikkat azalır, algılamada yanılgılar ve unutkanlık görülebilir. Psikolojik olarak güvensizlik hisseder, huzursuz ve karamsardır, yetersizlik duygusuna bağlı olarak korku başlamıştır. Bütün bunlar antrenman veya yarışma sırasında sahip olduğu performansı sergileyememesine neden olur. Konsantre olamaz, koordinasyon bozulur, teknik ve taktik hareketlerde hatalar sergiler.
Yoğun stres yaşayan sporcular eğer bu stresle baş edemezlerse çeşitli duygusal zorluklar yaşayabilirler. Yaşadıkları stres nedeniyle performansta ve motivasyonda düşüş yaşayabilir, öfkelenebilir ya da saldırgan tutumlar sergileyebilirler. Öfke, sporcuların zaman zaman yaşadığı, uygun ifade edildiğinde olumlu sonuçlar doğuran normal ve sağlıklı bir duygudur. Engellenme, istenmeyen sonuçlar ve karşılanmayan beklentiler öfkeyi ortaya çıkaran ve arttıran nedenlerin başında gelmektedir. Bu durum sporcunun hedeflerinden uzaklaşmasına, olayların gidişatını yönlendirememesine neden olmaktadır. Normal bir duygu olan öfkenin bu olumsuz sonuçlara sebep olmaması için, öfke duygusunun tanınması, kabul edilmesi ve işlevsel bir biçimde ifade edilebilmesi gerekmektedir.
İnsanların derinliğini oluşturan duygular bir sporcu için çok önemlidir. Duygular bir sporcunun motiv nesnesi olabileceği gibi gizli bir rakibi haline de dönüşübilir. Duygular sözle anlatılması güç olan ve coşku, sevinç, neşe, kızgınlık, öfke, hiddet, endişe, korku gibi isimlerle anılan yaşantıları kapsar. Duyguların bilinçli olarak yönetilebilmesi için antreman planlaması sırasında ele alınması gerekir. Duyguların kontrol altına alınmasından kasıt onların bastırılması değildir. Çünkü duygular deneyim ve öğrenme süreçlerinin kontrolü altındadır. Duygularını tanımayan ve yönetemeyen sporcu sahip olduğu gerçek performans düzeyini sergileyemez.
Stresle başa çıkarken uygulanan bireysel, zihinsel, davranışlar yöntemler mevcuttur. Başa çıkma stratejisi, bireyin kalıtımla getirdiği güçleri, biyolojik yapısı, psikolojik enerjisi, eğitimi, kişilik yapısı, becerileri, çevresel kaynakları ve karşılaşılan stresin türüne bağlı olarak değişir.
Stresin olumlu yönleri de olmasına rağmen genellikle, olumsuz yönleri ele alınmaktadır. Stres hayatın özünde vardır ve hayata dinamizm getirir. Bir sporcunun yaşamındaki stres eğer olumlu yönlendirilebilirse motivasyonu arttırabilir. Önemli olan bireyin stressiz bir hayat yaşaması değil, stres kaynaklarını kendisine zarar vermeyecek ve motivasyonunu, başarısını arttıracak biçimde yönlendirebilmesi;yani stresi yönetebilmesidir.
Sporcularda kendinle konuşma (self talk) zihinsel olarak olumlu ve gerçekçi olmayı, sakin kalmayı sağlayan aynı zamanda odaklanmayı taze tutan bir tekniktir. Aynı zamanda bu teknik öfkenin kontrol edilmesinde de yardımcı olmaktadır.
Karşılaşma esnasında öfke problemi yaşayan iki sporcunun (ikisi de atlet) daha sonrasında bununla nasıl baş edebileceklerini öğrendikleri bir çalışma yapılmıştır. Her iki sporcu ile öfke problemi üzerine kendinle konuşma tekniği kullanılarak üç seans çalışıldıktan sonra, karşılaşma öncesi, esnası ve sonrasında öfke duygularını iyi bir şekilde kontrol etmeyi öğrendikleri gözlenmiştir.
Kısa mesafe koşucusu olan, öfkesini kontrol etmeyi öğrenebildiği gibi başarılı bir şekilde güçlü yanlarına da odaklanmayı öğrenmiştir. Atlet güçlü yanlarını yansıtan doğru ifadeleri kendisine söyleyerek tekrarlamıştır. Buna ek olarak seanslar sonrası her gün birçok kez bunları kendisine söylemesi istenmiştir. Çünkü bir beceri ancak pratik yapılarak kazanılabilir. Karşılaşmada kullanması için bir kelime belirlenmiştir (Örn., “hırslı”, “gayretli” ya da “odaklanma” gibi) ve böylece bu kelimeyi kendisine hatırlatarak diğer ifadeleri de hatırlaması sağlanmıştır. Sporcunun kendisine söylemesi için belirlenen ifadeler:
Yetenekli bir koşucuyum.
Takımın en iyi kısa mesafe koşucusuyum.
Gerçekten hırslı ve atılgan bir sporcuyum.
Takımın önemli bir parçasıyım.
Olumlu yaklaşımlarım (tavırlarım) var.
Çabuk ve hızlıyım.
Hatalarımın zihnimi rahatsız etmesine izin vermem.
Her yarışmada daha hırslı koşarım.
Antrenmanlarımda olduğu kadar karşılaşmalarda da rahatımdır.
Yaptığım hataları kolaylıkla geride bırakabilirim.
İyi konsantre olurum ve dikkatimi yarış boyunca koruyabilirim.
İnsanların ne düşündükleri ile ilgili endişelerimin üstesinden gelebilirim.
İnsanların benim hakkımda ne düşündükleriyle ilgilenmem.
Koşmaktan ve yarışmaktan keyif alırım.
Eğer bir koşucu kaybetmek için ya da geçilmek için yarışa başlarsa, muhtemelen kendisini öfkeli hisseder. Bu durumda kendisi ile yapacağı negatif konuşma oldukça olumsuz olacaktır: “Hadi budala, senin sorunun ne! Eğer bu şekilde sinirlenmeye devam ederse sonunda patlayacaktır. Diğer orta mesafe koşucusu olan atletin yaşadığı öfke problemi bununla ilgiliydi. Onunla yapılan çalışmada kendisine yardımcı olacak ifadelerin şunlar olduğu belirlendi:
Geçilmiş olduğum için kendimi affediyorum.
Konuşmalarımla kendimi cesaretlendirebilir ve destekleyebilirim.
Öfkemi ya da korkumla yüzleşip onları serbest bırakabilirim.
Her turda geçtiğim diğer turu unuturum, tempomu ve formumu düşünürüm.
Özellikle gerideysem daha hırslı ve gayretli koşarım.
Yarış esnasında pozitif düşünürüm.
Her yarışta zihinsel olarak güçlü dururum.
Eğer yarışa önde başlamışsam daha hırslı ve gayretli koşarım.
İyi koşmayı seviyorum ve yarışmaktan keyif alıyorum.
Sakinim, rahatım ve karşılaşma esnasında bunu koruyabilirim.
Kişisel Öfke Farkındalığı
Aşağıdaki soru listesi sporcuların kendi öfkelerini değerlendirmede onlara yardımcı olabilmektedir. Bu sorular yalnız başına ya da karşılaşma esnasındaki öfke ile baş etme ile ilgili grup/takım tartışmasının bir parçası olarak kullanılabilir.
1. …………………………………………………………………………………….. olduğu zaman öfkelenirim.
2. Karşılaşma esnasında öfkemle …………………………………… yaparak baş ediyorum.
3. Karşılaşma sırasında öfkemi yapıcı bir biçimde……… şeklinde ifade etmek istiyorum.
4. ……………………………..… öfkemle baş etmede bana yardımcı olan 5 olumlu cümledir.
 
                                                                                        Psikolog & Yaşam Koçu
                                                                                        Yasemin KURÇENLİ
 
Yeditepe Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olduktan sonra Süleyman Demirel Üniversitesi Aile Danışmanlığı eğitimini tamamladı. Bilişsel Davranışsal Terapi (CBT), Stres ve Travma Terapisi, Psikofarmokoloji alanında eğitimlerini Psikolojik Eğitim ve Terapi Akademisinde tamamladı. Kurçenlİ Psikoloji'nin kurucu psikoloğu olan Yasemin Hanım aynı zamanda Aktunç Gym' de sporcu psikologluğu ve yaşam koçluğu hizmetleri vermektedir.

Wednesday, 29 April 2015

Akdeniz Havzası


 Akdeniz Havzası

    Hafta sonu Kıbrıs'ımıza  cumhurbaşkanı seçti kıbrıslı kardeşlerimiz . Lakin sn. Cumhurbaşkanı pekçoğumuza göre tercih edilmeyen bir seçenek idi, hem siyaal bakış açısı hem siyasal altyapısı itibariyle.


    Kıbrıs meselesi sanıldığı/sanılmakta olduğu gibi herhangibir çözüm mecrasına gimiş değildir. Ancak Kıbrıs halkı çözüm konusunda istekli olduğunu ortaya koydu. Kıbrıs meselesi yanlız kıbrıslı türkler ve rumlar arasında değildir, kıbrıs meselesi 15. yy.'dan buyana batı-vatikan,islam,türkler arasında müreffeh avrupa ile doğal  kaynakların merkezi ön-orta-uzak asya arasında köprü vazifesi gören akdeniz havzası hep mücadele  alanı olmuştur.

Tarihte homerostan, heredot'a, ilyada ve odiseus'a kadar hatta cengiz han dan şarlman'a ve Tayyip Erdoğan'a kadar uzanan geniş bir  yelpazede balıkdığında içinden çıkılması zor, çözülmesi neredeyse imkansız sorulara sahip medeniyet ve yanılmışlık kitabıdı adeta.

29/04/2015-Muhittin ÇİFTÇİ/https://06cedmuho.blogspot.com.tr

Başkanlık ‘ekonomimizi’ uçuracak!



Başkanlık ‘ekonomimizi’ uçuracak!
29 Nisan 2015 Çarşamba
Katıldığım bir yurtdışı toplantıda Türk ekonomisinin nasıl 10 yılda 3’e katlandığını heyecanla anlattığım sırada, konuşmamın arasına bir dinleyici girdi ve şöyle dedi; “bu anlattıklarınız içinde en önemli detay ‘political stability” yani politik istikrar ve güçlü lidere olan güven”! Devam etti; ekonomik detaylar ve rakamlar ile başarılar elde edilebilir ama politik denge ve liderlik olmadan asla sonuca ulaşamaz!
Sevgili dostlar, ekonomide atılan adımların tabanında gerçekten “politik istikrar” yatıyor ve bu gerçek yurtdışından bakanlar açısından da net olarak görülüyor... Aynı konuşma içinde söz “gelecek 10 yıla” gelince kaldığım yerden devam ettim ve 2013-2023 arasında 830 milyar doların nasıl 2.250 trilyon dolar olacağını temellendirmeye başladım, bu sefer başka biri söze girdi ve şunu söyledi; bu anlattıklarınız ekonomik denklemler açısından doğru fakat “politik istikrarı” garantiye almalı ve bir üst seviyeye taşımalısınız...
Sevgili dostlarım, siyasi bagajlarını, duygularını ve taraflı çıkarımlarını karıştırmayan herkes çok rahat görebiliyor; Türkiye’nin geçmiş 12 yılda Sayın Erdoğan’ın bireysel katma değeri ile sistemin eksiklerine rağmen ortaya koyduğu “sağlamlığı” SİSTEMSEL hale getirmemiz ve özellikle Türkiye’ye akacak yatırıma şu mesajı vermemiz lazım; artık sistem “bir üst seviyeye geçiyor” ve İSTİKRAR sistemsel olarak KALICI hale geliyor! Bu noktada soralım; peki bu nasıl olacak? Cevap aslında yukarıda gizli; BAŞKANLIK SİSTEMİ gereken mesajı verecek ve eskiye daha net ifadesiyle 2002 öncesine dönülmeyeceğine güven duyan para Türkiye’ye akacak...
Sevgili dostlar, birkaç satırda anlattığım “modeli” uzun süredir savunan biri olarak bugün daha açık ve kesin olarak diyorum ki; Türkiye gelecek 10 yılda ekonomik olarak 3’e katlanacaksa, her değer yeniden tanımlanacaksa ve en önemlisi her vatandaşın varlığı bu gerçekler eşliğinde en az 3 katına çıkacaksa; BAŞKANLIK SİSTEMİ OLMAZSA OLMAZ ilk şart...
Sonuç: Türkiye Başkanlık Sistemine geçerse, neyiniz varsa tam olarak en az 3’e katlanacak... Türkiye’ye para girişi patlayacak ve bütün değerler yeniden tanımlanacak. Kazandığınız para, evinizin değeri, varlıklarımızı değerleyen denklemler ve birçok sebep-sonuç ilişkisi inanılmaz noktalara gelecek... Hatta size daha iddialı bir cümle ile veda edeyim, bu yazıyı kesin saklayın; Türkiye Başkanlık sistemine geçerse 2023’te İMKB-100 endeksi kendine bugün hayalini bile kuramayacağınız bir hedef koyacak! Ekonomisi uçan, hakça bölüşen, halkın Türkiye’nin değerlerine sahip olduğu bir ülke istiyorsanız, sizler de BAŞKANLIK için vargücünüzle çabalayın! Ben gelecek nesiller
için bunu yapacağım!
Önemli not: Yukarıda duyduklarımı daha öncede birçok dinleyiciden duydum... Bazıları adını tam koymasa bile objektif bakmayı becerebilen yabancılar bile Türkiye için gelinen noktada “denge ve istikrar” unsuru olarak BAŞKANLIK dinamiğini tarif ediyorlar...
Yiğit Bulut: Televizyonda gördüğünüz o adam 'ürün yerleştirme'dir
29.04.2015 02:4
Yiğit Bulut, 'Türkiye Batı'dan kopuyor mu' diye televizyonda konuşan adamın aslında bir 'ürün yerleştirme' olduğunu söyledi, bu tip insanlara dikkat edilmesi gerektiğini ifade etti.
Yiğit Bulut: Televizyonda gördüğünüz o adam 'ürün yerleştirme'dir
star.com.tr-Özel
İlgili Videolar
Derin Analiz - 28.04.2015 1. Bölüm
Derin Analiz - 28.04.2015 2. Bölüm
TRT Haber'de Hasan Kurtulmuş'un sunduğu Derin Analiz programında konuşan Yiğit Bulut, Türkiye'deki ve dünyanın büyük bölümündeki Batı hayranlığını eleştirdi, Batı hayranlığı olan toplumlarda yeni zihin kodlarının oluşturulmasının gerekliliğini anlattı.
1800'lü yıllardan itibaren, Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflamasıyla ve teknik üstünlüğün Batı'nın eline geçmesiyle birlikte Batı'nın kültürel üstünlüğü de ele geçirdiğini, diğer toplumların zihin kodlarını yeniden yazdığını ve Batı'ya hayran toplumların ortaya çıkmasına sebep olduğunu ifade eden Yiğit Bulut, "Türkiye Batı'dan kopuyor mu" sorusunun bile bir ezikliği ifade ettiğini, bu soruyu soranın da Batı'nın ürünü bir adam olduğunu belirtti.
Yiğit Bulut şunları söyledi:
ARTIK SORGULAMA ZAMANI GELDİ
Aslında dünyanın, kabul edilmiş referanslarını sorgulama zamanı geldi. Bakıyorsunuz dünyaya, "Batı medeniyettir, Batı iyidir, Batı şöyledir böyledir..." Neden? Bunun altını dolduracak felsefe nereden geliyor? Şu anda öyle bir hareket var mı? Bunları sorgulama zamanı geldi. Nasıl iktisat felsefelerini sorguluyoruz, "300 yıl önce böyle dediler, neden" diyoruz, Batı'yı da sorgulamamız lazım.
BUGÜNÜN İMPARATORLUKLARI ARTIK ÇATIRDIYOR
Dünyaya kendini kabul ettirmiş finansal imparatorluklar, kurduğu düzenin üstünde hüküm süren x imparatorlukları, y imparatorlukları, z imparatorlukları... Aslında bütün hepsinin altında bir çatırdama var. Bugün insanlar Afrika'da, Güney Amerika'da soruyorlar, "biz yüzyıllardır niye sömürülüyoruz..."
Madem Batı bu kadar medeniydi, neden gelip kan üstünde kendi banka hesaplarını doldurmaya çalıştı. Bugün Ortadoğu'da insanlar soruyorlar, "neden yüzyıllardır bizim kanımız akıyor?" diye.
İNSANLAR ARTIK BU SORUYU DAHA YÜKSEK SESLE SORUYOR, İNSANLAR BİLİNÇLENDİ
Bu soruları artık insanlık çok yüksek sesle sormaya başladı. Aslında Amerika'da da soruluyor sivil toplumlar içinde. Amerika'da birçok insan çok ciddi sorular sormaya başladı. Bütün bunlar aslında dünyanın yeni bir bilinç seviyesine ilerlediğini gösteriyor.
YÜZYILLARDIR ZİHİN KODLARIMIZA KAZINMIŞ CÜMLE: "MEDENİYET BATI'DAN GELİR"
"Batı medenidir, medeniyet Batı'dan gelir" nereden çıktı bu cümle. Bu ne demek? Yok böyle bir şey. Bunların hepsi, insanların zihin kodlarına, yüzyıllardan beri devam eden emperyal baskı sonucu kazınmış, oluşturulmuş cümleler.
Bir malın iyi olması için illa Batı'dan gelmesi gerekmez. Bugün baktığın zaman üretim üstünlüğü Doğu'nun eline geçmeye başladı. Evet bugün Çin ürettiği malları x kalitesinde, y kalitesinde üretiyor olabilir ama üretim üstünlüğü Doğu'ya doğru geçmeye başladı.
TARİHİN SARKACI YENİDEN DOĞU'YA DÖNÜYOR
Şunu çok iyi analiz etmek lazım. Tarihin sarkacı vardır. Bu sarkaç dönem dönem bölgeler üzerinde sallanır. Tarihin sarkacının üstünde sallandığı bölge dünyanın merkezi olur. Bakıyorsunuz, 1300'lerden itibaren sarkaç Doğu'ya doğru yavaş yavaş kayıyor, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulup zirveye çıkmasıyla birlikte sarkaç Doğu'nun üzerinde duruyor.
Burada bir parantez açayım. Osmanlı İmparatorluğu aynı zamanda bir Balkan İmparatorluğu'dur. Dolayısıyla aynı zamanda Batı'ya doğru da gidip gelen bir sarkaç var. Ama öz olarak Osmanlı İmparatorluğu bir Doğu imparatorluğudur.
1880'LERİN BAŞINDAN İTİBAREN SARKAÇ BATI'YA DÖNMÜŞTÜ
1699'da Karlofça Anlaşması'nı imzaladığımız andan itibaren, teknik olarak üstünlüğün de Batı'ya geçmesiyle birlikte sarkaç tekrar Batı'ya doğru yol almaya başlıyor. Ve 1800'lerin başından itibaren üstünlüğümüzü tamamen kaybetmeye başlıyoruz.
1800'lerin başından itibaren, aslında teknik üstünlüğümüzü kaybetmemiz, zihinsel olarak da, düşünce kodlarımızın da malesef Batı'ya hayran bir şekilde içeride örülmesine yol açıyor.
Çok açık konuşalım, 1800'lerin başından itibaren içeride yetiştirilen "entelijansya"nın tamamı Batı hayranı neredeyse. Arada tabi ki "ne oluyor" diyenler çıkıyor. Ama bakıyorsun okullara tamamen Batı hayranı okullar. Bugün halen bu sorun çözülemedi. 13-15 yıldır bu sorunla uğraşılıyor tam olarak hala 200 yıldır yerleşen sorunu çözemedik. Çünkü içeride halen, eğitim sisteminde Batı hayranı kurumlar merkezde yer almaya devam ediyor.
11 YAŞINDAKİ ÇOCUĞU GÖTÜRÜP MÖSYÖ ZEMOR'A TESLİM EDİYORUZ
Bakın ben hep söylerim. Okulumu çok severim, Galatasaray Lisesi'nden mezunum. Saygı duyarım ama, sistem normal değil. Sen bir çocuğu 11 yaşında Anadolu Lisesi'ne sokuyorsun, 500 bin kişinin arasından ayıklıyorsun ki, bugün artık bu 5 milyon olmuştur, ondan sonra götürüp Mösyö Zemor'a teslim ediyorsun. Olmaz böyle bir şey. Bir ülkenin en iyi adamlarını kendi çabanla, kendi eğitim sisteminin kriterleriyle ayıklayıp, götürüp yabancı bir okula teslim edemezsin. Eleştiriyse eleştiri. Yabancı okuldur, değildir tartışılır. Ama olmaz. Birçok insan kendini bu okulların etkisinden kurtarmıştır ama birçok insan da kurtaramamış ve yabancı hayranı, Batı hayranı olmuştur.
BATI HAYRANLIĞI BİR ŞEY GETİRMEZ
Batı hayranlığı bir şey getirmez. Sen kendi maneviyatını, kendi özünü göremezsin. Bir bakıyorsun, diğer taraftan paralel bir örgüt yapılanması eğitim sisteminin içine girmeye başlamış. Girmiş, şimdi bunu sökmeye çalışıyoruz. Bir taraftan Batı hayranı sistem, bir taraftan paralel sistem, bir taraftan ortada kalan çekirdek.
Sayın Cumhurbaşkanı hep söylüyor: 4+4+4. Bunun değerini anlamamız lazım. Neden 444? Bu çok önemli. Çünkü, az önce anlatmış olduğum, aşağıdan yukarıdan gelen etkileri ayıklayan, merkezde, bu coğrafyanın, bu ülkenin milli okullarını oluşturan bir sistem. Milliyetin, maddiyatın, maneviyatın hepsinin sentezini yapıp, sana ideal bir öğrenciyi yetiştiren bir sistem.
ÇOCUK ÖNCE KENDİ GEÇMİŞİNİ, KENDİ MANEVİYATINI ÖĞRENMELİ
Bir çocuk gider önce kendi geçmişini öğrenir, kendi maneviyatını öğrenir, kendi sınırlarını, coğrafyasını öğrenir, ondan sonra gider diğerlerini öğrenir. Ben ayrıca, ana branşlarda yabancı dille eğitim yapılmasına da sonuna kadar karşıyım. "Ama kimyayı biz Fransızca okuduk, kimyayı Almanca okuduk, Coğrafyayı İngilizce okuduk...". Arkadaş sen Almanca'yı, İngilizce'yi, neyi istiyorsan konuş. Ama bir ana branşta yaptığın eğitimi Türkçe yapacaksın. Eğitim dilinin Türkçe olmadığı yerde sen yoluna devam edemezsin. Senin zihin kodlarının yabancı hayranı olması kaçınılmazdır.
Bir şey daha söyleyeyim. Ben bunu söyleyince "niye böyle söylüyorsun" diyorlar. Çocuğu gönderiyorsun İtalyan lisesine, İtalyanca okuyor. Öbürü gidiyor Fransızca okuyor, öbürü gidiyor başka bir Avrupa dili okuyor. Yeni dünya denkleminde bu dillerin sana hiçbir yararı yok. İngilizce'yi öğrensin, hatta ana dili kadar öğrensin. Ama bunun üstüne öğreneceğin dil İtalyanca, Fransızca değil. Bundan sonra öğreneceğin diller, yeni dünya düzeninde senin kullanabileceğin diller olmalı.
CUMHURİYET'İN İLK YILLARINDAN SONRA DENGE, TERAZİ KAÇTI
O yüzden, Batı hayranlığı içindeki eğitim sisteminin ürettiği zihin kodlarından kurtulmamız gerekiyor. Cumhuriyet'in kuruluşunun belli bir döneminden sonrası o denge, o terazi kaçmıştır. Ve tamamen Batı hayranlığına dönen bir sistem var. Batı hayranlığı adı altında kendi değerlerini, manevi değerlerini unuttuğun bir sistem var.
HER ŞEY SİYASET DEĞİL, SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNÜN
Her şey siyaset değil. Her şeyi siyasete bulaştırmayın. Siyaset üstünde, bir seçilmiş Cumhurbaşkanı bir temel nüve, çekirdek üretmeye çalışıyorsa, siz de buna vatandaş olarak, birey olarak, toplum olarak, sivil toplum kuruluşu olarak bunun arkasında durmaya çalışın. Siyasetin değil. Kendimizi nereden üretiyoruz? Referanslarımızı nereden alıyoruz? Benim referansım eğer Fransa'da bir üniversitenin ürettiği kavramdan geliyorsa, benim referansımda bir sorun var demektir.
Binlerce yıllık geçmişimde bırakılan eserlerden kendime bir referans üretemiyorsam, benim referans kaynaklarımda ciddi sorunlar var demektir.
"TÜRKİYE BATI'DAN KOPUYOR MU" CÜMLESİ
Şu tip bir propaganda var: Türkiye Batı'dan kopuyor mu?
TÜRKİYE BİR YERDEN KOPAMAYACAK KADAR BÜYÜK BİR PARÇADIR
Türkiye'nin Batı'dan kopması ne demek? Türkiye bir yerden kopamayacak kadar büyük bir parçadır. Türkiye'nin kendisi ana gövdedir. Ana gövdenin parçaları kopar ana gövdeden. Türkiye'nin kendisi ana gövdedir. Batı'yla iyi ilişkileri vardır, karşılıklı sentez ilişkileri vardır, alır, verir. Kültürel-finansal ilişkileri olur. Ama Batı'nın tesirinde kalacak, Batı'nın dediğini yapacak, Batı'nın istediklerini yaparak bunu kendi referansı haline getirebilecek bir ülke değildir Türkiye. Türkiye, kendisi gibi var olması gereken bir ülkedir. Kendisi gibi. Batı'dan kopmaz, Batı'yla ilişkileri devam eder. Eskisi gibi devam eder, yenisi gibi devam eder. Ama ilişki eşitsiz bir noktaya kaçıyorsa, seni sürekli ezmeye yönelik bir noktaya doğru gidiyorsa, sana haksızlık edilmesine gidiyorsa, o zaman bir dur dersin ve ilişkini yeniden tanımlarsın.
BU CÜMLE BİLE, SÖYLEYENİN NASIL BİR BATI HAYRANI OLDUĞUNU ORTAYA KOYUYOR
"Batı'dan kopuyor mu" cümlesi bile, aslında nasıl Batı hayranı bir kafanın ağzından çıktığı belli. Ne demek Batı'dan kopmak ya? Senin baban mı, anan mı? Ana gövden mi? Biz burada duruyoruz. Kimseden kopmuyoruz. Ne sağa kayıyoruz, ne sola. Biz kendimizi olduğumuz gibi tanımlamak için çalışıyoruz. Bizim kimseden kopmaya, kimseyle birleşmeye, kimsenin parçası olmaya, kimseyle birlikte yeni bir identifikasyon, bir kimlik ilişkisine girmeye ihtiyacımız yok.
"Batı'dan kopuyor mu" cümlesi bile, aslında nasıl ezilmiş, zihin kodları Batı tarafından üretilmiş bir kafadan çıktığı belli olan cümle.
"BATI'DAN KOPUYOR MUYUZ" DİYEN ADAM BİR "ÜRÜN YERLEŞTİRME"DİR
Uyanacaksın. Canımız acıyor, canımızın acıması aslında bir uyanmaya vesile. Uyanacaksın ve "Türkiye Batı'dan kopuyor" diyen adamı televizyonda gördüğün zaman, anlayacaksın aslında onun Batı'nın bir ürünü olduğunu. Burada bir ürün yerleştirme olduğunu anlayacaksın. Hani televizyonda geçiyor ya, "bu programda ürün yerleştirme vardır" diye bir yazı geçiyor. İşte bu adamlar da birer "ürün yerleştirme". Bu adamı gördüğün zaman "ürün yerleştirme" olduğunu anlayacaksın.
KÖLE ZİHNİYETLİ PROFESÖR
Ankara'da bir vakıf üniversitesinde ekonomi bölüm başkanı. Diyor ki, "2004'te Türkiye'nin ekonomisi çok iyiydi, çünkü Kemal Derviş programı vardı" diyor. IMF emir veriyordu, biz yapıyorduk diyor yani. Bir kişinin zihin kodları başkasının emir verdiği şeyleri yapmak üzerine çalışıyorsa, sen kölesin arkadaş. Köle zihniyetinden kurtulamazsın. Ve köle zihniyetiyle ekonomi anlatamazsın çocuklara. Anlatırsın, 300 sene önce İngilizlerin yazdıklarını anlatırsın.

Rasyon hazırlarken dikkat etmeniz gereken unsurlar



Rasyon hazırlarken dikkat etmeniz gereken unsurlar

Haber AHS

April 16, 2015

http://hayvancilikakademisi.com/




inekler
ÖZET
Hayvanların günlük yaşam ihtiyaçlarını karşılayacak, aynı zamanda istenilen düzeyde verim vermelerini sağlayacak yem bileşimlerinin hazırlanmasına rasyon denir...
Hayvanların günlük yaşam ihtiyaçlarını karşılayacak, aynı zamanda istenilen düzeyde verim vermelerini sağlayacak yem bileşimlerinin hazırlanmasına rasyon denir. Yaşama ve verim payı için gerekli tüm ihtiyaçların karşılanması yeterli miktarda enerji, protein, mineral, vitamin ve su tüketimine bağlıdır. Tüm bu ihtiyaçları karşılayan rasyona dengeli rasyon denir. Yani dengeli rasyon hayvanın 24 saatlik besin maddeleri ihtiyacını uygun bir oran ve miktarda karşılayan yem karışımıdır. Hayvancılık işletmelerinde, yem ve yemleme ekonomik düzeyde verim alınması ve ekonomik bir faaliyet yapılabilmesi açısından büyük önem taşır. Rasyonun kalitesi yani besin madde dengesi verimi etkiler. Dengesiz bir rasyon verimin düşmesine neden olur. Yem maliyeti de toplam üretim masraflarının %50-60′dan fazlasını içerdiği için rasyonun ekonomik olması gerekir. Rasyon hazırlanırken, hayvanın gereksinimlerini dengeli bir şekilde karşılaması yanında en düşük maliyetli olmasına da özen gösterilmelidir. Rasyon hazırlanırken dikkat edilmesi gereken 4 ana unsur vardır:
1. Hayvanların besin madde gereksinimleri: Rasyon hazırlanacak hayvanların canlı ağırlık, verim düzeyi, fizyolojik durumu ve çevre faktörlerine göre değişen besin madde gereksinimleri tam olarak bilinmelidir. Bu gereksinimler içinde söz konusu hayvanların yem tüketim kapasitelerinin bilinmesi rasyonun besin madde içeriklerinin belirlenmesi açısından en temel konudur.
2. Yem hammaddelerinin besin içeriği: Rasyonda kullanılması düşünülen yem hammaddelerinin besin madde kompozisyonlarının bilinmesi gerekir. Çünkü hayvan gereksinimlerini tükettiği yem hammaddelerinden sağlayacaktır.
3. Yem hammadeleri için sınırlayıcı etkenler: Yem hammaddelerinin rasyonda kullanımlarını, yem kalitesi, hayvanın sağlığı ve türü gibi bazı konular sınırlayıcı olabilmektedir. Bunların bilinmesi ve rasyon hazırlarken bu hususların göz önünde bulundurulması gerekir.
4. Hammadde maliyetleri: Ekonomik bir hayvancılık faaliyeti için hazırlanan rasyonların maliyetinin düşürülmesi gerekir. Bu yapılan faaliyetin ekonomikliği açısından büyük önem taşır.

İngilizlerin Baltimore yaklaşımı



İngilizlerin Baltimore yaklaşımı

İngilizlerin Baltimore yaklaşımı
İngiliz The Economist dergisi Baltimore’da yaşanan olaylara anarşizim benzetmesi yaptı.
ABD’nin Maryland eyaletine bağlı Baltimore kentinde, polis şiddeti sonucunda yaşamını yitiren 25 yaşındaki siyahi genç Freddie Gray’in cenaze töreninden sonra olaylar çıktı. ABD hükümeti, Baltimore’da 1 hafta sokağa çıkma yasağı ilan etti.
ıngılız
BALTİMORE’DA ANARŞİST
Baltimore’da yaşanan olaylar sonrası İngiliz dergi The Economist, yaşanan olaylarda göstericilerin yaptığını anarşizm olarak adlandırdı ve göstericilere anarşist benzetmesi yaptı.
taksim_5571
GEZİ’DE EYLEMCİ
The Economist dergisi, 2013 yılında çıkan Gezi olaylarında ise tamamen farklı bir tavır sergilemişti. İngiliz dergi, Gezi olaylarında göstericilere “eylemci” yakıştırması yapmıştı. İngiliz dergi, ayrıca Gezi olaylarının yıl dönümünde olaylar çıkacağını ve bu kez olayların bastırılamayacağını yazmıştı.
700x262185_untitled-1_1

ENSONHABER

Türkiye – Güney Afrika İlişkileri

afrika turkiye

Türkiye – Güney Afrika İlişkileri

Röportaj: Hacı Mehmet BOYRAZ ve Sedat IŞIK
Güney Afrika’nın İzmir Fahri Başkonsolosu Sayın Tamer TAŞKIN ile Türkiye – Güney Afrika İlişkileri üzerine röportaj…
Öncelikle Fahri Başkonsolosluk serüveniniz nasıl başladı?
1989 yılında bir arkadaşımla turistik amaçla Güney Afrika’ya gittim ve çok etkilendim. 1992’ye kadar 4-5 kere daha gittim ve 1992’de İstanbul’da Güney Afrika’nın Konsolosluğu açılınca onları İzmir’e davet ettim. Sonrasında 1992’nin Ekim ayında böyle bir görevi verdiler. 23 yıldan beri Güney Afrika’yı temsil ediyorum. Bir ülkeyi temsil etmek çok güzel ve gurur verici bir şey…
Türkiye – Güney Afrika arasındaki ikili siyasi ve ticari ilişkileri nasıl görüyorsunuz?
Öncelikle siyasi ilişkilerimiz oldukça iyi durumda. Belirli bir stabilitesi var. Türkiye Güney Afrika’ya bölgesindeki konumundan ve gücünden ötürü her daim önem verdi.
İkili ticaret hacmi genelde 3 milyar $ civarında. Tabi zaman zaman değişebiliyor bu rakam. Türkiye olarak Güney Afrika’dan genellikle maden, kömür ve altın alıyoruz Birçok ürünümüz de oraya gidiyor. Türkiye’den Güney Afrika’ya genelde 800 milyon $ ile 1 milyar $ civarında ihracat yapılıyor. Bunun dışında iki ülkenin sanayi yapısının birbirine çok benzemesinden ötürü karşılıklı ticaret hacmini ne yazık ki arttıramıyoruz; çünkü Güney Afrika da üreten bir ülke. İşçilik ucuz. Tekstil ve enerji güçlü…
İki ülke arasındaki ilk ve son üst düzey resmi temas, 2011’de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından gerçekleştirildi. Yakın zamanda üst düzey bir ziyaret planlanıyor mu?
Afrika kıtasında 54 ülke var. Güney Afrika bu ülkeler arasında en güçlü ve en sanayileşmiş olanlardan. Haliyle, Türkiye özel bir önem atfediyor Güney Afrika’ya. Geçmişte Türkiye’nin ve Güney Afrika’nın Başbakanları birbirlerini ziyaret ettiler. Bakanlar düzeyinde de bu ziyaretler sürekli devam ediyor. Ama malumunuz bu sene Türkiye’de seçim var ve bu sebepten kısa vadede üst düzey bir ziyaret zor gibi.
Güney Afrika’da Türk iş insanlarının yatırımları ne boyuttadır? Hakeza, Türkiye’de Güney Afrikalı yatırımcı var mıdır?
Güney Afrika’da battaniye fabrikası üzerine birçok müteşebbisimiz yatırım yaptı. Şu anda Güney Afrika’da 50 civarı Türk yatırımcı var. En son ve en büyük yatırımı kısa zaman önce Güney Afrika’da 100 yıllık köklü bir fabrikayı satın alan Arçelik yaptı. Bu dâhilde Arçelik’in hem Güney Afrika özelinde hem de Afrika’nın genelinde önemli bir beyaz eşya hacmi oluştu. Bunun yanı sıra, İstanbullu bir müteşebbisin Cape Town’da sahip olduğu kapalı bir demir-çelik fabrikası da var.
Güney Afrika’dan Türkiye’ye gelen en büyük yatırım ise Güney Afrikalı bir akü firmasının Türkiye’deki önemli bir akü firmasını satın almasıyla gerçekleşti. Bu yatırım Güney Afrikalı girişimcilerin Türkiye’de yapmış olduğu en büyük yatırımdır.
Türk iş insanlarının Güney Afrika’da karşılaştıkları zorluklar nelerdir?
Türk iş adamlarına özel bir zorluk yok ama Güney Afrika’ya ülke dışından gelen mallara kendi mallarını korumak amacıyla uygulanan gümrük vergisi bulunmaktadır. Bu durum haliyle Türk girişimcileri de diğer girişimciler gibi zorlamaktadır. Bunun dışında rekabet, piyasanın düzeni ve coğrafi şartlardan ötürü nakliyenin uzun sürmesi (1-1,5 ay) gibi problemler de var ama bunlar her yerde ve herkesin karşılaştığı zorluklar.
Türk yatırımcılar için Güney Afrika’daki fırsatlar nelerdir?
Öncelikle Türk sanayisi 1990’lardan sonra kaliteyi, verimliliği ve rekabeti öğrendi. Sonra yavaş yavaş dışarıya açılmayı öğrendi. Afrika’da Etiyopya’ya gittik ve birçok tekstilcimiz yatırım yaptı. Afrika’ya ilk etapta tekstil yatırımları yapıldı; çünkü hem ham madde vardı hem işçilik ucuzdu hem de tekstilin elektrik ihtiyacı fazla değildi. Enerji konusu bilhassa önemli; çünkü enerji olmadan büyük yatırımlar yapamazsınız.
Bunun yanı sıra, 1980’ler sonrası sanayileşen Türkiye kendine her daim en büyük pazar olarak Avrupa’yı gördü. Bunun sebepleri coğrafi olarak yakın olması, finansal olarak istikrarlı olması ve çok geniş bir pazar olmasıydı. Ama şimdi Afrika çok daha büyük bir fırsat… Ancak malumunuz ülkelerin iç siyasi yapıları dış yatırım için çok önemli. Mesela, Mısır’a giden ilk yatırıcılarımız önemli kazançlar elde ettiler ama son olaylar yatırımcılarımız açısından ciddi anlamda olumsuz etki oluşturdu. Tabi, bunu öngörmek çok zor…
Afrika dev bir kıta… Kamyonlar sürekli çalışıyor. Haliyle, otomobil yedek parçası satabiliriz. Türkiye’nin kimya sektörü gelişiyor; haliyle bu sektörü de Afrika’ya genişletebiliriz. Hakeza, inşaat sektörü (fayans, mermer, çimento) ve mobilya sektörü de önemli bir fırsat Afrika’da. Aslına bakarsanız Afrika ülkeleri de günden güne gelişim gösterdiği için haliyle buradaki insanların ihtiyaçları da çeşitleniyor. Bu dâhilde yeni pazarlar da açılıyor. Bunları iyi takip etmek gerek.
Güney Afrika’ya gelecek olursak öncelikle bizden vize istemiyor ve Türk Hava Yolları’nın her gün seferi var. Bunlar çok önemli imkânlar. Bunun yanı sıra, bankacılık ve enerji alanında da gelişmiş bir ülke Güney Afrika. Firmaların bir araya gelmesi için sık sık fuarlar da düzenliyor. Haliyle, hem Afrika’da hem de Güney Afrika’da fırsatlar çok geniş…
Son olarak Güney Afrika’da turizm de çok önemli. Benim Güney Afrika’ya gidip de oraya hayran kalmayan tek dostum yoktur. Bu sektör de çok bakir ve fırsata açık.
DEİK bünyesinde İş Konseyi olarak faaliyetleriniz nelerdir? Güney Afrika’daki ve Türkiye’deki imkânlarla ilgili karşılıklı bilgi alışverişine dayalı etkinlikler düzenliyor musunuz?
DEİK bünyesinde hemen her ülke ile karşılıklı iş konseylerimiz var ve öncelikli görevimiz ikili ticari ilişkileri geliştirmek. İş Konseyleri olarak buraya gelen misafirleri ağırlıyoruz ve onlara seyahatleri boyunca yardımcı olmaya çalışıyoruz. Yine yurtdışına giden üst düzey idarecilerimize (Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza, Bakanlarımıza, vb.) ticari konularda yardımcı olmak amacıyla eşlik ediyoruz.
Bugüne kadar Güney Afrika’da bizim ortağımız Johannesburg Ticaret Odası oldu. Ancak Güney Afrika’da oda sistemi bizdeki gibi değil; çünkü orada oda kurmak zorunlu değil ve onlarca dernek şeklinde organizasyon var. Haliyle, bazen muhatap bulmakta zorlanıyoruz. Buna rağmen bugüne kadar Johannesburg Ticaret Odası bizden yardımlarını esirgemedi. Gerek biz gittiğimiz zaman oradaki firmalarla görüşme şansı yakaladık gerekse onlar buraya geldiği zaman biz yardımcı olmaya çalıştık birçok konuda.
Afrika’nın genelinde Çin’in yükselen bir gücü var. Güney Afrika’da Çin faktörünü nasıl görüyorsunuz?
Çin önemli bir ülke… Dev bir ekonomi… Afrika’nın neresine giderseniz gidin etkisini rahatlıkla görebilirsiniz ama bu demek değil ki Çin burada yalnız; çünkü rakamlara baktığınız zaman Çin’in kıtanın genelindeki payı %20-25 arası.
Bu durum büyük oranda Güney Afrika için de geçerli. Çin mevcut pazarların tümüne hâkim değil. Avrupalılar ve Amerikalılar da var Afrika’da… Biz birçok kez Avrupalıların elinden pazar aldık. Rekabet gücümüzle, fiyat avantajımızla ve elastikiyetimizle biz de daha fazla yer alabiliriz burada.
Yani Çin var mı Afrika’da? Evet, var. Hindistan var mı? Evet, var. Ama bu demek değil ki Türk yatırımcılar için fırsatlar yok. Mesela, Çin yılda yaklaşık 2 Trilyon $ dış alım yapıyor. Bizim yatırımcılarımız bu konuyu çok yakın zamanda fark ettiler ve Çin’e de yatırım yapmaya başladılar.
İkili siyasi ve ticari ilişkilerin arttırılması adına hükümetler neler yapabilir?
Çok şey ama özellikle iki şey: karşılıklı ziyaretler ve görüşmelerde eğer masada bir sorun varsa hemen çözülmesi.
Türkiye’de Güney Afrika denince akla hemen Mandela geliyor. Bunun dışında Vuvuzela geliyor… Kültürel yakınlaşma adına neler yapılabilir?
Kültürel yakınlaşma heykel, tiyatro ve spor başta olmak üzere birçok şeyi kapsar. Burada önemli olan öncelikleri belirlemek; yani iki ülkenin limitli kaynakları ışığında benzerlikleri ortaya koyarak proje ve programlar yapmak gerek.
Türkiye’nin Güney Afrika’daki algısını nasıl görüyorsunuz?
İkiye ayıralım: “Türkiye nerede?” diyenler ve “Tanıyıp da çok sevenler”. İki ülkenin insanı birbirini hala yeteri kadar tanımıyor ama tanıyanlar da çok seviyorlar. Türkiye’nin yelkenciliği, denizleri ve tarihi yerleri Güney Afrikalıları çok etkiliyor. Güney Afrika’nın da doğal güzellikleri Türkleri mest ediyor. Malumunuz Güney Afrika’da tarih yok ama eşsiz bir doğa var…
Son olarak TİKA’nın Güney Afrika’da faaliyetleri var mıdır?
TİKA Türkiye’nin sosyal yardıma dayalı ilişkilerini ilerletme adına dünyanın birçok yerinde faaliyet göstermektedir. Çok da güzel çalışmaları bulunmaktadır ve devam etmektedir. Güney Afrika’da ve gittiğim birçok Afrika ülkesinde faaliyetlerini gördüm. Bunların başında sağlık ve gıda olmak üzere birçok sosyal yardımları bulunuyor. Bunların hepsi Türkiye’nin imajı için çok önemli.

Tuesday, 28 April 2015

Keçiören'de Akülü Araç Sevinci



Keçiören'de Akülü Araç Sevinci






                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       


Sosyal belediyecilikte de öncü olan ve yardımlaşma kültürünün gelişmesine büyük katkı sunan Keçiören Belediye Başkanı Mustafa Ak, doğuştan yatağa bağlı Dilek Türk'e akülü araç hediye etti.
Keçiören'de yaşayan ve % 60 engelli olan Dilek Türk'ün hayalleri gerçek oldu. Doğuştan beri yatağa bağımlı olduğu için dışarı çıkarak ihtiyaçlarını gideremeyen 37 yaşındaki Dilek Türk'e Keçiören Belediyesi ve Keçiören TOGEM’in işbirliğiyle bir akülü araç alındı. Keçiören ...Belediye Başkanı Mustafa Ak, AK Parti Ankara Milletvekili Adayı Selva Çam, Keçiören TOGEM Başkanı Dr. Ayten Aydın, AK Parti Keçiören Kadın Kolları Başkanı Canan Baran İzgi Dilek Türk'ü evinde ziyaret ederek akülü aracını teslim etti.
Sosyal belediyecilik anlayışıyla ihtiyaç sahibi vatandaşların yanında olmaya özen gösterdiklerini belirten Başkan Ak, “Bizden akülü araç istemişsiniz, size onu getirdik. Artık istediğiniz yere rahatça gidebileceksiniz. Ama mutlaka trafik kurallarına uyun, kırmızı ışıkta durup yeşil ışıkta geçin” dedi. Başkan Ak, Türk'e akülü aracı nasıl kullanacağını da tarif etti. Hayaline kavuşmanın mutluluğu gözlerinden okunan Dilek Türk ise, “Cenab-ı Allah hepinizden razı olsun. Ben de artık dışarıya çıkıp rahatça ihtiyaçlarımı görebileceğim. Özgürlüğüme kavuştum” diye konuştu.
4 çocuklu bir ailenin 4. çocuğu olan Dilek Türk'e Zümrüt Yaşam Alanlarındaki engellilere özel kurstan da bahseden Başkan Ak, "Kendi ürettiklerini satarak hem boş zamanlarını değerlendirebilir hem de aile bütçene katkıda bulunabilirsin" dedi.
Sevinci gözlerinden okunan Dilek Türk ve ailesi Başkan Ak'a çok teşekkür ederek, "Başkanımızdan Allah razı olsun, sevincimiz sonsuz" dediler.

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts