Monday, 15 February 2016

Türkiye Güreş Federasyonu Başkanlığı : "Genç Bayanlar Türkiye Şampiyonası sona erdi"


Türkiye Güreş Federasyonu Başkanlığı  : "Genç Bayanlar Türkiye Şampiyonası sona erdi"


Zorlu gecen mücadeleler sonrası Burdur Emniyet Spor Kulübü 42 Takım puanıyla 1.lik kupasına sahip olurken Antalya İlkay Kaya Spor kulübü 2. Yalova Altınova Tersaneler Spor Kulübü 3. Oldu.
Müsabakalarda 2. Gün derece alan sporcularımız..
48 Kg
1-Aynur Erge 
2-Havva Nur Ercan
3-Zeliha Kurt
3-Demet Başkurt
55 Kg
1-Elif Yanık
2-Kübra Nur Kurt
3-Ayşe Vatansever
3-Ece Bakay
63 Kg
1-Kadriye Aksoy
2-Şaziye Nur Mertgenç
3-Şerife Nur Yücel
3-Gözde Yıldırım
72 Kg
1-Ayşegül Özbeğe
2-Beste Altuğ
3-Kardelen Horuz
3-Tuğba Kılıç

Başkan Böcek, ''2015 yılında 3 bine yakın ziyaretçi ağırladık"


Başkan Böcek, ''3 bin ziyaretçi ağırladık''








Konyaaltı Belediyesi Sokak Hayvanları Sağlık ve Rehabilitasyon Merkezi’ni ziyaret eden 
Başkan Böcek, 2015 yılında 3 bine yakın ziyaretçi ağırladıklarını ve 654 kedi ve köpeği yeni ailelerine teslim ettiklerini söyledi.

Konyaaltı Belediyesi Sokak Hayvanları Sağlık ve Rehabilitasyon Merkezi’ni ziyaret eden 
Başkan Böcek, 2015 yılında 3 bine yakın ziyaretçi ağırladıklarını ve sahiplendirme programı ile de 
654 kedi ve köpeği yeni ailelerine teslim ettiklerini söyledi.


Konyaaltı Belediyesi Sokak Hayvanları Sağlık ve Rehabilitasyon Merkezi, sokak hayvanlarını elektrikli ısıtıcılarla soğuktan koruyor. Konyaaltı Belediye Başkanı Muhittin Böcek, termostat ayarlı ısıtıcılar ile anlık ısı değişimlerin gözlenebildiği Konyaaltı Belediyesi Sokak Hayvanları Sağlık ve Rehabilitasyon Merkezi’ni ziyaret etti.

SOKAK HAYVANLARI İÇİN SITICILI ODA
Başkan Böcek, şöyle konuştu; “Sokaktan barınağa alınan kedi ve köpekler laboratuar ortamında yapılan bir dizi tahliller sonrasında kısırlaştırılıyor. Sonrasında ise rehabilite programına alınan sokak hayvanları, kendilerine ayrılan özel ısıtıcılı bölümlerde sahiplendirme programı kapsamında beklemeye alınıyor. Bu projeyle 2015 yılında 654 kedi ve köpeğe sıcak yuva sağladık. Amacımız, genç nesillere öncelikle hayvanları sevdirmeyi amaçlıyoruz.”

3 BİNE YAKIN KİŞİYİ AĞIRLADIK
Bunun içinde Konyaaltı Belediyesi Sokak Hayvanları Sağlık ve Rehabilitasyon Merkezini öğrenci gruplarına açtıklarını dile getiren Başkan Muhittin Böcek, burada küçük dostlarıyla oyun oynayan çocukların, onları tanıyarak sevmeyi öğrendiklerini bildirdi. Bu kapsamda 2015 yılında 12 okuldan toplan 300 öğrenciyi hayvan barınağında ağırladıklarını ifade eden Başkan Böcek, vatandaşlarla birlikte barınakta ağırladıkları kişi sayısının 3 bine yakın olduğunu söyledi.

Konyaaltı Belediyesi Sokak Hayvanları Sağlık ve Rehabilitasyon Merkezi’nde laboratuar ve yeni ameliyathane bölümleri oluşturduklarını da dile getiren Muhittin Böcek, geçtiğimiz yıl içinde 573 köpek ve 265 kedi kısırlaştırdıklarını bununla birlikte 6 kırık tedavisi ve bir de göz ameliyatı yaptıklarını söyledi.

Kaynak: Konyaaltı Belediyesi Google
             http://www.demrehaber.net

Friday, 12 February 2016

Geleneksel Türkiye-Rusya Dostluğu Bozuldu Mu!


Geleneksel Türkiye-Rusya Dostluğu Bozuldu Mu!

Geçtiğimiz Kasım ayında Türk hava sahasını ihlal eden bir Rus uçağının düşürülmesi sonucu Türkiye-Rusya ilişkileri gergin bir döneme girdi. Olaydan sonra Rusya Türkiye’ye karşı açıkça düşmanca bir tavır içine girdi ve ilk olarak Türk ürünlerine ambargo koyarak tepkisini gösterdi.
Diğer taraftan Türkiye’de kamuoyunda ferdi veya organize olarak çeşitli reaksiyonlar ortaya çıktı. Özellikle bazı kişi ve gruplar Rusya’nın resmi söylemini referans alarak yetkilileri suçladılar ve gereksiz yere Türkiye-Rusya ilişkilerinin bozulduğunu iddia ettiler.
Meselenin romantik yanını bıraktığımızda aslında tarihi süreçte Türkiye-Rusya dostluğunun 500 yıllık tarih içinde 50 yıllık süreyi bile kapsamadığını görürüz. Yani birilerinin bahsettiği gibi geleneksel Türk-Rus dostluğu söz konusu değildir.
1547 yılında küçük Moskova Dükalığının Korkunç İvan tarafından Çarlık Rusya’sına dönüştürülmesiyle başlayan süreçte Rus Çarlığı ve Osmanlı Devleti 400 yıla yakın bir zaman mücadele halinde olmuştur. Önce Rusların Kırım Hanlığını ele geçirme politikası ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kırım’ı himaye etmesi savaşlara neden olmuş ancak Osmanlı-Rus mücadelesi Rusların 1792’de Kırım’ı topraklarına katmasıyla da bitmemiştir. Milyonlarca Tatarı Osmanlı topraklarına göçe zorlayan Ruslar boğazlara hakim olma ve sıcak denizlere inme sevdasına düşmüşler ve bu konuda en büyük engel gördükleri Osmanlı ile sürekli savaşmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu ile 30’a yakın savaşa giren Ruslar sivil halka da acımasız davranmışlardır. Tarihe “93 Harbi” olarak geçen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında Tuna’yı geçen Rus Ordusu Balkanlarda soykırım başlatmış milyonlarca Müslüman bu soykırımdan kaçarak Anadolu’ya sığınmıştır. Unutulmamalıdır ki Balkanlarda ve Kafkaslarda Rusya’nın uyguladığı sürgün ve soykırım politikaları sonucu Türkiye topraklarına sığınanların torunları bugünkü Türkiye nüfusunun %20’sinden fazlasını oluşturmaktadır. Bahsi geçen savaşlarda şehit düşen askerleri düşündüğümüzde ise neredeyse Türkiye’de her ailenin atalarında Rus savaşlarında şehit düşmüş bir birey vardır diyebiliriz. Bu nedenle Osmanlı döneminde Rusya için genellikle “Moskof” tabiri kullanılmış, halk arasında da “Ayıdan post Moskoftan dost olmaz” sözü yerleşmiştir.
Osmanlılar ile Rusların son büyük savaşı 1.Dünya Savaşıdır. 1915’ten itibaren Doğu Anadolu ve Kafkaslarda şiddetli savaşlar olmuş, 1917 yılında Çarlık Rusya ve 1923’te Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilmişlerdir.
Türkiye-Rusya ilişkilerinin dostane olduğu yakın tarihte sadece iki dönem olmuştur. İlk olarak Rusya 1920-1923 Kurtuluş Savaşı döneminde Ankara hükümetini desteklemiş maddi destek sağlamıştır. Bu dönemde Lenin Rusya’sı Türkiye’nin de komünizm etkisine gireceğini düşünmüş ve bu yöndeki hareketleri desteklemiştir. Ancak Türkiye Cumhuriyetini kuran kadronun Sovyet sistemine sıcak bakmaması ve batıyı tercih etmesi ilişkileri mesafeli hale getirmiştir.
Özellikle İkinci Dünya Savaşının bitimiyle beraber Doğu Avrupa’ya da hakim olan Sovyetler Birliği Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı talep etmiş ayrıca boğazlar bölgesinde üst kurmak istemiştir. Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle bu istekleri frenlenen Sovyet Rusya,  Soğuk Savaş Döneminde “rejim ihraç etme” hedefine yönelmiş 1950-1980 arasında Türkiye Cumhuriyeti muhaliflerinin ve terör örgütlerinin en önemli merkezi Moskova olmuştur.
Türkiye-Rusya ilişkilerinin dostane olduğu ikinci dönem ise 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasından sonra başlayan dönemdir. Bu dönemde ekonomisi krize giren Rusya’nın en önemli ticari ortaklarından birisi Türkiye olmuş, askeri ve ekonomik açıdan zayıf olan Rusya Türkiye ile dostane ilişkileri geliştirmeyi tercih etmiştir. Ancak 2000’lerden sonra Rusya’nın ekonomik olarak giderek güçlenmesi, son olarak Suriye ve Ukrayna krizleri ile Rusya’nın Kırım’ı işgali tekrar Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmiştir.
NATO üyesi bir Türkiye’ye her zaman şüphe ile bakan Putin Rusya’sı Türkiye’ye karşı geleneksel düşmanlık politikasına geri dönmüştür. Geleneksel Türkiye-Rusya dostluğunun bozulmasında bahsetmemiz mümkün olmamakla beraber eski duruma yani geleneksel Türkiye-Rusya düşmanlığına geri dönüldüğünü söylemek daha doğru olacaktır. Gelinen noktada Türkiye-Rusya dostluğu yine başka bir bahara kalmıştır. 

Türkiye özelinde başkanlık sisteminin ekonomi perspektifi



  • 06.02.2016  21:48 | Güncelleme: 06.02.2016  21:47
  • http://haber.star.com.tr/acikgorus/turkiye-ozelinde-baskanlik-sisteminin-ekonomi-perspektifi/haber-1087382
  • Türkiye’nin tek başına iktidar dönemlerinde kalkınma ve refah anlamında önemli mesafeler kat ettiğini, koalisyon dönemlerinde ise yerinde saydığını söyleyebiliriz. Ülkenin hem ekonomik hem de siyasal ve sosyal istikrarını kurumsallaştıracak güçlü bir başkanlık sistemine ihtiyacı vardır.


    Türkiye özelinde başkanlık sisteminin ekonomi perspektifi
    Dr. Mehmet Muş - AK Parti İstanbul Milletvekili ve MKYK Üyesi
    1 Kasım seçimleri sonrası Ak Parti iktidarı, ivedilikle seçim vaatlerini hayata geçirmeye başlamış ve bu vaatleri belirli bir takvime bağlamıştır. Ak Parti’nin 2011 yılında en önemli vaatlerinden biri olan Yeni Anayasa vaadi, 2015 seçimlerinde Başkanlık Sistemi vurgusunun daha da güçlendirilmesi ile yeniden yer almıştır. Yeni Anayasa Uzlaşı Komisyonu’nun tesis edilmesi ile birlikte başkanlık sistemi tartışmalarının gittikçe yoğunlaştığını ve tartışmaların Türkiye’nin selameti noktasında değil de muhalefet partilerinin siyasi ikbalini öncelediği ideolojik zeminde cereyan ettiğine şahit oluyoruz.
    Kriz potansiyeli
    Başkanlık sistemi tartışmaları, Türkiye siyasi tarihi için bugünün tartışması değil, geçmişi olan bir tartışmadır. 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından gündeme getirilmiş, fakat o dönemin neredeyse tüm siyasi yelpazedeki liderlerinin başkanlık sistemini olumlu refere etmesine rağmen somutlaştırılamamıştır. 82 Anayasası’nın cumhurbaşkanına güçlü yetkiler vermesi dönem dönem Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı arasında yetki karmaşası sorununu ortaya çıkarmıştır. Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ile beraber bu karmaşa daha da gün yüzüne çıkacaktır. Mevcut durumda her iki makamda, aynı siyasi gelenekten gelenlerin bulunması karmaşa oluşturmazken, bu durumun sonraki dönemler için büyük kriz potansiyeli taşıdığı aşikardır. Çünkü cumhurbaşkanını doğrudan halk seçmeden önce faaliyetlerinin sorumluluğunu taşımayan cumhurbaşkanı, artık siyasi propaganda sonucu seçimle geldiği makamın siyasi hesabını bir sonraki dönemde verecektir. 
    Dünyanın en büyük ekonomilerinin bulunduğu G20’de bulunan 19 ülkeden -Bir üye Avrupa Birliği- 8 ülke (ABD, Arjantin, Brezilya, Güney Kore, Endonezya, Meksika ve Güney Afrika) başkanlık sistemi, 2 ülke (Fransa ve Rusya) yarı başkanlık sistemi, 8 ülke (Hindistan, Avustralya, İngiltere, Japonya, Kanada, Almanya, İtalya ve Türkiye) parlamenter sistem, 2 ülke (Çin ve Suudi Arabistan) ise otokratik rejimlerle yönetilmektedir.
    Parlamenter sistemin en başarılı örneklerinin bulunduğu Avrupa’da 2008 küresel kriz ve Avrupa borç krizi sonrası, koalisyon kaynaklı siyasal istikrarsızlıklar baş ağrıtmaya başlamıştır. Küresel krizden hala tam anlamı ile çıkamayan Avrupa, koalisyonlar ve zayıf hükümetler sebebiyle bir siyasal kriz tehdidi ile karşı karşıyadır.
    ‘Italicum’ yasası
    İsveç’te 14 Eylül 2014’de yapılan seçim-ler sonrası sağlam bir koalisyon hükümeti kurulamamış ve azınlık hükümetine mecbur kalınmıştır. 2015 bütçesi görüşmelerinde azınlık hükümetine destek veren diğer partiler bütçeye destek vermeyeceklerini belirterek İsveç’i siyasal krize sokmuştur. Bu sebeple 22 Mart 2015’de tekrar seçim kararı alınmış ve sonradan sağlanan anlaşma ile erken seçimden vazgeçilmiştir. İspanya ve Finlandiya’nın son seçimler sonrası koalisyon kurma sıkıntısı yaşamaları, İngiltere’de dar bölge seçim sisteminin ortaya çıkardığı iki partili sisteme rağmen İngiltere’de tek başına iktidarın az bir farkla gelmesi, Belçika’da 2010 yılında yapılan seçimlerden 540 gün sonra koalisyonun kurulabilmesi, 2014 yılında yapılan seçimlerden dört ay sonra koalisyonun kurulabilmesi gibi süreçler Avrupa’da istikrar sorununu ortaya çıkarmıştır...
    İtalya, 69 yılda 63 hükümet ve Avrupa borç krizinin başlaması ile beraber dört yılda dört hükümet değişikliği sonrası tek başına iktidarı “Italicum” yasası ile yasal güvence altına almıştır. Yasaya göre yüzde 40 ve üzeri oy alan siyasi hareket, Temsilciler Meclisi’nin yüzde 55’ine, bir başka ifadeyle 630 sandalyeden 340’ına sahip oluyor. Sandıkta hiçbir partinin yüzde 40’ı aşamaması halinde, en yüksek oyu alan iki parti arasında çoğunluk ödülünü alacak hareketin belirlenmesi için ikinci tur seçime gidiliyor.
    Küresel kriz sonrası Avrupa’nın yaşadığı siyasi ve ekonomik acı tecrübeler sebebiyle artık mevcut sistemin çözüm üretmekte ağır kaldığını görüyoruz. Önümüzdeki süreçte bu durumun İtalya gibi diğer Avrupa ülkelerini de istikrasızlığa karşı önlemler almaya itecektir.
    Koalisyonlar ve siyasi çöplük
    Türkiye’nin siyasi tecrübeleri göstermektedir ki yaşanan ekonomik ve siyasal krizler, sosyal kaoslar, Türkiye’nin kalkındığı, refah ürettiği ve durakladığı dönemler itibariyle koalisyon dönemleri istikrarsızlığı, tek başına iktidar dönemleri ise istikrarı ifade etmektedir. Koalisyonlar yüzünden Türk siyasi tarihi hükümet çöplüğüne dönmüştür.
    1970-1980 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde toplam 12 hükümet kurulmuş ve yaklaşık 10 aylık hükümet ömürleri ile cumhuriyet tarihinin en sık hükümet değişimi yaşanmıştır. Sık hükümet değişikliklerinin getirdiği siyasi istikrarsızlıklar hem 1970’lerin sonlarındaki ödemeler dengesi krizleri ve 1980 yılında yüzde 100’ü aşan enflasyon oranları ile hem ekonomik anlamda hem de cumhuriyet tarihinin en derin toplumsal ayrışmasının yaşandığı 80 öncesi olaylar ile toplumsal anlamda ciddi istikrarsızlıklar yaratmıştır. 1991-2002 arası dönemde ise yaklaşık 16 aylık ömürleri ile dokuz hükümet kurulmuştur. Tüm bu süreçler, Türkiye’nin sosyo-politik kültüründe koalisyonların fırsat değil, kriz oluşturduğunu açık bir şekilde göstermektedir.
    Yeni Anayasa tartışmaları ile ağırlıklı siyasi ve hukuki açıdan tartışılan başkanlık sisteminin, küresel ekonominin geleceğine dair kuşkularının arttığı, Çin’in yeni ekonomik paradigması ile küresel ekonomik anlayışın değişebileceği, FED’in para politikasında normalleşme politikası ile piyasalarda sert oynaklıkların oluştuğu ortamda demokratik, diplomatik ve ekonomik kalkınmayı eşgüdümlü şekilde yukarı taşımak isteyen Türkiye’nin ekonomik sistemi üzerindeki etkileri de önemli hale gelmiştir.
    En yıkıcı ekonomik krizler
    Türkiye en derin ve en yıkıcı ekonomik krizleri olan 1978, 1994 ve 2001 krizleri, koalisyon dönemlerinde vuku bulmuştur. Koalisyon dönemlerinin birikimli yanlışları, biriken kriz potansiyellerine rağmen gerekli radikal, önleyici tedbirlerin alınmaması sebebi ile krizler, Türkiye ekonomine büyük darbe vurmuştur. 1970’lerde ardışık koalisyonlar dönemi yüzünden tesis edilemeyen güven ve istikrar ortamı, Türkiye’yi kısa vadeli borçlara mahkum etmiş, yalnız bu borçlar üretim ve yatırım yerine tüketimi ve ithalatı finanse etmekten öteye gidememiştir. 1974 yılından itibaren Türkiye ekonomisi için bunalım belirtileri ortaya çıkmış fakat iktidarlar gerekli tedbirleri almadığı için 1978 yılında ödemeler dengesi krizi yaşanmıştır.
    Aynı şekilde 5 Nisan 1994 krizinin geleceği iki sene öncesinden belliydi. Dış ticaret açığı ve Türk bankacılık sisteminin dövizdeki açık pozisyonu finanse edilemeyecek seviyelere gelmiş, döviz kurları baskı altında tutulmuş ve bu durumun sonucu olarak yabancı sermaye çıkışlarıyla birlikte de döviz rezervleri hızla erimeye başlamıştır. Bütçe açıkları önemli seviyelere çıkmış ve sürdürülemez hale gelmiştir. Bir yandan serbest piyasada dövizin önlemez yükselişi, bir yandan kamu mali dengelerinin sürdürülemez hale gelmesi krizi kaçınılmaz kılmıştır. Dönemin koalisyon hükümeti yüksek bütçe açıklarında ısrar etmese idi, tüketicinin ve yatırımcının önünü görebileceği bir ekonomik yol haritası, bir istikrar programı açıklayabilse idi belki bu kriz gelmeden yatıştırılabilecekti. Ama dönemin koalisyon hükümeti ileride kendi siyasi ikbalini tehlikeye sokacağına inandığı gerekli radikal tedbirleri almaktan imtina etmiş ve artık Türk koalisyon hükümetlerinin genel karakteri haline gelen popülizme devam etmiştir.
    90’lardaki koalisyonlu yılları ile Türkiye ekonomisindeki tüm makroekonomik göstergeler kronik sorun haline gelmişti. Yüksek faiz, yüksek kısa vadeli borç stoku, yüksek kamu borç yükü,  yüksek enflasyon, yüksek bütçe açıkları gösteriyordu ki Türkiye’nin 90’larda yaşadığı küçük artçı krizler yakın zamanda ana kriz olarak patlayacak ve Türkiye’yi hiç olmadığı kadar derin bir krize sokacaktır. Önce 22 Kasım 2000’de para krizi patlak verdi ve 13 özel banka (1998-2003 arası toplam 22 banka) ve çok sayıda aracı kurum battı. Bu krizle beraber artan piyasa faizleri ve bankaların ödeme güçlüğüne düşmesi, bankaların daha vadesi dolmamış kredilerini geri çağırması ile birlikte reel sektörün de daralmasına neden oldu ve kriz tüm ekonomiyi etkisi altına aldı. 19 Şubat 2001’de dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı arasında cereyan eden Anayasa kitapçığı krizi ile birlikte sürecin siyasal kriz ayağı da tamamlanarak Türkiye uzun yıllar bedelini ödemek zorunda kalacağı 2001 krizini yaşadı.
    Milli gelir büyümesi
    Yaşanan kriz süreci içinde TMSF’ye devredilen batık bankalar ve kamu bankalarının görev zararları için hazinenin çıkardığı devlet iç borçlanma senetlerinin 2015 sonu itibarıyla maliyeti 580 milyar TL olmuştur. Bu devlet iç borçlanma senetlerinin ödemeleri 2011 yılına kadar devam etmiştir. Eğer o dönem böyle bir garabet yaşanmasaydı, bugünkü kamu borç stokunu göz önünde bulundurduğumuzda Türkiye’nin kamu borcunun olmadığından bahsedebilecekti.
    Türkiye’de istikrar ve istikrarsızlık süreçlerine Türkiye siyasi tarih pratiğinden yola çıkarak tek başına iktidarlar ve koalisyonlar düzleminde bakarsak, milli gelir büyümesi noktasında tek başına iktidarlar sürecinin koalisyon dönemlerine göre çok daha başarılı olduğunu görebiliriz. Türkiye’de gerçek manası ile demokratik sürecin 1950 yılında başladığını kabul edersek tek başına iktidarların günümüze değin ortalama büyüme oranı yüzde 5,56 iken, koalisyon dönemlerinin (Darbe sonraları oluşturulan hükümetler istikrarsız dönemlere dahil edilmiştir) ortalama büyüme oranı yüzde 3,96 olmuştur. Bu dönemleri, küresel ekonomik büyüme trendleri içinde değerlendirmek resmi daha net ortaya çıkaracaktır. 1950-1960 döneminde Türkiye milli gelir büyümesinin küresel ekonomik büyümeye göre duyarlılığı 1,43’tür. Yani dünyanın yüzde 1 büyümesine karşılık, Türkiye yüzde 1,43 büyümüştür. Başka bir ifade ile yaklaşık 1,5 katı büyümüştür. Dünya Bankası büyüme rakamlarına göre 1961-1980 döneminde bu duyarlılık 1,05’e iniyor, 1983-1991 döneminde 1,46’a çıkıyor, 1992-2002 döneminde 1,2’e iniyor ve son olarak 2003-2014 döneminde 1,8’e çıkıyor. Bu resim açık bir şekilde göstermektedir ki büyüme performanslarında tek başına iktidarlar döneminde dünyanın yaklaşık 1,5 katı büyüme sağlanırken, koalisyon dönemlerinde ancak dünya kadar büyüyebilme sağlanmıştır.
    Negatif büyüme
    Türkiye 1950 yılından bu yana yedi yıl negatif büyüme ile kapatmıştır. Bunların ikisi (1954, 2009) tek başına iktidar dönemlerinde iken beşi (1979, 1980, 1994, 1999, 2001) koalisyon dönemlerinde gerçekleşmiştir. Özellikle 90 dönemi bir büyüyüp bir küçülme çarpıklığını göstermek için çok mühimdir. Bir büyüyüp bir küçülerek kalıcı refah oluşturamazsınız. Kalıcı refah ancak ve ancak sürdürülebilir büyüme, sürdürülebilir kalkınma ile gerçekleşir. Ak Parti döneminde “şu kadar çeyrektir kesintisiz büyüyoruz” kalıbının oturmasında da 90’larda yaşanan bu çarpıklığın bizlere yaşattığı acı yatmaktadır.
    90’ların kayıp yıllar olarak nitelenmesinin nedeni de bu çarpıklık sonucu refah üretememesidir. 1991 yılında Anavatan Partisi’nin tek başına iktidarının sonlandığında kişi başına düşen milli gelir 3.577 dolar idi. 2001 krizi ile 3.019 dolara indi ve 2002 yılında 3.492 dolardı. 11 yılda bırakın refah artışını az bir miktarda olsa refah düşüşü yaşanmıştır. O dönemde dünyada kişi başına düşen milli gelir yüzde 23 oranında artmıştır. Ak Parti döneminde ise 3492 dolar olarak devralınan kişi başına düşen milli gelir 3 katına çıkarak 2014 sonu itibari ile 10.404 dolara yükselmiştir. Bu veriler ışığında Türkiye’deki 2002 yılında kişi başına düşen milli gelir ABD’nin yüzde 9,36’sı iken 2014 yılında yüzde 19,25’e yükseltmiştir. Aynı şekilde bu oran Avro Bölgesine göre yüzde 18’si iken 2014 yılında yüzde 28,87’e yükselmiştir. Türkiye son yıllardaki kalkınma hamlesi ile gelişmiş ülkelerle refah makasını kapatmaktadır.
    Tüm bu veriler ışığında Türkiye’nin tek başına iktidar dönemlerinde kalkınma ve refah anlamında önemli mesafeler kat ettiğini, koalisyon döneminde ise yerinde saydığını söyleyebiliriz. Türkiye’nin hem ekonomik istikrar ve gelişmişlik anlamında hem de siyasal ve sosyal istikrar anlamında istikrarını kurumsallaştıracak güçlü bir başkanlık sistemine ihtiyacı vardır. Uzun vadeli siyasi görünümün sabitleneceği bir zeminde yatırımcı ve tüketici güveni, ekonominin ivmelenmesinde başat aktör olacaktır. Ne kadar süre görev yapacağını bilen, güçlü bir siyasi iktidarın uzun dönemli istikrar ve kalkınma programlarını uygulama iradesi güçlenecektir ve siyasi ikbalini önceleyen popülist yaklaşımlarını asgariye indirecektir. Yatırımcılar seçimden sonra nasıl bir tablo ortaya çıkacak tedirginliğini azaltacak ve seçim öncesi anketlere sıkıştırılmış yatırım ortamı güvensizliğinden sıyrılacaktır. Bu olası tablonun öncü göstergesi olarak Ak Parti iktidarında tesis edilen istikrar neticesinde Kamu-Özel İşbirliği marifetiyle hayata geçirilen veya devam eden mega altyapı ve üstyapı projelerinin geldiği seviyeyi gösterebiliriz. Kamu-Özel İşbirliğinin başladığı 1986 yılından bu yana toplam 198 proje sözleşmesi yapılmış, toplam projeler 2015 fiyatı ile 115 milyar dolar tutarındadır. Bu projelerin 9 milyar dolar değerindeki 65’i 2002 öncesinde imzalanmışken, 106 milyar dolar değerindeki 133’ü 2002 sonrasında yapılmıştır.

    İran romantizmi ve tehdit algımızdaki bozukluk



    Türkiye İslamcılarının 1979 İran İslam Devrimi’nden bu yana garip bir İran romantizminin etkisi altında olduklarını söylemek yanlış olmaz. Ütopik-romantizm havası, İslamcı kesimde körlük etkisine neden oluyor. Oysa İran’la ilişkiler, dış politika epistemisinin önemli argümanları olan güç, güvenlik ve çıkar çerçevesinde değerlendirilmeli.


    İran romantizmi ve tehdit algımızdaki bozukluk
    Arş. Gör. Ömer Aslan / Arş. Gör. Hakan Kıyıcı - Polis Akademisi
    Ortadoğu’daki güç dengesi, 2003 Irak işgalinden sonra bölgede giderek güçlenen ve etki alanını Lübnan ve Irak’tan Suriye’ye ve Yemen’e de yayan İran’ın uluslararası yaptırımlardan kurtulmasıyla artık yadsınamaz şekilde değişti. Batı ve İran arasındaki flörte karşı, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere bölgede İran’ın artan etkisini kırmaya yönelik bir tavır ortaya çıkarken; Türkiye İslamcılarının 1979 İran ‘İslam’ Devrimi’nden bu yana garip bir İran romantizminin etkisi altında olduklarını söylemek yanlış olmaz. Devrimin ütopik-romantizm havası, İslamcı kesimde körlük etkisine neden olurken, İran’la ilişkiler dış politika epistemisinin önemli argümanları çerçevesinde -güç, güvenlik ve çıkar- değerlendirilemedi.
    1979 Devrimi ülkemizdeki Müslüman kesimi öylesine etkilemişti ki Afgan cihadına katılmak üzere Afganistan’a giden mücahitlerin evlerindeki ve ellerindeki Humeyni resimleri abes kaçmıyordu. ABD’nin ‘çifte çevreleme’ politikası çerçevesinde İran’ı ‘haydut devlet’ olarak nitelendirdiği 1990’ların ortalarında ise, Başbakan Erbakan, Kemalist müesses nizamın ve Batı’nın tepkilerini göze alarak İran’ı ziyaret etti ve 20 milyar dolarlık gaz ithalat anlaşması ile İran’a manevra alanı kazandırdı. 1997 yılında yine D-8 girişimiyle, ambargo uygulamalarını ve çevreleme politkasının neden olduğu bölge içi dengesizliği gidermeye çalışan Başbakan Erbakan, MİT’in İran-PKK ilişkisini gösteren raporlarına rağmen İran’ın yanında yer alarak ülkedeki seküler kanadın yoğun ithamlarına maruz kaldı.
    Eksen kayması suçlamaları    
    2009 yılına gelindiğinde ise bu yıl yapılan İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ‘Yeşil Hareket’in başını çektiği demokrasi yanlısı geniş halk ayaklanmalarının yaşandığı ve neredeyse tüm dünyanın İran’ı eleştirdiği bu dönemde, Türkiye ‘tarihi komşusuna’’anlayışlı’ ve ‘itidalli’ davranmayı tercih etti ve durumu İran’ın iç siyasal meselesi olarak değerlendirildi. Aynı yıl Cenevre’de yapılan ve İran’ın son dönem dış siyasetini en çok meşgul eden P5+1 görüşmelerinde, Başbakan Erdoğan’ın İran’ın
    nükleer çabasını destekleyen ifadeleri Guardian ve El-Cezire’de yer aldı. İran, 2010 yılında BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a uygulamak istediği dördüncü yaptırım kararını Brezilya ve Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada verdiği ret oylarıyla atlatırken, Türkiye kısmen İran’a verdiği destekten de ötürü uluslararası arenada “eksen kayması” suçlamalarına göğüs germek durumunda kaldı. Türkiye’nin bu dayanışmacı ve korumacı politikasına rağmen, İran-PKK ilişkisi bir şekilde devam etti. Özellikle 2011 yılında PKK’nın önemli isimlerinden Murat Karayılan’ın İran tarafından yakalanıp daha sonra PJAK pazarlığı çerçevesinde serbest bırakıldığı iddiaları gündeme geldi ve çarpıcı olarak Karayılan’ın yakalanmasından sonra PJAK İran’da ciddi bir eylemde bulunmadı.
    2011 yılında NATO’nun Türkiye’de kurduğu Kürecik erken uyarı radar sistemi ve 2012’de sınır bölgelerine konuşlandırılan Patriot savunma sistemlerine, İran sert tepki gösterdi ve bunun düşmanca bir tutum olduğunu beyan etti. İran 2012 yılında İstanbul’da Türkiye’nin ev sahipliğinde yapılan Suriye Halkının Dostları Grubu’nu ise “Suriye’nin Düşmanları” olarak tanımladı. Bu örnekler, İran’ın Türkiye’nin bu zamana kadar kendisine verdiği desteği nasıl kendi politikası ve çıkarları çerçevesinde görmezden gelebildiğini göstermesi bakımından önemli. Bugün İran bölge içerinde uzlaştırıcı değil dışlayıcı bir rol oynamakta ve diyalog yanlısı değil saldırgan politikalarını devam ettirmektedir.
    Mezhepçi fitne ateşi
    Türkiye’de ise İran’a yönelik romantizmden muzdarip bir kesim (yöneticiler, köşe yazarları) açık neo-Safevi saldırganlığına rağmen Türkiye’ye, ‘İran’la 400 yıldır savaşmama iradesini gösterebilmiş devlet tecrübesini ve derin hafızayı’ hatırlatıyor, Sünniler ve Şiiler arasında açılmak istenen ‘mezhepçi fitne ateşi’ne düşmeme çağrısında bulunuyor. En kötüsü, İran Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir ismin ‘Türkiye’nin güvenliği bizim güvenliğimizdir’ sözü olumlu alınarak sütunlara taşınıyor. ‘İslam İttifakı’ önerisi karşısında ‘Suud ne zamandan beri Sünni sayılmaya başlandı?’ diye soran ‘İranzede’lerin aklına Şii İslamını sorgulamak hiç gelmiyor. Bu İranzedeler, İran, Afganistan’dan getirdiği 20 bin Şii yabancı savaşçıyı Suriye’de sahaya sürer, Afganistan, Pakistan vesair yerlerde 200 bin milisi hazırda beklettiği tehdidini savurur ve bölgede en kanlı mezhepçi politikaları izlerken, mezhepçi fitneye düşmeme sorumluluğunu ve yükünü neden sadece Türkiye’nin sırtına yüklediklerini de açıklamıyor.
    Suriye ve Irak’ta Türkiye aleyhine yaşanan gelişmelerin baş müsebbiblerinden biri İran olmasına rağmen, tarafımızdan bugün bile bir ‘rakip’ olarak görülmemesi, uluslararası yaptırımların kaldırılması sonrasında öne sürülen bazı hatalı varsayımlara dayanıyor. İlk olarak, yaptırımların kaldırılması sonrasında ‘İran’ın yeniden finansal piyasalara entegre olması ve yatırımlara açılması bu ülkenin mezhepçi politikalarını törpüleyebilir’ iddiaları dile getiriliyor. Türkiye-İran ticaret hacmi -İran Rusya ile birlikte Suriye’yi kan gölüne döndürmeden ve çıkmaza çevirmeden önce-  2010 yılında, 10 milyar dolar seviyesindeydi. Ancak bu ticaret hacmi İran’ın Irak, Suriye ve Yemen’de mezhepçi politikalarını ve bölgeye emperyal gözle bakışını engellemedi. 
    Agresif politikaları sertleşcek
    Belki de büyüyen ticaret ve karşılıklı ekonomik ilişkilerin ikili ilişkilerde barışı ve uzlaşıyı getirdiğine dair dış politika inancımızı artık bir kenara koymanın zamanıdır. Buna ek olarak, yaptırımların kaldırılması sonrasında önce Çin daha sonra İtalya çoktan İran’la milyarlarca dolarlık anlaşmaya imza atmışlardı. Fransa da benzer bir anlaşma için İran Cumhurbaşkanı’nı ağırladı. İran 100’ün üzerinde Airbus yolcu uçağı satın almak için çoktan girişimlere başladı bile. Bu durumda Türkiye-İran ticaret hacminin artması  beklenmekteyse de herşeye rağmen İran’ı tehdit olarak görmeme politikamızın karşılığının öyle on milyarlarca dolar olmayacağı çoktan ortaya çıkmış oldu. Diğer yandan, İran’a akmaya hazır sermayenin İran’ın Suriye, Irak ve Yemen’de sürdürdüğü savaşlardaki pozisyonunu güçlendireceğini tahmin etmek de çok zor olmasa gerek. Eğer Suriye’deki savaş İran hazinesini biraz olsun erittiyse, yaptırımlar sonrası akacak para İran’ın agresif politikalarını daha da sertleştirecektir.
    İran Devrimi’nden sonra ülkeyi terk etmek durumunda kalan birçok muhalif ismin bile tutuklanmadan giremeyecekleri ülkelerini son olaylar karşısında ısrarla savunduklarını şaşkınlıkla görüyoruz. Örneğin, AK Parti iktidarını çok ‘otoriter’ bulduğu için Türkiye’de davet edildiği konferansa gelmekten vazgeçen Hamid Dabashi, konu İran olunca ‘yeni bir İran’ın doğuşu’ diye yazmaktan geri kalmadı. Dahası, “Türkiye’den İsrail ve Suudi Arabistan’a, bölgedeki rakiplerinden hiçbiri, Tahran’ın yumuşak ve akıllı gücüne denk değil” dedi. Babası Seyyid Hüseyin Nasr İran’a ayak basamasa da İran’ın başarısı oğul Vali Nasr’ın gururunu öylesine okşamış olmalı ki “Suudi Arabistan ve birçok Sünni 2003 öncesi Ortadoğu’nun özlemini duyuyor olabilir ama yeni gerçekliğe alışmalarının zamanı geldi: Artık daha Şii olan ve siyasetinde İranlıların lafının daha fazla geçtiği bir Ortadoğu var” diyebiliyor. Daha mesafeli olmasını bekleyeceğimiz İranlı bilim insanlarına bile böylesine coşkuveren bir ‘zaferin’, İran içerisinde çok daha büyük bir anlatıya dönüşerek ülke dışında daha derin ve daha agresif politikaları getirmesi muhtemel değil mi?
    İranzede olmadan önce...
    Bu arada yaptırımların kaldırılmasının yaklaşan Uzmanlar Meclisi seçimleri öncesinde İran’da ılımlı, reformcu kanadı güçlendireceği, bunun da İran’ın bölgedeki politikalarını törpüleyeceği  bir başka hatalı varsayım olarak göze çarpıyor ki bu argüman da çoktan çürümüş durumda. Humeyni’nin torunu Hasan Humeyni de dahil olmak üzere reformcu/ılımlı gösterilen birçok ismin adaylığı Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından şimdiden reddedildi. Bu durumda İran’ı (ve diğer her devleti) söylemleriyle değil bölgede yaptıklarıyla değerlendirmenin vakti geldi de geçiyor. İran’ı İranzede olmadan ve mezhepçiliğe kapılmadan yalnızca bölgedeki saldırgan ve yayılmacı politikalarına bakarak bölgesel çıkarlarımız açısından değerlendirdiğimizde karşımızda ‘sorumluluk bilinciyle hareket etmeye çağırarak bertaraf edemeyeceğimiz’ büyük bir tehdit duruyor.
    aslaomer@gmail.com
    kiyicihakan@yahoo.com

    Açıköğretim sınav sonuçları açıklandı!


    23-24 Ocak tarihinde yapılan AÖF dönem sonu sınavlarının sonuçları az önce açıklandı. Sınavların açıklanması yaklaşık 3 hafta sürdü.

    http://haber.star.com.tr/egitim/acikogretim-sinav-sonuclari-aciklandi/haber-1088598
    Açıköğretim sınav sonuçları açıklandı!
    Açıköğretim Fakültesi (AÖF) tarafından 23-24 Ocak'ta gerçekleştirilen Anadolu Üniversitesi AÖF final sınavlarının sonuçları için meraklı bekleyiş sona erdi. AÖF final sınav sonuçları biraz önce açıklandı.
     
    Sonuçları öğrenmek için TIKLAYIN
     
    Öğrenciler yaklaşık 20 gün önce girdikleri final sınavlarının sonuçlarını heyecanla bekliyordu. Bu yüzden sürekli Açıköğretim Fakültesi yetkililerini arayan öğrencilere geçtiğimiz günlerde bir açıklama yapılmıştı. Açıklamada sınavlarını heyecanla bekleyen öğrencilere “Anadolu Üniversitesi olarak sınav sonrası amacımız, notlarını merakla bekleyen öğrencilerimize, sınav sonuçlarını olabildiğince hızlı bir şekilde duyurmaktır. Tüm sınav merkezlerinden gelen sınav evraklarının değerlendirilip, sonuçların açıklanması sınav tarihinden itibaren yaklaşık 20 günü bulmaktadır." denildi.

    Sadece birkaç gün önce ve ...


    NatiaKuprashvili

    Sadece birkaç gün önce ve ...

    04.12.2014 12:18

    Bir kaç gün önce, zihinsel engelli genç komşular gamoarida aile ve bölgenin başkenti sürükleyerek. ruh sağlığı problemleri öldürüldü çocukları eğitir - Geçici, bu zamana kadar geçişte bir rapor var gibi.
    Bir kaç gün önce, annenin kararı okul çocukları, dini azınlıklara gitmiş. Geçici, unutulmuş duyguları yayın sınıf arkadaşlarından biri olarak bu zamana kadar.
    Bir kaç gün önce, sonra düşünme üreticiler, o, bunu söylemek ne öldürülen çocuğun video görüntüsü ,, göstermeyi reddetti - Beni öldürmek ne kadar güzel çocuk bakmak, ve o "şey değiştirmek istiyorum var, güzel değildi - dedi
    Birkaç gün önce, birkaç editörler online uzay malzemeleri yaşam ve kişisel karaktere çok fazla zarar gönüllü kabul olduğunu fark etti.
    Bir kaç gün önce, bir gazeteci kaynağını belirlemek için şartları yerine değil, zor çalıştı, ancak kurulumu için dikkat eksikliği yaptı. Daha sonra aynı gazeteci sırayla da ağladı kaynağı, önünde kalbi ağladı, raporun tartışmaya kapalı değil, aynı zamanda malzeme her gün yayınlanmakta olan sadece.
    Bir kaç gün önce, medya aktif onlarca Temsilcisi açık tartışma için mesleki standartların çok daha fazla temsilcisine karıştı. ıslık ile protesto sokaklarda aynı eylem yetkililerin elinde medyayı tuttuktan sonra.
    Bir kaç gün önce, Başbakan gazeteci suçladı. Gazeteci - Charter üyeleri geçtiğimiz günlerde protesto kendisi sol örgüt, işaret etti.
    Birkaç gün önce, Temyiz mahkemesi Belçika basını ve Konsey hangi üye olmayan gazeteciler hakkında karar yayımlama zorunluluğu olması gerektiğini söyledi. Bu etik ilkelere teşvik yolu olduğunu söyledi. Aynı zamanda doğru yolu (kendi görev uzun düşündükten sonra genişletilmiş) Şartın bir işareti oldu.
    ,, - Tiflis do değil: Bazı 1826 gün önce gibi, bir arkadaşın arkadaşı onu aradım? Kiralama ... kurulması - Yapamam, - oldu cevabı - Zaten "çıkıyor ne görmek zorunda ...
    Ben dışarı, gördüm!

    ნათია კუპრაშვილი

    სულ რაღაც, რამდენიმე დღის წინ…

    04.12.2014 12:18

    რამდენიმე დღის წინ, ოჯახმა ფსიქიკური პრობლემების მქონე ახალგაზრდა მეზობლებს გამოარიდა და რეგიონიდან დედაქალაქში გადმოიყვანა. დროებით, მანამ სანამ იქ ერთი რეპორტაჟით მიღებული შიში გაივლის – რომ ფსიქიკური პრობლემების მატარებლები ბავშვებს კლავენ.
    რამდენიმე დღის წინ დედის გადაწყვეტილებით, სკოლაში არ წავიდა ბავშვი, რომელიც რელიგიურ უმცირესობას წარმოადგენდა. დროებით, მანამ სანამ კლასელებს ერთ-ერთი გადაცემით მიღებული განცდები დაავიწყდებათ.
    რამდენიმე დღის წინ ერთმა პროდიუსერმა, ფიქრის შემდეგ უარი თქვა კადრში ეჩვენებინა მოკლული ბავშვის ფოტო ,,რას ვიტყვი ამით, იმას რომ – ნახეთ როგორ ლამაზ ბავშვებს კლავენ-თქო, და ლამაზი რომ არ ყოფილიყო, ამით რა შეიცვლებოდა” – უთქვამს მას
    რამდენიმე დღის წინ, რამდენიმე რედაქცია მიხვდა, რომ ზედმეტად დააზარალა პერსონაჟის პირადი ცხოვრება და ონლაინ სივრციდან მასალები საკუთარი ნებით აიღო.
    რამდენიმე დღის წინ ჟურნალისტი ბევრს ეცადა, შეესრულებინა პირობა და არ მოეხდინა წყაროს იდენტიფიცირება, მაგრამ მონტაჟისას უყურადღებობამ თავისი ქნა. მოგვიანებით იგივე ჟურნალისტი გულით ტიროდა თავისივე წყაროს წინაშე, რომელიც თავის მხრივ ასევე ტიროდა, არა მხოლოდ რეპორტაჟის დახურული განხილვის დღეს, არამედ მასალის ეთერში გასვლიდან ყოველ დღე.
    რამდენიმე დღის წინ, ხელისუფლების ათეულობით წარმოადგენელი მონდომებით ჩაერთო მედიის გაცილებით მეტ წარმომადგენელთან, პროფესიული სტანდარტების შესახებ ღია დისკუსიაში. მას შემდეგ, რაც მედია ტრანსფარანტებით ხელში იმავე ხელისუფალთა ქმედებას ქუჩაში სტვენით აპროტესტებდა.
    რამდენიმე დღის წინ, პრემიერმინისტრმა ჟურნალისტი სიცრუეში დაადანაშაულა. ჟურნალისტმა – ქარტიაზე მიუთითა , ორგანიზაციაზე, რომლის შემადგენლობა ცოტა ხნის წინ პროტესტის ნიშნად თავად დატოვა.
    რამდენიმე დღის წინ, ბრიუსელის სააპელაციო სასამართლომ თქვა, რომ ბელგიის პრესის საბჭოს შეეძლო და მოვალეც იყო გამოექვეყნებინა გადაწყვეტილებები არაწევრი ჟურნალისტების შესახებაც. თქვა, რომ ეს არის გზა ეთიკური პრინციპების დამკვიდრების ხელშეწყობისთვის. ესეც იყო ნიშანი, საქართველოს ჟურნალისტური ეთიკის ქარტიისთვის (რომელმაც საკუთარი მანდატი დიდი ფიქრის შემდეგ გააფართოვა), რომ სწორ გზაზე დგას.
    რამდენიმე, ასე 1826 დღის წინ, მეგობარმა მეგობარს დაურეკა: ,,- თბილისში არ ხარ? ქარტიის დაფუძნებაზე … – ვერ ჩამოვედი , – იყო პასუხი, – ისედაც ვიფიქრე ჯერ ვნახავ, რა გამოვა”…
    ვნახე, გამოვიდა!

    President Names Candidate for C.Bank Board


    President Names Candidate for C.Bank Board
    Civil Georgia, Tbilisi / 11 Feb.'16 / 20:45

    President Giorgi Margvelashvili has named a former International Monetary Fund economist, Koba Gvenetadze, as a board member of the National Bank of Georgia (NBG).
    If approved by the Parliament, Gvenetadze will fill a seat in the central bank’s board, which becomes vacant later this month after expiration of outgoing NBG President Giorgi Kadagidze’s seven-year term.
    It will be up to seven-member board to pick new president of the central bank among its members, which will then require approval from President Margvelashvili.
    Gvenetadze was chosen as a candidate by President Margvelashvili from a shortlist that also included an advisor to outgoing central bank chief Giorgi Bakradze. The shortlist was compiled as a result of consultations between the president’s office and a group of economic analysts and civil society representatives.
    Before joining IMF in 2002, Gvenetadze served on various posts in the Georgian government; he was Deputy Finance Minister in 2000-2001.  
    From early 2008 till late 2009 he served as IMF resident representative in Azerbaijan; he was then IMF resident representative in Kyrgyzstan.
    C.Bank Kurulu Başkanı Adayını
    Sivil Gürcistan, Tiflis / 11 Feb.'16 / 20:45

    Başkan Giorgi Margvelaşvili Gürcistan Ulusal Bankası (NBG) Yönetim Kurulu üyesi olarak, eski Uluslararası Para Fonu ekonomist, Koba Gvenetadze seçti.
    Meclis tarafından kabul edildiği takdirde, Gvenetadze giden NBG Başkanı Giorgi Kadagidze yedi yıllık görev süresi dolduktan sonra boş sonra bu ay olur merkez bankasının yönetim kurulu, bir koltuk dolduracaktır.
    Daha sonra Başkan Margvelashvili onay gerektirir üyeleri arasında, merkez bankası, yeni cumhurbaşkanını seçmek için yedi üyeli yönetim kurulu kadar olacaktır.
    Gvenetadze da giden merkez bankası başkanı Giorgi Bakradze bir danışman dahil bir kısa liste Cumhurbaşkanı Margvelashvili tarafından aday olarak seçildi. kısa liste başkanın ofisi ve ekonomik analistler ve sivil toplum temsilcilerinden oluşan bir grup arasında istişareler sonucunda derlenmiştir.
    2002 yılında IMF katılmadan önce, Gvenetadze Gürcistan hükümeti çeşitli yazılarda hizmet; o 2000-2001 yılında Maliye Bakan Yardımcısı oldu.  
    Azerbaycan'da IMF ikamet temsilcisi olarak görev geç 2009 yılına kadar erken 2008 yılından itibaren; o zaman Kırgızistan IMF daimi temsilcisi oldu.

    Binali Yıldırım: Gürcistan ile Avrupa entegrasyonunu tamamlayacağız


    Gürcistan'a giden Bakan Yıldırım, iki ülkenin de Avrupa Birliği ile vize muafiyeti görüşmelerinde önemli mesafeler katettiğini belirterek, "Bu sene sonunda orada da bir noktaya gelindiğinde artık Kafkas Bölgesi, Türkiye, Balkanlar, Avrupa entegrasyonunu gerçekleştirmiş olacağız" dedi.


    Binali Yıldırım: Gürcistan ile  Avrupa entegrasyonunu tamamlayacağız
    TİFLİS (AA)
    Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Bakü-Tiflis-Kars (BTK) Demiryolu Projesi'nin Türkiye-Gürcistan ve Azerbaycan için hayati öneme sahip olduğunu belirterek, "Proje, Kafkas bölgesinin ekonomik entegrasyonu sağlamasının yanında Çin'den Avrupa'ya uzanan tarihi İpek Yolu'nun da yeniden hayata geçirilmesi anlamına geliyor" dedi.
    BTK Demiryolu Projesi 7.Üçlü Koordinasyon Konsey Toplantısına katılmak üzere Gürcistan'ın başkenti Tiflis'e gelen Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, resmi temasları kapsamında Gürcistan Başbakanı Giorgi Kvirikaşvili ile bir araya geldi.
    Başbakanlık binasında yapılan görüşmenin ardından AA muhabirine değerlendirmede bulunan Bakan Yıldırım, Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projesi'nin Türkiye-Gürcistan ve Azerbaycan için hayati öneme sahip olduğunu dile getirdi. Yıldırım, "Proje, Kafkas bölgesinin ekonomik entegrasyonu sağlamasının yanında Çin'den Avrupa'ya uzanan tarihi İpek Yolu'nun da yeniden hayata geçirilmesi anlamına geliyor" diye konuştu.
    Kvirikaşvili ile bundan sonra yapılacak ortak çalışmalar konusunda çok verimli bir görüşme gerçekleştirdiklerini ifade eden Yıldırım, bu kapsamda, özellikle Gürcistan'ın alt yapı projelerinin desteklenmesi ve Türk yatırımcıların bu konuda görev alması hususunda karşılıklı çalışmalar yapmaya karar verdiklerini söyledi.
    Gürcistan Başbakanı ve beraberindeki heyetin Nisan ayında Türkiye'ye geleceğini ve Stratejik Üstdüzey Toplantısı'nı gerçekleştireceklerini ifade eden Yıldırım, Gürcistan ve Türkiye'nin örnek bir işbirliği sergilediğini ve birbirine vize uygulamadığını anımsattı.
    Yıldırım, iki ülkenin de Avrupa Birliği ile vize muafiyeti görüşmelerinde önemli mesafeler katettiğini anlatan Yıldırım, "Bu sene sonunda orada da bir noktaya gelindiğinde artık Kafkas Bölgesi, Türkiye, Balkanlar, Avrupa entegrasyonunu gerçekleştirmiş olacağız. Bu hattın Uzak Doğu'dan Batı Avrupa'ya kadar güçlenmesi küresel barışa ve bölge güvenliğine de çok büyük katkı sağlayacak" dedi.
    Toplantıya, Tiflis Büyükelçisi Zeki Levent Gümrükçü, Kars Milletvekili Ahmet Arslan ile Ulaştırma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Orhan Birdal da katıldı.
    Yıldırım, Gürcistan Ekonomik ve Sürdürebilir Kalkınma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Dimitri Kumsişvili ile görüşecek, ardından BTK Demiryolu Projesi 7. Üçlü Koordinasyon Konsey Toplantısı'na katılacak.

    Thursday, 11 February 2016

    atanamayan öğretmen isyanı ve çözünm yolu


    olması gereken şu: milli eğitim bakanı,maliye bakanı yök başbakan oturup kaç okul var,kaç sınıf var,kaç fakülte var kaç öğrenci var bunlara nekadar ilave edilecek ve buna göre kaç atama yapılacak ve mezun verilecek bunlar tablolaştırılarak ortaya çıkartılır.sonrasında örneğin 500 bin okulda 1.25 milyon sınıf var diyelim 100 fakültede 40000 son sınıf ve lis. üst. eğit. öğrencisi var diyelimki. açıkta 100000 ve mezun sayısı 25000, sınavı kazanan sayısı 25000 olsun  olsun bu durumda açık tek kapatılır. yani sınavı kazanan 25000 kişi ayrıca bir sınava tabi tutulmadan atanır. kalan 75000 in 25000 i de bir önceki yıl sınavı kazanıp atanamayanlar arasından puan üstünlüğüne göre atanır. kaldımı 50000 boş kadro örneğe uygun şeklide sınavı kazanıp atanamayanlar arasından puan üstünlüğüne göre atanır. Yani ihtiyaç kadar faülte fakülte ye ihtiyaç kadar kontenjan, mevcut kontenjanın yarısı kadar mevcut mezunların sınavı kazananların arasından puan üstünlüğüne göre atama.  örneğin x yılında buna rağmen açık kadro kontenjanı var. önceki yıl sınavı kazanıp atanamayanlar arasından puan üstünlüğüne göre formasyon yenileme eğitimine katılıp başarılı olanlar ayrıca bir sınava tabi tutulmadan atanır

    Featured post

    Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

      ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

    Popular Posts