Başbakanımız Sn. Ahmet Davutoğlu’nun 16 Şubat 2016 Salı günü AK Parti Grup konuşmalarının tam metni;
Değerli yol Arkadaşlarım, Sevgili misafirlerimiz…
Bizleri televizyonları aracılığı ile izlemekte olan aziz vatandaşlarım...
Sizleri saygı ve muhabbetle selamlıyorum.
Sizlerin şahsınızda bütün vatandaşlarımızı buradan muhabbetle selamlıyorum.
İç ve dış gelişmelerle yoğun geçen bir haftayı geride bıraktık.
Bu haftanın yoğun trafiğini ana başlıklarıyla size kısaca aktardıktan sonra, inşallah gündemimizdeki diğer önemli konulara geçeceğim.
Bir önceki grup toplantımızın hemen ardından, Çarşamba günü Hollanda’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirdik.
Bu ziyaretimizde önce Türk ve Hollandalı yatırımcılarla bir araya gelerek iki ülke arasındaki ticari ilişkileri değerlendirdik.
Hollanda bizim için önemli bir ülke…
2002-2015 yılları arasında Hollanda’nın Türkiye'ye yaptığı yatırımın tutarı 21 milyar dolar…
Bugün Türkiye'de 2 bin 490 Hollanda firması faaliyet gösteriyor.
Hollanda'daki Türk firmalarının yatırımları ise 9 milyar dolara ulaşmış durumda...
İki ülke yatırımcılarıyla birlikte bu ticari tabloyu daha da ileri seviyelere taşıma noktasında bir sinerji yakaladığımızı düşünüyorum.
Bu toplantının hemen ardından Hollanda Başbakanı Sayın Rutte ile bir görüşmemiz oldu.
Bu görüşmede hem iki ülke arasındaki ilişkileri, hem de çeşitli uluslararası konuları detaylarıyla ele alma imkânı bulduk.
Türkiye’ye dönüşümüzün ardından Cuma günü Katar Emiri Sayın Al Sani’yi İstanbul’da misafir ettik ve kendisiyle çeşitli bölge meselelerini değerlendirdik.
Aynı gün 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün vefat eden kayınpederi Ahmet Özyurt’un cenazesine katıldık.
Bu vesileyle buradan Sayın Abdullah Gül’e bir kere daha partimiz adına başsağlığı diliyorum.
Allah’tan merhuma rahmet, ailesine sabrı cemil niyaz ediyorum.
Cumartesi günü artık mutad hale gelen ziyaretlerimizden birini gerçekleştirmek üzere Erzincan’daydık.
Erzincan’da hem vatandaşlarımızla kucaklaştık, hasret giderdik, hem Erzincan’ın düşman işgalinden kurtuluşunu kutladık.
Daha sonra Üzümlü’ye geçerek Ahıska’dan ülkemize gelen kardeşlerimizle buluştuk, hallerini hatırlarını sorduk.
Erzincan'da yaptığımız temaslar çerçevesinde Terzi Baba Türbesi'ni ve Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu Kültür Vakfı Cemevi'ni ziyaret ettik.
Bu ziyaretimiz sırasında hem Alevi vatandaşlarımızın taleplerini dinledik ve hem de semah izledik.
Orada bir kere daha Türkiye’nin farklılıklar zenginleşen kültürünün bizim için ne büyük bir şans olduğunu gözleme imkânı bulduk.
Birliğimizin, dirliğimizin, kardeşliğimizin, birbirimize muhabbetimizin ülkemiz için ne kadar değerli olduğunu daha iyi idrak etmek için Anadolu’yu bilmek, tanımak ve yaşamak gerekiyor.
Bu sebeple biz her bölgemizle, her şehrimizle irtibatımızı sürekli canlı tutuyor, bütün bu zenginliklerimizden feyz alıyoruz.
Erzincan’ın ardından dün de günübirlik bir ziyaret için Ukrayna’ya gittik.
Bu Başbakan sıfatıyla bu ülkeye ilk resmi ziyaretim oldu.
Bu ziyaretimizde Ukrayna Başbakanı Sayın Yatsenyuk ve Parlamento Başkanı Sayın Groysman ile bir araya geldik.
Kendileriyle iki ülke ilişkilerini geliştirmek noktasında önemli kararlar aldık.
Ardından Kırım Tatar Türklerinin lideri ve Ukrayna Parlamentosu Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile bir görüşme gerçekleştirdik.
Yine ziyaretimiz sırasında Ukrayna'daki Ahıska ve Gökoğuz Türkleri'nin temsilcileriyle de bir araya geldik.
Ayrıca Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu ev sahipliğinde Türk İş Adamlarıyla Koordinasyon Toplantısı’nı da bu ziyaretimiz sırasında gerçekleştirdik.
Biz Türkiye’nin menfaatlerini korumak, insanlarımızın huzurlu ve istikrarlı bir ülkede yaşamalarını temin etmek için çalışıyoruz.
Bizim temel gayemiz milletimizin birliğini, dirliğini, ülkemizin istikrarını korumaktır.
Güney sınırımız boyunca adeta bir yangın yaşanıyor, bunun ülkemize çok yönlü olumsuz etkileri var.
Bölgede yaşanan sıkıntılardan hiçbir ülke Türkiye kadar etkilenmedi.
Dolayısıyla biz de ülkemizin güvenliği ve menfaatleri neyi gerektiriyorsa uluslararası hukuk çerçevesinde yaparız.
DAEŞ’e yaptığımızı Türkiye için tehdit oluşturan her unsur için de ayniyle yapacağımızı beyan ediyoruz.
Bu konuda asla bir tereddüdümüz olmayacağını herkesin bilmesi lazım...
PYD ve YPG’nin Azez çevresindeki hareketliliğini hatırlatarak günlerdir ilgili bütün ülkelere uyarılarda bulunuyoruz.
Terör örgütünün uzantısı olan bu yapıların, Fırat’ın batısına, Azez’e geçmesine izin vermeyeceğimizi açık ve net olarak ilan ediyoruz.
Bu hareketlilik durmadığı için biliyorsunuz Silahlı Kuvvetlerimiz Suriye'deki PYD/YPG mevzilerini top atışlarıyla birkaç kez vurdu.
PYD'nin saldırgan nitelikteki tavırlarını sürdürmesi halinde vurmaya da devam edeceğiz.
Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit eden kim olursa olsun tavrı bu olacaktır.
Şimdi Türkiye’ye bombardımanı durdurması gerektiği yönünde çağrılar yapanlar günlerdir yaptığımız uyarıları duymak istemediler.
Bakınız YPG'ye yönelik bu çağrıların altında bir başka hesap var.
YPG şu anda Rusya’nın Suriye’deki yayılmacı politikalarının enstrümanı ve piyonu olarak rol oynuyor.
Bunu hem iç, hem de uluslararası kamuoyunun doğru okuması, hassas değerlendirmesi lazım.
Biz YPG’yi asla Suriyeli bir aktör olarak görmüyor, bu şekilde değerlendirmiyoruz.
DAEŞ’e karşı mücadele ettiği iddiasıyla bölgede olan bu örgütün DAEŞ’in hiç olmadığı Azez ve civarında, Halep’in kuzeyinde ne işi var?
Azez bölgesinde bir tek DEAŞ mensubu yok, bunu herkes biliyor.
Ama buna rağmen Rusya, havadan Azez'e saldırıyor, Halep’i bombalıyor.
Bu sinsi planı bütün dünya artık görmelidir.
Bu kirli hesap bugün görülmezse ileride çok daha büyük sıkıntılar yaşanacaktır.
Rusya’nın amacı, Türkiye’yi sıkıştırabilmek ve etkisizleştirebilmektir.
Bu plana karşılık biz de kendi tedbirlerimizi alıyoruz, bu da en tabii hakkımız…
Suriye’de ılımlı muhalefeti yok etmek ve Halep-Türkiye koridorunu YPG eliyle Azez üzerinden kapatmak istiyorlar.
Sonraki aşamada Azez'in de doğusuna geçerek, Kobani'den gelen YPG’lilerle birleşecekler, planları bu!
YPG’nin Azez’e yönelik planlarına bizim rıza göstermemiz, bu kirli hesapları görmezden gelmemiz asla mümkün değildir.
Türkiye’nin güvenliği ve menfaati neyi gerektiriyorsa gözümüzü bile kırpmadan yaparız.
Bunu buradan sadece sizlere değil, bütün uluslararası kamuoyuna ilan ediyorum.
Daha önce defalarca “Hiç kimse Türkiye’nin sabrını test etmesin” diye uyardık.
Türkiye’nin kırmızı çizgiler aşıldığında ne yapacağı bellidir.
Nitekim yaptığımız bu operasyonun neticesinde şu anda YPG unsurları Azez civarından uzaklaştırılmış durumda.
Bundan sonra da eğer Azez'e yaklaşırlarsa bizden en şiddetli tepkiyi görürler.
Türkiye olarak biz Azez'in düşmesine asla izin vermeyiz, vermeyeceğiz, bunu bütün dünya bilmelidir.
Bölgedeki havaalanın Türkiye'ye ve ılımlı muhalefete karşı kullanılamayacak, bunun için gerekli tedbirleri aldık, almaya da devam edeceğiz.
Türkiye’nin en tabii savunma hakkını kullanarak yaptığı bu operasyonları engellemek için şimdi "Bir dünya savaşı çıkabilir" denerek algı oluşturulmaya çalışılıyor.
Bu spekülasyonlara hiçbir insanımızın kulak asmaması lazım…
Türkiye’nin çevresinde zaten beş yıldır gerçek bir savaş yaşanıyor, gerçek savaşı göremeyenler, şimdi hayali savaş senaryoları yazıyor.
Türkiye savaşa giriyor diye hayali senaryolar yazıyorlar.
Üstelik bu senaryoyu yazanlar, fiili olarak Suriye’de savaşan ülkeler…
CHP lideri Sayın Kılıçdaroğlu da bu senaryoları dillendiriyor, taşıyıcılığını yapıyor.
Kendisi “Kim PKK’ya destek veriyorsa, biz onu PKK’nın bir yan unsuru olarak görüyoruz” diyor.
Ama milletvekilleri İngiltere’de katıldıkları bir toplantıda PYD’nin terör örgütü olmadığını ifade ediyorlar.
Her konuda olduğu gibi CHP’nin bu konuda da kafası karışık.
Hiç kimse endişe etmesin, biz Türkiye’yi herkesten fazla düşünüyoruz.
Türkiye'yi beş yıldır savaşın dışında tutan biziz, kaçınılmaz hale gelmedikçe risk oluşturacak herhangi bir adım atmayız.
Suriye’de bir savaş tehlikesi varsa, bunu oluşturan asla Türkiye değildir.
Biz baştan bu yana makul ve barışçı bir çözümün, Suriye halkının huzur ve güvenliğinin temin edilmesi için çaba harcadık.
Maalesef Türkiye'nin yıllardır yaptığı uyarılar dikkate alınmadı ve bu kaotik durum ortaya çıktı.
Türkiye daha önce komşusu Irak’ta olduğu gibi bugün de Suriye’deki yangını söndürme mücadelesi veriyor.
Zira, Türkiye hudutlarındaki yangını en çok hisseden ülkedir.
Kendi sınırlarımız içinde her türlü yangın ihtimali için tedbir aldığımız gibi evimizi tehdit eden komşudaki yangını da söndürmek zorundayız.
Bizim kimsenin bir karış toprağında gözümüz yoktur.
Fakat hiç kimse de Dünyanın en büyük trajedisinin yaşandığı Suriye’deki felakete, Suriye’nin iç meselesi diyemez.
Tıpkı, DAEŞ’in Suriye’nin iç meselesi olmadığı gibi…
Suriye’de Esed ile rejiminin yaktığı ateşten ve rejimin ölüm timlerinden kaçan milyonların aman dilediği tek ülke Türkiye’dir.
Dolayısıyla, bölgeyle ilgili gelişmeleri yakından takip ediyor ve gerektiği yerde müdahale ediyoruz.
Türkiye hudutlarında terörü bertaraf ederek ve terör örgütleri ile mücadele ederek sadece kendi milli, ulusal güvenliğini korumuyor, aynı zamanda insani değerleri de koruyor.
Suriye ile alakalı kanaat belirten bütün ülkelerin öncelikle bunu takdir etmesi gerekiyor.
Terör örgütlerinin cirit attığı bir arena haline getirilmek istenen Suriye, bugün büyük acılar yaşamaktadır.
Bir yandan yaşanan fiili yangını söndürmeye çalışırken, bir yandan da bölgenin güvenliğini korumak durumundayız.
DAEŞ, PYD ve YPG gibi terör örgütleri bu toprakların asli unsurları değildir, bunlar, arızi ve gayrimeşru unsurlardır.
Suriye'deki temel problem, başından itibaren Suriye rejiminin ve şimdi de Rusya'nın havadan yaptığı saldırılardır.
Rusya, Esed rejimini himaye ederek, Sovyetler Birliği’nin 1980’li yıllarda Afganistan’da yaptıklarını tekrarlıyor.
Yeryüzünün hiçbir ülkesinde şu sorulara cevap verecek kimse yoktur:
Rusya, Suriye topraklarında neden muhalif unsurların üzerine bomba yağdırıyor?
Suriye’deki ılımlı muhalefeti neden yok etmek ister Rusya?
Suriye’deki Türkmen nasıl, niçin ve hangi eylemiyle Rusya’yı rahatsız ediyor?
Suriye’deki tek bir mülteci ile ilgilenmeyen ülkeler hangi milli, insani, yerel ya da evrensel değerleri savunuyor?
Uçuşa yasak bölgeden tampon bölgeye, mülteci krizinden her geçen gün büyüyen güvenlik krizine kadar hangi probleme gerçekten ilgi gösterdiler?
DAEŞ’ten PYD’ye kadar bölgedeki hangi terör örgütüyle ilgili doğru teşhisleri yaptılar, doğru mücadeleyi ortaya koydular?
Akdeniz sularında boğulan canlardan, rejimin kimyasal silahlarıyla öldürülen Suriyelilerin toplu cenazelerine kadar hangi konuya gerekli duyarlılığı gösterdiler?
Yıkılan kadim şehirlerle ilgili hangi tedbiri aldılar?
Terör örgütleri arasında tercih yaparak terörle mücadele edilebilir mi?
Bir terör örgütü lanetlenirken, yine terör örgütü olduğu delilleriyle ortada olan bir başka örgüt nasıl oluyor da meşru görülüyor?
Dünyadaki vekâlet savaşlarında “taşeron terör örgütlerine” rol veriliyor diye uluslararası toplum, terör örgütleri arasında taraf mı tutacak?
Biz Türkiye olarak en zor ve en kötü şartlarda insanı ve hayatı savunacağız.
Herkes vicdanının kapısını kapatırken biz Türk, Kürt, Arap, Acem, Ezidi, Sünni, Şii demedik, demeyiz.
Bizim için insan insandır, azizdir, mübarektir.
Kavimler arası, mezhepler arası fay hatlarını tetikleyen kimse bizim nazarımızda insan değildir.
İnsanlık adına bu açık ve net tavrı koyamayanlar, bugün sadece Suriye’de yaşananlardan değil, dünyanın çatışmalara boğulan bütün noktalarından sorumludur.
Türkiye yıllarca terörün acısını çeken, bedelini ödeyen bir ülke…
Terör konusunda ikilemlerle dolu bir anlayışın terör sorununu çözemeyeceğini çok iyi biliyoruz.
Bu sebeple kimden gelirse gelsin biz aynı netlikle, aynı kararlılıkla teröre karşı duruyoruz.
Son aylarda farklı terör örgütlerine karşı aynı net tavrı göstererek ödünsüz bir şekilde mücadele ettik.
Bunun olumlu neticelerini yavaş yavaş alıyoruz.
Doğu ve Güneydoğu bölgemizdeki bazı şehirlerimizde terör örgütüne karşı yürütülen kapsamlı operasyonlar başarıyla devam ediyor.
Silopi’den sonra Cizre’de de beklenen sonuca başarıyla ulaşıldığı için operasyon sona erdi.
Arama tarama faaliyetleri için sokağa çıkma yasağı bir süre daha devam edecek.
Bazı bölgelerde insanlarımıza zararı dokunacak tuzak ve mayınlar bulunabilir düşüncesiyle bu arama taramalar yapılıyor.
Barikatların ve hendeklerin kapatılması da zaman alabilecek.
Ancak dün itibariyle operasyon fiilen bitmiş oldu, inşallah sonraki aşamada Cizre’de de yaraları sarma faaliyeti başlayacak.
İnşallah yıkılanın yerine daha güzelini yapacağız, bu şehirlerimizi adeta yeniden imar edeceğiz.
Bildiğiniz gibi geçen hafta Mardin’de yeni eylem planımızı açıkladık.
Bu plan doğrultusunda terörden zarar gören bütün vatandaşlarımız için gereken her türlü desteği sağlayacağız.
İnşallah kısa sürede bölgede hayatı normal seyrine döndüreceğiz.
Bu ülkede terörün asla bir geleceği olmayacak, bunu herkesin bilmesi lazım…
Bölge insanı terörden çok yoruldu, yeniden barış içinde, kardeşlik içinde yaşamak, işine gücüne bakmak istiyor.
Teröre destek vermeyen, elinde silah olmayan herkesle tek tek konuşacağız ve barışı, huzuru tesis edeceğiz.
Biz herkesin özgürce kimliğini, inancını, kültürünü yaşadığı bir Türkiye istiyoruz.
Kardeşçe geleceğin hedeflerine yürüyeceğimiz, her köşesi kalkınan büyüyen, zenginleşen bir Türkiye istiyoruz.
Bu ülkenin hiçbir insanı mağdur edilmesin, ötekileştirilmesin, ayrımcılığa uğramasın istiyoruz.
Hiç kimse bu milletin iradesi üstünde oyunlar olmasın, vesayet hesapları yapmasın istiyoruz.
Demokratik, özgür, adaletli bir ülkede dostlukla, kardeşlikle birlik içinde yaşayalım istiyoruz.
Bunun için önce Türkiye’ye yakışan bir anayasaya ihtiyacımız olduğunu biliyoruz.
Yeni bir anayasa hazırlamayı Türkiye’nin en temel önceliklerinden biri olarak görüyoruz ve çok önemsiyoruz.
Demokrasimizin daha da gelişmesi, siyasetin güçlenmesi ve vesayetçi anlayışının tamamen ortadan kalkması için yeni bir anayasa şart…
Yeni hükümetin kurulmasının hemen ardından anayasa çalışmalarına başladık.
Meclis’teki partilerle ilk görüşmelerimizi yaptık, ardından Meclis Başkanımızın öncülüğüyle Meclis Uzlaşma Komisyonu kuruldu.
Geçtiğimiz hafta ilk toplantı yapıldı, süreç işliyor.
İnşallah adım adım bu yolda ilerleyeceğiz.
Türkiye artık darbe anayasalarıyla, vesayetçi bir mantıkla yönetilemez.
Bu sorumluluğu bu milletin vekaletini alan her milletvekili, her siyasi parti hakkıyla taşımalıdır.
Bu Türkiye’nin önemli bir meselesidir, herkesin yapıcı bir şekilde katkı vermesi lazım…
Biz sadece siyasi partilerin yapıcı katkılarına değil, toplumun her kesiminden insanımızın fikirlerine açığız.
En geniş uzlaşma zemini üzerinde bu çalışmaları yürütmek ve herkesin içine sinecek bir neticeye ulaşmak istiyoruz.
Ülkemizin içinde bulunduğu coğrafya son 100 yılda birçok acılar yaşadı.
Halen de yaşamaya devam ediyor.
Güçlü bir devlet geleneğine sahip olmamız ve uzun süredir tecrübe ettiğimiz siyasal katılım ve çoğulculuk sayesinde ülke olarak birliğimize, dirliğimize halel gelmedi.
Elbette Türkiye’nin geçmişi değerlendirildiğinde demokrasimizin birçok eksiklikle malul olduğu gerçektir.
Eleştirilmeye açık, düzeltilmesi gereken birçok konu halen bulunmaktadır.
AK Parti iktidar geldiği günden bu yana da bu konuda etkin bir mücadele verdi ve birçok reform gerçekleştirdi.
Milletimizin AK Parti’yi 14 yıldır kesintisiz olarak iktidar yapmasının temelinde zaten adalet ve kalkınma alanında Türkiye’nin yıllardır ihmal edilen alanlarına el atmış olması vardır.
Biz bugüne kadar bunun bilincinde hareket ettik.
Milletimizin bizden beklentilerine cevap verecek bir siyaseti hayata geçirdik.
Ancak bir dizi reforma rağmen, milleti tehdit olarak gören vesayetçi anlayışların siyasal ve toplumsal hayatımıza ödettiği bedeller halen sistemimizi etkilemektedir.
Bölgemizde yaşanan krizlerde dış faktörlerin yanı sıra, her birinin kaynağında siyasi olarak temsil ve katılıma açık olmayan rejimlerin, iktidarlarını kaybetmemek için zulme ve baskıya teşebbüs etmesi yatmaktadır.
Türkiye tarihsel tecrübesi ve siyasal birikimi ile ağır aksak da olsa işleyen bir demokrasiye sahip olması nedeniyle bu düzeyde siyasal krizler yaşamadı.
Eğer Türkiye’de bölgemizde yaşanan krizler yaşanmamışsa, siyasal sorunlar şiddete dönüşerek çözülmemişse, bunda eksiklerine rağmen açık ve katılıma dayalı bir sistemimizin olmasının katkısı oldukça büyüktür.
Bu büyük millet, özellikle 1950’den sonra, önüne sandık her konulduğunda demokrasiyi, siyaseti ve çoğulculuğu tercih etmiştir.
Vesayet odaklarına gereken cevabı verdiği gibi, demokrasi dışı yöntemlere de tevessül etmemiştir.
Bunun değerini çok iyi bilmeli ve ona göre siyasetimizi inşa etmeliyiz.
Bölgemizin şu an içinden geçtiği zor dönemde, ülkemizin hepsi ile mücadele edecek, tehditleri bertaraf edece ve gerekli cevabı verecek gücü bulunmaktadır.
Ama meselenin temelinde, yaşanan krizlerin ülkemizi etkilememesi ya da daha az etkilemesi için yapmamız gereken şey güvenlik politikalarının yanı sıra güçlü bir siyasal sistem inşa etmektir.
Daha çok çoğulculuk, daha çok özgürlük içeren, insanı merkeze alan bir siyasal sistemi hayata geçirmemiz her zamankinden daha elzemdir.
Kriz dönemlerinde devletler kendilerini kapalı bir sisteme çevirerek korunabileceklerini düşünürler ve giderek kısıtlayıcı, baskıcı politikalara ve uygulamalara yönelirler.
Biz AK Parti olarak buna inanmıyoruz.
Bilakis bölgemizin içinden geçtiği şu zor dönemde, bölgemiz çatışma ve kan üzerinden restorasyon geçirirken, bize düşen daha fazla özgürlük ve daha fazla katılım içeren bir siyasal sistem inşa etmektedir.
Bu Meclis, önümüzdeki uzun dönemde bunu yapabilecek bir temsil ve meşruiyete sahiptir.
Maalesef 24. Dönem Anayasa Uzlaşma Komisyonu 25 ay gibi uzun bir süre çalışmış olmasına rağmen, çeşitli menfi tutumlardan dolayı süreci tamamlayamamıştır.
2011 yılından bugüne kadar Türkiye tam olarak 5 yıl kaybetmiştir.
Ancak biz yine de iyimserliğimizi koruyarak 24. Yasama döneminde yarım kalan çalışmaları bir birikim olarak değerlendiriyoruz.
O dönemde komisyon, kamu kurumu, üniversite, Sivil Toplum Kuruluşları başta olmak üzere 160 kuruluşu dinlemiştir.
165 üniversite, 78 il barosu, 60 siyasi parti, 18 belediye birliği, 17 kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu, 7 yüksek mahkeme, 7 kamu görevlileri sendikaları üst kuruluşu, 6 muhtarlar birliği derneği, 4 işçi ve işveren sendikaları üst kuruluşundan yazı ile görüş istemiştir.
Ayrıca RTÜK, Vilayetler Hizmet Birliği ve Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’ndan da yazı ile görüş talep edilmiştir.
Bunun yanı sıra 14 bin 538 dernek, 4 binden fazla vakıf, 1.700 yerel ve ulusal radyo ve 197 yerel televizyondan e-posta vasıtasıyla görüş talep edilmiştir.
Komisyonun resmi internet sayfası üzerindeki görüş bildirme sistemi üzerinden 66 bin 15 kişi, e-posta ile 1872 kişi veya kuruluş, posta yoluyla da 1.050 kişi veya kuruluş görüş açıklamıştır.
Gönderilen görüşlerin 104 üniversite, 102 dernek, 58 vakıf, 34 meslek örgütü, 32 platform, çatı kuruluşları dâhil olmak üzere 30 sendika, 21 kamu kurumu, 21 siyasi parti, 19 diğer Sivil Toplum Kuruluşları ve 5 enstitüye ait olduğu tespit edilmiştir.
Ayrıca, Komisyon Başkanı ve üyeleri, Anayasa Platformu tarafından 12 ilde organize edilen “Türkiye Konuşuyor Toplantıları” na destek vermişlerdir.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu çok sayıda toplantı yapmıştır. 19’u Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 1’i İstanbul’da olmak üzere 20; Alt Komisyonlar tarafından da 57 olmak üzere toplam 77 toplantı gerçekleştirilmiştir.
Muhakkak ki yeni kurulan komisyonumuz çalışmalarını bu birikimin üzerine inşa edecektir.
Ülkemizin daha fazla zaman kaybına, daha fazla oyalanmaya tahammülü yoktur.
Bu süreci geciktirenler, engelleyenler, aynen 3 Kasım’da 2002’de, 1 Kasım 2015’te olduğu gibi milletimizden gerektiği cevabı alarak siyaset sahnesinden silinecektir.
Umuyorum ki, Meclis’te bulunan tüm partiler seçim beyannamelerinde dile getirdikleri Yeni Anayasa vaadlerine sadık kalırlar.
Milletimiz iktidarı AK Parti’ye tevdi etti ve bizim vaatlerimize güvendi.
Muhalefet de seçim sürecinde birçok vaatte bulunmuştu.
İktidar olamadıkları için belki o vaatlerini yerine getirme imkanları bulunmayacak…
O vaatlerinin ne kadar gerçekçi olduğunu asla bilemeyeceğiz.
Ancak Yeni Anayasa vaatlerini muhalefette de yerine getirebilirler.
Vaatlerinde ne kadar samimi ve güven verici olduklarını görme imkanımız olacak…
Kaçacak, bahane uyduracak bir noktaları bulunmamaktadır.
Geçtiğimiz günlerde Sayın Kılıçdaroğlu, komisyonun adının “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” olmasını kabul etmiyoruz diyerek daha baştan “uzlaşmayı” reddeden bir tutum sergilemektedir.
Komisyonun adı “Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma Komisyonu” olmalıymış.
Sanırım Sayın Kılıçdaroğlu, yaptığımız reformları iyi takip etmiyor.
En son kendilerinin “hayır” dediği 2010 Referandumu bu konuda atılmış en önemli adımlardandı.
AK Parti olarak kanunların ve diğer mevzuatların değiştirilmesi ile ilgili olarak 14 yılda birçok değişiklik yaptık.
Türkiye’yi darbe hukukundan arındırmak için birçok düzenlemeyi hayata geçirdik.
Şu anda da bu yönde bir çalışmayı hali hazırda yürütmekteyiz.
Kendilerinin bu konuda önerilerine de açığız.
Ancak kanunlara ilişkin böyle bir çalışmayı bu komisyonun görevi haline getirmek Anayasa yapımını başka bir bahara erteletmekten başka bir anlama gelmemektir.
Anayasa Komisyonu’nun işleyişini sulandıracak, yavaşlatacak bir süreci başlatır.
Pekala her iki süreç eşzamanlı olarak yürüyebilir.
Kanunları değiştirmeye yönelik çabalar, kalıcı olmayan çözümlerdir.
Yani siyasal sistemimizin, tüm kanun ve mevzuatlarımızın üzerine bir karabasan gibi çökmüş olan darbe zihniyetinin bir an evvel değişmesi gerekiyor.
Öte yandan Sayın Kılıçdaroğlu’nun önerisindeki bir diğer tuhaflık da Anayasa’nın kendisinin darbe hukukunun bir ürünü olduğunu dikkate almaması…
En başta onun değişmesi gerekiyor.
Anayasa değişmediği sürece yapılan tüm değişiklikler bir şekilde eksik kalmaktadır.
Umuyorum ki, bu söylemler bu süreci tıkamanın öncü adımları değildir.
Süreç milletimizin gözü önünde cereyan etmektedir.
Herkes bunun siyasal bedelini öder.
Öncelikli olarak kendi seçmenlerine verdikleri sözleri tutmaları gerekiyor, sonra da tüm Türkiye’ye yönelik olarak sorumluluklarını yerine getirmeleri gerekmektedir.
1982 Anayasası ülkemize yakışmamaktadır.
Çıkıp milletimize soralım, bu Anayasa’dan memnun musun diye soralım.
Bir tek kişi bile memnunum demeyecektir.
Hazırlandığı dönem itibariyle de, hazırlanış şekli ile de, hazırlanış mantığı ile de Türkiye’ye yakışmamaktadır.
Ülkemizin ihtiyaçları, bölgemizde yaşanan süreçler ve dünyanın geçirdiği dönüşüm dikkate alındığında, ülke olarak bu Anayasa ile daha fazla yolumuza devam edemeyeceğimiz aşikardır.
Milletimizin bizden beklentisini boşa çıkartmamamız, onları hayal kırıklığına uğratmamamız gerekiyor.
Milletimiz seçimlere gösterdiği teveccüh ile siyasete olan güvenini ve beklentisini çok net olarak ortaya koymuştur.
Milletimizin siyasete olan güvenini boşa çıkartmak doğru bir yaklaşım biçimi değildir.
Türkiye’nin artık rütuşlu bir anayasaya değil, reformist bir anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır.
AK Parti olarak Yeni Anayasa ile birlikte gündemimizdeki bir diğer önemli konu da “Türkiye’nin siyasal sistemini daha güçlü hale nasıl getiririz?” konusudur.
AK Parti kadroları, her zaman Türkiye için iyi olanı ortaya koymuş ve bu doğrultuda çalışmıştır.
Ülkemizin siyasal istikrarını sürdürmesi, toplumsal refahını artırması için, ülke olarak tüm kazanımlarımızı daha da ileriye taşımak için güçlü bir siyasal sistem inşa etmemiz kaçınılmazdır.
Bölgemizde yaşanan gelişmelere, risklere ve tehditlere ancak güçlü bir siyasal sistem ile cevap verebiliriz.
Tabii ki bir ülkenin güçlü bir ekonomisi, güçlü bir ordusu olması hayati derecede önemlidir.
Ancak bu unsurların tamamını tahkim edecek, ileriye taşıyacak unsur siyasal sisteminin güçlü olmasıdır.
Burada da temel hareket noktamız, katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü bir siyasal sistem inşa etmektir.
Yeni ve Güçlü Türkiye’yi bu mantık üzerine inşa edeceğiz.
İçine kapanan siyasal sistemler çökmeye mahkûmdur.
Biz kapalı bir sistemi değil, açık, şeffaf ve denetlenebilir bir sistemi inşa edeceğiz.
Dış politikamızı da, iç politikamızı da, terörle mücadelemizi de, kamu düzenimizi de, bugüne kadar yaşadığımız kimlik eksenli tartışmaları da bu mantık ile ele alacağız.
Ne güvenliğimizden, ne özgürlüğümüzden, ne toplumsal huzurumuzdan, ne de ekonomik refahımızdan taviz vermeyeceğiz.
AK Parti olarak, Türkiye için, biraz önce belirttiğim çerçevede, en doğru sistemin Başkanlık Sistemi olduğu kanaatindeyiz ve bu konudaki görüşlerimiz de yeni değildir.
Kimileri, Türkiye’nin bu ihtiyacını, Sayın Cumhurbaşkanımızın şahsı etrafında kişiselleştirerek tıkama yolunda eğilim sergilemektedir.
Gerek Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik kullandıkları üslup gerekse de meseleyi kısır bir tartışmanın içine çekme çabaları kabul edilebilir değil.
Öte yandan kimileri de Parlamenter Sistemi kutsayacak bir yaklaşım sergilemektedir.
Parlamenter sistem de, Başkanlık sistemi gibi bir sistemdir.
Ülkeler kendi ihtiyaçlarına göre birisini tercih ederler.
Tüm dünyaya baktığınızda bunu çok net görürsünüz.
Ancak Türkiye’de bazı konular tabu haline getirildiği için tartışılmaz hale getirilmektedir.
Bunların kafası ile hareket edilseydi, 1. Meşrutiyet ilan edilemezdi. Anayasal Monarşiyi tartışamazdık bile…
Bunların kafası ile hareket edilseydi, Cumhuriyet rejimine geçemezdik.
Bunların kafasına göre hareket edilseydi, çok partili siyasal yaşama asla geçemezdik.
Bunların kafasına göre hareket edilseydi Türkiye bir askeri diktatörlük olarak yoluna devam ederdi.
Türkiye’nin önündeki yol ayrımı çok nettir.
Ya kendi içinde sorunlarla boğuşan, büyüyemeyen bir ülke olacağız.
Ya da bölgesindeki krizlere öncelikli olarak güçlü demokrasisi ile cevap veren, ekonomisi, toplumsal yapısı ve kurumları ile güçlü bir ülke olacağız.
Türkiye’nin bu yol ayrımında herkes tarafını seçmek zorunda.
AK Parti olarak bizim tarafımız her zaman olduğu gibi Güçlü Bir Türkiye’den yana olacaktır.
Türkiye’nin artık darbe döneminin ürünü olan Anayasasını değiştirmesi ve onun devamında da siyasal sistemini güçlendirecek adımları atması şarttır.
Bildiğiniz gibi grup toplantılarımızda her hafta seçim öncesi milletimize verdiğimiz sözlerin ne kadarını yerine getirdiğimizle ilgili bilgi veriyorum.
Seçim beyannamemizdeki vaat ve reformları büyük bir hızla günbegün gerçeğe dönüştürüyoruz.
Bugün itibariyle, sadece ilk 8 haftada, Meclise sevk edilenlerle birlikte reformların yüzde 50’sini, vaatlerin ise yüzde 73’ünü gerçekleştirdik.
Reformları yarı yarıya tamamladık.
Hayata geçirdiğimiz Reformlar şunlar:
Reformların Koordinasyonu ve İzlenmesi Kurulu’nu kurduk,
Üniversite öğrencilerinin kısmi süreli çalışmasının önündeki engelleri kaldırdık,
Çeyiz Hesabı’nı başlattık,
İmalat sanayiine Banka Sigorta Muamele Vergisi istisnası getirdik,
İstanbul Tahkim Merkezi’ni faaliyete aldık,
Yurt içinde ve yurt dışındaki iş adamlarımızın faaliyetlerini çok daha kolay gerçekleştirebilmeleri için ticaretin kolaylaştırılmasına ilişkin çok taraflı anlaşmanın yasal zeminini tamamladık.
Öncelikli Dönüşüm Planı Yönlendirme Kurullarının kurulması için gerekli yasal altyapıyı sağladık. Bu çerçevede hiç zaman kaybetmeden, Sağlık Enstitüleri Yönlendirme Kurulu ile Lojistik Koordinasyon Kurulu’nu kurduk.
Bunların yanı sıra kişisel verilerin korunması, çalışma hayatında güvenceli esneklik ve Özel İstihdam Bürolarının kapsamının genişletilmesine dair kanun tasarımız da mecliste görüşülüyor.
Şimdi de hayata geçirdiğimiz vaatlere kısaca bir göz atalım:
Asgari Ücretin 1.300 TL’ye çıkardık ve Emeklilere yılda 1.200 TL zam yaptık.
Astsubay emeklilerinin intibak sorununu çözdük,
Lisans öğrencilerinin bursunu 400 TL’ye yükselttik,
Askeri öğrenci harçlıklarını 400 TL’ye; er erbaş harçlıklarını 100 TL’ye çıkardık,
Esnafa 30 bin TL faizsiz kredi veriyoruz,
Gençlere 50 bin TL karşılıksız nakdi destek veriyoruz,
Yine gençlerimize 100 bin TL kredi verdik ve krediye yüzde 85 kefalet imkânı getirdik,
30 bin öğretmenimizin atamasını gerçekleştirdik.
KOBİ’ler için kefalet limiti yükseltilmesi ve vadelerin artırılmasını sağladık,
Yemde ve gübrede KDV’yi kaldırdık,
5 dekar altında yetiştiricilik yapan çiftçilere destekleme düzenlemesi yaptık,
Yine çiftçilerimize seralarının modernizasyonu için faizsiz kredi desteği veriyoruz,
Ayrıca artık seralarda, ticarethane elektrik fiyatı yerine sulama suyu elektrik fiyatı uygulanıyor.
Dövizle askerlik bedelinin 1000 Avroya düşürdük,
Elektronik Kimlik Kartının uygulamaya geçmesi için yasal düzenlemeleri tamamladık ve pilot uygulama olarak Kırıkkale’de dağıtıma başlıyoruz.
İşveren sigorta primi indiriminde 10 işçi çalıştırma zorunluluğunu kaldırdık.
Artık Basit usulde vergilendirilen esnafımızın yıllık 8 bin TL’ye kadar kazançlarından hesaplanan vergisini almıyoruz.
Emeklilerimizin maaşlarından kesilen Sosyal Güvenlik Destek Primini kaldırdık. Bağ-Kur kapsamında çalışmaya devam eden esnafımız emekli maaşlarında yüzde 10’luk prim kesintisi olmayacak.
Muhtar maaşlarını 950 TL’den 1.300 TL’ye yükselttik.
Polis ve uzman erbaşların 2200 olan ek göstergelerini 3000’e yükselttik ve emniyet hizmet tazminatlarını yüzde 25 artırdık.
Artık Lise ya da üniversiteden mezun olan gençlerimizin genel sağlık sigortası giderlerini 2 yıl boyunca biz karşılayacağız. Hem de gelir testi yapılmadan.
İş kuran gençlerimize 3 yıl gelir vergisi muafiyeti getirdik.
Öğrencilerimizin pasaport harçlarını kaldırdık.
Çalışan kadınlarımızın doğuma ilişkin izin ve haklarını güçlendiriyoruz. Yasal altyapımız hazır.
Bundan sonra, doğum nedeniyle ücretsiz izinde geçirdiğiniz süreler memuriyet kıdeminde değerlendirilecek.
Doğuma bağlı olarak ilk çocukta 2 ay, ikinci çocukta 4 ay, üçüncü ve üzeri çocukta 6 ay yarı zamanlı ve tam ücretli çalışma hakkı ile çocuğun okula başlama yaşına kadar kısmî süreli çalışma hakkını da tanıdık.
Ve son olarak yeni yasalaşan vaatlerimiz ise;
Bundan sonra küçük ve orta ölçekli işletmelerin TSE ve patent belge maliyetleri karşılanacak.
Ayrıca ilk kez işe giren gençlerimizin ücretini 1 yıl boyunca biz ödeyeceğiz.
Hayırlı uğurlu olsun.
Türkiye doğru bir yolda adım adım hedeflerine ilerliyor.
Sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz ama bu sıkıntıları aşacak güce, tecrübeye ve özgüvene sahibiz.
Milletin sesi olarak, millet iradesinin temsilcisi olarak emin adımlarla geleceğe yürüyoruz.
Allah bizi milletimize mahcup etmesin, Türkiye’nin yolunu açık etsin.
Allah’a emanet olun.