Wednesday, 21 September 2016

Toyota Proace ile yeni müşterilere ulaşacak


Japon Toyota’nın yeni hafif ticari aracı Proace, 2017 Şubat ayında Van ve Verso gövde versiyonlarıyla Türkiye pazarına giriş yapacak. Toyota, Türkiye’de bu araçtan 2 bin adet satmayı hedefliyor. Toyota Proace, Fransız PSA işbirliğiyle üretiliyor.  

Hafif ticari van segmentinde bir zamanlar Toyota’nın Hiace modeli vardı. Daha sonrasında bir süre için bu sınıfta yer almayan Toyota, şimdi ise Proace modeliyle segmente dönüş yapıyor. Yeni Proace, Verso isimli camlı ve koltuklu minibüsün yanı sıra Van isimli panelvan gövde versiyonlarına sahip. Türkiye pazarına 2017 Şubat ayından itibaren gelecek olan Proace ile Toyota, daha önce hitap etmediği yeni bir müşteri kitlesine de ulaşmaya başlayacak.

“Proace ile sorumluluklarımız artıyor”

Toyota Türkiye Pazarlama ve Satış A.Ş. CEO’su Ali Haydar Bozkurt, Proace için şu açıklamalarda bulundu; “Bu segment binek otomobil işinin yanında tamamen yepyeni bir iş. Toyota Türkiye olarak bunu böyle algılıyoruz. İşin hem satış kanalını hem de satış sonrası kanalını çok önemsiyoruz. Bu nedenle hem satış hem de satış sonrası hizmetler için ekiplerimizi hazırlıyoruz ve eğitiyoruz.

Müşterimizin bizden Toyota kalitesinde bir hizmet beklediğinin bilincindeyiz. Yani; satış aşamasından finansal çözümlere, satış sonrası hizmetlerden aracın ikinci elde değerlendirilmesine kadar tüm bu süreçte müşterilerimizin yanında olacağımız, 360 derece bir hazırlık içerisindeyiz.

Proace’in, Toyota markasına yeni segmentte yeni müşteri profili kazandırmasını bekliyoruz. Proace ile sorumluluklarımız iki kat artıyor. Çünkü artık müşterilerimizin müşterileri de bizim sorumluluğumuzda olacak. 2017 yılının ilk çeyreğinde pazara sunacağımız Proace ile ilk yıl için 2.000 adet satış planlamaktayız.”

Van ve Verso seçenekleri var

1.6 lt (95 ve 115 HP) ve 2.0 lt (122, 150 ve 177 HP) hacimli, 5 farklı dizel motora sahip olan Proace’de, 177 HP’lik versiyonda 6 ileri oranlı 6AT otomatik şanzıman da var. Tüm motorlar Euro 6 normunu karşılıyor ve AdBlue sistemiyle emisyon standardı garanti ediliyor; 22,5 lt’lik AdBlue deposu 15 bin km’lik bir ömür sunuyor. 8 veya 9 kişilik Verso modellerinde Family ve VIP kombinasyonları yer alıyor, panoramik tavan ve elektrikli açılan kayar yan kapılar Verso’daki konfor seviyesini artırmaya yardımcı oluyor. Ayrıca Toyota Pro Touch multimedya sistemi de navigasyonun yanı sıra radyo, MP3 ve ipod bağlantılarını sağlıyor. Araçlarda isteğe bağlı olarak HUD gösterge, ACC adaptif cruise control, farklı zeminlere göre çekiş kontrolü sağlayan sistemler de sunulabiliyor. Ayrıca geri görüş kamerası ve park sensörleri de dar alanlarda güvenli manevra imkanı veriyor.

Verso’da konfor ön planda

8+1 yolcu kapasitesi sunan Proace Verso’da uzunluk 5.3 m, yükseklik ise 1.9 m. Yolcu taşımacılığı için konforlu çözümlere sahip olan Verso’da 980 lt’lik bagaj kapasitesi, 1600 lt’ye kadar genişletilebiliyor. Verso’da panelvan versiyonlara göre koltuklu ve camlı yapının yanı sıra ilave izolasyon malzemeleri ve daha kalın camlar kullanılmış. Proace Verso ve Van modelleri, düşük yakıt tüketim değerleri ile de ön plana çıkıyor. Proace’de, şehir içi trafiğinde ekonomi sağlayan Start/stop otomatiği de yer alıyor.

Mercedes C Serisi Cabriolet Türkiye’de

Mercedes-Benz, C Serisi platformu üzerine geliştirdiği ilk cabriolet modeli olan C Serisi Cabriolet’i Türkiye’de satışa sundu. Güçleri 156 ile 367 HP arasında değişen, 1.6 lt’den başlayan motor seçenekleri ve 9G-TRONIC dokuz ileri oranlı otomatik şanzımanla sunulan C Serisi Cabriolet’te, isteğe bağlı olarak Airmatic havalı süspansiyonu da yer alıyor.  

Macan’a 440 HP’lik Turbo dopingi 

Porsche’nin kompakt SUV’u Macan serisinin en güçlü üyesi olan Macan Turbo, yeni versiyonu ile model ailesinin en üst sırasına yerleşti. Performans paketli Macan Turbo 440 HP güç üreten motoru ile 0’dan 100 km/s hıza 4.4 saniyede çıkıyor. Performans paketiyle donatılan ve şu anda Macan model hattının en üst sırasına yerleşen Macan Turbo, geliştirilen sürüş özellikleri, artırılan çevikliği ve çekiliğiyle farkını ortaya koyuyor. 

Skoda Octavia 20 yaşında

Skoda’nın en çok satan otomobili Octavia’nın seri üretimine ilk olarak 20 yıl önce başlanmış. İlk nesil Octavia 1996’da start almış, ikinci neslin üretimine ise 2004 yılında başlanmış. Üçüncü jenerasyon yani güncel Octavia ise, 2012’den bu yana üretiliyor. 20 yılda 5 milyon adetten fazla satan Skoda Octavia’nın ürün gamına zaman içerisinde Combi ve RS modelleri de katılmış. 
Skoda’nın en çok satanı, Çek Cumhuriyeti’ndeki Mlada Boleslav fabrikasının yanı sıra Çin, Hindistan, Rusya ve Kazakistan’da da üretiliyor.

Maserati Levante’de ilk teslimat

Maserati’nin lüks ve sportif SUV modeli Levante’nin ilk müşteri teslimatı geçtiğimiz günlerde, Türkiye temsilcisi Fer Mas Oto tarafından yapıldı. 190 bin Euro’dan başlayan fiyata sahip Levante’nin ülkemizde teslimi yapılan ilk modeli, 3.0 litrelik V6 dizel, 275 HP gücünde motora sahip siyah renkte bir araç oldu. Adını hafif esintiden ansızın şiddetli bir fırtınaya dönüşebilen Akdeniz rüzgarından alan Maserati Levante, net ve akıcı yüzeylerden oluşan bir tasarıma sahip.

Elektrikli minibüs Almanya’da görücüye çıkıyor

Karsan, kapılarını yarın ziyaretçilere açacak olan IAA Hannover Ticari Araçlar Fuarı’nda, seri üretime hazır elektrikli Jest minibüsünü sergileyecek. İlk kez görücüye çıkacak olan elektrikli Karsan Jest, aynı zamanda tekerlekli  sandalye  alabilen, fabrika  çıkışlı ilk elektrikli  minibüs unvanına da sahip. Elektrikli çekiş sistemi sayesinde, dar şehir yollarında kullanıcılar için en çevreci çözümü sunuyor.

Avrupa’da pazar yüzde 7,8 büyüdü

AB (28) ve EFTA ülkeleri toplamına göre Avrupa otomobil pazarı 2016 yılı Ocak-Ağustos döneminde 2015 yılı aynı dönemine göre yüzde 7,8 arttı. 2015 yılı aynı döneminde 9.381.996 adet satış gerçekleşmişti. Türkiye’de ise pazar, bu dönemde %3,5 azalış ile Avrupa otomobil satışları sıralamasında altıncı oldu.


Michelin Türkiye’de nöbet değişimi

Michelin Grup bünyesinde çeşitli görevler üstlenen Manuel Montana, 1 Ağustos 2016 tarihi itibariyle Michelin Türkiye Genel Müdürü ve Binek ve Hafif Ticari Araç Lastikleri Ticari Direktörü olarak atandı. 2011 yılından bu yana Michelin Türkiye Genel Müdürü olan Marco Giuliani, görevini Manuel Montana’ya bıraktı. 

http://www.fanatik.com.tr/yazarlar/hirant-kasapoglu/toyota-proace-ile-yeni-musterilere-ulasacak/1253455


Tuesday, 20 September 2016

Bütçe Ağustos'ta 3.6 milyar lira fazla verdi



Bütçe Ağustos'ta 3.6 milyar lira fazla verdi

Maliye Bakanı Naci Ağbal, bütçenin ağustosta 3,6 milyar lira, yılın 8 ayında ise 4,9 milyar lira fazla verdiğini belirterek, "Geçen yılın ilk 8 ayında toplam bütçe fazlasının 639 milyon lira olduğu göz önüne alındığında, bu yıl bütçe performansında 4,2 milyar liralık bir iyileşme olduğu görülmektedir" ifadelerini kullandı.

Ağbal, yaptığı yazılı açıklamada ocak-ağustos dönemi merkezi yönetim bütçe uygulama sonuçlarını değerlendirdi.

Bütçedeki güçlü performansın sürdüğünü belirten Ağbal, ağustos ayında bütçenin hem aylık hem de kümülatif olarak fazla vermeye devam ettiğini kaydetti.

Bütçenin ağustosta 3,6 milyar lira, yılın 8 ayında ise 4,9 milyar lira fazla verdiğine işaret eden Ağbal, geçen yılın 8 ayında toplam bütçe fazlasının 639 milyon lira olduğu göz önüne alındığında, bu yıl bütçe performansında 4,2 milyar liralık bir iyileşmenin görüldüğünü bildirdi. Faiz dışı fazla performansına bakıldığında, ağustosta 8,4 milyar lira, ocak-ağustos döneminde ise 40,3 milyar lira fazla verildiğini belirten Ağbal, şöyle devam etti:

"Ağustos ayı bütçe performansındaki bu iyileşmenin ana belirleyicisi gelirler olmuştur. Ağustosta bütçe gelirleri bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 18,9 oranında artarak 50,9 milyar lira, vergi gelirleri ise yüzde 19,3 oranında artarak 45,4 milyar liraya ulaşmıştır. Ocak-ağustos döneminde bütçe gelirleri yıl sonu hedefimizle uyumludur.

Bu dönemde gelirler yıllık yüzde 15 oranında artarak 368,4 milyar liraya ulaştı. Dış ticaretteki zayıflığa bağlı olarak ithalden alınan KDV gelirleri zayıf seyretmekle beraber, kurumlar vergisindeki güçlü seyrin de etkisiyle toplam vergi gelirleri yılın ilk 8 ayında yüzde 10,9 artarak 298,1 milyar liraya ulaştı.

Ocak-ağustos dönemindeki harcamalar ise bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 13,7 artarak 363,5 milyar lira oldu. Bütçe giderlerindeki artışta, personel giderleri ve cari transferlerdeki artışlar belirleyici oldu."

Ağbal, kamu maliyesinin, Türkiye'nin sağlam ekonomik temellerinin oturduğu ana çıpa olduğunu vurgulayarak, "Bugün açıklanan sonuçlar da mali disipline bağlı olduğumuzun açık göstergesidir" görüşüne yer verdi.

AK Parti Çorum M.V. Salim USLU ; Maliye Bakanı Naci Ağbal ile Çorum'da Şeker Fabrikası'nın Üretim Kampanyasının açılışını gerçekleştirdi


Maliye Bakanı Naci Ağbal ile Çorum'da Şeker Fabrikası'nın Üretim Kampanyasının açılışını gerçekleştiren  M.V.  ;  Sosyal medya'da konya ilişkin değerlendirmelerde bulundu: 

"Pancar üreticimize bugüne kadar Ayni ve Nakdi olarak 20 milyon TL ödeme yapılmıştır. İşlenen pancardan 100.000 ton şeker,35.000 ton melas, 170.000 ton yaş pancar posası üretimi beklenmektedir. Çorum Şeker Fabrikamızın bu yıl işleyeceği şeker pancar miktarı 744.000 tondur. 76.650 dekarlık alan üzerindeki ürün miktarı 400.000 ton olup, çevre fabrikalardan 374.000 ton pancar alınacaktır. 7. Bölge şefliğimize bağlı 130 köyde 2.678 çiftçi tarafından 76.650 dekarlık alanda pancar ekimi yapılmaktadır. Çorum Şeker Fabrikamız Merkez, Alaca, İskilip, Kızılırmak, Osmancık, Sungurlu, Yerköy Bölge Şefliklerimizle sözleşmeli çalışmaktadır."

Monday, 19 September 2016

Uluslararası Boks Sıralaması Kurulu



Uluslararası Boks Sıralaması Kurulu (İngTransnational Boxing Rankings Board kısaca TBRB) Uluslararası Boks Sıralaması Kurulu, tüm sıkletlerde ve sıkletler arası ilk on sıralaması yapan kurumdur. Ekim 2012 yılında oluşturulan kâr amacı gütmeyen bir kurum Uluslararası Boks Sıralaması Kurulu, Yönetim Kurulu üyeliği, dünya boks istatistikçileri, dünya boks gazetecilerinden oluşur.[1][2] Uluslararası Boks Sıralaması Kurulu 43 üyeyi temsilen Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, İtalya, Filipinler, Nijerya, İrlanda, İskoçya, Kanada, Yeni Zelanda, Meksika, Norveç,İsveç, Japonya, Tayland, Avustralya, Arjantin ve Rusya bulunmamaktadır.[2]
Kurulu, sadece ödüllü şampiyonları ilk sırada gösterir. Şampiyon olmayanlar 2 üst sırada sırlanmıştır. Sekiz sıkletteki resmi dünya şampiyonları sırasıyla, ağır sıklette Wladimir Klitschko, hafif ağır sıkletteAdonis Stevenson, süper Orta sıklette Andre Ward, Orta Sıklette Miguel Cotto, Yarı Orta sıklette Floyd Mayweather, Jr., yarı velter sıklette Danny García, yarı tüy sıklette Guillermo Rigondeaux ve sinek sıklette Akira Yaegashi'dir.
Ayrıca tüm sıkletler göz önüne alındığında 1. sırada Floyd Mayweather, Jr. [3]. Boks istatistikçileri ve boks tarihçileri her ay tüm sıketlerde resmi sıralama yapmaktadırlar.[4]

Friday, 9 September 2016

ASEAN Zirvesi'nin Jeo-stratejisi ve Jeo-ekonomisi



ASEAN Zirvesi'nin Jeo-stratejisi ve Jeo-ekonomisi

Bu yıl Laos'un başkenti Vientiane'de gerçekleştirilen ASEAN Zirvesi'nde, ABD, AB, Çin, Japonya, Rusya, Avustralya gibi endüstrileşmiş ülkeler ile 620 milyon kişilik pazar hacmine sahip ASEAN birliği ülkeleri geniş kapsamlı ilişkilere imza atıyor.

ASEAN Zirvesi'nin Jeo-stratejisi ve Jeo-ekonomisi

CAKARTA - MEHMET ÖZAY
Laos, 6-8 Eylül günlerinde gerçekleştirilen Güneydoğu Asya Ülkeler Birliği (ASEANZirvesi’ne ev sahipliği yapıyor. Ülke delegasyonları ön toplantılar için 2 Eylül’den bu yana Laos’ta çalışmalarını yürütüyor. Bu nedenle, bu yıl dönem başkanlığını üstlenen, birliğin coğrafi ve nüfusça en küçük ülkesi Laos’un başkenti Vientiane bugünlerde yoğun bir ziyaretçi akınına maruz kalmış durumda. Bununla birlikte artık ASEAN denildiğinde akla sadece Güneydoğu Asya topraklarında yükselen on ülke gelmiyor. ASEAN-‘artı’ denilen yapılanmalarla, tek tek endüstrileşmiş ülkeleri, yani ABD, Çin, Japonya, Rusya, Avustralya, Kanada, Güney Kore, Hindistan ve Avrupa Birliği’ni birlikle bir araya getiren toplantılar gerçekleştiriliyor. Bu geniş çerçeveli oluşumlar, temelde Güneydoğu Asya topraklarının jeo-stratejisi ve jeo-ekonomisine tekabül ediyor. ASEAN tarihsel olarak coğrafi ve kültürel nüfuzundan ötürü Çin ile görece daha yakın ilişkiler geliştirmiş olsa da ve buna ilâve olarak bugün en büyük dış ticaret ortağı yine Çin olsa da, sayılan ülkelerin müdahil olmaya çalıştığı bir ağırlık merkezine dönüşmüş durumda. ABD devlet başkanı Barack Obama’nın zirvenin ilk günü yaptığı "Asya-Pasifik’ten bir yere gitmiyoruz" temalı konuşmadan da anlaşılacağı üzere, bölgedeki küresel rekabet giderek artıyor.

Küresel ekonominin akım alanı

Laos’taki toplantılarda gerek ASEAN, gerekse bölgedeki diğer ülkeleri ve küresel aktörleri ilgilendiren konularıyla ve ilgili ülkelerin katılımıyla çeşitli oturumlar gerçekleştiriliyor. Geçen yıl Malezya’nın dönem başkanlığında gerçekleştirilen ASEAN Ekonomi Birliği'nden (AEB) bu zamana kadar nasıl bir mesafe kat edildiğinin masaya yatırılmasında, Laos’taki toplantılar önem taşıyor. AEB ile bağlantılı olarak, üye ülkeler arasında tartışılarak karara varılması beklenen konu '2025 ASEAN Vizyonu' başlığını taşıyan bölüm olacak. Güney Çin Denizi’ne komşu dört ASEAN üyesi ülke ile Çin arasındaki egemenlik hakları tartışmaları, ilgili ülkelerce dile getirilmeyi bekliyor. Bunun yanı sıra, ABD başta olmak üzere, Laos’la ikili ilişkiler geliştirmek isteyen tarafların da uygun bir zemin arayacağına kuşku yok. Bu arayışta, son dönemde Laos’un birlik içerisinde hızla büyüyen ülkeler arasında bulunması ve bu noktada hâlâ ‘yatırıma aç’ olarak tanımlanan konumu kadar, buna koşut olarak alt yapı yatırımlarının desteklenmesi, eğitim ve teknoloji ithalatı ve ülke yönetiminin siyasi yapısının değişimine kadar uzanan bir ilgi alanı mevcut.
ASEAN dönem başkanı ülkelerin bir sorumluluğu da toplantıların başarılı geçmesi ve ASEAN’ın mümkün olduğunca parlak bir birlik olarak ortaya konulması. Laos’da bu görev başbakana düştü. Bu bağlamda, Laos Başbakanı Thognloun Sisoulith'in yaptığı konuşmada, ASEAN’ı sadece üye ülkeler nezdinde değil, küresel bağlamıyla da bir fırsatlar topluluğu olarak lanse etmesi dikkat çekiciydi. Başbakan bu vurgusunu, verdiği bazı rakamlarla destekledi. ASEAN'ın 620 milyon kişilik bir pazara ev sahipliği yapması, 2015 yılında 2.43 trilyon kâr eden ve bu kârını 2020 yılında 4.7 trilyon dolara çıkaracak bir piyasaya sahip olması, 2030’da dünyanın 4. büyük ekonomisi olmaya adaylığı gibi parametreler, pembe bir tablo ortaya koyuyor. Son dönemde dünyanın hızla büyüyen ekonomileri arasında ASEAN üyesi ülkelerin de olması, bu pembe tabloyu tamamlayan bir unsur.

Siyasi yönetimler ve halk ayrımı

Bununla birlikte, ASEAN’ın umut vaat eden yönünü ekonomi ve finans sektörlerine sıkıştırmak, bölge ülkelerinin ve halklarının geçirmekte olduğu değişim süreçlerindeki sancıların göz ardı edilmesi anlamını taşıyor. Öte yandan, genel itibarıyla bakıldığında, birlik ülkeleri arasındaki ekonomik yakınlaşmanın ve ortak yatırımların artırılmasını amaçlayan 2025 vizyonunun gerçekleştirilebilmesinin önünde de bazı ciddi zorluklar bulunuyor. Bunların başında, piyasa ekonomisi kurallarını kabul ettiğini iddia eden, ancak ekonomileri devlet teşekkülleri tekelinde olan ve giderek artan orta sınıflaşma eğilimlerine paralel olarak tüketim ekonomileri şeklinde seyreden bir toplulukla karşı karşıyayız. Serbest piyasa kuralları ile devlet kontrollü teşekküllerin varlığının doğurduğu çelişkiye, zayıf bankacılık sektörünün de eklendiği görülüyor. Birlik ülkelerinin büyüyen ekonomiler sıralamasında kayda değer yer edinmesi ise dış yatırımlar ve kamçılanan iç tüketim süreçlerininden kaynaklanıyor. Üretimde dış yatırımcıya bağımlı olan bu ülkelerde, yapısal sorunları olan bankacılık sektörlerinin teşviğiyle kredi kartı kullanımının artışı olumlu bir parametre gibi gözükse de, kitleleri tüketim kültürüne endeksleyen bu süreç, orta ve uzun vadede sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal sorunları da beraberinde getirebilir. Ekonomide devlet kontrolünü tercih eden siyasi yönetimler, kendi halklarına güven besleyerek sivil alanları genişletme konusunda da ‘cimri’ davranıyorlar. Bu anlamda birer ‘polis devleti’ dönüşerek halklarını kontrol altında tutmanın uğraşını veriyorlar. Hiç kuşku yok ki bu hususlar birliğin açmazları ve üstesinden gelinmesi gereken temel yapısal sorunlar olarak ortada duruyor. 

Tarihin tekerrürü ya da nerede kalmıştık?

Yukarıda değinilen ekonomik ve ticari parametreler açısından bugün ASEAN’la ilgili ortaya konan veriler, aslında bölge için yeni olgular değil. Batı’da Amerika kıtasını içine alan bölümü kadar, bugün adına Güneydoğu Asya toprakları denilen coğrafyayı da kuşatan ve yaklaşık 450 yıllık geçmişe sahip bir sömürgecilik dönemi ortada duruyor. Batılı sömürgecilerin, bir yanında Malay, öte yanında Budist ve animist dünyanın uzandığı bu coğrafya üzerinde ticari sömürgecilikle başlayan, akabinde siyasi sömürgeciliğe, yani emperyalizme evrilen yapılanmasındaki temel faktörler, bölge coğrafyasının bahşettiği zenginlik ve bölge halklarının ucuz iş gücü piyasasındaki rolleri olarak açıklanabilir.
Batılı unsurların öne çıkardığı kaynaklar ve iş gücü temelli açılımın karşısında, yerel liderler konumundaki krallar, sultanlar ve soyluları içine alan toplumsal kesimin oynadığı rol de yabana atılır gibi değil. Meselenin bir yanında sömürgeciliğin ve emperyalizmin ülkeye 'kazandırdığı' varsayılan 'değerler', öte yanında ise sömürgecilik sonrası bağımsızlık yıllarında ve bugüne ulaşan süreçte bölge yönetimleriyle halkları arasındaki ilişkiler duruyor. Bölgenin hâlâ bitmeyen, aksine kendini şu veya bu şekilde yenileyen kaynaklarına erişim ve bu kaynakların değerlendirilmesinde geniş üretici kesimlerin pay sahibi olup olmadığı da, ince elenip sık dokunması gereken bir başka konuyu oluşturuyor.

Lubnan Gazına Hazırlıklı Mıyız?




Lübnan, deniz alanlarında petrol ve doğal gaz aramacılığı için ilk ihale sürecini 2013 yılında başlatmıştı. 



Lübnan, deniz alanlarında petrol ve doğal gaz aramacılığı için ilk ihale sürecini 2013 yılında başlatmıştı. Ancak bu ihale süreci, belirlenen 10 parselden hangilerinin ihaleye çıkarılacağı ve ihaleye katılacak şirketlerle yapılacak anlaşma modeli bir türlü onaylanamadığı için planlandığı şekilde gitmedi. 
 
Nereden çıktı bu Lübnan gazı diye hayıflanmakta haklısınız. Lübnan’da henüz gaz çıkmıyor. Ama ya çıkarsa? Hele bir çıksın sonrasını düşünürüz türünden bir şey geçiyorsa aklınızdan bu yazıyı okumayın. 
 
Şimdilik uçuk görülebilir belki ama eğer çıkarsa Lübnan gazını Türkiye’ye getirmenin sağlayacağı faydaları düşündük mü hiç? Lübnan gazının Avrupa’ya nakli için en ekonomik ve en güvenli güzergah Türkiye olabilir mi? Enerji diplomasisi bunları şimdiden düşünmeyi gerektirmez mi? Düşünüyor muyuz? Büyük resim bize bakıyor ama biz büyük resmi görebiliyor muyuz? Bu tip sorular hiç merakınızı kaşıdı mı? Benimkini kaşıyor.
 
İHALE SÜRECİ PLANLANDIĞI GİBİ GİTMEDİ
 
Lübnan, deniz alanlarında petrol ve doğal gaz aramacılığı için ilk ihale sürecini 2013 yılında başlatmıştı. Ancak bu ihale süreci, önce yeni hükümet kurulamadığı, sonra cumhurbaşkanı seçilemediği, dolayısıyla belirlenen 10 parselden hangilerinin ihaleye çıkarılacağı ve ihaleye katılacak şirketlerle yapılacak anlaşma modeli bir türlü onaylanamadığı için planlandığı şekilde gitmedi. 

TOPLAM 46 ŞİRKET LİSTEYE ALINMIŞTI
 
2013 başlarında ihaleye çıkacağını duyuran Lübnan çok hızlı bir giriş yapmıştı. Ön yeterlilik için başvuran 16 şirketten 12 tanesi operatör, aralarında Türkiye Petrolleri’nin de bulunduğu 38 şirketten 34’ü de operatör harici olmak üzere toplam 46 şirket 18 Nisan 2013 tarihinde kısa listeye alınmıştı. İhaleye teklif verme sürecinin 2 Mayıs ila 2 Kasım arasında gerçekleştirilmesi, kazananların ise Şubat-Mart 2014 tarihinde açıklanması taahhüt edilmişti. O kadar emin adımlarla gidiliyor imajı veriliyordu ki ilk sondajın 2015 yılında yapılacağı ve hemen akabinde petrol ve gaz keşif haberinin gelmesi ümit ediliyordu. 
 
İHALE 3 NEDENDEN ÖTÜRÜ SES GETİRMİŞTİ
 
İhale 3 nedenden ötürü çok ilgi görmüş ve ses getirmişti. Birincisi, tek bir sondaj dahi yapılmamasına rağmen Lübnan Münhasır Ekonomik Bölgesindeki suların neredeyse tamamın iki boyutlu, yüzde 80’i ise üç boyutlu sismik araştırmayla taranmıştı. 
 
Verilerin değerlendirilmesi sonucu 2012 yılı ortasından beri telaffuz edilen muhtemel petrol ve gaz potansiyeli hakkındaki rakamlar iştah açıyordu: 700 milyar metreküp doğal gaz, 440-675 milyon varil petrol. İkincisi, eğer kağıt üstünde gözüken bu petrol ve gaz potansiyelinin yarısı bile bulunsa bu Lübnan için bir dönüm noktası demekti. Üçüncüsü, şirketlere sunulan koşulların çok cezbedici olması bekleniyordu. 
 
2013 yılının Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda yani 23 Nisan’da Lübnan Petrol ve Gaz Konferansında konuşma yapmak için Beyrut’taydım. Havaalanından toplantının yapılacağı yere giderken ana arterlerdeki büyük panolardaki reklamlar dikkatimi çekmişti ama Arapça bilmediğimden bir şey anlamıyordum. Sordum “Bunlar nedir?” diye. “Bilmiyor musun? Modern bir orduya, hızlı trenlerden oluşan bir demiryolu ağı, bedava sağlık ve eğitim hizmetlerine kavuşacağız. Çünkü artık bizim de petrolümüz var” cevabını alınca kendime bir çimdik attım. İki ay önce o zamanki Enerji Bakanı Gebran Bassil’in gazetelere verdiği “İşte beklediğimiz an geldi. Hep özlediğimiz bir fırsat bu, rüyamız gerçek oldu. Allah’a şükür bizim de artık petrolümüz var” demecine güldüğüm aklıma geldi. “Ne zaman sondaj yaptınız da buldunuz” diye gülümsemiştim. 
 
Toplantıda Lübnanlı üst düzey yetkililer tarafından Lübnan’ın gaz potansiyelinin en az 700 milyar metreküp olduğu söylendi. Konuşmacıların birbiri ardına pembe tablolar çizdikleri toplantı salonu Laz’ın biri sahneye çıkıp da “Bizim memlekette ‘dereyi görmeden paçaları sıvama’ diye bir atasözü vardır. Başka ülkelerde de buna benzer şekilde ‘ayıyı öldürmeden postunu satma’, ‘kuluçkadan çıkmamış tavukları sayma’ tabirleri de kullanılır” demesiyle sessizliğe bürünmüştü. “İki konuya dikkatinizi çizmek istiyorum” dedi Laz. “Birincisi, bu ihalenin belirtilen zaman aralarında gerçekleşme olasılığı çok zor ile imkansız arasında bir yerde. Çünkü daha ortada kesinleşmiş bir kontrat modelinin olmaması bir yana hala kurumsal alt yapı bile kurulmadı. İkincisi, ihale gerçekleşse bile 2020’den önce üretime başlamak mümkün olmadığından politikacıların kamuoyuna lanse ettiği imaj yarardan çok zarar getirebilir.” 
 
Bu sözler üzerine ön sıradaki dinleyicilerden biri “Bu adam aklını kaçırmış. Hangi ülkede konuştuğunu zannediyor?” demişti. Ne yazık ki, yalnız kendimiz gibi düşünen insanı akıllı kabul eder hale geldik. Bazı insanlar istediklerini duyarlar. Duymak istemediklerini hatırlamazlar. İstemediklerini unuturlar. 
 
İHALE 5 KERE ERTELENDİ VE YAPILAMADI
 
2 Mayıs 2013 tarihinde açılan ihale 5 kere ertelendi ve yapılamadı. Parseller ve anlaşma modeli konusundaki 2 kararname bir türlü onaylanmadığı için habire tarih verip ertelemek yerine, bu konular halledildikten sonraki 6 ay içinde ihalenin gerçekleştirilmesine karar kılındı. Ne zaman gerçekleştirileceğini kestirmek hala zor.
 
3 SAATLE SINIRLI KALAN BAKANLAR TOPLANTILARI SONUÇ GETİRMEDİ
 
Kolay iş değil tabii ki. 22 Mart 2013 tarihinde Başbakan Mikati hükümetinin istifasından 15 Şubat 2014’te şimdiki Tammam Salam hükümeti kurulana kadar ülkede politik boşluk doğmuştu. Neredeyse 2 yıldan fazla bir süredir Cumhurbaşkanı seçilemeyen bir atmosferde aylarca 3 saatle sınırlı bakanlar toplantılarında (ki gündemi genelde Suriye oluşturuyordu) 24 bakan, parseller ve anlaşma modeli konularında fikir birliğine varamıyorlardı. Düzenleme Kurulu vazifesini görecek Lübnan Petrol İdaresi’nin kurul üyelerini ve bu üyelerin maaşlarını belirlemek için aylarca müzakere yapılıyordu. 
 
İHALENİN ÇOK YAKIN ZAMANDA YAPILACAĞI HAVASI YARATILIYOR
 
Aslına bakarsanız, sorunun müzakere edilmesi için aralarında eski ve yeni enerji bakanlarının da bulunduğu bir komite kurulmuştu ama bu komite 2 yıldır toplanamadı. Böyle bir ortamda şip şak ihale yapılamayacağını düşünmek pek abes kaçmasa gerek. Baksanıza, ulusal bir petrol şirketi kurulsun mu? kurulmasın mı? tartışması halen devam ediyor. Bunlara rağmen, Lübnan’dan bir kaç aydır gelen havadisler (tesadüf eseri midir nedir bilmem ama Mayıs ayı sonunda Amos Hochsteın’ın Beyrut ziyaretinden sonra), mevcut sorunların çözülerek ihalenin çok yakında yapılacağı havasını yaratıyor. Bakalım reklamlar ne kadar daha devam ettikten sonra filme geri göreceğiz. Başka nedenler de var ama konuyu uzatmak istemiyorum. Türk edebiyatının acı biberlerinden biri olan Şair Eşref’le ilgili aşağıdaki hikaye durumu özetler nitelikte. 
 
Kırkağaç kaymakamlık binasının tamiri için Dahiliye Nezaretinden “Ne gibi masraf icap ediyorsa listesini bildiriniz” yollu bir emir gelince, Eşref “Binanın muhtelif yerleri akıyor” cevabını vermiş. Bunun üzerine tekrar bir emirle “Binanın nereleri akıyor? Ayrı ayrı yazınız” diye sorulur. Bu gibi kırtasiyeye yanaşmayan Eşref şu telgrafı çekmiş: “Binanın musluklarından başka her yeri akıyor!” 
 
DOĞAL GAZ VE PETROL POTANSİYELİ HAKKINDA TELAFFUZ EDİLEN RAKAMLAR ARTTI
 
İhalenin önünde engeller bitmek bilmezken, geçtiğimiz 4 yıl içinde Lübnan’ın doğal gaz potansiyeli hakkında telaffuz edilen rakam 700 milyar metreküpten 3.400 milyar metreküpe, petrol potansiyeli tahmini de 440 milyon varilden 850 milyon varile çıktı. 

KAÇ PARSEL İHALEYE AÇILACAK HENÜZ NET DEĞİL
 
Diğer yanda, 10 parselden yalnızca 5’İ mi (1, 4, 5, 6 ve 9 nolu parseller) yoksa tamamı mı ihaleye açılacak henüz net değil. Bu çok önemli çünkü 8 ve 9 nolu parseller İsrail’le ihtilaflı bir bölgede bulunuyor. Bakarsınız İsrail gibi Lübnan da polemik yaratmasın diye ihtilaflı bölgelerdeki parselleri ihaleye çıkarmaz. (İsrail’in Kasım ayında açacağı ihalede görücüye çıkacak 24 parselin hiç biri ihtilaflı bölgede değil).
 
İsrail’in Lübnan’la olan ve yaklaşık 850 km2’yi kaplayan Akdeniz’deki münhasır ekonomik alan (MEB) sorunu çok girişim yapılmasına karşın halen iki ülke arasında sorun olmaya devam ediyor. Mayıs 2013’te İsrail’deki Tamar sahasının 32 kilometre kuzey doğusunda (Lübnan sınırına 5 km) keşfedilen Karish doğalgaz sahasının Lübnan’ın MEB sınırları içine doğru uzanıp uzanmadığı konusunda İsrail ile Lübnan arasında söz düellosu yaşanmıştı. Bu konu zaman içinde kapandı veya biz öyle sanıyoruz.

2023 YILINDAN ÖNCE ÜRETİM BEKLEMİYORUM
 
Ben şahsen gelecekte Lübnan sularında doğal gaz ve/veya petrol keşfedileceğine inanmakla beraber 2023 yılından önce üretim beklemiyorum. 
Lübnan’da keşfedilecek gazın bir kısmı (aynı Güney Kıbrıs’ta olduğu gibi) ihraç edilmeyi gerektirecek. Dolayısıyla boru hattı, LNG ve CNG seçenekleri gündeme gelecek. LNG için iki alt seçenek mevcut. 
 
LNG TESİSİ KURULMASI VEYA YÜZER LNG VERİSYONU GÖRÜŞÜLECEK
 
Eğer yeteri kadar büyük bir gaz sahası keşfedilirse Lübnan kara parçasında bir LNG tesisi kurulması veya yüzer LNG versiyonu görüşülecek. Yok eğer keşfedilen gaz miktarı Afrodit gibi LNG tesisini rantabl kılacak miktarda değilse bir boru hattıyla başka bir LNG tesisine götürme seçeceği üzerinde durulacak. Kıbrıs’ta ileride kurulabilecek Vasilikos LNG tesisine gönderebilir mesela. Mısır’daki LNG tesislerine boruyla gitmesi mümkün değil çünkü İsrail böyle bir boru hattını MEB’sinden geçirtmez (Mısır’daki tesislerin o gaza ihtiyacı olup olmayacağı ve fiyat konularını bir kenara bırakalım). 
 
EN MANTIKLI YOL ARAP DOĞAL GAZ BORU HATTINI KULLANMAK
 
Maliyet kurtarırsa ve o zamana kadar teknoloji yaygınlaşırsa yüzer CNG de bir seçenek olarak görülebilir. Fakat gazı boru hattıyla civar ülkelere satmak çok daha cazip olabilir. En mantıklı yol şu anda atıl duran ve yıllık 10 milyar metreküp taşıma kapasitesine sahip Arap Doğal Gaz Boru hattını (AGP) kullanmak. Bu hatla gaz Ürdün’e, Mısır iç piyasasına veya oradaki LNG tesislerine, eğer o zamana kadar Suriye’de durum düzelirse Suriye piyasasına ve hatta Türkiye’ye de gidebilir. Türkiye’ye denizaltından Suriye veya Kıbrıs sularını geçerek bir boru hattı da döşenebilir. Gaz Türkiye’ye geldikten sonra Avrupa’ya bile gidebilir. Neden olmasın?
 
ÖNEMLİ OLAN SENARYOYU YAZABİLMEK
 
Öyle ya, ‘Türkiye, enerji konusunda bölgesinde önemli bir aktördür’ diye bir laf nasılsa dolaşıyor ortalıkta. Ben bu tip söylemleri pek hoş karşılamıyorum. Başrol dahi oynasa bir aktör kendisine biçilen görevi yerine getirmeye çalışır. Önemli olansa senaryoyu yazmak ve hatta fiiliyata döküldüğünde onu yönetmektir. Biz figüran mıyız, aktör müyüz, senaryo yazarı mıyız, yönetmen miyiz? Neden? Cevabı size bırakıyorum. Böylece makalemin başlığındaki soruyu da cevaplamış olacaksınız. 
Kalın sağlıcakla.
 

Who Is Maria Sharapova?


Who Is Maria Sharapova?

Maria Sharapova was born on April 19, 1987, in Nyagan, Russia. She started playing tennis at an early age and turned professional at the age of 14.
The young Maria picked up her first racket on the courts of the small resort town and returned here today to visit the place where it all began. As part of a court dedication ceremony in her honor, Maria, along with the help of local girls from the Evgeniy Kafelnikov Tennis Academy, reopened the court for play and spoke passionately about her early career, what the court means to her and what it means to be back home in Sochi for the Winter Olympics.

Sugarpova - Premium Line of Gummy Candies by Maria Sharapova
“I hit my first tennis ball on this court when I was 4 years old, so it definitely holds a special place in my heart.”
In 2007, a shoulder injury sidelined Sharapova and contributed to a series of losses, but she was still ranked among the top 5 women’s tennis players at the end of that year. Her shoulder injury continued to plague her game, sidelining her in 2008. In 2009, Sharapova had surgery to repair the injury and after a year of rehabilitation and a string of losses, she started to make a comeback in 2011 when she finished the year ranked 4, her first top 5 finish since 2007.
In June 2012, Sharapova defeated Sara Errani in the women’s French Open, becoming the 10th woman to complete a career Grand Slam, winning all four major tennis tournaments.
At the 2012 Summer Olympic Games—Sharapova’s Olympic debut—she won a silver medal in women’s singles, losing the gold to American tennis star Serena Williams. Sharapova came in second to Williams the following year at the French Open. She lost the singles titles to Williams in the finals. That June, Sharapova made a less-than-impressive showing at Wimbledon. She only made it as far as the second round of competition.
“The Olympics is one of the most important times in an athlete’s career,” said Maria Sharapova. “I can’t wait to see all the athletes take their game to the next level, especially in sub-zero temperatures. I’m looking forward to the start of the tournament and wish the best of luck to the Russian athletes. Now it is their time to show the world how to Play Russian.”
“I’m not the next anyone, I’m the first Maria Sharapova.”
Off the court, Sharapova’s beauty and popular appeal have led to major commercial endorsements with companies including Nike and Tiffany & Co. Sharapova began a relationship with Slovenian professional basketball player Sasha Vujacic in 2009. After a year of dating, the couple announced that they were engaged in October 2010. During a post-match conference at the 2012 U.S. Open, she announced that the engagement was off and that her relationship with Vujacic had ended.
As the world’s eyes turn to Sochi this month, Sharapova is excited for the action to start on her own turf. Having represented Russia at London 2010, she has experienced first-hand how incredible it is to compete on such a global stage.

İngiltere'de medya İslamofobiyi körüklüyor mu?


İngiltere'de medya İslamofobiyi körüklüyor mu?

İngiltere'de yaklaşık 3 milyon Müslüman yaşıyor ve onların ezici çoğunluğu İngiliz vatandaşı olmaktan gurur duyuyor. O yüzden medya haber yaparken Müslüman çoğunluğun görüşlerini dikkate almalı.
İngiltere'de medya İslamofobiyi körüklüyor mu?
İngiltere nüfusunun önemli bir kısmının Müslümanlara nefret, bağnazlık ve şüpheyle yaklaştığı mevcut ortamda, medyanın İslamofobiyi körüklemede herhangi bir rol oynayıp oynamadığını sorgulamak mühim.

İngiliz medyası İslam’ı ve Müslümanları adilane resmetmiyor

İnsan, medya çalışanlarının, gazetecilik vazifelerini yerine getirirken daha sorumlu olmasını bekliyor, fakat maalesef ki İngiliz medyasında İslam ve Müslümanların adil bir şekilde resmedildiklerini göremiyoruz. Meselâ, geçen seneki Paris saldırılarından sonra The Sun gazetesi, yayımladığı bir anket haberinde, her beş İngiliz Müslümandan birinin DAEŞ teröristlerine sempati beslediği iddiasını manşete taşıdı. The Sun, bu haberde, İngiliz Müslümanlarının Suriye'de savaşanlara yönelik tavrına dair bir anket sorusunu yanlış yorumlamıştı, çünkü soru, sadece DAEŞ tarafında savaşanları kastetmiyordu. Ayrıca aynı şirketin gayrı-Müslimlerle yaptığı daha önceki bir ankette de, ankete katılan kişilerin yüzde 14'ünün Suriye'de savaşan Müslümanlara sempati duyduğu ortaya çıkmıştı. "Sempati" kelimesi, haberde "DAEŞ'e destek" anlamında kullanılmıştı, fakat Suriye iç savaşına dâhil bulunan çok sayıda grup var ve "sempati" hislerinin sadece DAEŞ'e yönelik olduğu imasında bulunmak, gerçeğin yanlış yansıtılması anlamına geliyor.
İngiliz Müslümanlarının adaletsiz bir şekilde haberleştirilmesinin diğer bir örneği, İşçi Partisi'nde Antisemitizm üzerinden yaşanan kavgayla Londra belediye başkanlığı seçim kampanyasında İslamofobi konusunun medyaya yansımaları arasındaki çelişkilerdi. Bu iki durum arasındaki çelişki bizi, neyin ırkçılık olduğunu ve toplumumuzdaki iki menfur ırkçılık türü olan Antisemitizm ve İslamofobiyi ölçmede farklı parametreler olup olmadığını sorgulamaya sevk ediyor. İşçi Partisi'nden birkaç politikacının Yahudilerle ilgili yaptığı hiç de hoş olmayan yorumlar, her çeşit haber yayın organında enine boyuna işlendi, fakat büyük ölçüde göz ardı edilen şey, Londra belediye başkanlığı seçimlerinin, seçimi kaybetmekte olan Tory Partisi’nin adayı Zac Goldsmith tarafından, İşçi Partili rakibi ve şu anda Londra Belediye Başkanı olan Sadık Han'a yönelik çok çirkin bir İslamofobi kampanyasına dönüştürülmüş olduğuydu. Goldsmith, özellikle Daily Mail'e yazdığı ve 7/7 (2005) bombalı saldırılarının fotoğraflarının eşlik ettiği makalesinde, Sadık Han'ın teröristlerle ilintili olduğu imasında bulunmuştu. Bazı medya organlarında, bir Müslüman fert hakkında herhangi bir olumsuz durum söz konusu olduğunda, anında onun inancını konu etme kültürü var; halbuki suçu irtikap eden bir gayrı-Müslimse, onun inancı hemen hiçbir zaman mesele edilmez. Medya, Goldsmith'in Yahudi bağlantısını gündeme getirmemekte ne kadar haklıysa, kimsenin bu tür küçük meselelere takılmamasının beklendiği bir toplumda Han'ın itibarını tezyif etmek için onun Müslüman kimliğinin kullanılması o derecede şaşırtıcıdır. Diğer bir örnek de, Ulusal Öğrenci Birliği (NUS)'un ilk siyahi Müslüman başkanı olarak seçilmesinden sonra Malia Bouattia'ya yönelik medyada başlatılan saldırılardır. Bu haberlerde, Bouattia'nın DAEŞ'i kınamayı reddettiğine dair yanıltıcı suçlamalar yer almış, Bouattia bu iddiayı şiddetle reddetmişti.
Ana akım İngiliz medyasının İslam'ı ve Müslümanları sunuş tarzı, sıradan Müslümanların hayatlarına ciddi ölçüde etki ediyor. Gazetecilerin, Müslümanlara yönelik nefret suçlarının azaltılmasında oynamaları gereken çok önemli bir rol bulunuyor, ama onların İslam'a ve Müslümanlara yönelik ortaya koydukları temsillerin, durumu daha da kötü hale getirdiğine dair öneriler mevcut. Cambridge Üniversitesi'nde son yapılan bir araştırmaya göre medya, esasen, İngiliz Müslümanlara yönelik artan düşmanlığı körüklüyor. İngiliz Müslüman Konseyi'nin sözcüsü Mikdad Versi, geçtiğimiz günlerde yazdığı bir makalede Müslümanlar hakkında kullanılan kışkırtıcı başlıklar ve haberlerin bir dökümünü verdi ve bu yayınların editörlerinin "medyadaki bu probleme sahip çıkmalarını ve onu çözebilmek için bir anlamı olacak adımlar atmalarını" istedi. Baker ve arkadaşları tarafından 2013'te yapılan 'medyanın İslam söylemi' konulu araştırma, İngiliz medyasının bazı mensuplarının, radikallerin ekmeğine yağ sürdüğü, zira teröristlerin de İslâm'ın bu tarz olumsuz medya temsillerini, gençleri, dinlerine savaş açılmış olduğu imasıyla Batı karşıtlığı konusunda nüfuz altına alabilmek için kullandığı neticesine varmıştı.

Ayrımcılıklar arasında ayrım mı yapılıyor?

Son yayımlanan kitabımda, Yahudilik, İslam ve Hıristiyanlığın İngiliz medyasındaki tasvirlerindeki dil ve iktidar arasındaki ilişkiyi inceledim. Araştırmamda, örnek haber metinlerine dair evvela kendi dil analizimi yaptım ve, algılarını veri olarak toplayabilmek için, aynı haberleri dindar olan ve olmayan gruplara gösterdim. Medyanın büyük çoğunluğunun, üç dini farklı işlediklerini, İslâm'ı ise diğer ikisinden çok daha olumsuz bir şekilde temsil ettiklerini çalışmam net bir şekilde göstermişti. Etnosentrizm, İslam ve Müslümanlar hakkında böylesi olumsuz haberlerin en temel sebeplerinden biri olduğu ortaya çıktı. Seküler İngiliz medyasında bu etnosentrik tutum, İngiltere'deki Müslüman gazetecilerin orantısız derecede düşük olan sayısına bağlanabilir. Londra'daki City Üniversitesi'nin bir raporuna göre İngiltere'deki Müslüman nüfus yüzde 5 olmasına rağmen İngiliz gazetecilerin sadece binde 5'i Müslüman.
Medyanın inanmamızı istediği şeyin aksine, güncel bir ankete göre İngiltere'deki etnik azınlıkların yüzde 93'ü bu ülkeyle ilgili olumlu duygulara sahip, burada yaşamaktan dolayı gurur duyuyor ve İngiliz siyasi sistemine saygı besliyor. Essex Üniversitesi Sosyal ve Ekonomik Araştırma Enstitüsü'nün 2012'de yaptığı diğer bir araştırmaya göre Müslümanlar İngiliz olmaktan dolayı (yüzde 83), genel topluma göre (yüzde 79) daha büyük oranda gurur duyuyor. Ne yazık ki medya, İngiliz Müslümanlara dair bu gerçek resmi aktarma konusunda başarısız olmuştur.

Medya Müslüman çoğunluğun görüşlerini esas almalı

İfade özgürlüğü demokrasimizin temel taşlarından biridir, fakat bu özgürlük esasen sorumluluğa bağlıdır. İngiltere'de yaklaşık 3 milyon Müslüman yaşıyor ve onların ezici çoğunluğu İngiliz vatandaşı olmaktan gurur duyuyor. O yüzden medyanın, İslam ve Müslümanlarla ilgili haber yaparken Müslüman nüfusun çoğunluğunun görüşlerini dikkate alması çok önemli. Medya çalışanlarının, modern küresel siyasete bağlı olarak âdeta zincirinden boşanma süreci yaşayan ve giderek artan derecede kutuplaşan bir toplumdaki vazifelerinin önemini anlamaları gerekiyor. Hassas konularda habercilik yaparken sorumlu davranmak son derecede önemlidir. Müslümanlar, İngiliz toplumunun ayrılmaz bir parçasıdır ve medya da, bu çeşitliliği pekiştirme hususunda pozitif bir rol oynayabilir ve toplumlar arasındaki bölünmelere hizmet etmek yerine birliğe katkıda bulunabilir.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
Dr. Selman Azami, Liverpool Hope Üniversitesi'nde İngiliz Dili alanında öğretim üyesidir. Araştırma alanları çift-dillilik, eğitimde dil, dil, din - medya ve reklamcılık dilidir. 'Medyada Din Temsilleri: Linguistik Bir Analiz' (Palgrave) isimli kitabı geçtiğimiz günlerde İngiltere'de yayımlanmıştır.




Thursday, 8 September 2016

Kanuni Sultan Süleyman’ın defnedildiği yer kesin olarak bulundu



KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’IN DEFNEDİLDİĞİ YER KESİN OLARAK BULUNDU

Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, 1566 yılındaki Zigetvar kuşatması sırasında hayatını kaybeden Osmanlı padişahı ’ın iç organlarının defnedildiği yerin kesin olarak bulunduğunu açıkladı.

Resmi temaslarda bulunmak üzere 'da bulunan Kaynak, 'ın türbesinin TİKA tarafından yapılan çalışmalar sonucu bulunduğunu belirterek, ''Hocamızın verdiği bilgilere göre hem yapı malzemesi hem de yapının formülü itibariyle yüzde 100 emin olabileceğimiz bir netice elde edildi. Bu projeyi TİKA finanse etti. Burada aynı zamanda Macar bilim insanları da görev aldı. Bu hem bizim hem de Macar tarihi için önemli bir kazanımdır.'' diye konuştu.
Türkiye Proje Ekip Başkanı Prof. Dr. Ali Uzay Peker de geçen yıl yapılan kazılarda bazı bulgulara ulaştıklarını dile getirerek, ''Bu yıl Haziran ve Temmuz aylarında yaptığımız çalışmalar neticesinde türbenin yanındaki hem tekkeyi hem de camiyi ortaya çıkardık. Yapı kompleksi olarak Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesi kesin olarak ortaya çıkarılmış oldu.'' ifadelerini kullandı.
ÖLÜMÜ GİZLENDİ
Zigetvar Kalesi'nin kuşatması sırasında hayatını kaybeden Kanuni Sultan Süleyman'ın ölüm haberi askerler arasında moral bozukluğu yaratmaması için gizlendi. Cesedi bozulmasın diye iç organları çıkartılarak otağının bulunduğu yere gömüldü. Bedeni ise muhasaradan sonra İstanbul'a getirilerek Süleymaniye Cami avlusundaki bugünkü yerine gömüldü.
Kanuni'nin ölümünden sonra tahta geçen 2. Selim, babasının iç organlarının gömülü olduğu yere türbe, etrafına da külliye yaptırdı. 150 yıl kadar kalan bu yapılar daha sonra Zigetvar Kalesi'ni işgal eden Habsburg askerleri tarafından yıkıldı. Daha sonra Macarlar tarafından bu bölgeye türbe anlamına gelen "Turbek" ismi konuldu. Türbenin üzerine yapıldığı tahmin edilen kilisenin adına da Turbek Kilisesi denildi.

AA
http://www.ahaber.com.tr
http://www.ahaber.com.tr/gundem/2016/09/07/kanuni-sultan-suleymanin-defnedildigi-yer-kesin-olarak-bulundu

Kış saati uygulaması yürürlükten kaldırıldı, saatler ileri alınmayacak


ARTIK SAATLER İLERİ ALINMAYACAK

Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre, gün ışığından daha fazla yararlanmak amacıyla yaz saati uygulamasına her sene yıl boyu devam edilecek

Gün ışığından daha fazla yararlanmak amacıyla yaz saati uygulamasının her sene yıl boyu sürdürülmesine ilişkin karar, Resmi Gazete'de yayımlandı.
Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 6 Eylül 2016 tarihli ve 24005 sayılı yazısı üzerine, Günün Yirmi Dört Saate Taksimine Dair Kanun'un 2. maddesine ilişkin değişikliği içeriyor.
Buna göre, Bakanlar Kurulu Kararı'nda şu ifadelere yer verildi:
"Gün ışığından daha fazla yararlanmak amacıyla bütün yurtta 27 Mart 2016 Pazar günü saat 03.00'ten itibaren bir saat ileri alınmak suretiyle başlatılan yaz saati uygulamasının, her yıl, yıl boyu sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Gün ışığından daha fazla yararlanmak amacıyla saatlerin düzenlenmesi hakkındaki, 14 Mart 2016 tarihli ve 8589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'nda yer alan '30 Ekim 2016 Pazar günü saat 04.00'ten itibaren bir saat geri alınması' ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır."
İlgili hüküm gereğince 27 Mart 2016 Pazar günü saat 03.00'ten itibaren bir saat ileri alınmak suretiyle başlatılan yaz saati uygulaması her sene yıl boyu sürdürülecek ve kış saatine geçilmeyecek.
Söz konusu karar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının ilgili yazısı üzerine, 697 sayılı kanunun 2. maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu tarafından 7 Eylül'de alındı.
http://www.ahaber.com.tr/yasam/2016/09/08/kis-saati-uygulamasi-yururlukten-kaldirildi-saatler-ileri-alinmayacak
http://www.ahaber.com.tr

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts