Tuesday, 4 October 2016

Oromia’da neler oluyor?



Oromia’da neler oluyor?

Etiyopya'nın Oromia bölgesinde hükümet karşıtı protesto gösterisinde çıkan izdihamda 52 kişi öldü. Oromia ve Amhara bölgelerinde siyasi ve ekonomik dışlanmalardan yakınan halk, Çin ile ABD'nin Afrika boynuzundaki rekabetinden de etkileniyor.
Oromia’da neler oluyor?
ADDİS ABABA - İbrahim Tığlı
Yaklaşık 3 milyon Oromialı, yeni baharın gelişini kutlamak için başkent Addis Ababa’ya 47 km uzaklıktaki (eski adı Debrenzeit olan) Bishoftu bölgesinde bir araya geldi. Irreecha günü olarak adlandırılan bu özel gün, sadece baharın gelişini kutlamak için yapılan bir tören değil, aynı zamanda dini bir özellik de taşıyor. Bu tören aynı zamanda Protestan ve Ortodoks Oromia halkının birlikte kutladığı bir dini festival.
Festivalde dini gruplar geçit töreni yaparken kalabalık grup birden bire Oromia dilinde “Yeter” anlamına gelen “Didne, didne” sloganları atmaya başladı. Ellerini başlarının üzerinden zincirlenmiş olarak gösteren kalabalık grup ”Adalet istiyoruz”, “Özgürlük istiyoruz” diye bağırarak protestoya başladı. Hükümet güçlerinin gösteriye tepkisi göz yaşartıcı gazla karşılık vermek oldu. Polis ve askerler havaya ateş açmaya başladılar. Binlerce insan kaçışmaya başladı. Bir taraftan silah sesleri geliyor, diğer taraftan ise insanlar etrafa kaçıyorlardı. Fakat kaçacak yerler oldukça sınırlıydı. Yüzlerce kişi çıkan izdihamda yaralandı. Bir çok insan gölle askerler arasında sıkıştığı için, kendisini sert yamaçlardan göle bıraktı. Yetkililer ve bazı bağımsız kaynaklar tarafından İzdihamda ölenlerin sayısının 50-60 civarında olduğu açıklandı. Haberin internete düşmesiyle birlikte olaylar kontrol edilemez bir hale geldi. Sosyal medya kullanıcıları ve bazı basın yayın kuruluşları ölü sayısının en az 500 olduğunu ve ölenlerin çoğunluğunun polis kurşunları sonucu hayatını kaybettiği duyurdu.
Etiyopya'da 2015’in kasım ayından beri gösteriler devam ediyor ve ülke için geri dönülemez bir kargaşa döneminin başladığı görülüyor. Bishoftu olayı, Etiyopya açısından bir kırılganlık döneminin başladığının ilk işareti değil. Daha önce 7 Ağustos’ta Amhara bölgesinde de benzer olaylar yaşanmıştı. Fakat bu olayın en önemli farkı başkente çok yakın bir yerde gerçekleşmesi ve uluslararası kuruluşların artık Etiyopya’da yaşanan olayları dikkatle izlemeye başlamış olmaları. Hükümet her ne kadar ölü sayısını 52 olarak açıklasa da artık Etiyopya hükümetinin haber ağından daha güçlü bir sosyal medya ağı var. Son iki gündür konuştuğumuz bir çok yabancı gazeteci ve diplomat, Etiyopya’da yaşanan olaylardan endişe duyduklarını dile getirmeye başladı. Herkes Afrika Birliği’nin başkenti Addis Ababa’da böyle bir olayın yaşanmasından dolayı şaşırmış durumda.
Olayların Addis Ababa'da ya da başka bir şehirde olmasının fazlaca bir önemi yok. Sonuçta bir kargaşa yaşanıyor ve çatışmalar veya izdiham sonucunda insanlar hayatını kaybediyor. Taraflar olayı başlatmakla birbirlerini suçluyor: Muhalif gruplar polisin göstericilere ateş açtığını, hükümette ise muhalefetin dini bir etkinliği bir gösteriye dönüştürdüğünü söylüyor.
Etiyopya’da yaşanan bu vahim olayın hem etnik hem siyasi hem de küresel boyutları var ve bu boyutların birbirinden bağımsız bir şekilde ele alınması mümkün değil. Yaşanan gerginlikleri sadece etnik bir çatışma olarak görmek, sorunun arkasındaki asıl problemlerin görülmemesine sebep olacaktır.

Oromia halkı ne istiyor?

Oromialılar 100 milyonluk Etiyopya nüfusunun neredeyse yarısını oluşturmakta. Başkentleri eski adıyla Nazareth, yeni adıyla Adama. Oromia yüz ölçümü bakımından da ülkenin en eyaletlerinden biri. Bu geniş coğrafyada 45 milyonu aşkın nüfusuyla Oromialılar yaşıyor. Temel geçim kaynakları tarım ve hayvancılık. Fakat toprakları son yıllarda bir sanayi şehrine dönüştürülmeye başlandı. Olayların çıktığı Bishoftu da son yılların en rağbet edilen sanayi şehirlerinden biri. Başkent Addis Ababa, Oromia aleyhine genişliyor. Geçen Kasım ayında yüzlerce Oromialı çiftçinin toprağına el konuldu ve çiftçiler kendilerine gösterilen yeni topraklardan pek de hoşnut olmadı. Oromia halkı işgal edildiğini düşündükleri topraklarını hükümetten geri istiyor. Yaklaşık bir yıldır, 200’den fazla Oromia kasabası ve şehrinde, göstericiler hükümete taleplerini iletmek için protestoda bulundular. Protestocular hükümetin kendilerini dinlemediğini, şikayetlerinin ve isteklerinin dikkate alınmadığını iddia ediyor. Oromia bölgesinde işsizliğin oldukça yüksek olduğunu, hükümetin artan işsizlik karşısında herhangi bir şey yapmadığını söylüyorlar.
Oromialıların karşı çıktığı hususlardan biri de hükümetin Oromia kültürüne ve kimliğine yönelik tavrı. Etiyopya’nın nüfus açısından en büyük etnik topluluğunu oluşturmalarına rağmen, dillerinin resmi dil olarak kabul edilmemesinden şikayetçiler. Okullarda Oromia kültürü yerine, hükumetin Etiyopya kimliği adı altında Amhara ve Tigray dilini öğrettiğini söylüyorlar.
Oromia sorununun arkasında, 1991 yılındaki bağımsızlık sonrası politikaların önemli bir yeri var. Tigray ve Eritre halkının Mengistu yönetimine karşı mücadelesine Oromia ve Amhara halkının fazla destek vermediği, şu anda yönetimde olan Tigray elitleri tarafından hep iddia edildi. Tigray Özgürlük Cephesi Mengistu rejimini devirince, Oromia ve Amhara halkına yönetimde pek yer vermedi. Ülkeyi yaklaşık 25 yıldır Tigray elitleri yönetiyor. Federal bir sistem olmasına rağmen, eyaletlerde bile elit Tigray yöneticilerin etkisini görmek mümkün. Bürokratların ve askeri yöneticilerin çoğunluğunun Tigraylı olması sadece Oromialıların değil, diğer büyük etnik topluluk olan Amhara’nın da tepkisini çekiyor.
Eğer Etiyopyalıların yüzde 8’ini oluşturan Tigraylar, Oromia ve Amhara halkına daha fazla temsil hakkı verseydi, sorunun bu kadar büyümeme olasılığı vardı. Fakat iki hafta önce Oromialı yöneticilerin görevden alınması ve yerlerine merkezden yöneticilerin atanması, Oromia halkının Etiyopya’ya yönetenlerin merkeziyetçi bir devlet anlayışını benimsedikleri yorumlarını da beraberinde getirdi.
Etiyopya’da 547 sandalyeli ulusal bir meclis bulunuyor. Bu meclisin bir kaç sembolik üyesi dışında üyeleri tamamen Tigraylilerden oluşuyor. Tigraylar siyasi olarak etkili oldukları gibi, ekonomik olarak da etkililer. Ekonominin yüzde 80’i Tigreylilerin elinde. Oromia ve diğer bölgelerin ekonomide yalnızca yüzde 20’lik bir etkileri var ki bu etki genellikle küçük ölçekli sanayi kuruluşlarında görülüyor.

Oromia'da küresel rekabet

Oromia sorunun arkasında bir de 'küresel rekabet' var. İç savaş sonrası devletin yapılanmasına en önemli desteklerden birini ABD verdi. Eski devlet başkanı Males Zenavi, ABD ve diğer küresel güçlerle olan ilişkileri çok iyi yönetti. Gerektiğinde Batı devletlerinin yanında yer alarak, gerektiğinde ise bağımsız bir devlet politikası izleyerek farklı küresel güçlerle işbirliğini artırmaya çalıştı. Etiyopya, ABD’nin Afrika boynuzunda en fazla destek verdiği ülke. ABD, Etiyopya’yı yanında tutarak Sudan, Eritre ve Somali devletlerindeki mevcut gidişata yön verdi. Cibuti’ye askeri yardım yapan, Etiyopya’dan kalkınma ve insani yardımlarını esirgemeyen ABD’nin bölgedeki en önemli partneri oldu. Ancak Zenavi yönetimi, ABD’nin Etiyopya’ya bu kadar ilgi duymasından rahatsız olarak Çin ile de bir yakınlaşma süreci başlattı. Fakat bu yakınlaşma Çin ve Etiyopya arasında sadece ekonomik bir işbirliğyle sınırlı kalmadı, sosyal ve siyasi bir işbirliğini de beraberinde getirdi. Çin’in Etiyopya’da 500’den fazla büyük ölçekli fabrikası bulunmakta. Tren ve karayollarını artık Çinliler yapıyor. Çinlilerin yaptığı Cibuti ile Addis Ababa tren yolu bu hafta açılacak. İlk Etiyopya otomobili Çin’in desteği ile faaliyete geçiyor.
Etiyopya teröre karşı savaşta ABD’nin bölgedeki en önemli destekçisiydi. Artık Etiyopya Çin’den aldığı cesaretle, daha bağımsız politikalar geliştirme hevesinde. Dikkat edilirse ABD’nin Etiyopya’daki olaylara dikkat çekmesi 2013’den sonra başladı. Artık ekseninden kaymaya başladığını gören ABD, medyanın gücü sayesinde Etiyopya’da yaşananları dünya gündemine getirecek. ABD’nin henüz Oromialılara yönelik fiili bir desteği görülmemekte, fakat silah desteği verirse kısa sürede Etiyopya bir 'iç savaşa' sürüklenebilir.
Etiyopya yönetiminin, Oromia sorunun artık bölgesel bir sorun olmadığını görmesi gerekiyor. İnsan hakları kuruluşları ve BM'ye bağlı kuruluşlar şimdiden Etiyopya’yı insan hakları konusunda uyarmaya başladı. Etiyopya’daki durum kötüye gitmeye başlarsa, Batı darbe seçeneklerini de düşünebilir. Etiyopya’da devlet geleneği çok güçlü olmasına rağmen, Batıda bu işlerde epey tecrübe kazanmış aktörlerin bulunduğunun da bilinmesi gerekiyor.
Etiyopya’da yüzden fazla etnik bir topluluk yaşıyor. Etiyopya halkının yarıya yakını Müslüman. Hem etnik hem de dini unsurlar arasında bir bütünlüğün gerçekleşmesi elzem. Artık problemleri çözmek için uzlaşı, barış, adalet gibi kavramların daha fazla kullanılması gerekiyor. Tabi bu konularda bütün tarafların da samimi olması elzem.

Monday, 3 October 2016

Tüketici Fiyat Endeksi, Eylül 2016 : Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) aylık %0,18 arttı




Friday, 30 September 2016

Wushu Gençlik Oyunlari ve Teknik hata











Wushu Gençlik Oyunlari ve Teknik hata

Selam
Sevgili spor severler bu yazıyı yazarken ve yazmadan önce çok düşündüm, olayin kisisel egolara ve kavgalara sebebiyet verip vermeyeceğini analiz etmeye çalıştım ve şuna karar verdim ki, ulke prestiji ve uluslararasi temsili benim kisisel kaygimdan dahada önemli ve önem arz ediyor.
Şöyle ki, 11-19 Mart 2014 Tarihinde yapilacak olan 5.Dunya gençler şampiyonasinda dereceye giren kata gorilerden Sanda da ilk 8 e giren ve Taoluda ilk 6 ya giren sporcular dunya gençlik oyunlarina katilacaklar
Iwuf un (Dunya Wushu Federasyonu) sitesinde de yazili olan ve katilim şartlari belirtilen Sanda da 16.18 yas gurubu, 56, 60 ve 70 kg lar, ve Taoluda belirtilen 16.18 yaş gurubu katagoriler.
 
Peki son yapilan Turkiye Gençler Wushu Şampiyonası sonrasi açıklanan ve kampa çağrılan katagorilerde buna ne kadar onem verilmiş ve dikkate alınmıştır.
Sanda da 70 kg yok sayılmış ve Taoluda ise sadece 2 sporcu çağrılmış durumda.
 
Bunun bir açiklamasi yok, izahida yok, teknik manada bu incelendiginde, bu gune kadar sanda katagorisi n de, son yillarda yapilan 2010 ve 2012 Dunya gençler şampiyonalarinda alinan madalyalar, hep ust kg lerden, alt katagorilerde hep bos geldik, ve asya ulkeleri alt kg larda hep madalyalari topluyor, küçük olmalarininda arti bir avantaji var, bu nedenle teknik ekibin yaptığı bu secimde iki turlu hata var ve bu ulusal federasyonlarin kurulus gayelerine ve uluslararası yapmasi gereken is ve islemlere aykırı.
 
Bir federasyon un asil gayesi ve amaci, kurulus felsefesi itibari ile, spor dalinin aktivitelerinin artirilmasi, ulusal ve uluslararasi arenada ulkeyi en iyi şekilde temsil etmektir.
Wushu sporu ve spordali kuruldugu gunden bu zamana gecen surede bunu yapma gayretinde oldu, ve bugune kadar Sanda da, 1999 yilinda Ibrahim Ozcan ile dunya 2.ligi, 2007 yilinda Huseyin Dundar ile Dunya sampiyonlugu ve 2011 Yilinda Taoluda Elif Akyuz ile Dunya sampiyonlugu kazanarak surekli on pilanda ve dunyada ilk siralarda yeraldi.
Tabi Avrupa Sampiyonalari ve Gencler dunya şampiyonalarinda Sanda ve Taoluda alinan basarilar ise bu trendin yukselmesinde buyuk etken oldu,
2011 Dunya Sampiyonasinda Sanda da 4 Final oynayan ve Taoluda Altin Alan sporcularimiz sayesinde, Dünya siralamasinda 5. Olduk.
Ayni Turkieye ve 2011 de final oynayan sporcuları,  2013 yılında yapılan 12. Dünya Wushu Şampiyonasinda finale dahi yaklaşamadan sakatlanarak elendiler, ve 4 aylik kamp suresi sonun da sporcularin maca sakat çıkmaları ise ayri bir tartisma konusu.
2013 Dünya Şampiyonası sonrası Taolu’da Elif in 2.ciligi ve Sanda da kızların 3 cülük dereceleri ile birden 13 basamak düşerek Dünyada 18 ci sıraya gerilerdik.
Taoluda Elif 2.ci oldu ve Sanda da, kizlarimizdan derece geldi ve hala Taoluda tek sporcumuz var ve devami gelmiyor, Elif Akyüz sakatlansa ne olacak, ikinci Elif nezaman yetişip bugune yetişecek bunu iyi analiz edip çalışmaları bu noktada yogunlastirmak gerekmiyormu.
Bu yaziyi okuyan ve farkli acidan dusunecek olanlara söyleyeceğim tek şey var, oda bugun Wushu Merkez Hakem Kurulunda Kemal Yolcu olmasa da, 1000 kusur hakem icerisinden, en az, 100 Tane Kemal Yolcu cikar, kurumlar bunu yapmadikca başarı kisel olarak kalir ve devami gelmez.
Kemal Yolcu
Wushu Antrenor ve Hakem

Thursday, 29 September 2016

Yabancı yatırımcının gözünde Türkiye 'yatırım yapılabilir' ülke



Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in kredi notunu indirme kararına rağmen yabancı yatırımcılar ekonomik temellere odaklanarak Türkiye’yi “yatırım yapılabilir” ülke olarak görmeye devam ediyor.

Yabancı yatırımcının gözünde Türkiye 'yatırım yapılabilir' ülke

LONDRA - Gökhan Kurtaran
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in kredi notunu indirme kararına rağmen yabancı yatırımcılar, ekonomik temellere odaklanarak Türkiye’yi “yatırım yapılabilir” ülke olarak görmeye devam ediyor.
Moody's cuma gecesi Türkiye'nin uzun vadeli yabancı para cinsinden kredi notunu “yatırım yapılabilir” seviyenin altına indirdiğini açıkladı. Temmuz ayında FETÖ’nün darbe girişiminin ardından kuruluşun Türkiye’nin notunu negatif izlemeye almasıyla başlayan 90 günlük belirsizlik süreci bu şekilde sonuçlanmış oldu. Peki gerçekten Türkiye artık yatırımcı nezdinde yatırım yapılabilir ülke olarak görülmüyor mu?
Kararın motivasyonunu bir kenara bırakıp yatırımcının Türkiye algısına baktığımızda, ülkeyi uzun yıllardır yakından takip eden yatırımcıların reel ekonomik temellere bakarak, uzun vadeli düşündüğünü söylemek mümkün. Şu ana kadar eldeki veriler, piyasaların ilk işlem gününde verdiği tepki, yabancı ekonomistlerin değerlendirmeleri Türkiye’nin tüm bölgesel gelişmelere rağmen hala yatırımcılar için cazibesini korumaya devam ettiğini açık bir şekilde gösteriyor.

Kredi derecelendirme kuruluşlarının olumsuz etkisi sınırlı

Dünyanın tüm önemli şirketleri ve ülkeleri ağırlıklı olarak ABD merkezli üç kredi derecelendirme kuruluşu (Fitch Ratings, Moody’s ve Standard & Poor’s) tarafından derecelendiriliyor. Bu derecelendirmenin asıl amacı, borç alan veren arasındaki itibarı, bir anlamda borcu ödeyebilme gücünü ölçebilmek. Hem ülkeler hem de şirketler bu şekilde dış borçlanmaya gidebiliyor, borcun süresi, miktarı ve faizi genelde bu derecelendirme ve görünüme göre belirleniyor.
Türkiye söz konusu olduğunda ise dünyanın üç büyük kredi derecelendirme kuruluşunun aşırı temkinli bir tavır içerisinde bulunduğu uzun yıllardır bilinen bir gerçek. Özellikle ekonomik büyüme tahminleri konusunda kuruluşların kıdemli analistleri bile artık bunu kabul ediyor. Bu yüzden hemen her yıl büyümede yukarı yönlü revizyonlar yapılıyor. Her ne kadar bu kuruluşların raporlarını yazan analistler bazen gelişmeleri anlamakta, Türkiye’nin ekonomik dinamiklerini okumakta zorlansalar da Türkiye’nin temel mali göstergeleri, düşük kamu borcu, görece güçlü büyüme ve iç talebi, uzun vadeli yabancı yatırımcı için fırsat sunuyor. Bu yüzden de derecelendirme kuruluşlarının not kararlarının olumsuz etkisi son derece sınırlı kalıyor. Kısacası yabancı yatırımcı küresel düşük büyüme ve negatif faiz ortamında gelişen piyasalarda fırsat ve kar arayışını sürdürüyor.

"Türkiye’nin herhangi bir sistemik riskle karşılaşacağını düşünmüyorum"

Geriye bakıldığında Türkiye’nin 2001 krizi dahil olmak üzere borç ödeme geçmişinin sorunsuz olduğu rahatlıkla görülebilir. Kısacası bölgesel risklerdeki yükseliş bile son yıllarda borcun geri ödenmesinde herhangi bir engel oluşturmadı.
Örneğin Moody’s’in not kararı sonrasında AA'ya konuşan Nomura Orta ve Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi Stratejisti Timothy Ash, “İyi haber şu ki önümüzdeki belirsizlik ortadan kalktı. Şimdi piyasalar yeniden fiyatlama yapabilir. Ben Türkiye’nin bu karar sonrasında herhangi bir sistemik riskle karşılaşacağını düşünmüyorum. Belki bir miktar para çıkışı olabilir ama gelişen piyasalara yönelen asıl sermaye daha fazla kazanç getireceği düşüncesiyle yeniden giriş yapacaktır. Türkiye’nin mali rasyolarında herhangi bir bozulma, ya da kredibilitesini etkileyebilecek, dış finansman açısından risk oluşturabilecek bir tehdit görmüyorum" diye konuştu.
Moody’s’in not kararının ardından haftanın ilk işlem günündeki piyasa tepkisinin son derece yumuşak olduğunu vurgulayan Ash, “Bazıları için ilginç olabilir ama piyasalardaki sınırlı tepki Moody’s’in öngördüğünün tersine Türkiye’nin dayanıklılığını ve güçlü temellerini yansıtıyor. Hatta bazı yatırımcılar satın almak için Moody’s belirsizliğinin dağılmasını bekliyordu" ifadelerini kullandı.
1999 yılından beri Türkiye’yi yakından izleyen Ash’in görüşleri yabancı yatırımcılar tarafından da paylaşılıyor. Örneğin uluslararası piyasalarda “yatırım gurusu” olarak bilinen Franklin Templeton Yönetim Kurulu Başkanı Mark Mobius, darbe girişimden sadece günler sonra Türkiye piyasalarında yatırım fırsatı arayışında olduğunu söylemiş, "Kişisel olarak Türkiye’ye daha yakından bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Acele etmiyoruz şu anda, ama aynı zamanda tabii ki oradaki yatırım fırsatlarını arıyoruz” ifadelerini kullanmıştı.
Aynı doğrultuda Japon kredi derecelendirme kuruluşu Japan Credit Rating (JCR) Eurasia Başkanı Orhan Ökmen da Moody’s’in kararına rağmen Türkiye’yi hala yatırım yapılabilir ülke konumunda gördüklerini söyledi.

Güney Afrika ve Türkiye kıyaslaması

Moody’s’in değerlendirmesine göre Türkiye’nin kredi notu (Ba1) ile Güney Afrika’nın kredi notunun (Baa2) iki basamak altında bulunuyor. Oysa Güney Afrika’nın ekonomik büyümesi Türkiye’nin aksine neredeyse durmak üzere. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) projeksiyonlarına göre Güney Afrika’nın bu yıl sonunda yüzde 0,1, gelecek sene ise en iyi ihtimalle yüzde 1,0 oranında büyümesi bekleniyor.
Buna rağmen Moody’s Başkan Yardımcısı Zuzana Brixiova geçen hafta Güney Afrika’nın kasım ayındaki değerlendirmesinde kredi notunun düşürülmesi ihtimalinin üçte bir seviyesinde olduğunu söylemişti. Bu da demek oluyor ki, IMF tarafından mayıs ayında önce yüzde 0,6’ya sonra yüzde 0,1’e çekilen Güney Afrika’nın notunun korunması ihtimali, notun azaltılmasından daha yüksek bir olasılık. Üstelik Moody’s’in Güney Afrika için büyüme tahminleri de son derece düşük. Moody’s bu yılın sonunda Güney Afrika’nın yüzde 0,2 gelecek yıl ise 1,1 oranında büyümesini bekliyor. Öte yandan Moody’s, Türkiye’nin notunun indirildiğine ilişkin açıklamasında bile Türkiye’nin 2016-2019 yılları arasında ortalama yüzde 2,7 oranında büyümesinin beklendiğini belirtiyor.
Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre ise Türkiye’nin bu yılın sonunda yüzde 3,8 oranında büyümesi bekleniyor. Peki büyümeyen Güney Afrika nasıl olur da Türkiye’den daha “yatırım yapılabilir” olarak değerlendirilebilir? Bu soruya verilecek yanıt, Moody’s’in kararının hangi 'saiklerle' alındığını da ortaya koyacak. 

Dünya 'beş'ten büyüktür: BM'de reform gerekliliği


Beş daimi üyenin veto hakkı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ve genelde BM’nin işlevsizleşmesinin, etkisizleşmesinin en önemli nedenlerinin başında geliyor.

Dünya 'beş'ten büyüktür: BM'de reform gerekliliği
İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni dünya düzeninin kurulmasının parametrelerinin tartışıldığı Bretton Woods Konferansı’nın en önemli sonuçlarından biri de, Birleşmiş Milletler’in (BM) 1945 yılında kurulmasıydı. Finans’ta Uluslararası Para Fonu (IMF), Kalkınma’da Dünya Bankası’nın kurulmasının yanı sıra, BM de, barışa yönelik tehditleri önlemek, güvenliğe katkı vermek ve barışın sürdürülebilir olmasının öncülü görülen uluslararası ekonomik ve sosyal işbirliğini oluşturmak amacıyla kuruldu.
Barış ve güvenlik, ekonomik ve toplumsal kalkınma, çevre, uluslararası hukuk, insani yardım ve sağlık alanlarında faaliyet gösteren BM’nin, bugün 193 üyesi bulunuyor. BM, ana organları olan Genel Kurul, Güvenlik Konseyi (BMGK), Ekonomik ve Sosyal Konsey (EKOSOK) ve diğer komiteleriyle üye ülkelere görüş sunabilecekleri, uluslararası işbirliği ve diyalogu artırıcı forumlar sunuyor. Bu yapıların yanı sıra Yönetim Konseyi, Uluslararası Adalet Divanı ve Genel Sekreterlik BM’nin diğer ana organları olarak işlev görüyorlar.

Daimi üyelerin veto hakkı BM'yi işlevsizleştiriyor

Bununla birlikte, BM’nin en fazla tartışılan organının, Güvenlik Konseyi olduğunu vurgulayalım. Uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması ve sürdürülmesinde en önemli uluslararası forum olma niteliği taşıyan Güvenlik Konseyi, İkinci Dünya Savaşı'nın galipleri olan beş daimi (ABD, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, Birleşik Krallık ve Fransa) ve 2 yıllık dönemler için seçilen 10 ülke olmak üzere 15 üyeden oluşuyor. Kurulduğu yıl BM’ye katılan Türkiye 1951-52, 1954-55, 1961 ve 2009-2010 yıllarında BMGK geçici üyeliğini yürüttü. Konsey’in karar alabilmesi için beş daimi üyenin oy kullanması şartı ile 9/15 oranı gerekiyor ve daimi üyeler mutlak veto yetkisine sahip.
Beş daimi üyenin veto hakkıGüvenlik Konseyi’nin ve genelde BM’nin işlevsizleşmesinin, etkisizleşmesinin en önemli nedenlerinin başında geliyor. Bir üyenin vetosunun karar alma sürecini kilitlemesi, işlevsizleşme ve etkisizleşme sürecinin önemli bir nedeni. Hatta, beş üyeden üçünün (ABD, Britanya, Fransa) Batı’yı, ikisinin (Rusya, Çin) Avrasya’yı temsil etmesi, ya da bu alanlarda olması ve Batı-Avrasya arasında farklı, hatta zıt görüşlerin değişen koşullar içinde giderek artması, Güvenlik Konseyi’nin, beş üye değil, aslında birbirlerine zıt fikirde ve çıkarda olan “üç+iki üye”den oluştuğu fikrinin güç kazanmasını sağlıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya, hızla değişen, dönüşen, küreselleşen bir dünya. Batı’dan Doğu’ya (Asya’ya) “gücün ve kapasitesinin kaydığı ve yaygınlaştığı”; Türkiye’nin de dahil olduğu “kilit ülke ve bölgesel güçler”in öneminin giderek arttığı; güvenlik ve ekonomik krizlerden açlık ve iklim değişikliğine kadar çok ciddi sorunların yaşandığı küreselleşen dünyada, güvenlik ve barış alanının beş ülkenin veto hakkına bırakılması kabul edilemez bir hatayı ortaya çıkartıyor.

BM krizlere yanıt veremiyor

1995’te Bosna krizinde yaşanan trajediye yanıt vermede BM işlevsiz kaldı. 11 Eylül sonrası dünyada, işgal edilen ülkelerde yalana, sorunlara yanıt vermemesiyle bu durumun daha da derinleştiğini gördük. Bugün Suriye’de yaşanan ölümlere, mülteci akınına, yıkıma BM bir yanıt veremiyor. Ortadoğu ve Afrika’da yaşanan iç savaşlar ve çökmüş devlet sorunlarında, terör ve şiddet nedeniyle yaşanan insan trajedilerinde, BM’nin ve Güvenlik Konseyi’nin etkin ve etkili yanıtları ortaya çıkartamadığını görüyoruz.
Yaklaşık yirmi yıldır, BM, yaşanan insan trajedilerine çözüm olmada işlevsiz ve etkisiz bir örgüte dönüşmüş durumda. BM ve Güvenlik Konseyi’nin reform edilmesi, ertelenemez bir gereklilik, ama bu reform, BM’nin idari ve politik yapısı nedeniyle bir türlü hayata geçirilemiyor. İç savaşlar, terör, şiddet, bugün Suriye’de ve dünyanın farklı yerlerinde büyük katliamlara ve dramlara yol açıyor, insani güvenlik yerini “varlıksal güvensizliğe” (ontological/existantial insecurity) bırakıyor, ama BM ve Güvenlik Konseyi, vetolarla, karar vermedeki tıkanıklıklarla uğraşıyor.

Küresel güvenlik rejimi ihtiyacı

Bugünün küresel dünyası ve bu dünyanın yaşadığı kriz ve çalkantı ile BM ve Güvenlik Konseyi’nin yapısı arasındaki makas giderek açılıyor. Bu nedenle, Türkiye’nin, “Dünya Beşten Büyüktür” mesajı ve çağrısı, doğru ve yerinde bir çağrı. Beş ülkenin yanı sıra, bugünün küresel dünyasının,Türkiye de dahil, kilit aktörlerinin karar alma süreçlerinde daha etkin olduğu BM ve Güvenlik Konseyi’ne gereksinim içindeyiz. BM ve Güvenlik Konseyi reformu, bugünün küresel dünyasının içerdiği güvenlik sorunları içinde artık kaçınılmaz bir gereklilik.
Artık Soğuk Savaş’ın “iki kutuplu” ve bu savaşın temel aktörleri ve güç merkezleri olan ABD ve SSCB arasındaki “güç dengesi”ne dayalı bir dünyada yaşamıyoruz. Küreselleşen dünya çok kutuplu bir dünya; tek bir dünya liderinin olmadığı bir dünya; doğru, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi hala güçlü ve kapasiteli aktörler, ama onların dışındaki güçlü ve kilit aktörlerin de karar alma süreçlerinde etkin olduğu “küresel güvenlik rejimini”ne gereksinim içindeyiz. Devlet güvenliği kadar insan ve çevre güvenliğinin de önemli olduğu, farklı aktörlerin içinde etkin hareket ettiği ve katılımcı, hızlı karar alabilen bir güvenlik rejimi kurulmadıkça, barış ve güvenliğin sağlanması olanaklı gözükmüyor.
Risklerin ve belirsizliğin yüksek olduğu küresel dünyamızın güvenliği, aktörlerin çıkarlarına ve vetolarına bırakılmamalı. Her vetonun daha fazla insan katliamı ve trajedisi anlamına geldiği bugün, BM ve Güvenlik Konseyini reform etmek, ancak çoğulculuk, katılım ve ahlaki benlik ile mümkün olabilir.

Derecelendirme kuruluşlarının reytingi azalıyor



Küresel yatırımcıların hiçbir hesap verme yükümlülüğü olmayan derecelendirme kuruluşlarına duyduğu güven giderek azalıyor.

Derecelendirme kuruluşlarının reytingi azalıyor

WASHINGTON - Gülbin Yıldırım
Dünya ekonomisini krize sürükleyen hataları Oscarlı filmlere konu olan kredi derecelendirme kuruluşlarının hiçbir hesap verme yükümlülüğünün olmaması, yatırımcıların bu kuruluşlara güvenini giderek azaltıyor.
Derecelendirme sektörünün "Büyük Üçlü"sü olarak bilinen Standard and Poor's,Moody's ve Fitch Ratings, piyasalar üzerinde sahip oldukları etkinin yanı sıra aldıkları manipülatif ve yanlı kararlar nedeniyle tartışma konusu olmaya devam ediyor.
Verdikleri kredi notlarıyla milyonlarca şirket ve yüzlerce ülkenin borçlanma maliyetlerini ve yatırım pozisyonlarını etkileyen "Büyük Üçlü"nün yeterli denetime tabi tutulmaması ciddi sorunlara yol açabiliyor.
Firmaların ve ülkelerin borç yükümlülüklerini karşılama kapasitesini ölçmek amacıyla kurulan bu kuruluşların, yegane sorumluluklarını yerine getirmeyerek, 2007'de ABD'de başlayıp bütün dünyaya yayılan finansal krizi tetiklediği Hollywood filmlerine dahi yansıyan bir gerçek...
Christian Bale, Brad Pitt ve Steve Carrell gibi ünlü aktörlerin rol aldığı Oscarlı film "Büyük Açık"taki (Big Short) bir sahne, kar amacı güden kredi derecelendirme kuruluşlarının çarpık işleyişini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor.
Gerçek hayattan sinemaya uyarlanan filmde konut sektöründe yanlış bir şeyler olduğunu anlayan hedge fonu yöneticisini canlandıran Steve Carell, S&P'nin New York'taki merkezine gider ve batık mortgage kredilerinden oluşan türev ürünlere neden en yüksek kredi notunu (AAA) vermeye devam ettiklerini sorar. S&P çalışanı bu soruya önce yanıt vermek istemese de ısrarlar karşısında en sonunda pes ederek, "Biz AAA vermezsek anında Moody's'e giderler" yanıtını verir.

S&P 1,5 milyar dolar ödedi

Kredi derecelendirme şirketlerinin objektif değerlendirme yapmak yerine karlarını maksimuma çıkarma amacını taşıdıkları filmlerden önce elbette resmi soruşturmaların konusu oldu.
ABD Kongresi, Borsa ve Menkul Kıymetler Komisyonu (SEC) ve Adalet Bakanlığı gibi birçok kurumun açtığı soruşturmalar, S&P ve Moody’s'in karlarını artırmak için batık mortgage kredilerinden oluşan türev ürünlere hak etmediği halde en yüksek notları vererek yatırımcıları yıllarca yanılttığını ortaya koyuyor.
S&P, bu nedenle geçen yıl ABD hükümetine 1,5 milyar dolar uzlaşma bedeli ödemek zorunda kalmıştı.

Moody's'e hala ceza yok

Öte yandan, S&P ile aynı hataları işleyen Moody's henüz herhangi bir ceza ya da uzlaşma bedeli ödemek zorunda kalmadı. ABD Adalet Bakanlığının şirkete yönelik soruşturması 2014'ten bu yana devam ediyor.
Burada dikkati çeken nokta ise S&P'nin soruşturmalar öncesinde ABD’nin kredi notunu tarihinde ilk kez en yüksek seviye olan AAA’dan AA+ ya düşürmüş olması... Dünyada büyük yankı yaratan karar, ABD Başkanı Barack Obama tarafından sert şekilde eleştirilirken, ülkenin Hazine Bakanlığı da not indiriminin iptalini talep etmişti.
Kararından geri adam atmayan S&P ise Obama yönetiminin kısa süre sonra başlattığı soruşturmaları, not indirimine karşı "misilleme" olarak niteleyerek karşı dava açmıştı. Şirketin daha sonradan bu davadan vazgeçmesine rağmen piyasalarda Moody's ve Fitch Ratings'in S&P ile aynı akıbeti yaşamamak adına federal hükümetin kapanmasına rağmen ABD'nin notunu indirmediği yorumları yapılmıştı.
Birçok uluslararası yatırım uzmanı, adı geçen kredi derecelendirme kuruluşlarının her yıl borç tavanı ve bütçe krizleri yaşayan ABD'ye hala en yüksek kredi notunu vererek imtiyaz gösterdiğini düşünüyor.
Örneğin, piyasaların "efsane yatırımcı" şeklinde tanımladığı Jim Rogers, S&P'nin ABD'nin kredi notu indirmesinden daha önce şu değerlendirmeyi yapmıştı: "ABD'nin AAA notunu çoktan kaybettiğini herkes biliyor. Amerika dünya tarihinin en borçlu ülkesi. Moody's ve S&P bunu henüz anlamamış olabilir ancak yatırım dünyası ABD'nin AAA'ya layık olmadığının farkına uzun süre önce vardı."

Avrupa borç krizini kötüleştirdiler

Kredi derecelendirme kuruluşlarına yönelik eleştiriler sadece ABD'deki faaliyetleriyle sınırlı değil. 
Avrupa Birliği (AB) bu kuruluşları, 2008'de Yunanistan'dan başlayarak İspanya, İrlanda, Portekiz ve İtalya'ya yayılan "Avro Krizi"nden ötürü suçluyor.
Sektörün yüzde 95'ini kontrol eden "Büyük Üçlü"nün Avro Bölgesi üyelerinin kredi notlarını düşürmekte aşırı agresif davranmasının krizi derinleştirdiğini öne süren yetkililer arasında Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Mario Draghi gibi tanıdık isimler de var.
Draghi, 2012 yılında Avrupa Parlamentosu'na yaptığı konuşmada kredi derecelendirme kuruluşlarının kredi notlarının ülkelerin gerçek itibarını yansıtmadığını kaydetmişti.
Ayrıca, Almanya Başbakanı Angela Merkel, AB Başkanı Jose Manuel Barroso​, eski ECB Başkanı Jean Claude Trichet ve Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble da derecelendirme kuruluşlarının kararlarını ve işleyişini eleştiren Avrupalı yetkililer arasında yer alıyor.
Buna ilaveten, Avrupa Komisyonu, piyasaların kredi derecelendirme kuruluşlarına bağımlılığını azaltacak ve sektördeki rekabeti artıracak çalışmalarını sürdürüyor.

"Tecrübeli yatırımcı sadece kredi notuna güvenmez"

ABD'nin önemli düşünce kuruluşlarından Dış İlişkiler Konseyi'nin Kıdemli Uzmanı Sebastian Mallaby, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, kredi derecelendirme kuruluşlarının neden olduğu sorunları çözmekte en etkili yolun yatırımcıların körü körüne kredi kuruluşlarının notlarına güvenmek yerine kendi araştırmalarını yapmaları olacağını belirtti.
Şu an Illinois eyaletindeki bir yerel yönetimin Üst Düzey Finans Yöneticisi olan eski Moody's analisti Ivan Samstein ise tecrübeli hiçbir yatırımcının tek başına kredi notlarına güvenmeyeceğini vurgulayarak, "Tecrübeli bir yatırımcıysanız sadece kredi notlarına asla bel bağlamazsınız, piyasalar bunu çok iyi biliyor" dedi.
Mott Capital Management'ın Portföy Müdürü Michael Kramer da "Yatırımcılar artık kredi derecelendirme kuruluşlarının notlarına bakmak yerine ilgilendikleri şirketin veya ülkenin mali göstergelerine bakmayı tercih ediyor" değerlendirmesini yaptı.

Türkiye'nin kredi notu gücünü yansıtmıyor



Moody's'in notu indirmesiyle "Ba1" kredi notu grubunda yer alan ülkeler arasına katılan Türkiye'nin, makroekonomik göstergeler açısından kendi grubundaki birçok ülkeden pozitif ayrışması dikkati çekiyor.

Türkiye'nin kredi notu gücünü yansıtmıyor

STANBUL - Handan Güneş
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody's'in notu indirmesiyle "Ba1" kredi notu grubunda yer alan ülkeler arasına katılan Türkiye, makroekonomik göstergeler açısından bakıldığında Gayrisafi Yurt içi Hasıla (GSYH) büyüklüğü ve büyüme oranıyla öne çıkıyor.
Ekonomik göstergelerin ve piyasaların Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz'daki darbe girişimi öncesi seviyelere kısa sürede dönmesine rağmen Türkiye'nin "yatırım yapılabilir" seviyedeki notunu değiştiren Moody's, Macaristan, Azerbaycan, Rusya, Portekiz, Kosta Rika, Paraguay, Guatemala ve Fas'ın da kredi notunu "Ba1" seviyesine çekmişti.
Moody's, Macaristan'ın uzun vadeli kredi notunu 16 Eylül 2016'da, Portekiz'in 3 Temmuz 2016'da, Azerbaycan'ın 29 Nisan 2016, Rusya'nın 22 Nisan 2016'da, Kosta Rika'nın 25 Şubat 2016'da, Paraguay'ın 20 Mart 2015'de, Guatemala'nın 20 Haziran 2014'te ve Fas 23 Mart 2010'da "Ba1" seviyesine indirmişti.
Moody's'in not çizelgesine göre, üst seviye yatırım yapılabilir grubunda bulunan ülkeler "Aaa", " Aa1", "Aa2" ve "Aa3" kredi notlarıyla derecelendiriliyor. Orta seviye yatırım yapılabilir grubundaki ülkelerin kredi notları "A1", "A2" ve "A3" şeklinde belirlenirken, alt seviye yatırım yapılabilir grubundaki ülkeler "Baa1", "Baa2" ve "Baa3" olarak sıralanıyor. Moody's için bu seviyenin altı "yatırım yapılamaz (çöp)" seviye olarak adlandırılıyor. Bu gurupta ise sırasıyla "Ba1", "Ba2", "Ba3", "B1", "B2", "B3", "Caa", "Ca" ve "C" notları bulunuyor.
Moody's, cuma akşamı Türkiye'nin uzun vadeli kredi notunun, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) darbe girişiminin ardından 18 Temmuz'da başlatılan negatif izleme sonucu "Baa3"ten "Ba1"e revize edildiğini bildirdi.


Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projesinde sona gelindi


Kars Valisi Doğan, "Bakü-Tiflis-Kars demiryolu inşaatında sona yaklaşıldı. Nasip, kısmet olursa bu yıl sonu itibarıyla test sürüşlerine de başlayacağız." dedi.

Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projesinde sona gelindi

KARS
Kars Valisi Rahmi DoğanBakü-Tiflis-Kars demiryolunda sona yaklaşıldığını ve yıl sonunda test sürüşlerine başlanacağını söyledi.
Vali Doğan, gazetecilere yaptığı açıklamada, tren hattında altyapı çalışmalarının hızlı bir şekilde devam ettiğini belirtti.
Tarihi İpek Yolu'nun bu çalışmalar neticesinde eski canlılığına kavuşacağını ifade eden Doğan, "Bakü-Tiflis-Kars demiryolu inşaatında sona yaklaşıldı. Nasip, kısmet olursa bu yıl sonu itibarıyla test sürüşlerine de başlayacağız. Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun en önemli özelliği, Çin'den Avrupa'ya gidecek olan tüm malların bu hat üzerinden taşınacak olması. Dolayısıyla eski tarihi İpek Yolu'nun, tarihi demiryolunun bağlantısı kopuk olan kısmı da bu bağlantıyla sağlanmış olacak." diye konuştu.
Muhabir: Cüneyt Çelik

Wednesday, 28 September 2016

Tiflis Gezi Rehberi: Gürcistan'ın kalbi Tiflis'ten buram buram tarih kokan bir tur...


Gürcistan'ın kalbi Tiflis'ten buram buram tarih kokan bir tur getirdim size :) Az ama öz sayılabilecek turlarımdan biriydi kendisi. Koskoca bir şehri tek bir güne sığdırmayı başardım. Bunda tüm turistik yerlerin birbirine yakın olmasının büyük bir payı vardı.
Peki, nasıldı Tiflis? Başlayayım hemen anlatmaya. Öncelikle başkent olmayı hak eden bir ağırlığı var Tiflis'in. Ağır başlı, yaşlı ve kendinden emin bir şehir. Batum kadar hareketli değil kendisi. Hatta denizi olmadığı için benim için eksik bir şehir sayılır; fakat kendine göre değerli tarafları da var... 

Tiflis'de ulaşım

Sarp Kapısı'ndan geçiş yaptıktan sonra Batum ile Tiflis arası yaklaşık 6 saat sürüyor. Bunlara molaları da dahil edersek yarım saat ya da bir saat fark edebilir. Tren ile giderseniz yolunuz yaklaşık 5,5 saat sürecektir. Uçak ile de giderseniz bu süre 20 dakikaya inecektir.

Yol durumu

Araba ile gitmeyi tercih ederseniz yolda çok dikkatli olmanız gerekiyor. Çünkü Gürcülerde ''durmak, yol vermek'' gibi kavramlar yok. Hani derler ya: ''Paşaya kelle mi yetiştireceksin?'', işte tam olarak Gürcüler'in araba kullanması bu sözün bir özeti gibi. İnanılmaz hızlı kullanıyorlar. Ayarsız bir şekilde sollayabiliyorlar. Ayrıca direksiyonları hem sağda hem solda olan arabalar olduğu için trafik akışı karışabiliyor. O yüzden Tiflis yoluna gidecek kişi keskin virajlara, ani frenlere ve durmayacak olan arabalara alışkın olmalı. Tiflis'in merkezinde yürüyerek gezebilirsiniz. Çünkü gezilecek yerler birbirine yürüme mesafesinde kalıyor. Şehir içinde ille bir ulaşım aracına binmek istiyorsanız, mutlaka finikülere binin. Finiküler üç kişi için tek yön 5 lari.

Konuşulan dil

Gürcistan'da malumunuz ana dil Gürcüce. O yüzden Gürcüceniz varsa avantajınız büyük. Gürcüceye hakim değilseniz de İngilizce sizi kurtarır. Ayrıca Tiflis'te Azeriler de fazla olduğu için Türkçe de size yardımcı olabilirler.

Para birimi ve para bozdurma

Para birimi Lari. 1 Lari an itibariyle 0,76 TL ediyor. Tiflis'e gittiğinizde kesinlikle merkezi yerlerde bozdurmayın, kazıklanabilirsiniz. Mutlaka daha içlere girip paranızı bozdurun. Batum'dan geçecekseniz de para bozdurma işini Batum'da halledin.

Gezilecek yerler

Barış Köprüsü: Tiflis'in en afilli noktalarından biri diyebiliriz. Kura Nehri üzerine kurulu olan köprü, Tiflis'e farklı bir hava katmış. Köprü üzerinden nehri izlemek ise büyük bir keyif.
Kartlis Deda:
Tiflis'te bulunan bu heykel, şehre indiğinizde size ''Hoşgeldin!'' diyor. Bir elinde kase, diğer elinde ise kılıç bulunuyor. Bu heykele ulaşmak için teleferiğe binebilirsiniz.
Rike Park: 
Köprünün diğer tarafında yer alan bu park, dinlenmek için muhteşem bir alan. Aynı zamanda finikülere de buradan binebilirsiniz.

Narikala Kalesi:
Kartlis Deda'nın heykelinin bulunduğu bölümde bulunan kale Tiflis'in önemli turistik yerlerinden biri. Aynı zamanda, Tiflis'i izleyebileceğiniz alanlardan da biri. Ayrıca o bölümde Metekhi Katedrali bulunuyor.
Eski Tiflis:
Eski Tiflis, adından da anlaşılacağı gibi Tiflis'in tarihi dokularını içinde barındıran bir bölüm. Bu bölümde, tarihi dokuların yanı sıra şelaleler, ilginç yapılı evler ve oturabileceğiniz birçok mekana rastlayabilirsiniz.
Paliashvili Opera Evi:
Opera evini ilk gördüğümde uzun süre ne olduğunu anlayamadım. Çünkü gerçekten çok görkemli bir yapısı var. Farklı farklı şeylere yordum; fakat en nihayetinde öğrendim ki opera binasıymış :) 1851 yılında inşa edilen bu yapı, Doğu Avrupa'daki en eski yapılardan biri.
Gürcü Ulusal Müzesi:
Gürcüler'in tarihini anlatan bu müzeyi gezmek saatlerinizi almıyor; fakat Gürcüleri anlamak için bu müzeyi de gezmeniz gerekiyor. Yetişkinler için 5 Lari, öğrenciler için ise 1 Lari olan bu müzede eski dönemlere ait paralar, araçlar, o dönemleri anlatan bölümler yer alıyor.
Rustaveli Caddesi:
Avrupa'nın cadde yapılarını anımsayacağınız cadde, kesinlikle Rustaveli'dir. Gürcü Ulusal Müzesi'de burada yer alıyor. Aynı zamanda cadde üzerinde alışveriş yapabileceğiniz yerler ve bir şeyler yiyip içebileceğiniz kafeler bulunuyor.
Rustaveli caddesinde Gramofon çalan adam heykeline de rastlayacaksınız.
Özgürlük Heykeli:
Puşkin Caddesi'nde yer alan Özgürlük Heykeli, şehrin en görkemli yerlerinden biri. Aynı zamanda adından da anlaşıldığı üzere burası Özgürlük Meydanı. Birçok kafenin bulunduğu bu meydan, Tiflis'in ilgi çekici noktalarından biri.
Gürcüler, Ortodoks oldukları için Tiflis'in her yerinde haç işaretlerine rastlamanız mümkün. Bu yüzden neredeyse adım başı kilise var. Merak ettiğiniz ilginizi çeken bir kilise olursa girebilirsiniz; fakat ayinlerin olduğu saatlerde girmeniz pek mümkün değil. Tiflis'te tepeye çıkıp manzaraya baktığınızda tepesi parlak renkte olan bir kilise ( Holy Trinity Cathedral of Tbilisi) göreceksiniz. Kiliseler arasında o ve Kartlis Deda'nın olduğu bölgede bulunan katedral görülebilir diyebilirim.
Yeme-içme
Gürcüler'in yemek kültüründe Khacapuri, Hınkali gibi yemekler var. Mutfakları her ne kadar kendilerince zengin olsa da, bizim damak tadımıza her anlamda uyum sağlaması zor. Aynı zamanda yemeklerinde domuz eti de kullandıkları için bizim mutfağımıza ters düşüyor.
İçki anlamında da duyduğum kadarıyla şarapları meşhur. Aynı zamanda birçok yerde kendilerine özgü biraları var.

Önerilen mekan:

La Trappe:
Köprünün yanında bulunan bu kafeyi biz sevdik. Haçapuri, çorba, iki Türk kahvesi, kola ve iki su 31,20 idi. Bence Gürcistan için gayet uygun :)
Özgürlük Parkı'nın yanındaki dönerci :)
Dönercinin adını almayı unutursam böyle olur. Adını bir türlü hatırlayamadım, ama helal kesim bir şeyler yemek istiyorsanız oraya gidebilirsiniz.
Tiflis'e yolunuz düşerse umarım işinize yarar :)






http://seyahat.mynet.com/tiflis-gezi-rehberi-1186853

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts