Friday, 7 October 2016

Filistin'deki yerel seçimlerin önündeki engel 'siyasi bölünmüşlük'


Filistin'deki yerel seçimlerin önündeki engel 'siyasi bölünmüşlük'

Filistin Yüksek Mahkemesinin, yerel seçimlerin Gazze Şeridi'nde değil, sadece Batı Şeria'da yapılmasına yönelik kararının ardından Bakanlar Kurulunun seçimlerin ertelendiğini duyurması, Filistin'deki siyasi bölünmüşlük tartışmalarını gündeme getirdi.
Filistin'deki yerel seçimlerin önündeki engel 'siyasi bölünmüşlük'

RAMALLAH/GAZZE
AA muhabirine konuşan Filistinli siyasi analistler yerel seçimlerin başarısının, yıllardır devam eden fiili bölünmüşlüğe son verilmesi konusunda Fetih ve Hamas hareketleri arasında anlaşma sağlanması ile doğrudan irtibatlı olduğu dile getirildi.
Filistin'deki demokratik sürecin başarısı için atılması gereken ilk adımın "içerideki bölünmüşlüğe son verilmesi" olduğunu ifade eden uzmanlar, Yüksek Mahkeme'nin Gazze Şeridi'ni dışarıda bırakan kararını ise "mevcut bölünmüşlüğü derinleştireceği" uyarısında bulundu. 
Gazze'deki El-Ezher Üniversitesi'nde görevli Siyaset Bilimi Profesörü Muhaymer Ebu Sa'de, "Fetih ve Hamas hareketleri, mevcut bölünmüşlüğe son verecek yeni bir milli anlayış üzerinde uzlaşmadıkça yerel seçimler başarılı olmayacak." dedi.
Mahkemenin Gazze'yi dışarıda bırakan son kararının Filistin'deki mevcut bölünmüşlüğü daha da derinleştireceği uyarısında bulunan Ebu Sa'de, "Filistin hükümeti seçimlerin ertelenmesi yönündeki kararıyla ülkedeki siyasi durumu kurtardı." diye konuştu.
Ebu Sa'de ayrıca, "seçimlerin sadece Batı Şeria'da yapılması" şeklindeki mahkeme kararının uygulanması halinde Filistin'deki siyasi durumun yeni labirentlerin içine girebileceğini ifade etti.

Bölünmüşlük devam ettikçe yerel seçim yapılamaz

Filistinli siyasi analist ve gazeteci-yazar Teysir Muhaysen, ülkede yerel seçimlerin yapılmayacağı öngörüsünde bulundu.
"Bölünmüşlük devam ettiği sürece seçimlerin yapılma veya demokratikleşmede herhangi bir başarı sağlama ihtimali yok" diyen Muhaysen, hükümetin seçimleri erteleme kararını ise "çok yönlü ve kapsamlı" olarak değerlendirdi.
Muhaysen, "Filistin yönetimi oldukça zor bir durumdaydı. Eğer mahkemenin kararını kabul etmiş olsaydı durum daha da kötüleşecekti. Ancak hükümet, seçimleri erteleyerek halkın mahkeme kararına olan kızgınlığını biraz olsun hafifletmiş oldu." dedi.
Mahkemenin aldığı kararı "Filistinli grupların üzerinde uzlaştığı siyasi nezaket ve ahlaktan vazgeçme" olarak nitelendiren Muhaysen, Yüksek Mahkeme'nin "siyasi ve sorumsuz" davrandığını öne sürdü.
Muhaysen ayrıca Yüksek Mahkeme'nin bu şekilde bir karar alma yetkisinin bulunmadığını, asıl yetkinin ilk derece mahkemesinin olduğunu belirtti ve "Yüksek Mahkeme burada yetkisini aşmış, ilk derece mahkemesinin yetkilerini gasp etmiştir." şeklinde konuştu.

Seçimlerin ertelenmesi, yeni düzenlemelerin yapılması için "fırsat"

Filistinli siyasi analist Cihad Harb ise yerel seçimlerin ertelenmesini, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde seçimlerin yapılabilmesine imkan tanıyacak yeni düzenlemelerin yapılabilmesi için "fırsat" olduğunu söyledi.
"Hükümetin yapması gereken, seçimleri bölmemek ve güvenli şekilde yapılması için gereken ortamı sağlamak" diyen Harb, önümüzdeki dört aylık süre içinde gereken çalışmaların yapılmasının son derece önemli olduğunu kaydetti. Harb, Yüksek Mahkeme'nin kararına gerekçe olan nedenlerin ortadan kaldırılması için hükümetin Yüksek Yargı Konseyi ile işbirliği halinde çalışması gerektiğinin altını çizdi.
Söz konusu çalışmaların dört ay gibi kısa bir sürede tamamlanıp tamamlanamayacağına ilişkin ise Harb, "Eğer gereken siyasi irade ortaya konulursa hükümet bu gereklilikleri yerine getirebilecektir." dedi.
Ramallah'taki Filistin Yüksek Mahkemesi 3 Ekim'de, "Gazze Şeridi'nde yerel seçim yapılmaması" yönünde karar verdiğini duyurmuştu. Mahkeme Heyeti Başkanı Hişam el-Hatu tarafından okunan kararda, "Mahkeme, Bakanlar Kurulunun yerel seçimin Gazze Şeridi hariç, ülke genelinde yapılması kararının uygulanmasını kabul etti." denilmişti. Gazze Şeridi'ndeki hakimlerin yasa dışı şekilde atanması ve bunların seçime katılacak listeler konusunda karar verme yetkisine sahip olmaması nedeniyle bu bölgede yerel seçime gidilmesinin imkansız olduğu kaydedilmişti.
Filistin Yüksek Mahkemesi'nin 3 Ekim'de açıkladığı "yerel seçimlerin Gazze Şeridi'nde değil, sadece Batı Şeria'da yapılması yönündeki" kararının ardından dün Ramallah'ta toplanan Filistin Bakanlar Kurulu, söz konusu seçimlerin "4 ay ertelenmesine ve tüm Filistin topraklarında gerçekleştirilmesine" karar vermişti.
Mahkeme daha önce verdiği kararda, Batı Şeria ve Gazze'de 8 Ekim'de yapılması planlanan yerel seçimin açılan dava nedeniyle durdurulduğunu bildirmişti.
Muhabir: Meryem  Kasım-Nour Mahd Ali Abu Aisha

ABD'de seçmenler arasında keskin ayrım

Tarihinin en tartışmalı seçimlerinden birine sahne olan ABD, Demokrat Clinton ile Cumhuriyetçi Trump arasında adeta "ikiye bölünmüş" durumda

ABD'de seçmenler arasında keskin ayrım
WASHINGTON-Hakan Çopur
Tarihinin en tartışmalı seçimlerinden birine sahne olan ABD'de seçmenler, gündelik siyasi ayrışmaların ötesinde Demokrat Partinin başkan adayı Hillary Clinton ile Cumhuriyetçi Partinin başkan adayı Donald Trump arasında adeta "ikiye bölünmüş" bir görüntü sergiliyor.
ABD'de 8 Kasım'da yapılacak 58. başkanlık seçimleri yaklaşırken Clinton ile Trump arasındaki siyasi kutuplaşma, Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasındaki derin ayrışmanın boyutlarını bir kez daha gün yüzüne çıkardı.
Geçen yıl 16 Haziran'da başkanlık için adaylığını açıkladığında çok az kişinin şans tanıdığı New Yorklu emlak milyarderi Trump, daha önce First Lady ve Dışişleri Bakanı olarak da görev yapmış olan "siyasi tecrübesi yüksek" Clinton'a rakip olunca benzeri nadir görülen ilginç bir yarış ortaya çıktı.
Daha önce siyasette hiçbir mevkiye sahip olmayan Trump'ın hemen her konudaki sert çıkışları ve tartışmalı fikirleri, Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında, hatta Cumhuriyetçilerin kendi içindeki fay hatlarının harekete geçmesine neden oldu.

Trump'ın söylemleri Cumhuriyetçi seçmende karşılık buluyor

"ABD'yi yeniden büyük yapalım" düsturuyla seçmenin karşısına çıkan Trump, genel anlamda "yabancı düşmanlığı" şemsiyesi altında toplanabilecek "milliyetçi popülist" söylemiyle ön seçimlerde Cumhuriyetçi seçmenden 13,3 milyon oy aldı. Bu da Trump'ı, şimdiye kadar tüm ön seçimlerde en fazla oy toplayan Cumhuriyetçi başkan adayı haline getirdi.
Buna karşılık ön seçimlerde Trump'ın Cumhuriyetçi rakipleri Ted Cruz, Marco Rubio ve John Kasich'in aldığı 15 milyondan fazla oy, Cumhuriyetçiler arasındaki "Trumpçılar ve Trumpçı olmayanlar" ayrımını gözler önüne serdi. Bu rakam da şimdiye kadar Cumhuriyetçi bir başkan adayının parti içindeki rakiplerinin, ön seçimlerde ulaştığı en yüksek oy sayısıydı.
Ön seçimlerde adeta ikiye bölünen Cumhuriyetçilerin 8 Kasım'da Trump'ın arkasında ne ölçüde birleşeceğini zaman gösterecek, ancak iki partili seçim sisteminin Cumhuriyetçi seçmene fazla seçenek tanımadığı da bir gerçek. Cumhuriyetçi seçmenin, "Eğer Demokratlar kazansın istemiyorsan, partinin adayını destekle" sloganı altında birleşmesi bekleniyor.
Bununla birlikte siyasi arenaya dışarıdan katılmasının, Trump lehine işleyen bir parametre olduğu söylenebilir. Zira ön seçim sürecine bakıldığında seçmenin yeni ve farklı bir yüz görme isteğinin, oy verme davranışını etkilediği açıkça görülüyor.

Trump'ın milliyetçi popülizmi

ABD'deki geleneksel kuzey-güney, zengin-fakir, Demokrat-Cumhuriyetçi ayrışmasının fay kırıklarını "milliyetçi popülist" söylemleriyle yeniden harekete geçiren Trump, bunu büyük oranda "yabancı düşmanlığı" şapkası altında gerçekleştirdi.
"Amerika, Amerikalılarındır" gizli söylemini seçim kampanyasının merkezine koyan Trump, "Müslümanları ABD'ye almayalım" açıklamasıyla Müslümanları ve "Meksika sınırına duvar örelim" ifadesiyle Hispaniklerin tepkisini topladı. Trump'ın "ırkçı" söylemlerinin siyahiler arasında da rahatsızlık yarattığı da bir gerçek.
Ancak tam da bu söylemlerinin yardımıyla 13,3 milyon oy toplayan Trump, Paris ve San Bernardino gibi DAEŞ bağlantılı saldırılardan "korkan", 12 milyon kaçak Hispanikten "rahatsızlık duyan" ve ülkenin kendi sorunlarına odaklaması gerektiğini düşünen milyonlarca beyaz muhafazakar Amerikalının desteğini aldı.

Clinton'ın merkez-sol eğilimi

Öte yandan Clinton, ön seçimde 16 milyona yakın oy toplayan "sosyalist" eğilimli Demokrat rakibi Vermont Senatörü Bernie Sanders'ın da etkisiyle "merkez-sol" olarak nitelenebilecek bir çizgiye yaklaştı.
"Amerika, Amerika'da yaşayanlarındır" gizli söylemini kullanan Clinton, azınlık haklarına vurgu yapan, Wall Street firmaları ile işçi sınıfının haklarını ortak bir noktada buluşturmaya çalışan ve dış politikada ittifaklara daha açık bir tutum sergilemeye çalıştı.
Mevcut tabloda siyahilerin, azınlıkların ve ilk kadın başkan adayı olmasının da etkisiyle kadınların desteğini kazanan Clinton, seçimlere bir ay kala anketlerde Trump'ın 3-4 puan önde gözüküyor.

Temel konulardaki bölünme

Clinton ile Trump arasında göçmen politikaları, silah kontrolü, uluslararası ticaret, terörle mücadele, dış politika, ekonomi politikaları ve azınlıklar gibi birçok konuda ciddi ayrışmalar bulunuyor.
Hillary Clinton, ABD'de yaşayan yaklaşık 12 milyon "kimliksiz" Hispanik için yasal her türlü çabayı göstereceğini vurgularken, Trump, parasını Meksika devletine ödetmek kaydıyla ABD-Meksika sınırına duvar örme önerisini getirdi.
Birçok kez Çin'i "tarihin en büyük hırsızı" ve "ABD'yi en fazla kullanan" ülke şeklinde niteleyen Trump, Oval Ofis'e yerleşmesi halinde birçok uluslararası ticaret anlaşmasını iptal edeceğini açıkladı. Clinton ise serbest ticaretin daha fazla iş imkanı sunduğu ısrarını sürdürüyor.
Terörle mücadele çerçevesinde "Müslümanları ABD'ye almayalım" önerisinİ dahi yapan Trump'ın karşısında Clinton, farklı dini ve etnik kimliklerin ülkenin zenginliği olduğunu savunuyor.
Ana konular üzerindeki ayrışmanın yanı sıra Clinton ve Trump'ın şahsında somutlaşan "ötekine duyulan nefretin" de toplumdaki ayrışmanın önemli sebeplerinden biri olduğu vurgulanmalı.

Rakamlara yansıyan ayrışma

PEW Araştırma Şirketinin geçen ay yayımladığı "Seçmenler Neden Clinton ve Trump'ı Destekliyor" başlıklı anketinde, seçmenlerin oy verme tercihlerindeki ana etkenin "karşı adaydan hoşlanmamak" olduğu vurgusu yapılıyor. Yani seçmenler başkanlık seçimlerindeki tercihlerini, kendilerinin "ne olduklarından" çok "ne olmadıkları" üzerinden tanımlıyor. Örneğin "Neden Trump'a oy veriyorsun?" sorusuna katılımcıların yüzde 33'ü, "Çünkü o, Clinton değil"; "Neden Clinton'a oy veriyorsun?" sorusuna da katılıcıların yüzde 32'si, "Çünkü o, Trump değil." yanıtını veriyor.
Yine aynı araştırma şirketinin yakın tarihli bir başka çalışmasında Demokratlar ile Cumhuriyetçilerin ülkenin geleceği ve vizyonu hakkında da oldukça farklı fikirlere sahip olduğu görülüyor.
Clinton'ı destekleyenlerin yüzde 59'u, 50 yıl öncesine göre ülkenin daha iyi bir noktada olduğunu düşünürken, Trump'ın destekçilerinin yüzde 81'i daha kötü bir noktada olduğu görüşünü taşıyor. Benzer şekilde Clinton'a oy vereceklerin yüzde 38'i, gelecek nesillerin bugünkünden daha iyi koşullara sahip olacağını söylerken, Cumhuriyetçi seçmenin ise yüzde 68'i bugünkünden daha kötü koşullarda olacağını dile getiriyor.
Sadece bu iki örnek bile Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasındaki ayrışmanın gündelik siyasi fikir ayrılığının ötesinde olduğunu ve 2016 başkanlık seçimlerinde "Clinton" ile "Trump" etiketlerinin siyasi tartışma maddelerinin çok önüne geçtiğini göstermeye yetiyor.

Vatandaşlar kayyum atanan belediyelerden memnun


İçişleri Bakanlığınca, KHK ile DBP'li bazı belediyelere yapılan görevlendirmelerin ardından, kaynakların halka hizmet olarak yansıtılması için yürütülen çalışmalar meyvelerini verirken, vatandaşlar hayata geçirilen çalışmalardan memnuniyet duyuyor.

Vatandaşlar kayyum atanan belediyelerden memnun
İçişleri Bakanlığınca, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gereği DBP'li bazı belediyelere görevlendirilen vali yardımcıları ve kaymakamlar, yıllardır adeta hizmete susayan bölge halkını hizmetle buluşturmak için yoğun bir çalışma yürütüyor.
AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, terör örgütleri PKK/KCK ve FETÖ'ye yardım ve destek verdiği gerekçesiyle, haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında görevden alınan 28 belediye başkanının yerine (Batman, Hakkari, Adana'nın Pozantı ilçesi, Ağrı'nın Diyadin ilçesi, Batman'ın Gercüş ve Beşiri ilçesi ile Beşiri'nin İkiköprü beldesi, Diyarbakır'ın Sur, Silvan ve Hani ilçeleri, Erzurum'un Aşkale ve Hınıs ilçeleri, Iğdır'ın Tuzluca ilçesi, Mardin'in Dargeçit, Derik, Nusaybin ve Mazıdağı ilçeleri, Muş'un Bulanık ilçesi, Siirt'in Eruh ilçesi, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesi, Şırnak'ın Cizre ve Silopi ilçeleri, Van'ın Edremit, İpekyolu, Erciş ve Özalp ilçeleri, Iğdır'ın merkez Hoşhaber beldesi) 11 Eylül'de İçişleri Bakanlığınca Kanun Hükmünde Kararname gereği görevlendirme yapıldı.
Bu kapsamda, DBP'li bazı belediye başkanlarının yerine İçişleri Bakanlığınca KHK gereği yeni görevlendirmeler yapılmasıyla bölge halkı, yıllardır özlemle beklediği belediye hizmetlerine kavuşmaya başladı. Belediye kaynaklarının etkin kullanılması, kaynakların halka hizmet olarak yansıtılması için yürütülen çalışmalar meyvelerini verirken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki vatandaşlar hayata geçirilen çalışmalardan memnuniyet duyuyor.
Bir yandan DBP'li belediyelerdeki yolsuzluk ve usulsüzlüklerin tespiti için incelemeler sürerken, diğer yandan hizmetler tüm hızıyla devam ediyor.
Siirt'te ikamet eden Başar Ekinci, belediyelerde yeni dönemin başlamasından duydukları memnuniyeti dile getirdi.
Bir vatandaş olarak bu kararı oldukça isabetli bulduğunu ifade eden Ekinci, "Millete ait olan paralar, devletin hizmet yapılsın diye belediyelere gönderdiği paraların maalesef PKK’ya finansal kaynak sağladığı apaçık ortadaydı. Bu atamaları oldukça isabetli buluyorum. Bundan sonra belediyelere gönderilen paraların millete hizmet olarak harcanacağından hiçbir şüphemiz yoktur." dedi.
Hakkari Belediyesine görevlendirilen Vali Yardımcısı Cüneyt Epcim, "Hakkari Belediyesinin artık terör belediyeciliğinden, hizmet belediyeciliğine geçmesi noktasında elimizden gelen gayreti göstereceğiz. Hakkari halkının özlemini çektiği hizmetleri vermek için büyük gayret sarf edeceğiz." diye konuştu.
Batman Belediyesine görevlendirilen Vali Yardımcısı Ertuğ Şevket Aksoy, "15 Kasım itibarıyla Batman'ın bütün yolları asfaltlanmış olacak. Çalışmalarla Batman'da belediyeciliğin önünü açmayı hedefliyoruz." ifadelerini kullandı.

Bismillah!



Bismillah!
http://dirilispostasi.com/n-18786-bismillah.html
MUZAFFER ERDOĞAN / FİKRİYAT 
Süleyman Çelebi, meşhur 'Mevlid'inde,
"Allah adın zikredelim evvelâ,
Vâcip oldur cümle işde her kula" diyor.
Ben de, Diriliş Postası'ndaki ilk yazıma, Allah'ın adıyla başlıyorum.
Yıllar evvel, Osmanlıca bir kitabın başında, şu ifâdeyi görmüştüm:
"İşte budur, miftah-ı genc-i kadîm,
Bismillahirrahmânirrahîm."
İkinci Abdülhamid Han'ın hükümdarlığı zamanında basılan bir kitaptı.
Cumhuriyet'in ilânıyla birlikte, bu güzel gelenek terk edildi.
Bu terk ediş, hayâtî ehemmiyette başka kıymetlerimizin de terkine yol açtı...
Yukarıdaki ifâde, şu mânâya geliyor:
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle başlayan insan,
ezelî ve ebedî (sonsuz) hazinenin anahtarına sahib olur.
Besmelesiz nesillerin, nasıl bir hazineden mahrum kaldığını düşünelim.
Yüz yıla yakın bir zamandır, insanımızın, cemiyetimizin ve devletimizin,
böyle sonsuz ve muhteşem bir hazineden mahrum bırakılışını düşünelim.
Besmelesiz anne-babaları, Besmelesiz çocukları, Besmelesiz öğrencileri, öğretmenleri, Besmelesiz yöneticileri düşünelim. Besmele, kuru, yavan bir ifâde değil! ("Selâm" da öyle!) Besmele, evimizin, ekmeğimizin, ömrümüzün bereketidir.
Besmele, hayattır. Besmele, kâinattır. Besmele, devlettir. Besmele, medeniyettir.
Besmeleyle işe başlayan, Besmeleyi kuşanan insan,
Allah'ın mutlak kudretini, muazzam ve muhteşem sanatını,
sonsuz derin hikmetlerini düşünür... Kendisi üzerinde tefekküre başlar...
Yeryüzündeki konumunu, sorumluluğunu bilir...
Karıncayı bile incitmemenin ince hesabını yapar. Günümüzde, milyonlarca insan,
Besmele çekiyor ama, çoğumuzun ağzında, bir alışkanlıktan öteye geçmiyor!
Tıpkı, Selâmlaşmalarda olduğu gibi...
Halbuki Besmele'de, mutlak kudret sahibi yaratıcının üç şerefli ve güzel ismi zikrediliyor:
Allah, Rahmân ve Rahîm... "Selâm" da, O'nun güzel isimlerinden biri...
Ezbere olunca, gâfilâne olunca, gönülden söylenmeyince, ruha işlemeyince de, beklenen olmuyor... Bâzıları da, "Besmele"yi, müşteri avlama öksesi olarak, işyerlerinin kapısına yaz(dır)ıyor!
Bâzı gayri müslimler ve bâzı gâfil müslimlerin yaptığı gibi...
İnşaallah, biz "Besmele"yi ve "Selâm"ı telaffuz ederken (b)öylelerinden olmayız.
"Edvâr-ı hayat perde perde,
Allah bilir, ne var ilerde!" diyor, şair...
Ben de, her insan gibi, ileride ne olacağını bil(e)mem.
Yazmaya başladığım bu gazetenin hayırlı ve uzun ömürlü olmasını dilerim.
Faydalı yazılar yazdığım müddetce, devam etmek isterim.
Okumak, yazmak, düşünmek, konuşmak -ve yerinde "susmak" -Allah'ın rızâsı için olursa,
bir kıymet ifâde eder. Yazdıklarımı ve yazacaklarımı,
Allah'ın rızâsı için yazdığımdan ve yazacağımdan kimsenin şüphesi olmasın.
Yazdıklarım, okuyanlardan bâzılarını memnun etmeyebilir, tatmin etmeyebilir.
Bu mümkündür ve tabiidir. Ben bir kulum;
kulluğumun şuurunda olma gayretinde bir kulum.
Hataların olur, olacaktır. Dostca, kardeşce aranarak,
yanlışlarımın düzeltilmesi, beni sevindirir, zenginleştirir.
Yazdıklarım, inandıklarım olacak. İnandıklarımı yazmaya çalışacağım hep.
Yazdıklarımın ilk okuyucusu ben olacağım için, eğer inanmadığım bir şey yazarsam,
ilk önce kendimi aldatmış olacağım, ilk önce kendime ihânet etmiş olacağım ki,
o zaman, aynaya bakamam! Allah, öyle olmaktan korusun.
Yazdıklarımla, her meseleyi çözüme kavuşturmak gibi bir iddiam olmayacak!
Hele de, asla,"her şeyi ben bilirim!" havasında olmayacağım.
Kendime böyle dedim, size de böyle derim.
Bu "siftah" yazısında, okurlarımı sevgiyle, saygıyla Selâmlıyorum.
Üstad Necib Fâzıl'ın şu meşhur 'noktalama'sıyla da,
bu ilk yazıyı noktalıyorum:
Efendim, Kurtarıcım, Müjdecim, Peygamberim,
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim.

Thursday, 6 October 2016

BADMİNTON TÜRKİYE ŞAMPİYONASI ANKARADA Yapıldı



BADMİNTON TÜRKİYE ŞAMPİYONASI ANKARADA Yapıldı

http://www.karakusak.com.tr/badminton/badminton-turkiye-sampiyonasi-ankarada-h417.html

Sincan kapalı spor salonunda yapılan 13 yaş altı Badminton Türkiye şampiyonası'na Türkiye geneli 128 kulüpten 570 sporcu katıldı. Şampiyonayı Badminton federasyon Başkan'ı Murat Özmekik ve Karaman il müdürü Hayati Kısacık Yerinde izledi.


BADMİNTON TÜRKİYE ŞAMPİYONASI ANKARADA

KENDİ KALEMİNDEN : JUDO FEDERASYON BAŞKAN ADAYI HARUN REŞİT GÜZELIMDAG



JUDO FEDERASYON BAŞKAN ADAYI HARUN RESIT GUZELIMDAGJUDO FEDERASYON BAŞKAN ADAYI HARUN RESIT GUZELIMDAG


1966 Yılında Sivas 'da doğdum .İlk öğrenimi İstiklal İlk Okulunda , Orta öğrenimimi Behram Paşa Orta okulunda, Lise öğrenimimi Sivas Sanat ve Endüstri Meslek Lisesi İnşaat Bölümünde ve Yüksek okul eğitimimi de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İnşaat Meslek Yüksek Okulunda yaptım. Judo'ya 1979 yılında başladım ve ilk defa 1982 yılında Milli oldum. Uzun yıllar milli takımda sporcu olarak görev yaptım. yapmış olduğum derecelerden bir kaçı ;



1983 Türkiye Gençler Şampiyonası 3. oldum 71 kg
1986 Türkiye Gençler Şampiyonası 1. oldum 71 kg
1988 Büyükler Türkiye Şampiyonası 3. oldum 78 kg
1989 Ordulararası Dünya Şampiyonasında 7.oldum 86 kg
1989 IV.Uluslararası Boğaziçi Judo Şampiyonasında 1.oldum 78 kg
1990 Açık Siklet Altın Kemer Judo Turnuvası 3.oldum
1990 yılında Aktif Sporculuk hayatmı bırakarak, Sivas Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde Judo Antrenörü olarak göreve başladım, Milli takımlarda bir çok defalar Antrenörlük görevinde bulundum. 1991 yılında Ankara 'ya Yerleştim . 1992 yılından 1996 yılına kadar Gençlik ve Spor Genel müdürlüğü Özel Kalem Müdürlüğünde görev yaptım. 1997 Yılından sonra Bilgi İşlem Merkezinde Bilgisayar Teknikeri olarak Görevime devam ederek daha sonraları vekaleten Bilgi işlem Müdürlüğü görevini yürüttüm.


2005 yılında Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüz bünyesinde açılan görevde yükselme sınavını kazanarak 2005 yılında Malatya Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde Şube müdürü olarak çalışma hayatıma devam ettim. 2006 yılında Sivas Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne Şube Müdürü olarak geçtim.


2007-2009 yıllarında Judo ve Kuraş Federasyonun da Genel Sekreter Vekili ve Genel Sekreter olarak görev yaptım. 04 Mayıs 2009 yılında Ankara Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak 2 yıl çalıştım, buradan 31 Mayıs 2011 yılında Türkiye Buz hokeyi Federasyonuna geçerek Genel Sekreter olarak çalışmaya devam ettim.


27 Aralık 2011 tarihinden itibaren Ankara Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak tekrar Çalışmaya başladım ve halen aynı iş yerinde çalışmaya devam etmekteyim.

Harun Reşit Güzelimdağ Künyesi

Ankara Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü
Şube Müdürü
Siyah Kuşak 5.Dan
4.Kademe Baş Antrenör
Milli Hakem
harunguzelimdag@gmail.com
0.535.823 67 72

'FETÖ aracılığıyla büyük bir 'beyin hırsızlığı' yaşanmıştır'


'FETÖ aracılığıyla büyük bir 'beyin hırsızlığı' yaşanmıştır'

SÜ Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Selvi, "Ülkemizde terör örgütü FETÖ aracılığıyla büyük bir beyin hırsızlığı yaşanmıştır." dedi.

'FETÖ aracılığıyla büyük bir 'beyin hırsızlığı' yaşanmıştır'

KONYA-Metin Bolat
Selçuk Üniversitesi (SÜ) Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim ÜyesiDoç. Dr. Yavuz Selvi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ülkenin çalışkan ve zeki insanlarının belirli bir amaca hizmet için yönlendirilerek beyin hırsızlığının gerçekleştirildiğini, bunun uzun yıllardır devam ettiğini bildirdi. 
İnsanların tek tek beyinlerinin çalınamayacağını vurgulayan Selvi, kendilerine çok önemli görevler vadedilenler üzerinden binlerce kişinin arzu edilen hedeflere yönlendirilmesiyle beyin hırsızlığının gerçekleşebileceğini dile getirdi.
Ülkenin önemli değerleri olan zeki bireylerin, "düşman" diye belirlenen hedeflere karşı mücadele etme görevleri ile farklı fikirlere neredeyse tamamen kapatıldığına işaret eden Selvi, bu anlamda binlerce insanın beyninin bir amaca hizmet ettirildiğinin darbe girişimiyle görüldüğünü kaydetti. 

"Bir fikre ve düşünceye amade olarak yetiştirildi"

Selvi, şunları kaydetti:
"Ülkemizde terör örgütü FETÖ aracılığıyla büyük bir beyin hırsızlığı yaşanmıştır. Ülkenin zeki insanları küçük yaşlardan ya da ilerleyen dönemlerde bir gruba ve amaca yönlendirilerek hizmet ettirilmiştir. Ülkenin enerjisi, değerli, kaliteli insanları bir emrin komutası içerisine dahil edilmişlerdir. Onların bilgisi, zihni belki pek çok insandan daha yüksek seviyedeydi. Zaten pek çok insan bunun için seçildiler. Küçüklükten itibaren bir görüş etrafında birleştirilen, bir gruba ait oldukları hissettirilen, karşı taraftaki insanlar düşman ve değersiz olarak gösterilen bu insanlar bir yere kadar iyi olma vasıflarını devam ettirdiler. Sorgulamadan itaat eden, kararları kendilerine dikte ettirilen zeki beyinler yetiştirildi ve zamanı gelince bu beyinler, çalan kişiler tarafından arzu edilen şekilde kullanıldı. Beyin hırsızlığıyla zeki insanlar küçük yaşlardan itibaren bir fikre ve düşünceye amade olarak yetiştirildi."


FETÖ'nün mistik hezeyanları

FETÖ'nün mistik hezeyanları

Çöküş sürecindeki FETÖ'nün tabanını psikolojik olarak ayakta tutabilmek için çeşitli metafizik yalanlara başvurduğu biliniyor. Fakat örgütteki çözülmenin artışıyla orantılı olarak yalanların seviyesinin de yükseldiği görülüyor.
FETÖ'nün mistik hezeyanları
İSTANBUL - Mahmut Erol Kılıç
Mistik hezeyanlar, bazı halüsinasyonlar, kökeni tamamen biyokimyasal olan bir takım görüntüler veya (havas ilmi/okült ilimlere göre tasnif edecek olursak) tamamen ‘obsesif vakalar’ dediğimiz olayların sık görülüyor olması, dindarlık psikolojisinde zaman zaman karşılaşılan en önemli problemlerden biridir. Bu hem dini bilimler hem de psikoloji disiplini için, zaman zaman örtüşen, zaman zaman da ayrışan ciddi derecede problemli bir alandır. Bu alan aynı zamanda, tarih boyunca din düşmanları veya tanrı-tanımazlar tarafından da, genel manada bütün dindarları tenkit etmekte kullanılan bir konu olagelmiştir. Hususi anlamda ise, dinin içinde bulunduğu halde, manevi tekamülü ve manevi bilgilenme yolunu inkar eden, her şeyin rasyonel düzeyde olup bittiğini, bunun ötesinde bir şey olmadığını iddia eden günümüz modernist/selefi İslamcıları gibi akımlarda bu tür vakalar, daha çok İslâm maneviyatına, hususi adıyla İslâm tasavvufuna vurmak, onu tenkit etmek için sıkça kullanılan bir malzeme olagelmiştir. Şu sıralar ise, 15 Temmuz hadisesinden sonra, özellikle ilahiyat ve diyanet camiasındaki çoğunluk ulema tarafından bu şekilde kullanıldığını görmekteyiz.
Tabiatı itibarıyla bu çok çetrefilli bir konu. Sapla samanın karıştığı alan, sadece siyaset alanı değil. Dine dair konularda da çok şey birbirine girmiş vaziyette. Bu nedenle meselenin doğru bir analizinin yapılması gerekiyor. Anlayabildiğimiz kadarıyla söyleyebileceğimiz şudur: Maneviyat bir ‘vârislik’ meselesidir, ‘ırsiyet’ meselesidir. Tıpkı babadan oğula geçen genler gibi, manevi genlerin de aynı şekilde manevi babadan manevi evlada geçerek intikal ettirildiği bir yoldur, maneviyat ve ilâ yevmi’l-kıyâme (kıyamete kadar da) manevi nesiller bu şekilde devam eder. Sahih gelenek bu şekilde devam eder. Bu bir nebinin getirdiği ilimlerin manevi yönünün intikalinden ibarettir. Bizim bugün şeriat ilimleri dediğimiz şeyler, Hz. Muhammed (sas) efendimizin getirdiği ilimlerin zahiri yönünden müteşekkildir. Manevi yönünün intikali ise vâris-i Muhammedî olanlar eliyle gerçekleşir.
Hakiki vâris-i Muhammedî olanlar, tarihte de gördüğümüz kadarıyla, her ne kadar Hz. Peygamber’e yetişmemiş olsalar da, kendisiyle görüşmelerini veya bazı büyüklerle görüşmelerini ya da bazı manevi hallerini setrederlerdi, üstünü örterlerdi. Bunları asla yaymazlardı. En fazla, o seviyede olduğunu gördükleri bir talebesine, belki bir sebebe binaen anlattıkları olmuştur. Ama bu tür hallerini, umumi anlamda her zaman örterler, hatta kerametlerini dahi göstermezler. Ellerinde olmadan onlardan bir şey sâdır olursa, bundan da hicap duyarlar, çok utanırlardı. Edep bunu gerektiriyordu.
“Biz şöyle gördük”, “biz böyle gördük, “manamızda böyle oldu”, “şöyle emrediyorlar” gibi sözler, ‘evhâm-u hayalât’ dediğimiz kuruntu ve hayallerden meydana gelir. Bu kuruntuların mertebesi ise belki de Freudiyen psikolojinin izah edilebileceği, bastırılmış şuuraltının açığa çıktığı alanlardır. Maneviyat erbabı tarafından elementler âlemi de denilen cinler âlemiyle paralellik arz eden bir âlemdir bu. Dolayısıyla bu tür söylemlere sahip olan kişilerin çoğunun obsesif vakalar olduklarını ve bazı varlıkların tasallutu altında olduklarını söyleyebiliriz. O varlıkların bazıları ise çok muziptirler: “Ben Allah’ım”, “Ben peygamberim” ya da “Ben Hz. Pîr falancayım” diyerek onlara güya bazı bilgiler aktarırlar. Bunlar da hemen onlara inanırlar. Oysa ki onların ehli “Yâ ma’şera’l-cinni ve’l-insi” (ey cinler âlemi, ey insanlar âlemi) ayetinde de buyurulduğu gibi, onlara hitap ederken, bir yandan da (tabir caizse) onları test ederler. Zira onların da bilebileceği ve bilemeyeceği şeyler var ve daha da önemlisi onların yalancıları çoktur. Dolayısıyla onların yalanlarına inanan bazı kimseler, “Ben şunu gördüm! Ben bunu gördüm!” demek suretiyle, öncelikle kendilerini kandırmaktadır ve bu psikopatolojik bir haldir.
Saniyen, bu tür insanlar çevre yapmak, etrafındaki bağlılarını çoğaltmak gibi matematiksel ve kantitatif bir bakışa sahip oldukları için, “Sayısal anlamda ne kadar çok bağlım varsa ben o kadar büyüğüm, ben o kadar üstünüm” gibi kökeni yine egoya dayanan bir yaklaşıma sahip oldukları için, bu halleri çok iyi kullanırlar. Yakınlarına, çevrelerine “Ben şunu gördüm, ben bunu gördüm, manada şöyle oldu” diyerek, kendi evham ve hayallerini hakiki manaymış gibi naklederek, ‘mana satmak’ dediğimiz bir tavırla, etraflarında bir tür karizma oluşturmaya çalışırlar. Safdil, kalbi temiz bazı insanlar da değişik sebeplerle bunlara inanırlar. Bu tür insanları çok fazla suçlamak mümkün değilse de daha dikkatli olunması gerektiği aşikardır. Çünkü maneviyat pazarında malını satmaya çalışan çok sahtekar vardır. Tıpkı madde pazarının sahtekarlarının modern zamanlarda çoğalması gibi, maneviyat pazarının sahtekarı da boldur. Bir madde alacağımız zaman nasıl dikkatli bir şekilde araştırıyorsak, maneviyat âleminin satıcılarını da öyle araştırmamız gerekiyor. Bunlara ‘sahtekar’ derken, gerçekten özel olarak yetiştirilmiş kafir kimseler olduklarını kastetmiyorum. Bunların bazıları cemaat mensupları yahut kendilerini bir şekilde tasavvufa yamamaya çalışan bazı insanlardır. İki, üç esma geçtikten sonra “Ben şunu gördüm, ben bunu gördüm, ben halifeyim, ben vekilim, işte şimdi pir oldum, şimdi mürşid-i kâmilim ve kutb-u a’zamım!” diyerek hezeyan derecelerinde zirveye varan psikopatolojik hallere sahip insanlardır bunlar. Tabii ki bunların gerçek tasavvuf yoluyla hiçbir alakası olmayan nevzuhur insanlar oldukları izahtan varestedir.
Peki, kâmil insanlar nasıl ayırt edilecek ve hangi kıstaslarla tanınacaklar? Manevi hallerde makam sahibi olmak çok önemlidir. Kâmil insanlar makamlarında karar kılmıştır. Onlar hiçbir zaman gelgitler içinde değildir. Henüz bir makama sahip olmamış hal sahipleri, mürşitlik (yani rehberlik) yapamazlar. Onların hali nasıldır? Bir gün ağlar, ertesi gün kahkahayla güler, bir gün Kur’ân’ı fırlatır, ertesi gün başının üstüne koyar... Bunlar psikopatolojik hallerdir. O kişiye Allah yardım etsin. Ama makam sahibi olan kişi artık ‘rengini tutturmuş’, kıvamını elde etmiş, yalpalanmadan, iniş çıkış yapmadan, mütemadiyen o makamdan konuşan kişidir. Onlara ‘sükun ehli’ denir. Çünkü bir sükuna ermiştir.
Kâmil insan, yukarıda bahsettiğimiz gibi, manevi tecrübelerini gizler. Varsa dahi göstermemeye çalışır. Kerametini izhar etmemeye çalışır. Bazı şeyleri belki bilir, bazı şeyleri görür, ama söylemez. Bunların üstünü örter. Mütevazılığı esas alır. Bu noktada belki “Peki, o zaman biz bu insanı nasıl tanıyacağız?” denilecektir. Onlar, kemali kendisine öyle bir sindirmiştir ki, onların bir şey söylemesine dahi gerek duymadan, siz onlardan kaynaklanan kemali hissedersiniz. Bu tıpkı, çayın içine şekerin atılıp da karıştırılmasından sonra görünmemesi gibidir: Maddi olarak şeker görünmez, çünkü eriyip gitmiştir, ama çayın içindedir. O zevk, o hal, o makam, o sır onda sindirilmiştir, ona yedirilmiştir. O insan yolda yürür, sıradan bir insan gibi davranır, ama halinde ve söylemlerinde bir basiret vardır. “Müslümanın ferasetinden korkunuz” hadis-i şerifinde işaret buyurulduğu gibi, onda kanalların açık olduğunu gösteren emareler bulunmaktadır.
Onun için sahih geleneğimizde, Abdülkadir Geylani hazretlerine izafe edilen bir sözde denilmiştir ki: “Baktınız ki bir kâmil gökte uçuyor, hemen ‘Ooo!’ deyip de coşmayınız. Yere inmesini bekleyiniz; yerdeki yürüyüşüne bakınız. Yani, ‘uruc’ halini, o ‘cezbe’ halini değil, yeryüzündeki sıradan halini esas alınız. Oradaki kerametine bakınız”. Sahih gelenek her zaman bunu göstermiştir. Zaten Selçuklu ve Osmanlı’dan geçip günümüze kadar devam eden sahih bir silsileye sahip olmayan, nesli olmayan, güdük, sahih dölleyici bir babaya sahip olmadan maneviyat âlemine dalan kimselere biz, tasavvufi hareketler değil, kült hareketleri diyoruz. Çünkü ‘sulb’, babadan oğula döllenerek devam eder. Manevi bir silsilesi olmadan gelip destursuz bağa giren kimselerde ise, enerji fazlalığını kaldıramamaktan kaynaklanan böyle kaymalar, sıçramalar, hezeyanlar, vehimler olabilmektedir. Çünkü maneviyat âlemi tehlikeli bir alandır.
Dolayısıyla sahih silsileye istinat eden, ona bağlanan, oradan feyz alan geleneklerde böyle psikopatolojik haller pek zuhur etmemiştir. Hatta bilakis o tür hastalıklara sahip insanların tedavi olduğu yerler, ocaklar olmuştur geleneğimiz. Ana cadde olan İslâm tasavvufunda, Cenâb-ı Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i İbn-i Arabî ve Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin yolundan yürüyüp Anadolu’yu, Rumeli’ni aydınlatan binlerce arif gelmiştir. Sayılarının dökümünü yapacak olsak binlercedir. Bu binlerin içerisinde istisnai olarak böyle şeylere prim vermiş bir ya da iki örnek ancak vardır. Çünkü onlar da beşerdir ve bu nedenle tabiidir ki hataya düşebilirler. Fakat bu tür hallere sahip olanlar, ana camia tarafından tenkit edilmiş veya dışlanmışlardır. Tasavvuf camiası, irfan camiası onlara tenkidini yöneltmiş, “Doğru gitmiyorsun, sünnet (yani gelenek) bu değil, yanlış yapıyorsun” diye kendilerini uyarmış, ikaz etmiş, hatta bazılarının iddialarını çöpe atmıştır. Örneğin Yiğitbâş-ı Velî Ahmed Şemseddin Marmaravî gibi bir zat gelmiş, İstanbul’da o esnada şeyhlik yapmakta olan üç yüze yakın tekkenin şeyhinden birkaçını manevi bir imtihandan geçirmiş, sonra da “Bunlar şeyh değil” diyerek başlarından tâc-ı şeriflerini almış, Sarayburnu’ndan denize atmıştır. Yani başka bir deyişle, ruhsatlarını iptal etmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, tacı alınan şeyhlerin sayısındaki azlıktır: Üç yüze yakın şeyh içinden birkaç kişidir bunlar ki bu kadar kusur da her alanda, her branşta olabilmektedir.
Velhasılıkelam: Sahih manevi gelenekten gelmeyen kült hareketlerde, bu tür laflar, rüyalar, manalar söylenmek ve bunlar neşredilmek suretiyle cemaat içerisinde mistik bir hava yaratılır. O mistik havayla birlikte, kült liderinin karizması daha da dokunulmaz hale gelir. Maalesef buna benzer oluşumlar ve benzer uygulamalar da tasavvuf düşmanlarının eline epey bir malzeme verir. Onlar da buradan açtıkları kapıdan irfan camiasına vurmaya başlarlar. Bu bir paradokstur, zıtların birbirini vurması halidir. Ama ben, bu iki zıt uç birbirini böyle vurdukça, sarkacın orta yolda, sırat-ı müstakimde karar kılacağı kanaatindeyim. Allah bizi doğru yoldan ayırmasın.

Wednesday, 5 October 2016

Kuzeyimizde bir ülke, Ukrayna yeniden kuruluyor





Kuzeyimizde bir ülke, Ukrayna yeniden kuruluyor, Türk iş dünyası bu fırsatı kaçırmamalı

Burak Pehlivan,http://tuid.org.ua


mezhdunarodnyiy-den-mira



Aşağıdaki yazı Anadolu Ajansı için Ukrayna’daki yatırım ve özelleştirme imkanlarını değerlendirdirmek için yazılmıştır. Kuzey komşumuz adeta yeniden kuruluyor, 1700 kamu işletmesi özelleştirilecek, Türk sermayesi bu süreci yakından takip etmeli ve özelleştirme ihalelerine iştirak etmeli.
1990 yılında, Sovyetler Birliği çökerken, Dünya Bankası’nın istatistiklerine göre Ukrayna’da satın alma gücü paritesine göre kişi başına gelir, Türkiye’nin de, Polonya’nın da, Brezilya’nın da önündeydi. Ancak arada geçen 25 yılda, Ukrayna ne yazık ki bir ülkenin iyi yönetilmemesinin ekonomiye, halkın refah düzeyine, yaşam standartlarına olumsuz etkisinin görülmesi açısından iyi bir örnek oldu. Bugün, bu üç ülkenin vatandaşlarının kişi başına geliri Ukraynalılar’ın 3-4 kat üstünde. Ancak Ukrayna’nın makus talihinin özellikle, 2013 yılının kasım ayında başlayan Avrupa Meydanı olayları neticesinde oluşan yeni düzende değişmeye başladığını gözlemliyoruz.
Ukrayna’da son iki yılda tarihi yapısal reformlar gerçekleştirildi
Son iki yılda Ukrayna ölçeğinde inanılmaz hızda yapısal reform kararları alınıp, uygulanmaya koyuldu ve bu yönelim devam ediyor. Hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi yolunda adımlar atılırken, vergi kalemi ve kontrol organı sayısı azaltılıyor; lisansların alımı kolaylaştırılırken, lisans sayısında ciddi oranda kesintiye gidiliyor. Vergi mevzuatı basitleştiriliyor. Devlet personel kanunu da son olarak değiştirilerek reform sürecinde önemli bir adım daha atıldı. Tüm bunların sonucunda Dünya Bankası iş yapma endeksinde Ukrayna 2012 yılında 157. sıradaki yerinden, 2014 yılında 112. sıraya, 2015’de ise bir yılda 29 basamak yükselerek 83. sıraya yükselmiş durumda. Ukrayna, sıralamada hala gerilerde ama yükseliş eğilimi ve hızı gelecek için büyük bir umut veriyor.

145163

Türkiye’de asgari ücret 450 dolarken, Ukrayna’da yalnızca 60 dolar
Türkiye’nin geleneksel ihracat pazarlarının bir bölümünde, Kuzey Afrika’da, Ortadoğu’da istikrarsızlık hakim, son olarak Rusya ile zaten bir süredir kötü seyreden siyasi ilişkilerin, ekonomik ilişkilere de olumsuz etkilerinin yaşandığı bir döneme girmiştik her ne kadar bu alanda son haftalarda tekrar yumuşama yaşansa da Rusya’nın kendi ekonomik sorunları da ülkedeki alım gücünü düşürmüş durumda. Nitekim Batı’nın ambargoları sonucunda Rusya’nın ticareten yönünü döndüğü Çin ile bile dış ticaret hacmi %40 civarında azaldı. Yeni pazar ve yatırım arayışındaki Türk firmaları için Ukrayna cazip bir seçenek olabilir. Ülkemizde asgari ücret neredeyse 450 doları bulurken, Ukrayna’da ise yalnızca 60 dolar ve kısa vadede işçilik maliyetlerinin yükselmesi mümkün değil. Buna karşılık özellikle mühendislik alanında çok iyi yetişmiş, kalifiye bir iş gücü var Ukrayna’da. Avrupa’da yılda en çok mühendis Ukrayna üniversitelerinden mezun olurken, sertifikalı bilgi  işlem uzmanı sayısında ülke dünyada ilk 5 ülke arasında yer alıyor. Geleneksel olarak Türkiye ve Ukrayna ekonomileri birbirlerini tamamlayan ekonomiler, birbirleriyle rakip değiller. Ukrayna’nın özellikle hafif sanayi konusundaki know-how ve yatırım açığı konusunda Türk firmaları iki ülkenin de çıkarına fırsatlar yakalayabilirler.
Ukrayna Ekonomi Bakanlığı son bir yılda 100’den fazla mevzuat bariyerini kaldırdı. Devlete alımlarının şeffaf bir biçimde gerçekleşmesini sağlayan, elektronik alım sistemini devreye sokarak bu konudaki yolsuzlukların büyük oranda önüne geçilmesi sağlandı. Yapılan reformlar, ve Kamu Iktisadi Teşekküllerindeki yönetici sınıfın profesyonellerden oluşması sağlanarak 2014 yılında 5 milyar dolar olan KİT’lerin zararı bir yıl gibi kısa bir sürede dramatik olarak düşürülerek 2015’te 640 milyon dolara indirildi.


Ukrayna’da 1700 civarında kamu işletmesi önümüzdeki dönemde özelleştirilecek
Ukrayna’da yapılan reformlar sonucunda artık sıra ülkede bulunan 3000’e yakın KİT’in özelleştirmesine geldi. İlk etapta özelleştirilmeye uygun olmayan 1000 kuruluş tasfiye edilecek. Satılabilecek durumdaki geriye kalan 2000 kamu işletmesinin 300’ü ulusal güvenlikle ilgili olması ya da stratejik önemlerinden dolayı özelleştirme kapsamı dışında tutulacak. Bu durumda 1700 civarında işletme özelleştirme sürecine alınacak. Bununla ilgili meclisteki yasal düzenlemeler devam ediyor.
Başta limanlar Ukrayna’daki özelleştirme dalgasında Türk firmaları için büyük fırsatlar var
Mevcut yasalara göre, ülkedeki 13 liman ve bunları bağlı ulaşım şirketleri, bazı enerji firmaları, Aralalarında 300 bin çalışanıyla dev bir işletme olan Ukrayna Demiryolları’nın bulunduğu bazı kamu işletmeleri özelleştirme kapsamının dışında. Aynı şekilde çok sayıda tarım işletmesinin de özelleştirilmesi mümkün değil. Ancak IMF’in de programında yer aldığı gibi limanların, bu enerji firmalarının ve büyük kamu işletmelerinin  özelleştirilmesinin önündeki yasal engeller hızla kaldırılıyor, aynı şekilde tüm tarım işletmeleri de özelleştirme kapsamına alınıyor. Liman işletmeciliğinde deneyimli firmalarımız için Ukrayna’da yeni fırsatlar oluşurken, özellikle cari açığımıza etki eden kalemleri üreten Ukrayna’daki sanayi kuruluşları ve tarım işletmeleri de Türk işadamlarımızın gündeminde olmalı.

25 yıl önce Doğu Avrupa’da kartlar yeniden dağılırken Türkiye hazır değildi ama Türkiye artık eski Türkiye değil ve bölgede önemli bir oyuncu
Demir Perde yıkılıp, Sovyetler Birliği dağılınca, Orta ve Doğu Avrupa’dan, Orta Asya Türk cumhuriyetlerine, Baltık Deniz’inden Vladivostok’a, Balkanlar’dan Kafkaslar’a çok geniş bir coğrafyada bir güç boşluğu oluştu. Baltık devletleri hariç, Rusya Federasyonu eski Sovyetler Birliğini oluşturan cumhuriyetleri Bağımsız Devletler Birliği çatısı altında toplamaya çalışırken, Avrupa Birliği ve ABD, Orta ve Doğu Avrupa’da bu boşluğu ekonomik ve siyasi olarak hızla doldurdu. Ülkemiz bu döneme, sahip olduğu yetersiz finansal kaynakları, görece düşük kalkınmışlık düzeyi, girişimci sınıfının eğitim ve deneyim eksikliğiyle hazırlıksız yakalandı. Avrupa’daki bu büyük değişimde söz sahibi olma şansı ıskalandı. Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve Kafkaslar’da ise coğrafi yakınlık, tarihi ve kültürel bağlarla kısmen de olsa bu açıklar kapatıldı ve nispeten olumlu bir pozisyon alınabilindi. Bu arada Ukrayna, bu 25 yıllık sürecin neredeyse tamamında Batı ve Rusya arasında seçim yapmakta zorlandı, ta ki 2014 yılının şubat ayına kadar. Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanan Avrupa Meydanı olayları sonrasında oluşan hükümetler ve meclisler, artık bir daha geri döndürülmeyecek şekilde tercihlerini Batı’dan yana yaptılar.
1c82eef87e4824e46aa19cd1d32337bd
Türk firmaları Ukrayna’daki bu tarihi fırsatı kaçırmamalı
Kuzey komşusu Ukrayna’da bu büyük dönüşüm yaşanırken, Türkiye 25 yıllık önceki Türkiye değil artık. Son yirmi yıldır AB ile gümrük birliği olan ülkemiz, ekonomisini büyük oranda Avrupa ile bütünleştirmiş durumda. Dış ticarette, kalkınma alanında, bankacılıkta, finansta, özelleştirmede ciddi kurumlar oluştu, birikimler elde edildi. İşadamlarımız artık çok daha bilinçli, eğitimli ve deneyimli. Şirketlerimizin sermaye yapıları güçlü, her yıl yurtdışında milyarlarca dolarlık yatırım yapabilecek hale geldiler. Yabancı dil sorununu çözen Türk profesyonelleri, dünyanın her ülkesinde çokuluslu firmalarda üst düzey yöneticilik görevlerini başarıyla gerçekleştiriyorlar. Dolayısıyla tarihin en iyi ekonomik ve siyasi ilişkilerini yaşadığımız Ukrayna’daki bu büyük değişim ve dönüşümde söz sahibi olabilme, yeni Ukrayna’nın kuruluş sürecinde bu dost ülkeye katkıda bulunabilme adına her türlü imkana bugün sahibiz. Gerek devlet, gerekse özel sektör olarak çok daha fazla sorumluluk alabiliriz. Kuzeyimizde bir ülke yeniden kuruluyor, ticarette, ekonomide öncelikler yeniden belirleniyor. Türk özel sektörü bu tarihi fırsatı kaçırmamalı ve Ukrayna’daki özelleştirme sürecinde yerini almalı.

Burak PEHLİVAN
Uluslararası Türk Ukrayna İşadamları Derneği(TUİD)
Yönetim Kurulu Başkanı



Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts