Monday, 10 October 2016

181 aşiretten teröre karşı ortak bildiri


Teröre karşı tepkilerini göstermek için Van'da bir araya gelen 181 aşiret teröre karşı ortak bildiri yayımladı.

181 aşiretten teröre karşı ortak bildiri
VAN
Van'da 16 ilden 181 aşiret temsilcisi, terör saldırıları ve "İngiltere'nin aşiretlere para dağıttığı" iddiasına tepki gösterdi.
Edremit ilçesindeki otelde bir araya gelen aşiret temsilcileri ve kanaat önderleri, yaptıkları toplantının ardından, tepkilerini hazırladıkları bildiri ile dile getirdi.
Ertoşi aşireti lideri İskender Ertuş'un okuduğu bildiride, İngilizlerin ağır ithamlarla aşiretler ile devletin arasına nifak tohumları ekmesini önlemek ve terör örgütünün bölgedeki saldırılarına ortak tepki göstermek amacıyla bir araya gelindiği belirtildi.

"Devlete bağlılıkta en ufak bir gevşeme yok"

En sağlam köklerini Selahaddin Eyyubi'den alan ve Osmanlıdan süre gelen örf, adet ve gelenekleriyle yaşayan aşiretlerin, hiç kimseye boyun eğmeyen ve aynı zamanda kimsenin hukukunu çiğnemeyen yapılar olduğu vurgulanan bildiride, "Nasıl ki Osmanlının kuruluşundan bu yana atalarımızın devletine karşı olan bağlılıkları ve sadakatleri tartışma konusu olmamış ise bizim de devletimize karşı bağlılıkta en ufak bir gevşeme ve sadakatte ihanet tartışma konusu olamaz. Biz devletimizin her karış toprağıyla ve milletimizin her ferdiyle bir bütünüz ve bu bütünlüğümüz Allah'ın izniyle ilelebet sürecektir." denildi.
"İkinci darbe olacak" diye milletin içine korku salarak her şeyi karmaşık hale getirmeye çalışan İngilizlerin ve bu ihanet odaklarının, aşiretleri bu işe alet etmesinin ne kadar çaresizlik içinde bulunduklarının en bariz göstergesi olduğu kaydedilen bildiride, devlete, millete olan sadakat ve bağlılıklarının hiçbir zaman bozulmayacağı ve bozulmasının da söz konusu olamayacağı belirtildi.
Bildiride, ülkede ve özellikle bölgede son bir yıldan bu yana devam eden şiddet sarmalından tedirginlik duyulduğu ifade edilerek, şöyle denildi:
"Ülkemiz ve milletimiz yararına ne yapabiliriz noktasında bir toplantı gerçekleştirmeyi amaçladık. Amacımız taraflara sükunet ve bu şiddet sarmalından uzaklaşarak ülkemizde barış ortamının sağlanmasıdır. Özellikle son bir haftadır bölgedeki aşiret reisleri ve kanaat önderlerinin sözde İngiliz hükümetinden para aldıkları, bölücü FETÖ terör örgütünü destekleyecekleri söylentileri bizleri çok derinden yaralamıştır. Bölgenin kanaat önderleri ve aşiret liderleri olarak ülkemizde sükunetten, barıştan, kardeşlikten yanayız, bu doğrultuda üzerimize düşen katkıyı sunmaya hazırız. Her türlü terör, darbe ve şiddete karşı olduğumuzu buradan beyan etmek istiyoruz. Cumhuriyet öncesinden günümüze kadar birlikte kardeşçe yaşamış, Çanakkale'de omuz omuza savaşan halklar olarak, ülkemize acilen barışın tesisinden yanayız."

"Örgütün elindeki silah, başka güçlerin hizmetinde"

"Ülkemizin varlığına ve milletimizin iradesine kasteden, içerideki ve dışarıdaki terör örgütlerine karşı duruşumuzu ve mücadele azmimizi ifade etmek için toplandık." vurgusu yapılan bildiride, şu değerlendirmelerde bulunuldu:
"Bizim için devletimizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğü, tartışma konusu yapılmayacak bir durumdur. Bizi parçalamayı, birbirimizden ayırmayı amaçlayan her türlü teşebbüs karşısında irademizi ortaya koyacağız ve sonuna kadar mücadele edeceğiz. PKK terör örgütünün eylemlerini lanetliyoruz. Terörün karşısında, meşru siyasetin yanında saf tutmakta kararlı olduğumuzu beyan ediyoruz. Silahlı bir terör örgütünün, bölge insanının geleceğini tahakküm altına almasına rıza göstermeyeceğiz. Yaşadığımız süreçte terörün milletimize, en çok da bölge insanına zarar verdiğini gördük. PKK'nın silaha müracaatının makul bir izahı olmadığı gibi, bölge halkının da böyle bir beklenti ve isteği de yoktur. Çatışma ortamından elde edeceğimiz bir kazanç yoktur. Devletimizden beklentimiz ve isteğimiz, ülkemizdeki terör tehdidinin ortadan kaldırılmasıdır. Biz terörle mücadelede devletimizin yanında yer alacağız. Terör örgütü, Türkiye üzerinde emelleri bulunan dış güçlerin maşası durumundadır. Örgütün elindeki silah, başka güçlerin hizmetindedir. Türkiye'nin mevcut siyasi şartlarında bölge halkına ve ülkemize terör yoluyla zarar vermenin başka hiçbir gerekçesi olamaz."

"İç ve dış güçlerin hesapları boşa çıkartıldı"

Bildiride, ülkenin büyümesini, güçlenmesini hazmedemeyen güçlerin, birlik ve beraberliğe zarar vermeyi hedeflediğine dikkat çekilerek, geçmişte olduğu gibi bugün de iç ve dış güçlerin hesaplarının boşa çıkacağı aktarıldı.
16 ilden Kürt, Türk ve Arap 181 aşiret temsilci tarafından hazırlanan bildiride, şu görüşlere yer verildi:
"Üzerimizde hesap yapacak tek güç Türkiye Cumhuriyeti devleti ve millettir. 7 Haziran 2015 seçimlerinde 'Kürt siyasetçisiyim' diyen misyona, bize 'bu memlekette kanı, gözyaşını durduracağız. Bizleri destekleyin' tekliflerine karşılık bu milletin birçok yerinden 6 milyon oyla destek sunuldu. Bu desteği bu halkın halis duygularını maksadı dışında kullanmaya başladılar. Hendek siyasetini destekleyerek bizleri hayal kırıklığına uğratıp akabinde parti eş başkanlarından Figen Yüksekdağ, 'biz sırtımızı dağa dayadık' gibi söylemler kullanıp, ülkemizi başka ülkelere şikayet ettiler. Siyasetleri bu olduğu sürece desteklerimizi alamayacaklarını ve bizi temsil etmediklerini bildirmek isteriz." 

"Bölgede emelleri olanlar bunu aşiret üzerinden gerçekleştirmek istiyor"

Karahan aşireti üyesi ve AK Parti Genel Başkan Danışmanı Zeynep Karahan Uslu da yaptığı konuşmada, bölgede emelleri olanların amaçlarını aşiretler üzerinden gerçekleştirmek istediğini söyledi.
"15 Temmuz Türkiye'yi bölme girişimiydi. Bu ülkenin her bölgesinden gösterilen şanlı direnişle bugün millet zaferi kazanıldı. Türkiye'nin diğer bölgelerinde olduğu gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da da millet geleceğine sahip çıktı." diyen Uslu, şunları söyledi:
"Siyasi iktidarlar öyle bir zamanlardaki gibi her canları istendiğinde değiştirilemez. Bunu 15 Temmuz'da dosta da düşmana da gösterdik. Bu nedenle bölgemiz üzerinde emelleri olanlar, amaçlarını aşiretler üzerinden gerçekleştirmek istiyorlar. Kürt aşiret liderlerinin para aldığını ve borçların ödendiğini ve yine Türkiye'ye karşı yeni ayaklanma içerisinde olduğumuzu söylediler. Birileri de hoplaya zıplaya bu iddialara kulak verdi. Çok mutlu oldular, ağızları kulaklarına vardı ama bizler söylenenlerin farkındayız. Bu asılsız iddialarla bayrağımızı kirletmeye kimsenin gücü yetmedi ve yetmeyecek. Aşiret mensupları olarak Türkler ve Kürtlerin birbirlerine olan güvenlerine saldıran, bizleri bilinçli olarak küçültmek isteyen ve itibarsızlaştırmak isteyen, aramıza düşmanlık tohumları ekmek isteyenlere iddialarını misliyle iade ediyoruz. İftiralara karşı bizler de kardeşlik bayrağımızı çektik. Biz de ne satılık bakan, ne de satılık aşiret var. Bizler aşiret sahibi Kürt, Türk, Zaza, Arap tarih boyu birlikte yaşayanlar olarak bölünmeyeceğiz ve hep birbirimize sarılacağız."

Friday, 7 October 2016

Türk dış politikasında yeni dönemin kodları


Türk dış politikasında yeni dönemin kodları

Türkiye, Irak'ın işgaliyle başlayan ve Suriye iç savaşı ile devam eden süreçte, bölgesel güçlerin ve örgütlerin zemin kazanmasına müsaade etmenin ülke içinde acı sonuçlara yol açabileceğini derinden hissediyor.
Türk dış politikasında yeni dönemin kodları
ANKARA
Arap Baharı sonrası Ortadoğu halklarında ve demokrasi yanlısı taraflarda oluşan büyük umut ve beklentiler, hesap edilmeyen iç dengeler ve aktif dış manipülasyonlar sebebiyle kısa süre içinde, bölgenin son yüzyılda tecrübe ettiği en büyük krize dönüştü.
Bununla birlikte artan gerginlik ortamı bölgeyle sınırlı değil ve son gelişmelerin gösterdiği gibi Bosna’dan Hint alt kıtasına ve Çin Denizi'ne kadar geniş bir alanda rakip güçler arasındaki sıcak çatışma olasılığı ciddi biçimde yükselmiş durumda. Türkiye’nin yakın coğrafyasının gidişatıyla ilgili de ne yazık ki belirsizliklerin azalmadığı tersine giderek daha karmaşık bir hal aldığı görülüyor. Bu durum özellikle Suriye üzerinden uzun süredir ilgi çekici bir irtibat içinde olan ABD ve Rusya’nın inişli çıkışlı ilişkilerinden de gözlemlenebiliyor. Son olarak 3 Ekim’de ABD Dışişleri Bakanlığının iki ülke arasında Suriye eksenli görüşmelerin sonlandırıldığını açıklaması, son haftalardaki krizde yeni bir aşamaya işaret ediyor.
Hatırlanacağı üzere 9 Eylül’de Washington ve Moskova arasında silahlı muhaliflerin sınıflandırılması ve kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaşmaya varıldığının açıklanmasına rağmen rejim güçleri Halep’e saldırılarını sürdürmüş, akabinde ABD öncülüğündeki koalisyon uçakları 17 Eylül’de “yanlışlıkla” Deyru'z Zur’daki Esed güçlerini vurarak yüze yakın rejim askerini öldürmüştü. Olaydan iki gün sonra Rus jetlerinin BM denetimindeki Halep’e yardım götüren insani yardım konvoyunu vurması yalnızca ABD ve Rusya arasındaki gerilimi artırmakla kalmadı Suriye’deki dengeleri de etkilemeye başladı.

ABD’den politika değişikliği sinyalleri

Suriye müzakerelerinin kesildiğinin duyurulması Washington’un son günlerde Suriyeli muhaliflere silah yardımı konusundaki tavrını yumuşattığı ve bunun sonucunda başta karadan karaya Grad füzeleri olmak üzere gelişmiş silahların muhaliflerin eline geçtiği haberleriyle eşzamanlı oldu. Bazı Batılı kaynaklara göre uçak ve helikopterlere karşı kullanılabilen tek kişilik uçaksavarların da muhaliflerin eline geçmesi an meselesi.[1] Buna karşın Rusya ABD’nin adımları karşısında geri adım atmayacağını göstermekten geri durmuyor. İlk olarak ABD ile 2000 yılında imzaladığı plütonyum imha anlaşmasını askıya aldığını açıklayan Moskova yönetimi, Suriye içindeki uçaksavar sistemlerini takviye etmek için de harekete geçti ve ABD yönetiminin iddiasına göre SA-23 Gladiator (S-300VM) gelişmiş hava savunma sistemlerini Tarsus limanı üzerinden Suriye’ye gönderdi.[2] Muhaliflerin ya da DAEŞ gibi terörist grupların hava muharebe unsurlarına sahip olmadığı düşünüldüğüne bu girişimin ABD’nin rejim karşıtı hava operasyonlarını caydırma/önleme amacına yönelik olduğu düşünülebilir.
Suriye konusundaki iki ana oyuncu arasındaki bu zikzaklı ilişkilerin etkisi bölge ülkelerinin tavırlarını da etkiliyor. Son birkaç aydır, Başbakan Binali Yıldırım’ın en azından geçiş aşamasında Beşşar Esed’in muhatap kabul edilebileceği yönünde yaptığı açıklamalar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 20 Eylül’deki New York ziyareti öncesinde havaalanında gazetecilere Esed’in geçiş sürecinde dahi yerinin olmadığını ifade etmesiyle gündem dışına çıktı. Bu durum üst düzey yetkililer arasındaki görüş farklılığından ya da temas kopukluğundan çok, sahada yaşanan anlık gelişmelere göre siyaset belirleme zorunluluğundan kaynaklanıyor. ABD’nin Rusya ile restleşmesi ve karşılıklı tehditlerin artması, Türkiye’nin pozisyonunu yeniden değerlendirmesine neden olurken Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Aleksey Meşkov’un “Suriye konusunda Türkiye ile ihtilaf içinde olduğumuz sır değil ancak ateşkes ve insani yardım konusunda Türk tezlerini duymak istiyoruz” şeklinde konuşması son gelişmeler ışığında Suriye politikasını gözden geçiren tek başkentin Ankara olmadığını gösteriyor.
ABD’nin yıllardır bilinçli bir şekilde pasif davranarak kan gölüne dönmesine izin verdiği Suriye konusunda tutumunu sertleştirmeye başlamasının nedeniyle ilgili farklı yorumlar mevcut olsa da en çok kabul gören iddia dış politikada etkisiz kalmakla eleştirilen Obama’nın yaklaşan başkanlık seçimleri öncesinde Hillary Clinton’un elini güçlendirmek için bu adımları attığı yönünde. Moskova yönetiminin, doğrudan rejim mevzilerinin hedef alınması durumunda felaket yaşanacağını ileri sürmesi Obama’nın müdahalede ciddi olabileceğini düşündürüyor. Obama her ne kadar son konuşmasında mecbur kalmaması durumunda Suriye’ye asker göndermeyeceğini tekrarlasa da bu ifadeler pekala aba altından sopa göstermek olarak yorumlanabilir.[3]
Zira öncelikle Münbiç olayında yakından görüldüğü üzere sayıları az da olsa Amerikan güçleri Suriye’de zaten mevcut, ikinci olarak ABD’nin Suriye’deki dengeleri değiştirmek için kara askeri göndermesine hatta hava bombardımanı yapmasına bile gerek olmadığı biliniyor. Suriye savaşının demografisi ve coğrafyası göz önüne alındığında muhaliflere verilecek etkin silah desteğinin kısa sürede Rusya’yı ülkeden çıkmaya mecbur bırakacağı aşikâr. Aslında muhtemelen ABD’nin planı orta vadede bu yöndeydi ancak yaklaşan başkanlık seçimleri Obama’yı daha erken davranmaya itmiş durumda. Yoksa kimse ABD’nin Suriye’yi ya da bölünmüş ana gövdesini Rusya’ya bırakacağına ihtimal vermiyor.

Türkiye Musul’un yeni bir Halep olmasına karşı

Öte yandan Ortadoğu’daki en önemli çatışma alanı Suriye olsa da yaklaşan Musul operasyonu nedeniyle Irakda gündemde ön plana çıkmaya başlıyor. Türkiye’nin geçmişten beri Musul’a yönelik alakası zaten biliniyordu ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 Ekim’deki Meclis açılışında yaptığı konuşma ve Lozan vurgusu konuyu yeni bir boyuta taşımış durumda. Nitekim Irak merkezi yönetiminden ve İran yanlısı milis grupların liderlerinden peş peşe gelen açıklamalar Türkiye’nin Musul operasyonuna hiçbir şekilde müdahil olmaması gerektiği yönündeydi. Buna Irak Meclisi’nin Türkiye karşıtı sert açıklamaları ve Türk Büyükelçinin Irak Dışişleri Bakanlığına çağrılması eklendiğinde Irak merkezi hükümetinin ve arkasındaki gücün Türkiye’nin yeni dönem bölgesel hamlelerinden ne kadar rahatsız olduğu anlaşılabilir.
Ancak Cerablus operasyonunun da somut bir şekilde ortaya koyduğu üzere Ankara artık kendi kaderini ilgilendiren konularda ve ulusal çıkarları gerektirdiğinde -başkalarının ne dediğini dikkate alsa da- farklı aktörlerle sıcak çatışmadan kaçınmayacağını net bir şekilde deklare etmiş durumda. Zira Türkiye, Irak’ın işgalinin ardından başlayan ve Suriye iç savaşı ile devam eden süreçte kimi bölgesel güçlerin ve örgütlerin oldubittiyle zemin kazanmasına müsaade etmenin yalnızca bölgesel çıkarlarını ve politikalarını sekteye uğratmakla kalmadığını, aksine ülke içinde de acı sonuçlara yol açabileceğini son bir yıldır yoğunlaşan terör ve darbe girişimleriyle derinden hissetmiş durumda.

ABD'nin yeni hedefi Suudi Arabistan mı?

Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta daha aktif bir şekilde sahaya inmesi, iki ülke konusunda benzer pozisyona sahip olduğu Suudi Arabistan ile olan ilişkileri de daha önemli hale getiriyor. Son dönemde sıklaşan karşılıklı ziyaretler bölgesel konularda iki ülke arasındaki görüş ayrılıklarının asgariye inmiş olduğunun işareti olarak değerlendirilebilir. Öte yandan Riyad yönetimi son dönemde ABD Kongresinden geçen ve 11 Eylül mağdurlarına Suudi Arabistan aleyhine dava açma hakkı tanıyan yasanın şokunu yaşıyor. Geçmişte benzer şekilde İran’ın ABD’deki malvarlıklarını donduran ve özellikle İsrailli dava sahiplerine büyük meblağlarda ödemeler yapan Washington’un aynı politikayı Riyad yönetimine karşı da uygulamaya koyma ihtimali, zaten bozuk olan ABD-Suud ilişkilerini kriz seviyesine çıkarmış durumda.
Yasanın çıktığı gün Türkiye’ye ziyarette bulunan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen İçişleri Bakanı ve Veliaht Prens Muhammed bin Nayif’in görüşmelerinde de konunun gündeme geldiği anlaşılıyor. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni dönemin manifestosu olarak değerlendirilebilecek Meclis konuşmasında bu meseleyi de gündeme getirmiş ve kararın kabul edilemez olduğunu vurgulayarak Türkiye-Suudi Arabistan yakınlığının önümüzdeki dönemde süreceğini göstermiştir.
Cumhurbaşkan Erdoğan'ın meclisteki konuşmasında Ankara’nın Tahran ile mevcut iyi ilişkileri sürdürmek ve geliştirmek istediğini vurgulaması Türkiye’nin yeni dönemde de bölgesel politikalarını kompartımanlara ayırma stratejisini sürdüreceğini gösteriyor. Bununla birlikte Türkiye’nin Musul operasyonuna aktif bir şekilde müdâhil olması ve Şii milislerle karşı karşıya gelmesi durumunda, bölgede agresif dış politikasıyla öne çıkan İran ile ilişkilerin ciddi biçimde etkilenmesi son derece muhtemel görünüyor.
[Dr. Hakkı Uygur İran Araştırmaları Merkezi'nin (İRAM) başkan yardımcısıdır]
[1] https://www.washingtonpost.com/news/global-opinions/wp/2016/09/28/putin-is-making-a-mistake-in-syria-and-russia-will-pay-the-price/?utm_term=.c19caa21fe3e
[2] http://www.dunyabulteni.net/haberler/379328/abd-iddiasi-rusyadan-suriyeye-fuze-sistemi
[3] http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1923751-obama-suriyeye-asker-gondermek-onceligimiz-degil

Filistin'deki yerel seçimlerin önündeki engel 'siyasi bölünmüşlük'


Filistin'deki yerel seçimlerin önündeki engel 'siyasi bölünmüşlük'

Filistin Yüksek Mahkemesinin, yerel seçimlerin Gazze Şeridi'nde değil, sadece Batı Şeria'da yapılmasına yönelik kararının ardından Bakanlar Kurulunun seçimlerin ertelendiğini duyurması, Filistin'deki siyasi bölünmüşlük tartışmalarını gündeme getirdi.
Filistin'deki yerel seçimlerin önündeki engel 'siyasi bölünmüşlük'

RAMALLAH/GAZZE
AA muhabirine konuşan Filistinli siyasi analistler yerel seçimlerin başarısının, yıllardır devam eden fiili bölünmüşlüğe son verilmesi konusunda Fetih ve Hamas hareketleri arasında anlaşma sağlanması ile doğrudan irtibatlı olduğu dile getirildi.
Filistin'deki demokratik sürecin başarısı için atılması gereken ilk adımın "içerideki bölünmüşlüğe son verilmesi" olduğunu ifade eden uzmanlar, Yüksek Mahkeme'nin Gazze Şeridi'ni dışarıda bırakan kararını ise "mevcut bölünmüşlüğü derinleştireceği" uyarısında bulundu. 
Gazze'deki El-Ezher Üniversitesi'nde görevli Siyaset Bilimi Profesörü Muhaymer Ebu Sa'de, "Fetih ve Hamas hareketleri, mevcut bölünmüşlüğe son verecek yeni bir milli anlayış üzerinde uzlaşmadıkça yerel seçimler başarılı olmayacak." dedi.
Mahkemenin Gazze'yi dışarıda bırakan son kararının Filistin'deki mevcut bölünmüşlüğü daha da derinleştireceği uyarısında bulunan Ebu Sa'de, "Filistin hükümeti seçimlerin ertelenmesi yönündeki kararıyla ülkedeki siyasi durumu kurtardı." diye konuştu.
Ebu Sa'de ayrıca, "seçimlerin sadece Batı Şeria'da yapılması" şeklindeki mahkeme kararının uygulanması halinde Filistin'deki siyasi durumun yeni labirentlerin içine girebileceğini ifade etti.

Bölünmüşlük devam ettikçe yerel seçim yapılamaz

Filistinli siyasi analist ve gazeteci-yazar Teysir Muhaysen, ülkede yerel seçimlerin yapılmayacağı öngörüsünde bulundu.
"Bölünmüşlük devam ettiği sürece seçimlerin yapılma veya demokratikleşmede herhangi bir başarı sağlama ihtimali yok" diyen Muhaysen, hükümetin seçimleri erteleme kararını ise "çok yönlü ve kapsamlı" olarak değerlendirdi.
Muhaysen, "Filistin yönetimi oldukça zor bir durumdaydı. Eğer mahkemenin kararını kabul etmiş olsaydı durum daha da kötüleşecekti. Ancak hükümet, seçimleri erteleyerek halkın mahkeme kararına olan kızgınlığını biraz olsun hafifletmiş oldu." dedi.
Mahkemenin aldığı kararı "Filistinli grupların üzerinde uzlaştığı siyasi nezaket ve ahlaktan vazgeçme" olarak nitelendiren Muhaysen, Yüksek Mahkeme'nin "siyasi ve sorumsuz" davrandığını öne sürdü.
Muhaysen ayrıca Yüksek Mahkeme'nin bu şekilde bir karar alma yetkisinin bulunmadığını, asıl yetkinin ilk derece mahkemesinin olduğunu belirtti ve "Yüksek Mahkeme burada yetkisini aşmış, ilk derece mahkemesinin yetkilerini gasp etmiştir." şeklinde konuştu.

Seçimlerin ertelenmesi, yeni düzenlemelerin yapılması için "fırsat"

Filistinli siyasi analist Cihad Harb ise yerel seçimlerin ertelenmesini, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde seçimlerin yapılabilmesine imkan tanıyacak yeni düzenlemelerin yapılabilmesi için "fırsat" olduğunu söyledi.
"Hükümetin yapması gereken, seçimleri bölmemek ve güvenli şekilde yapılması için gereken ortamı sağlamak" diyen Harb, önümüzdeki dört aylık süre içinde gereken çalışmaların yapılmasının son derece önemli olduğunu kaydetti. Harb, Yüksek Mahkeme'nin kararına gerekçe olan nedenlerin ortadan kaldırılması için hükümetin Yüksek Yargı Konseyi ile işbirliği halinde çalışması gerektiğinin altını çizdi.
Söz konusu çalışmaların dört ay gibi kısa bir sürede tamamlanıp tamamlanamayacağına ilişkin ise Harb, "Eğer gereken siyasi irade ortaya konulursa hükümet bu gereklilikleri yerine getirebilecektir." dedi.
Ramallah'taki Filistin Yüksek Mahkemesi 3 Ekim'de, "Gazze Şeridi'nde yerel seçim yapılmaması" yönünde karar verdiğini duyurmuştu. Mahkeme Heyeti Başkanı Hişam el-Hatu tarafından okunan kararda, "Mahkeme, Bakanlar Kurulunun yerel seçimin Gazze Şeridi hariç, ülke genelinde yapılması kararının uygulanmasını kabul etti." denilmişti. Gazze Şeridi'ndeki hakimlerin yasa dışı şekilde atanması ve bunların seçime katılacak listeler konusunda karar verme yetkisine sahip olmaması nedeniyle bu bölgede yerel seçime gidilmesinin imkansız olduğu kaydedilmişti.
Filistin Yüksek Mahkemesi'nin 3 Ekim'de açıkladığı "yerel seçimlerin Gazze Şeridi'nde değil, sadece Batı Şeria'da yapılması yönündeki" kararının ardından dün Ramallah'ta toplanan Filistin Bakanlar Kurulu, söz konusu seçimlerin "4 ay ertelenmesine ve tüm Filistin topraklarında gerçekleştirilmesine" karar vermişti.
Mahkeme daha önce verdiği kararda, Batı Şeria ve Gazze'de 8 Ekim'de yapılması planlanan yerel seçimin açılan dava nedeniyle durdurulduğunu bildirmişti.
Muhabir: Meryem  Kasım-Nour Mahd Ali Abu Aisha

ABD'de seçmenler arasında keskin ayrım

Tarihinin en tartışmalı seçimlerinden birine sahne olan ABD, Demokrat Clinton ile Cumhuriyetçi Trump arasında adeta "ikiye bölünmüş" durumda

ABD'de seçmenler arasında keskin ayrım
WASHINGTON-Hakan Çopur
Tarihinin en tartışmalı seçimlerinden birine sahne olan ABD'de seçmenler, gündelik siyasi ayrışmaların ötesinde Demokrat Partinin başkan adayı Hillary Clinton ile Cumhuriyetçi Partinin başkan adayı Donald Trump arasında adeta "ikiye bölünmüş" bir görüntü sergiliyor.
ABD'de 8 Kasım'da yapılacak 58. başkanlık seçimleri yaklaşırken Clinton ile Trump arasındaki siyasi kutuplaşma, Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasındaki derin ayrışmanın boyutlarını bir kez daha gün yüzüne çıkardı.
Geçen yıl 16 Haziran'da başkanlık için adaylığını açıkladığında çok az kişinin şans tanıdığı New Yorklu emlak milyarderi Trump, daha önce First Lady ve Dışişleri Bakanı olarak da görev yapmış olan "siyasi tecrübesi yüksek" Clinton'a rakip olunca benzeri nadir görülen ilginç bir yarış ortaya çıktı.
Daha önce siyasette hiçbir mevkiye sahip olmayan Trump'ın hemen her konudaki sert çıkışları ve tartışmalı fikirleri, Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında, hatta Cumhuriyetçilerin kendi içindeki fay hatlarının harekete geçmesine neden oldu.

Trump'ın söylemleri Cumhuriyetçi seçmende karşılık buluyor

"ABD'yi yeniden büyük yapalım" düsturuyla seçmenin karşısına çıkan Trump, genel anlamda "yabancı düşmanlığı" şemsiyesi altında toplanabilecek "milliyetçi popülist" söylemiyle ön seçimlerde Cumhuriyetçi seçmenden 13,3 milyon oy aldı. Bu da Trump'ı, şimdiye kadar tüm ön seçimlerde en fazla oy toplayan Cumhuriyetçi başkan adayı haline getirdi.
Buna karşılık ön seçimlerde Trump'ın Cumhuriyetçi rakipleri Ted Cruz, Marco Rubio ve John Kasich'in aldığı 15 milyondan fazla oy, Cumhuriyetçiler arasındaki "Trumpçılar ve Trumpçı olmayanlar" ayrımını gözler önüne serdi. Bu rakam da şimdiye kadar Cumhuriyetçi bir başkan adayının parti içindeki rakiplerinin, ön seçimlerde ulaştığı en yüksek oy sayısıydı.
Ön seçimlerde adeta ikiye bölünen Cumhuriyetçilerin 8 Kasım'da Trump'ın arkasında ne ölçüde birleşeceğini zaman gösterecek, ancak iki partili seçim sisteminin Cumhuriyetçi seçmene fazla seçenek tanımadığı da bir gerçek. Cumhuriyetçi seçmenin, "Eğer Demokratlar kazansın istemiyorsan, partinin adayını destekle" sloganı altında birleşmesi bekleniyor.
Bununla birlikte siyasi arenaya dışarıdan katılmasının, Trump lehine işleyen bir parametre olduğu söylenebilir. Zira ön seçim sürecine bakıldığında seçmenin yeni ve farklı bir yüz görme isteğinin, oy verme davranışını etkilediği açıkça görülüyor.

Trump'ın milliyetçi popülizmi

ABD'deki geleneksel kuzey-güney, zengin-fakir, Demokrat-Cumhuriyetçi ayrışmasının fay kırıklarını "milliyetçi popülist" söylemleriyle yeniden harekete geçiren Trump, bunu büyük oranda "yabancı düşmanlığı" şapkası altında gerçekleştirdi.
"Amerika, Amerikalılarındır" gizli söylemini seçim kampanyasının merkezine koyan Trump, "Müslümanları ABD'ye almayalım" açıklamasıyla Müslümanları ve "Meksika sınırına duvar örelim" ifadesiyle Hispaniklerin tepkisini topladı. Trump'ın "ırkçı" söylemlerinin siyahiler arasında da rahatsızlık yarattığı da bir gerçek.
Ancak tam da bu söylemlerinin yardımıyla 13,3 milyon oy toplayan Trump, Paris ve San Bernardino gibi DAEŞ bağlantılı saldırılardan "korkan", 12 milyon kaçak Hispanikten "rahatsızlık duyan" ve ülkenin kendi sorunlarına odaklaması gerektiğini düşünen milyonlarca beyaz muhafazakar Amerikalının desteğini aldı.

Clinton'ın merkez-sol eğilimi

Öte yandan Clinton, ön seçimde 16 milyona yakın oy toplayan "sosyalist" eğilimli Demokrat rakibi Vermont Senatörü Bernie Sanders'ın da etkisiyle "merkez-sol" olarak nitelenebilecek bir çizgiye yaklaştı.
"Amerika, Amerika'da yaşayanlarındır" gizli söylemini kullanan Clinton, azınlık haklarına vurgu yapan, Wall Street firmaları ile işçi sınıfının haklarını ortak bir noktada buluşturmaya çalışan ve dış politikada ittifaklara daha açık bir tutum sergilemeye çalıştı.
Mevcut tabloda siyahilerin, azınlıkların ve ilk kadın başkan adayı olmasının da etkisiyle kadınların desteğini kazanan Clinton, seçimlere bir ay kala anketlerde Trump'ın 3-4 puan önde gözüküyor.

Temel konulardaki bölünme

Clinton ile Trump arasında göçmen politikaları, silah kontrolü, uluslararası ticaret, terörle mücadele, dış politika, ekonomi politikaları ve azınlıklar gibi birçok konuda ciddi ayrışmalar bulunuyor.
Hillary Clinton, ABD'de yaşayan yaklaşık 12 milyon "kimliksiz" Hispanik için yasal her türlü çabayı göstereceğini vurgularken, Trump, parasını Meksika devletine ödetmek kaydıyla ABD-Meksika sınırına duvar örme önerisini getirdi.
Birçok kez Çin'i "tarihin en büyük hırsızı" ve "ABD'yi en fazla kullanan" ülke şeklinde niteleyen Trump, Oval Ofis'e yerleşmesi halinde birçok uluslararası ticaret anlaşmasını iptal edeceğini açıkladı. Clinton ise serbest ticaretin daha fazla iş imkanı sunduğu ısrarını sürdürüyor.
Terörle mücadele çerçevesinde "Müslümanları ABD'ye almayalım" önerisinİ dahi yapan Trump'ın karşısında Clinton, farklı dini ve etnik kimliklerin ülkenin zenginliği olduğunu savunuyor.
Ana konular üzerindeki ayrışmanın yanı sıra Clinton ve Trump'ın şahsında somutlaşan "ötekine duyulan nefretin" de toplumdaki ayrışmanın önemli sebeplerinden biri olduğu vurgulanmalı.

Rakamlara yansıyan ayrışma

PEW Araştırma Şirketinin geçen ay yayımladığı "Seçmenler Neden Clinton ve Trump'ı Destekliyor" başlıklı anketinde, seçmenlerin oy verme tercihlerindeki ana etkenin "karşı adaydan hoşlanmamak" olduğu vurgusu yapılıyor. Yani seçmenler başkanlık seçimlerindeki tercihlerini, kendilerinin "ne olduklarından" çok "ne olmadıkları" üzerinden tanımlıyor. Örneğin "Neden Trump'a oy veriyorsun?" sorusuna katılımcıların yüzde 33'ü, "Çünkü o, Clinton değil"; "Neden Clinton'a oy veriyorsun?" sorusuna da katılıcıların yüzde 32'si, "Çünkü o, Trump değil." yanıtını veriyor.
Yine aynı araştırma şirketinin yakın tarihli bir başka çalışmasında Demokratlar ile Cumhuriyetçilerin ülkenin geleceği ve vizyonu hakkında da oldukça farklı fikirlere sahip olduğu görülüyor.
Clinton'ı destekleyenlerin yüzde 59'u, 50 yıl öncesine göre ülkenin daha iyi bir noktada olduğunu düşünürken, Trump'ın destekçilerinin yüzde 81'i daha kötü bir noktada olduğu görüşünü taşıyor. Benzer şekilde Clinton'a oy vereceklerin yüzde 38'i, gelecek nesillerin bugünkünden daha iyi koşullara sahip olacağını söylerken, Cumhuriyetçi seçmenin ise yüzde 68'i bugünkünden daha kötü koşullarda olacağını dile getiriyor.
Sadece bu iki örnek bile Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasındaki ayrışmanın gündelik siyasi fikir ayrılığının ötesinde olduğunu ve 2016 başkanlık seçimlerinde "Clinton" ile "Trump" etiketlerinin siyasi tartışma maddelerinin çok önüne geçtiğini göstermeye yetiyor.

Vatandaşlar kayyum atanan belediyelerden memnun


İçişleri Bakanlığınca, KHK ile DBP'li bazı belediyelere yapılan görevlendirmelerin ardından, kaynakların halka hizmet olarak yansıtılması için yürütülen çalışmalar meyvelerini verirken, vatandaşlar hayata geçirilen çalışmalardan memnuniyet duyuyor.

Vatandaşlar kayyum atanan belediyelerden memnun
İçişleri Bakanlığınca, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gereği DBP'li bazı belediyelere görevlendirilen vali yardımcıları ve kaymakamlar, yıllardır adeta hizmete susayan bölge halkını hizmetle buluşturmak için yoğun bir çalışma yürütüyor.
AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, terör örgütleri PKK/KCK ve FETÖ'ye yardım ve destek verdiği gerekçesiyle, haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında görevden alınan 28 belediye başkanının yerine (Batman, Hakkari, Adana'nın Pozantı ilçesi, Ağrı'nın Diyadin ilçesi, Batman'ın Gercüş ve Beşiri ilçesi ile Beşiri'nin İkiköprü beldesi, Diyarbakır'ın Sur, Silvan ve Hani ilçeleri, Erzurum'un Aşkale ve Hınıs ilçeleri, Iğdır'ın Tuzluca ilçesi, Mardin'in Dargeçit, Derik, Nusaybin ve Mazıdağı ilçeleri, Muş'un Bulanık ilçesi, Siirt'in Eruh ilçesi, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesi, Şırnak'ın Cizre ve Silopi ilçeleri, Van'ın Edremit, İpekyolu, Erciş ve Özalp ilçeleri, Iğdır'ın merkez Hoşhaber beldesi) 11 Eylül'de İçişleri Bakanlığınca Kanun Hükmünde Kararname gereği görevlendirme yapıldı.
Bu kapsamda, DBP'li bazı belediye başkanlarının yerine İçişleri Bakanlığınca KHK gereği yeni görevlendirmeler yapılmasıyla bölge halkı, yıllardır özlemle beklediği belediye hizmetlerine kavuşmaya başladı. Belediye kaynaklarının etkin kullanılması, kaynakların halka hizmet olarak yansıtılması için yürütülen çalışmalar meyvelerini verirken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki vatandaşlar hayata geçirilen çalışmalardan memnuniyet duyuyor.
Bir yandan DBP'li belediyelerdeki yolsuzluk ve usulsüzlüklerin tespiti için incelemeler sürerken, diğer yandan hizmetler tüm hızıyla devam ediyor.
Siirt'te ikamet eden Başar Ekinci, belediyelerde yeni dönemin başlamasından duydukları memnuniyeti dile getirdi.
Bir vatandaş olarak bu kararı oldukça isabetli bulduğunu ifade eden Ekinci, "Millete ait olan paralar, devletin hizmet yapılsın diye belediyelere gönderdiği paraların maalesef PKK’ya finansal kaynak sağladığı apaçık ortadaydı. Bu atamaları oldukça isabetli buluyorum. Bundan sonra belediyelere gönderilen paraların millete hizmet olarak harcanacağından hiçbir şüphemiz yoktur." dedi.
Hakkari Belediyesine görevlendirilen Vali Yardımcısı Cüneyt Epcim, "Hakkari Belediyesinin artık terör belediyeciliğinden, hizmet belediyeciliğine geçmesi noktasında elimizden gelen gayreti göstereceğiz. Hakkari halkının özlemini çektiği hizmetleri vermek için büyük gayret sarf edeceğiz." diye konuştu.
Batman Belediyesine görevlendirilen Vali Yardımcısı Ertuğ Şevket Aksoy, "15 Kasım itibarıyla Batman'ın bütün yolları asfaltlanmış olacak. Çalışmalarla Batman'da belediyeciliğin önünü açmayı hedefliyoruz." ifadelerini kullandı.

Bismillah!



Bismillah!
http://dirilispostasi.com/n-18786-bismillah.html
MUZAFFER ERDOĞAN / FİKRİYAT 
Süleyman Çelebi, meşhur 'Mevlid'inde,
"Allah adın zikredelim evvelâ,
Vâcip oldur cümle işde her kula" diyor.
Ben de, Diriliş Postası'ndaki ilk yazıma, Allah'ın adıyla başlıyorum.
Yıllar evvel, Osmanlıca bir kitabın başında, şu ifâdeyi görmüştüm:
"İşte budur, miftah-ı genc-i kadîm,
Bismillahirrahmânirrahîm."
İkinci Abdülhamid Han'ın hükümdarlığı zamanında basılan bir kitaptı.
Cumhuriyet'in ilânıyla birlikte, bu güzel gelenek terk edildi.
Bu terk ediş, hayâtî ehemmiyette başka kıymetlerimizin de terkine yol açtı...
Yukarıdaki ifâde, şu mânâya geliyor:
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle başlayan insan,
ezelî ve ebedî (sonsuz) hazinenin anahtarına sahib olur.
Besmelesiz nesillerin, nasıl bir hazineden mahrum kaldığını düşünelim.
Yüz yıla yakın bir zamandır, insanımızın, cemiyetimizin ve devletimizin,
böyle sonsuz ve muhteşem bir hazineden mahrum bırakılışını düşünelim.
Besmelesiz anne-babaları, Besmelesiz çocukları, Besmelesiz öğrencileri, öğretmenleri, Besmelesiz yöneticileri düşünelim. Besmele, kuru, yavan bir ifâde değil! ("Selâm" da öyle!) Besmele, evimizin, ekmeğimizin, ömrümüzün bereketidir.
Besmele, hayattır. Besmele, kâinattır. Besmele, devlettir. Besmele, medeniyettir.
Besmeleyle işe başlayan, Besmeleyi kuşanan insan,
Allah'ın mutlak kudretini, muazzam ve muhteşem sanatını,
sonsuz derin hikmetlerini düşünür... Kendisi üzerinde tefekküre başlar...
Yeryüzündeki konumunu, sorumluluğunu bilir...
Karıncayı bile incitmemenin ince hesabını yapar. Günümüzde, milyonlarca insan,
Besmele çekiyor ama, çoğumuzun ağzında, bir alışkanlıktan öteye geçmiyor!
Tıpkı, Selâmlaşmalarda olduğu gibi...
Halbuki Besmele'de, mutlak kudret sahibi yaratıcının üç şerefli ve güzel ismi zikrediliyor:
Allah, Rahmân ve Rahîm... "Selâm" da, O'nun güzel isimlerinden biri...
Ezbere olunca, gâfilâne olunca, gönülden söylenmeyince, ruha işlemeyince de, beklenen olmuyor... Bâzıları da, "Besmele"yi, müşteri avlama öksesi olarak, işyerlerinin kapısına yaz(dır)ıyor!
Bâzı gayri müslimler ve bâzı gâfil müslimlerin yaptığı gibi...
İnşaallah, biz "Besmele"yi ve "Selâm"ı telaffuz ederken (b)öylelerinden olmayız.
"Edvâr-ı hayat perde perde,
Allah bilir, ne var ilerde!" diyor, şair...
Ben de, her insan gibi, ileride ne olacağını bil(e)mem.
Yazmaya başladığım bu gazetenin hayırlı ve uzun ömürlü olmasını dilerim.
Faydalı yazılar yazdığım müddetce, devam etmek isterim.
Okumak, yazmak, düşünmek, konuşmak -ve yerinde "susmak" -Allah'ın rızâsı için olursa,
bir kıymet ifâde eder. Yazdıklarımı ve yazacaklarımı,
Allah'ın rızâsı için yazdığımdan ve yazacağımdan kimsenin şüphesi olmasın.
Yazdıklarım, okuyanlardan bâzılarını memnun etmeyebilir, tatmin etmeyebilir.
Bu mümkündür ve tabiidir. Ben bir kulum;
kulluğumun şuurunda olma gayretinde bir kulum.
Hataların olur, olacaktır. Dostca, kardeşce aranarak,
yanlışlarımın düzeltilmesi, beni sevindirir, zenginleştirir.
Yazdıklarım, inandıklarım olacak. İnandıklarımı yazmaya çalışacağım hep.
Yazdıklarımın ilk okuyucusu ben olacağım için, eğer inanmadığım bir şey yazarsam,
ilk önce kendimi aldatmış olacağım, ilk önce kendime ihânet etmiş olacağım ki,
o zaman, aynaya bakamam! Allah, öyle olmaktan korusun.
Yazdıklarımla, her meseleyi çözüme kavuşturmak gibi bir iddiam olmayacak!
Hele de, asla,"her şeyi ben bilirim!" havasında olmayacağım.
Kendime böyle dedim, size de böyle derim.
Bu "siftah" yazısında, okurlarımı sevgiyle, saygıyla Selâmlıyorum.
Üstad Necib Fâzıl'ın şu meşhur 'noktalama'sıyla da,
bu ilk yazıyı noktalıyorum:
Efendim, Kurtarıcım, Müjdecim, Peygamberim,
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim.

Thursday, 6 October 2016

BADMİNTON TÜRKİYE ŞAMPİYONASI ANKARADA Yapıldı



BADMİNTON TÜRKİYE ŞAMPİYONASI ANKARADA Yapıldı

http://www.karakusak.com.tr/badminton/badminton-turkiye-sampiyonasi-ankarada-h417.html

Sincan kapalı spor salonunda yapılan 13 yaş altı Badminton Türkiye şampiyonası'na Türkiye geneli 128 kulüpten 570 sporcu katıldı. Şampiyonayı Badminton federasyon Başkan'ı Murat Özmekik ve Karaman il müdürü Hayati Kısacık Yerinde izledi.


BADMİNTON TÜRKİYE ŞAMPİYONASI ANKARADA

KENDİ KALEMİNDEN : JUDO FEDERASYON BAŞKAN ADAYI HARUN REŞİT GÜZELIMDAG



JUDO FEDERASYON BAŞKAN ADAYI HARUN RESIT GUZELIMDAGJUDO FEDERASYON BAŞKAN ADAYI HARUN RESIT GUZELIMDAG


1966 Yılında Sivas 'da doğdum .İlk öğrenimi İstiklal İlk Okulunda , Orta öğrenimimi Behram Paşa Orta okulunda, Lise öğrenimimi Sivas Sanat ve Endüstri Meslek Lisesi İnşaat Bölümünde ve Yüksek okul eğitimimi de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İnşaat Meslek Yüksek Okulunda yaptım. Judo'ya 1979 yılında başladım ve ilk defa 1982 yılında Milli oldum. Uzun yıllar milli takımda sporcu olarak görev yaptım. yapmış olduğum derecelerden bir kaçı ;



1983 Türkiye Gençler Şampiyonası 3. oldum 71 kg
1986 Türkiye Gençler Şampiyonası 1. oldum 71 kg
1988 Büyükler Türkiye Şampiyonası 3. oldum 78 kg
1989 Ordulararası Dünya Şampiyonasında 7.oldum 86 kg
1989 IV.Uluslararası Boğaziçi Judo Şampiyonasında 1.oldum 78 kg
1990 Açık Siklet Altın Kemer Judo Turnuvası 3.oldum
1990 yılında Aktif Sporculuk hayatmı bırakarak, Sivas Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde Judo Antrenörü olarak göreve başladım, Milli takımlarda bir çok defalar Antrenörlük görevinde bulundum. 1991 yılında Ankara 'ya Yerleştim . 1992 yılından 1996 yılına kadar Gençlik ve Spor Genel müdürlüğü Özel Kalem Müdürlüğünde görev yaptım. 1997 Yılından sonra Bilgi İşlem Merkezinde Bilgisayar Teknikeri olarak Görevime devam ederek daha sonraları vekaleten Bilgi işlem Müdürlüğü görevini yürüttüm.


2005 yılında Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüz bünyesinde açılan görevde yükselme sınavını kazanarak 2005 yılında Malatya Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde Şube müdürü olarak çalışma hayatıma devam ettim. 2006 yılında Sivas Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne Şube Müdürü olarak geçtim.


2007-2009 yıllarında Judo ve Kuraş Federasyonun da Genel Sekreter Vekili ve Genel Sekreter olarak görev yaptım. 04 Mayıs 2009 yılında Ankara Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak 2 yıl çalıştım, buradan 31 Mayıs 2011 yılında Türkiye Buz hokeyi Federasyonuna geçerek Genel Sekreter olarak çalışmaya devam ettim.


27 Aralık 2011 tarihinden itibaren Ankara Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak tekrar Çalışmaya başladım ve halen aynı iş yerinde çalışmaya devam etmekteyim.

Harun Reşit Güzelimdağ Künyesi

Ankara Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü
Şube Müdürü
Siyah Kuşak 5.Dan
4.Kademe Baş Antrenör
Milli Hakem
harunguzelimdag@gmail.com
0.535.823 67 72

'FETÖ aracılığıyla büyük bir 'beyin hırsızlığı' yaşanmıştır'


'FETÖ aracılığıyla büyük bir 'beyin hırsızlığı' yaşanmıştır'

SÜ Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Selvi, "Ülkemizde terör örgütü FETÖ aracılığıyla büyük bir beyin hırsızlığı yaşanmıştır." dedi.

'FETÖ aracılığıyla büyük bir 'beyin hırsızlığı' yaşanmıştır'

KONYA-Metin Bolat
Selçuk Üniversitesi (SÜ) Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim ÜyesiDoç. Dr. Yavuz Selvi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ülkenin çalışkan ve zeki insanlarının belirli bir amaca hizmet için yönlendirilerek beyin hırsızlığının gerçekleştirildiğini, bunun uzun yıllardır devam ettiğini bildirdi. 
İnsanların tek tek beyinlerinin çalınamayacağını vurgulayan Selvi, kendilerine çok önemli görevler vadedilenler üzerinden binlerce kişinin arzu edilen hedeflere yönlendirilmesiyle beyin hırsızlığının gerçekleşebileceğini dile getirdi.
Ülkenin önemli değerleri olan zeki bireylerin, "düşman" diye belirlenen hedeflere karşı mücadele etme görevleri ile farklı fikirlere neredeyse tamamen kapatıldığına işaret eden Selvi, bu anlamda binlerce insanın beyninin bir amaca hizmet ettirildiğinin darbe girişimiyle görüldüğünü kaydetti. 

"Bir fikre ve düşünceye amade olarak yetiştirildi"

Selvi, şunları kaydetti:
"Ülkemizde terör örgütü FETÖ aracılığıyla büyük bir beyin hırsızlığı yaşanmıştır. Ülkenin zeki insanları küçük yaşlardan ya da ilerleyen dönemlerde bir gruba ve amaca yönlendirilerek hizmet ettirilmiştir. Ülkenin enerjisi, değerli, kaliteli insanları bir emrin komutası içerisine dahil edilmişlerdir. Onların bilgisi, zihni belki pek çok insandan daha yüksek seviyedeydi. Zaten pek çok insan bunun için seçildiler. Küçüklükten itibaren bir görüş etrafında birleştirilen, bir gruba ait oldukları hissettirilen, karşı taraftaki insanlar düşman ve değersiz olarak gösterilen bu insanlar bir yere kadar iyi olma vasıflarını devam ettirdiler. Sorgulamadan itaat eden, kararları kendilerine dikte ettirilen zeki beyinler yetiştirildi ve zamanı gelince bu beyinler, çalan kişiler tarafından arzu edilen şekilde kullanıldı. Beyin hırsızlığıyla zeki insanlar küçük yaşlardan itibaren bir fikre ve düşünceye amade olarak yetiştirildi."


FETÖ'nün mistik hezeyanları

FETÖ'nün mistik hezeyanları

Çöküş sürecindeki FETÖ'nün tabanını psikolojik olarak ayakta tutabilmek için çeşitli metafizik yalanlara başvurduğu biliniyor. Fakat örgütteki çözülmenin artışıyla orantılı olarak yalanların seviyesinin de yükseldiği görülüyor.
FETÖ'nün mistik hezeyanları
İSTANBUL - Mahmut Erol Kılıç
Mistik hezeyanlar, bazı halüsinasyonlar, kökeni tamamen biyokimyasal olan bir takım görüntüler veya (havas ilmi/okült ilimlere göre tasnif edecek olursak) tamamen ‘obsesif vakalar’ dediğimiz olayların sık görülüyor olması, dindarlık psikolojisinde zaman zaman karşılaşılan en önemli problemlerden biridir. Bu hem dini bilimler hem de psikoloji disiplini için, zaman zaman örtüşen, zaman zaman da ayrışan ciddi derecede problemli bir alandır. Bu alan aynı zamanda, tarih boyunca din düşmanları veya tanrı-tanımazlar tarafından da, genel manada bütün dindarları tenkit etmekte kullanılan bir konu olagelmiştir. Hususi anlamda ise, dinin içinde bulunduğu halde, manevi tekamülü ve manevi bilgilenme yolunu inkar eden, her şeyin rasyonel düzeyde olup bittiğini, bunun ötesinde bir şey olmadığını iddia eden günümüz modernist/selefi İslamcıları gibi akımlarda bu tür vakalar, daha çok İslâm maneviyatına, hususi adıyla İslâm tasavvufuna vurmak, onu tenkit etmek için sıkça kullanılan bir malzeme olagelmiştir. Şu sıralar ise, 15 Temmuz hadisesinden sonra, özellikle ilahiyat ve diyanet camiasındaki çoğunluk ulema tarafından bu şekilde kullanıldığını görmekteyiz.
Tabiatı itibarıyla bu çok çetrefilli bir konu. Sapla samanın karıştığı alan, sadece siyaset alanı değil. Dine dair konularda da çok şey birbirine girmiş vaziyette. Bu nedenle meselenin doğru bir analizinin yapılması gerekiyor. Anlayabildiğimiz kadarıyla söyleyebileceğimiz şudur: Maneviyat bir ‘vârislik’ meselesidir, ‘ırsiyet’ meselesidir. Tıpkı babadan oğula geçen genler gibi, manevi genlerin de aynı şekilde manevi babadan manevi evlada geçerek intikal ettirildiği bir yoldur, maneviyat ve ilâ yevmi’l-kıyâme (kıyamete kadar da) manevi nesiller bu şekilde devam eder. Sahih gelenek bu şekilde devam eder. Bu bir nebinin getirdiği ilimlerin manevi yönünün intikalinden ibarettir. Bizim bugün şeriat ilimleri dediğimiz şeyler, Hz. Muhammed (sas) efendimizin getirdiği ilimlerin zahiri yönünden müteşekkildir. Manevi yönünün intikali ise vâris-i Muhammedî olanlar eliyle gerçekleşir.
Hakiki vâris-i Muhammedî olanlar, tarihte de gördüğümüz kadarıyla, her ne kadar Hz. Peygamber’e yetişmemiş olsalar da, kendisiyle görüşmelerini veya bazı büyüklerle görüşmelerini ya da bazı manevi hallerini setrederlerdi, üstünü örterlerdi. Bunları asla yaymazlardı. En fazla, o seviyede olduğunu gördükleri bir talebesine, belki bir sebebe binaen anlattıkları olmuştur. Ama bu tür hallerini, umumi anlamda her zaman örterler, hatta kerametlerini dahi göstermezler. Ellerinde olmadan onlardan bir şey sâdır olursa, bundan da hicap duyarlar, çok utanırlardı. Edep bunu gerektiriyordu.
“Biz şöyle gördük”, “biz böyle gördük, “manamızda böyle oldu”, “şöyle emrediyorlar” gibi sözler, ‘evhâm-u hayalât’ dediğimiz kuruntu ve hayallerden meydana gelir. Bu kuruntuların mertebesi ise belki de Freudiyen psikolojinin izah edilebileceği, bastırılmış şuuraltının açığa çıktığı alanlardır. Maneviyat erbabı tarafından elementler âlemi de denilen cinler âlemiyle paralellik arz eden bir âlemdir bu. Dolayısıyla bu tür söylemlere sahip olan kişilerin çoğunun obsesif vakalar olduklarını ve bazı varlıkların tasallutu altında olduklarını söyleyebiliriz. O varlıkların bazıları ise çok muziptirler: “Ben Allah’ım”, “Ben peygamberim” ya da “Ben Hz. Pîr falancayım” diyerek onlara güya bazı bilgiler aktarırlar. Bunlar da hemen onlara inanırlar. Oysa ki onların ehli “Yâ ma’şera’l-cinni ve’l-insi” (ey cinler âlemi, ey insanlar âlemi) ayetinde de buyurulduğu gibi, onlara hitap ederken, bir yandan da (tabir caizse) onları test ederler. Zira onların da bilebileceği ve bilemeyeceği şeyler var ve daha da önemlisi onların yalancıları çoktur. Dolayısıyla onların yalanlarına inanan bazı kimseler, “Ben şunu gördüm! Ben bunu gördüm!” demek suretiyle, öncelikle kendilerini kandırmaktadır ve bu psikopatolojik bir haldir.
Saniyen, bu tür insanlar çevre yapmak, etrafındaki bağlılarını çoğaltmak gibi matematiksel ve kantitatif bir bakışa sahip oldukları için, “Sayısal anlamda ne kadar çok bağlım varsa ben o kadar büyüğüm, ben o kadar üstünüm” gibi kökeni yine egoya dayanan bir yaklaşıma sahip oldukları için, bu halleri çok iyi kullanırlar. Yakınlarına, çevrelerine “Ben şunu gördüm, ben bunu gördüm, manada şöyle oldu” diyerek, kendi evham ve hayallerini hakiki manaymış gibi naklederek, ‘mana satmak’ dediğimiz bir tavırla, etraflarında bir tür karizma oluşturmaya çalışırlar. Safdil, kalbi temiz bazı insanlar da değişik sebeplerle bunlara inanırlar. Bu tür insanları çok fazla suçlamak mümkün değilse de daha dikkatli olunması gerektiği aşikardır. Çünkü maneviyat pazarında malını satmaya çalışan çok sahtekar vardır. Tıpkı madde pazarının sahtekarlarının modern zamanlarda çoğalması gibi, maneviyat pazarının sahtekarı da boldur. Bir madde alacağımız zaman nasıl dikkatli bir şekilde araştırıyorsak, maneviyat âleminin satıcılarını da öyle araştırmamız gerekiyor. Bunlara ‘sahtekar’ derken, gerçekten özel olarak yetiştirilmiş kafir kimseler olduklarını kastetmiyorum. Bunların bazıları cemaat mensupları yahut kendilerini bir şekilde tasavvufa yamamaya çalışan bazı insanlardır. İki, üç esma geçtikten sonra “Ben şunu gördüm, ben bunu gördüm, ben halifeyim, ben vekilim, işte şimdi pir oldum, şimdi mürşid-i kâmilim ve kutb-u a’zamım!” diyerek hezeyan derecelerinde zirveye varan psikopatolojik hallere sahip insanlardır bunlar. Tabii ki bunların gerçek tasavvuf yoluyla hiçbir alakası olmayan nevzuhur insanlar oldukları izahtan varestedir.
Peki, kâmil insanlar nasıl ayırt edilecek ve hangi kıstaslarla tanınacaklar? Manevi hallerde makam sahibi olmak çok önemlidir. Kâmil insanlar makamlarında karar kılmıştır. Onlar hiçbir zaman gelgitler içinde değildir. Henüz bir makama sahip olmamış hal sahipleri, mürşitlik (yani rehberlik) yapamazlar. Onların hali nasıldır? Bir gün ağlar, ertesi gün kahkahayla güler, bir gün Kur’ân’ı fırlatır, ertesi gün başının üstüne koyar... Bunlar psikopatolojik hallerdir. O kişiye Allah yardım etsin. Ama makam sahibi olan kişi artık ‘rengini tutturmuş’, kıvamını elde etmiş, yalpalanmadan, iniş çıkış yapmadan, mütemadiyen o makamdan konuşan kişidir. Onlara ‘sükun ehli’ denir. Çünkü bir sükuna ermiştir.
Kâmil insan, yukarıda bahsettiğimiz gibi, manevi tecrübelerini gizler. Varsa dahi göstermemeye çalışır. Kerametini izhar etmemeye çalışır. Bazı şeyleri belki bilir, bazı şeyleri görür, ama söylemez. Bunların üstünü örter. Mütevazılığı esas alır. Bu noktada belki “Peki, o zaman biz bu insanı nasıl tanıyacağız?” denilecektir. Onlar, kemali kendisine öyle bir sindirmiştir ki, onların bir şey söylemesine dahi gerek duymadan, siz onlardan kaynaklanan kemali hissedersiniz. Bu tıpkı, çayın içine şekerin atılıp da karıştırılmasından sonra görünmemesi gibidir: Maddi olarak şeker görünmez, çünkü eriyip gitmiştir, ama çayın içindedir. O zevk, o hal, o makam, o sır onda sindirilmiştir, ona yedirilmiştir. O insan yolda yürür, sıradan bir insan gibi davranır, ama halinde ve söylemlerinde bir basiret vardır. “Müslümanın ferasetinden korkunuz” hadis-i şerifinde işaret buyurulduğu gibi, onda kanalların açık olduğunu gösteren emareler bulunmaktadır.
Onun için sahih geleneğimizde, Abdülkadir Geylani hazretlerine izafe edilen bir sözde denilmiştir ki: “Baktınız ki bir kâmil gökte uçuyor, hemen ‘Ooo!’ deyip de coşmayınız. Yere inmesini bekleyiniz; yerdeki yürüyüşüne bakınız. Yani, ‘uruc’ halini, o ‘cezbe’ halini değil, yeryüzündeki sıradan halini esas alınız. Oradaki kerametine bakınız”. Sahih gelenek her zaman bunu göstermiştir. Zaten Selçuklu ve Osmanlı’dan geçip günümüze kadar devam eden sahih bir silsileye sahip olmayan, nesli olmayan, güdük, sahih dölleyici bir babaya sahip olmadan maneviyat âlemine dalan kimselere biz, tasavvufi hareketler değil, kült hareketleri diyoruz. Çünkü ‘sulb’, babadan oğula döllenerek devam eder. Manevi bir silsilesi olmadan gelip destursuz bağa giren kimselerde ise, enerji fazlalığını kaldıramamaktan kaynaklanan böyle kaymalar, sıçramalar, hezeyanlar, vehimler olabilmektedir. Çünkü maneviyat âlemi tehlikeli bir alandır.
Dolayısıyla sahih silsileye istinat eden, ona bağlanan, oradan feyz alan geleneklerde böyle psikopatolojik haller pek zuhur etmemiştir. Hatta bilakis o tür hastalıklara sahip insanların tedavi olduğu yerler, ocaklar olmuştur geleneğimiz. Ana cadde olan İslâm tasavvufunda, Cenâb-ı Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i İbn-i Arabî ve Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin yolundan yürüyüp Anadolu’yu, Rumeli’ni aydınlatan binlerce arif gelmiştir. Sayılarının dökümünü yapacak olsak binlercedir. Bu binlerin içerisinde istisnai olarak böyle şeylere prim vermiş bir ya da iki örnek ancak vardır. Çünkü onlar da beşerdir ve bu nedenle tabiidir ki hataya düşebilirler. Fakat bu tür hallere sahip olanlar, ana camia tarafından tenkit edilmiş veya dışlanmışlardır. Tasavvuf camiası, irfan camiası onlara tenkidini yöneltmiş, “Doğru gitmiyorsun, sünnet (yani gelenek) bu değil, yanlış yapıyorsun” diye kendilerini uyarmış, ikaz etmiş, hatta bazılarının iddialarını çöpe atmıştır. Örneğin Yiğitbâş-ı Velî Ahmed Şemseddin Marmaravî gibi bir zat gelmiş, İstanbul’da o esnada şeyhlik yapmakta olan üç yüze yakın tekkenin şeyhinden birkaçını manevi bir imtihandan geçirmiş, sonra da “Bunlar şeyh değil” diyerek başlarından tâc-ı şeriflerini almış, Sarayburnu’ndan denize atmıştır. Yani başka bir deyişle, ruhsatlarını iptal etmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, tacı alınan şeyhlerin sayısındaki azlıktır: Üç yüze yakın şeyh içinden birkaç kişidir bunlar ki bu kadar kusur da her alanda, her branşta olabilmektedir.
Velhasılıkelam: Sahih manevi gelenekten gelmeyen kült hareketlerde, bu tür laflar, rüyalar, manalar söylenmek ve bunlar neşredilmek suretiyle cemaat içerisinde mistik bir hava yaratılır. O mistik havayla birlikte, kült liderinin karizması daha da dokunulmaz hale gelir. Maalesef buna benzer oluşumlar ve benzer uygulamalar da tasavvuf düşmanlarının eline epey bir malzeme verir. Onlar da buradan açtıkları kapıdan irfan camiasına vurmaya başlarlar. Bu bir paradokstur, zıtların birbirini vurması halidir. Ama ben, bu iki zıt uç birbirini böyle vurdukça, sarkacın orta yolda, sırat-ı müstakimde karar kılacağı kanaatindeyim. Allah bizi doğru yoldan ayırmasın.

Featured post

Istanbul Mayor Ekrem İmamoğlu Sentenced to 20 Months for Insulting Prosecutor

  ISTANBUL, [16/07/2025]  – Istanbul’s opposition Mayor Ekrem İmamoğlu has been sentenced to 1 year and 8 months imprisonment for "insu...

Popular Posts