Thursday, 13 October 2016

Keşmir yanıyor


Keşmirli Burhan Wani'nin 8 Temmuz 2016 günü Hindistan güvenlik güçleri tarafından öldürülmesinden bu yana her gün bir ya da iki Keşmirli öldürülüyor.

Keşmir yanıyor
KUALA LUMPUR - Abdullah el-Ahsen
Keşmir yine alevler içinde. 22 yaşındaki Keşmirli Burhan Wani'nin 8 Temmuz 2016 günü Hindistan güvenlik güçleri tarafından öldürülmesinden bu yana her gün bir ya da iki Keşmirli öldürülüyor. 
"Burhan Wani Kimdi ve Keşmir Neden Onun Yasını Tutuyor?" (Who Was Burhan Wani and Why Is Kashmir Mourning Him?) başlıklı bir The Huffington Post makalesi [1] konuyla ilgili bazı temel bilgiler veriyor. Makaleye göre Burhan Wani, ölümünden yaklaşık bir ay önce, 7 Temmuz'da YouTube'da yayınladığı bir videoda [2] Hindistanlı yetkililere karşı neden silaha sarıldığını izah etmiş. Hintli yetkililer Burhan Wani'nin ikazlarını pek kaale almasalar da Keşmir halkı onu ciddiye almış görünüyor. İşte bu yüzden Hintli yetkililer, ismine "kanun ve asayiş" dedikleri şeyi muhafazada bu günlerde sıkıntılar yaşıyorlar.
Burhan Wani neden Hindistan'a karşı silaha sarılmıştı? [Bu olanları anlamlandırabilmek için] bölgenin tarihini, Hint askerlerinin Keşmir'e nasıl müdahil olduğunu ve Keşmir halkının, Hindistan işgal güçlerinin elinde nasıl muamelelere maruz kaldığını bilmek gerekiyor.

Keşmir'deki Hint müdahaleleri

Birleşmiş Milletler'in (BM) tarihindeki çözülememiş en eski çatışmalardan biri olan Keşmir anlaşmazlığının meşhur hikayesi uzun. Sadece 1948 yılında BM Güvenlik Konseyi (BMGK) Keşmir'le ilgili altı karar aldı, fakat bu kararların, sahada barışı sağlayabilmek konusunda pek bir hükmü olmadı. Kararlardan bir tanesinde BM, Keşmir halkının kendi kaderini kendi belirleyebilmesi için referandum yapılmasını istedi, fakat bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. BM misyonunun Keşmir'deki ilk idarecisi, üst düzey bir Avustralyalı yargıç olan Sir Owen Dixon'dı. Dixon, daha sonra hazırladığı bir raporda, referandumu gerçekleştirememesinin sebebinin "Hint ordusundan çok sayıda askerin, devlet milislerinin ve polisin varlığı" olduğunu yazacaktı. Ayrıca, "BM'nin yetkisi altında yapılacak bir referandumu, varlığından kesinlikle emin olduğum tehlikelere maruz bırakamazdım," diyecektir Dixon.
Hindistan'a gelecek olursak, 27 Ekim 1947'te, Mihracenin bir aşiret isyanını bastırmasına yardım etmek bahanesiyle düzenli askerlerini Keşmir'in başkenti olan Sri Nagar'a indirdi. Hint Kurucu Meclisi, BM'nin konuyla ilgili kararlarını göz ardı ederek, Ekim 1949'da, anayasasına bir madde ekleyerek Keşmir'in Hindistan'ın hukuki yetki alanına dahil olduğunu ilan etti. Hindistan'ın 1951 yılında düzenlediği seçimlerde Keşmir Meclisi'nin 75 sandalyesinden 73'ü tartışmasız bir şekilde sahiplerini buldu. Peki, mecliste bu kadar sandalye nasıl oldu da bu kadar kolay şekilde kazanıldı? Cevap: Yetkililer hiçbir muhalefet partisi veya temsilcisinin demokratik sürece katılmasına izin vermedi. Ardından Ekim 1956'da aynı meclis, başka bir karar alarak Keşmir'i, Hindistan'ın ayrılmaz bir parçası olarak ilan etti.
Ancak, bu noktada, Keşmir'de vazife yapan bütün Hintli yetkililerin acımasız ve zalim olmadığını da belirtmek gerekir. Keşmir'e Delhi tarafından atanmış vali olarak 1981'den 1984'e kadar vazife yapan B. K. Nehru bir açıklamasında şöyle demişti: "1953'ten 1975'e kadar, o [Cammu Keşmir] eyaletin[in] siyasi liderleri hep Delhi'nin adaylarından seçilmiştir. Bu adayların o vazifeye tayinleri ise tamamen hileli bir şekilde gerçekleştirilen ve Delhi'nin adayının başkanlığını yaptığı Kongre Partisi'nin çok büyük farklarla kazandığı evlere şenlik seçimler tarafından meşrulaştırılmış oluyordu." Gerçekten de Keşmir'deki durum [o tarihlerden sonra] belli bir sene boyunca ciddi ölçüde gelişmeler kaydetti. Fakat Delhi yönetiminin eski ayak oyunlarına dönmesiyle birlikte durum 1987'den itibaren ciddi şekilde kötüleşti. Newsweek'te çıkan bir makalede şöyle bir bölüm vardı: "Yeni Delhi'nin, özellikle de 1990'lar boyunca kullandığı sertlik politikası halkın yönetimden daha da kopmasına sebep olurken [3] Pakistan'ın hem yerli Keşmir militanlarına hem de Pakistan tarafından yönetilen Azad Keşmir'le Hint işgalindeki Keşmir'in arasında bulunan Kontrol Hattı'ndan (Line of Control - LOC) sızan Keşmirli olmayan saldırganlara verdiği desteği artırmıştır." Ancak, Hintli yetkililer, Keşmir'deki huzursuzlukla ilgili olarak Pakistan'ı sorumlu tutmaya devam etmiştir. Son zamanlarda ise çatışma, Burhan Wani'nin ölümünün ardından tırmanma göstermiştir.

"Cerrahi" vuruş

Keşmir halkının ayaklanmasına yanıt olarak Hindistan yine Pakistan'ı, sınırdan geçerek gelen Keşmirli savaşçıları desteklemekle itham etti. Fakat "cerrahi vuruş” ters tepmiş görünüyor. [Hindistan'ın bir "cerrahi" müdahale olarak tarif ettiği] askeri müdahaleden beri Keşmir'deki şiddet artmakla kalmadı, bir de hükumet ve muhalefet arasında siyasi bir kargaşa baş gösterdi. 30 Eylül'de Hindistan, Azad Keşmir'de bir "cerrahi vuruş" [4] gerçekleştirerek çok sayıda "militanı" öldürdüğünü iddia etti. Hint basını ve muhalefet partileri, Hint Ordusu'na övgüler düzdü. Delhi eyaleti Başbakanı Arvind Kejriwal, Narendra Modi'yi "Kontrol Hattı boyunca bulunan askeri üslere yapılan saldırılar" dolayısıyla övdü. [5] Kejriwal ayrıca "başbakandan, fiili sınır boyunca askeri operasyonlar düzenlediğini kesinlikle inkar eden Pakistan'ın ipliğini pazara çıkarmasını istedi." Fakat bundan kısa süre sonra, bunun hükumetle muhalefet arasındaki bir siyasi tartışma olduğu ortaya çıktı. Kejriwal "Pakistan'ın sözcüsü" [6] olmakla suçlandı. Başbakan Modi de tartışmaya katıldı. The Hindustan Times'ın haberine göre "[Modi'nin] ikazları [7], hükumetin, Pakistan'ın karalama kampanyasına karşı koymak için Kontrol Hattı boyunca yapılan baskınlarla ilgili delil sunmasına yönelik taleplerin yapıldığı bir zamana denk geldi. Pakistan'la yaşanan gerginliklerin tırmanması dolayısıyla milliyetçilik duygularının kabardığı bir zamanda Su Kaynakları Bakanı Uma Bharati, "ordunun cerrahi vuruşlarıyla ilgili şüphe yaymaya çalışan liderler Pakistan vatandaşlığı alsınlar" dedi.
Bir "cerrahi vuruş" yapıldığı iddiası uluslararası kamuoyunun da dikkatinden kaçmadı. The New York Times'ın konuyla ilgili haber metninde olay şöyle kaydedildi: "Cumartesi, [bölge sakinlerinden[ Rüstem (22), o yöne işaret etti ve Hintli askerlerin mevzilerinden hiç ayrılmadıklarını söyledi. 'Yalan söylüyorlar' dedi, 'Kontrol Hattını hiç geçmediler [8].' Rüstem'in yakınında duran bir grup köylü de başlarıyla işaret ederek söylediğini tasdik ettiler." Washington Post'a yazdığı bir makalesinde [9] Chicago Üniversitesi'nden Prof. Paul Staniland, "Hindistan-Pakistan krizi[nin], tek başına cereyan etmemekte" olduğunu vurguladı. Ayrıca Pakistan'ın, olayların tırmanmasını nasıl da basit bir olay gibi göstermeye çalıştığının altını çizdi.

Hint diplomasi ve propagandası

Hindistan'ın bütün cephelerde bir savaş yürütmekte olduğu görülüyor. 22 Eylül'de Malezyalı bir entelektüel ve insan hakları aktivisti olan Chandra Muzaffar, uluslararası topluma, Keşmir halkına destek vermek için harekete geçme çağrısında bulunduğu bir makale [10] yayınladı. Bu çağrıya cevap olarak, Malezya'da vazifeli Hindistanlı bir diplomat, The Sun Daily gazetesine bir mektup [11] yazarak Muzaffar'in makalesinin "yanlış kaynaklardan beslendiğini, yanıltıcı ve nesnellikten yoksun olduğunu" iddia etti. The Sun Daily, buna mukabil, Muzaffar'in diplomata yazdığı cevabi yazıyı [12] yayınlamayı reddetti.
Hintli yetkililerin, basitçe, yaptığı şey, gerçek meseleyi göz ardı etmektir. Konuyla ilgili Newsweek'te çıkan makale haklı bir şekilde şunu vurgulamıştır: "Hindistan için alınacak en önemli ders, sıkıntılarıyla ilgili olarak Pakistan müdahalelerini itham etmek yerine, Keşmir'deki sorununun temel sebebine [13] yönelmenin gerekliliğidir. Temel sebep, Delhi'nin Cammu-Keşmir'in nüfusunun, kendilerini Hint ulusunun gerçek bir parçası olarak hissetmelerini sağlamak konusundaki yetersizliğidir." Doğal olarak bu yaklaşım genç nüfus nezdinde büyük bir hayal kırıklığına yol açtı ve bölgedeki aşırılık ve şiddette keskin bir yükseliş gerçekleşti. Burhan Wani, Müslüman gençlerin bugün yaşadığı hayal kırıklığına mükemmel bir örneğidir.
The Huffington Post gazetesi olayı şöyle naklediyor: “Burhan'ın, Youth Ki Awaaz [14] gazetesine konuşan babası Muzaffer Ahmed Wani, oğluna neden engel olunamadığını anlattı. “Burada hemen herkes ordu mensuplarından dayak yemiştir. Bu dayaklardan siz de nasibinizi almış olmalısınız. Ama herkes militanlığı tercih etmedi. Bu tercih, [dayak yiyen] kişinin ne kadar tahammüllü olduğuna bağlı. Yeh aap ki ghairat pe depend karta hai (Bu sizin izzet-i nefis kaynaklı gayretinizin seviyesine bağlı). Birilerinin ‘gayreti’ zaman zaman imtihana tabi tutuldu ve bu kişiler mukabelede bulundular. Diğerleriyse sessiz kalmayı tercih etti. Benim oğlum acımasızlığı ve aşağılanmaları seyretmeye tahammül edemedi ve bu yüzden de şu anda üzerinde bulunduğu yolu seçmek zorunda kaldı."

Aşırılığın yükselişi

Bugün aşırılık ve fanatizmin dünyada yükselişte olduğuna dair hiçbir şüphe yok. Ve evet, birçok Müslüman çok sayıda aşırılık yanlısı ve fanatik eylemlere katılmakta. Terörizmle savaş sadece daha fazla terör tetikledi. Ancak, ayrıca ikrar etmek gerekir ki BM, dünyanın en uzun soluklu iki çatışmasına konu olan Filistin ve Keşmir'i, halklarını tatmin edecek şekilde çözmek konusunda başarısız olmuştur. Yeni yüzyılın başından beri çatışmalar, bazı Batılı güçlerin inisiyatifiyle Afganistan'a ve Irak'a, birçok Müslüman hükumetin dahliyle de Suriye, Libya, Somali, Yemen ve dünyanın diğer birçok yerine sıçramıştır. Müslüman dünyaya demokrasi getirme teşebbüsleri sadece ikiyüzlülük yarattığıyla kalmıştır. Keşmir, böylesi bir "demokrasiye" harika bir örnektir. Kimileri, Pakistan'a olduğu kadar Keşmir'e de "büyük bir komşuyla" nasıl yaşanır konusunda ders alması gerektiğini telkin ediyor. Tıpkı Bangladeş, Bhutan, Nepal ve Sikkim'in Hint üstünlüğünü kabullendiği gibi; Pakistan da bu şekilde Hindistan'a yönelik pragmatik bir yaklaşımı benimsemeyi öğrenmeli.
Çok temel bir mesele de şudur ki, birçok gözlemci ve terörle mücadele 'uzmanı'nın bir türlü anlayamadığı şey, İslam'ın sadece insanların bir günahla doğduğu fikrini ve daha evvelki hayatlarında işlediği günahlardan dolayı daha aşağı kastlarda bulunan ailelerde doğdukları inancını reddetmesi değil, aynı zamanda insan haysiyetine yaptığı çok kuvvetli vurgu ve adalet, eşitlik ve şeffaflığı teşvik etmesidir. Burhan Wani, motivasyonunu İslami öğretilerden bulmuş gibi gözüküyor; fakat maalesef ki kendisine vatanındaki adaletsizliğe, haysiyetsizliğe ve onur kırıcı hallere nasıl mukabelede bulunması gerektiği konusunda doğru dürüst bir yönlendirmede bulunulmamış. Hint yönetimi ve uygar dünyanın geri kalan kısmı insan haysiyeti ve şeffaflık gibi insani değerlere saygıyı ne kadar çabuk öğrenir ve bunun gereklerini ne kadar çabuk ifa ederse mevcut felaketlerden de o denli çabuk kurtulurlar.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.”
Prof. Dr. Abdullah el-Ahsan Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi Tarih ve Uygarlık Bölümü'nde Karşılaştırmalı tarih uzmanıdır.

[1] http://www.huffingtonpost.in/burhan-wani/who-was-burhan-wani-and-why-is-kashmir-mourning-him/
[2] https://www.youtube.com/watch?v=vAgLEGMd_Bk
[3] http://www.newsweek.com/could-kashmir-stand-trigger-nuclear-war-506479
[4] http://www.bbc.com/news/world-asia-37504308
[5] http://www.hindustantimes.com/india-news/kejriwal-salutes-modi-for-surgical-strikes-across-loc-asks-pm-to-expose-pak-s-lies/story-n54ZvDHlNE5VdqR3LLXUFN.html
[6] http://www.hindustantimes.com/punjab/kejriwal-is-acting-like-pak-s-spokesperson-majithia/story-ZpNUxgW3WpgTboavWOX1OL.html
[7] http://www.hindustantimes.com/india-news/pm-modi-warns-ministers-against-creating-hysteria-on-surgical-strikes/story-Q4lO1pm6EAbr5dFsNtS56O.html
[8] http://www.nytimes.com/2016/10/02/world/asia/kashmir-pakistan-india.html?_r=0
[9] https://www.washingtonpost.com/news/monkey-cage/wp/2016/09/30/india-and-pakistan-clashed-again-in-kashmir-heres-what-you-need-to-know/?platform=hootsuite
[10] http://www.just-international.org/mediastatement/kashmir-we-the-people-should-stand-up/
[11] http://www.thesundaily.my/news/1989465
[12] http://www.just-international.org/articles/letters-jammu-kashmir-voters-have-their-say/
[13] http://www.newsweek.com/could-kashmir-stand-trigger-nuclear-war-506479
[14] http://www.youthkiawaaz.com/2016/01/interview-with-muzaffar-ahmed-wani/

Türkiye Güreş Federasyonu Başkanlığı :" BALKAN ŞAMPİYONASINDA SIRA MİNİKLERİMİZDE"



BALKAN ŞAMPİYONASINDA SIRA MİNİKLERİMİZDE"
14-16 Ekim tarihlerinde Bursa'da yapılacak olan 2. Balkan Şampiyonası başlıyor. 10 ülkeden gelen 250 güreşçinin mücadele edeceği şampiyonada Türkiye adına Minikler Milli Takımı olarak 85 güreşçimiz mindere çıkacak. Maçlar, Schoolboys ile Schoolgirls yaş gruplarında 10 sıklette yapılacak olan maçlar Grekoromen, Kızlar Serbest ve Serbest stil kategorilerinde düzenlenecek. Ayrıca, maçlar Bursa Yıldırım Belediyesi Spor Kompleksinde yapılacak.
Şampiyonaya katılan ülkeler şöyle:
Türkiye, Slovenya, Yunanistan, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Bosna Hersek, Makedonya, Kosova ve Moldova

Kendisi için üretti, Türkiye'ye pazarlıyor


Kendisi için üretti, Türkiye'ye pazarlıyor

Düzce'de yaşayan işçi emeklisi Turgut Yılmaz, aracını korumak için imkanlarıyla ürettiği ve talepler üzerine geliştirdiği portatif garajları, Türkiye'nin dört bir yanına satıyor.
Kendisi için üretti, Türkiye'ye pazarlıyor
DÜZCE  - ÖMER ÜRER
Düzce'de yaşayan işçi emeklisi Turgut Yılmaz, aracını korumak için imkanlarıyla ürettiği ve talepler üzerine geliştirdiği portatif garajları, Türkiye'nin dört bir yanına satıyor.
Birçok iş alanında çalışan ve emekli olduktan sonra şehir merkezine yaklaşık 20 kilometre uzaklıktaki Aynalı köyünde bulunan arazisine ev yaparak sessiz bir hayatı tercih eden 63 yaşındaki Yılmaz, aracı için profil ve brandadan ürettiği portatif garajları zamanla geliştirerek sipariş almaya başladı.
Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, iki yıl önce kendi imkanları ile aracı için bir garaj yapmak üzere bahçesinde kurduğu atölyede çalışma yaptığını ve bir model ürettiğini söyledi.

"Gece aklıma geliyor, gündüz uyguluyorum"

Uzaktan kumanda sistemiyle çalışan, açılır kapanır demir profil ve brandadan yaptığı ürünün büyük ilgi gördüğünü anlatan Yılmaz, "Öncelikle aracım için uzaktan kumandalı bir garaj yapmıştım. Çalışmanın patentini aldım. Talep gelmeye başlayınca da garaj yapımına devam ettim." dedi.
Yılmaz, ilk garajın maliyetinin yüksek olması nedeniyle yeni bir model geliştirdiğini aktararak, şunları söyledi:
"Son ürettiğim garaj modelinin, hem ekonomik hem de sağlam olmasının yanı sıra pratik olması gibi bir özelliği var. Son geliştirdiğim garajı vatandaşlara pahalı gelmemesi için yaptım. Diğer model ise biraz daha lüks diyebileceğim seviyede. Uzaktan kumandalı panjur sistemli özelliğini içerisinde barındırıyor. Şu anda ürettiğim garajların en düşük fiyatlısı 800 lira, en pahalısı ise 3 bin 500 lira. Tasarımları kendim yapıyorum. Daha doğrusu yatarken hep aklıma geliyor. Gece aklıma geliyor, gündüz uyguluyorum. Herkesin bir hobisi var, benimki de bu."
Garaj yapımı işine hobi olarak başladığını anlatan Yılmaz, "Yaptığım üründen 'Bir şey kazanayım' gibi bir düşüncem olmadı. Emekliyim, köydeyiz. Vakit nasıl geçireyim? Atölyemde bir şeyler üretmek hobim. Bana zevk veriyor. Zamanımı bu şekilde değerlendiriyorum. Bundan sonra neler olur bilmiyorum. Bu şekilde devam etmeyi düşünüyorum." diye konuştu.

"Suudi Arabistan ve İsveç'ten yoğun talep alıyorum"

Yılmaz, portatif garajın önce yakın çevresi sonra da sosyal medyada ilgi görmesiyle çalışmalarına hız verdiğini dile getirerek, şunları kaydetti:
"Patenti aldığımda Türkiye'nin her yerinden arayanlar oldu. Arayıp isteyenlere Türkiye'nin öbür ucuna kadar bile olsa gönderdim. Hatta dünyanın birkaç bölgesinden sipariş aldım. Düzce'nin yakın çevresindeki illerin tamamı ile İstanbul, Mardin, Ankara ve Ege Bölgesi'ne siparişleri gönderdim."
Yılmaz, ürettiği modellerin sadece Türkiye'den değil yurt dışından da talep gördüğünü belirterek, "Garaj konusunda son dönemlerde özellikle Suudi Arabistan ve İsviçre'den yoğun talep alıyorum. Birkaç sipariş gönderdim. Arkası geleceğe benziyor çünkü hem sosyal medyadan hem de telefonla arayıp fiyat araştırması yapan şahıs ve şirketler var. İnsanın kendi ürettiği bir şeyin ilgi görmesi gurur veriyor." şeklinde konuştu.
Bunun üzerine ürünü daha ucuza nasıl mal edebileceğini düşündüğünü vurgulayan Yılmaz, "İlla kumandalı olmasının şart olmadığına karar verdim. 'Uzaktan kumandasız ama sağlam olsun, içerisine rahatlıkla araç bırakılabilsin, insanlar evinde rahat uyusun.' gibi fikirlerden yola çıkarak garajı ürettim. Çok kullanışlı ve pratik oldu. 2 kişi kaldırıp istediği yere koyabilir. Üründen bir de motosiklet için olanı ürettim." ifadesini kullandı.

Atina'nın ilk camisinin inşaatı başlıyor



Yunanistan'ın başkenti Atina'da yapılması kararlaştırılan ilk caminin inşaatı gelecek hafta başlıyor.
Atina'nın ilk camisinin inşaatı başlıyor

ATİNA
Yunanistan'ın başkenti Atina'da yapılması kararlaştırılan ilk caminin inşaatıgelecek hafta başlıyor.
İnşaatı üstlenen konsorsiyumdaki dört şirketten biri olan INTRAKAT firmasından AA muhabirine yapılan açıklamada, cami inşaatı için gelecek hafta ilk kazmanın vurulacağı belirtildi.
Açıklamada, net tarihin güvenlik sebebiyle verilmediği ifade edildi.
Yunanistan Altyapı, Taşımacılık ve İletişim Bakanlığı ile sözleşme imzalayan konsorsiyumun, inşaatı Nisan 2017'de tamamlaması planlanıyor.
Yunan devleti tarafından finansmanı sağlanacak cami inşasının, yaklaşık 887 bin avroya mal olacağı açıklandı. Cami yapımının önünü açan son yasal düzenleme ağustos ayında mecliste onaylanmıştı.
Avrupa'da camisi bulunmayan tek başkent olan şehirde mevcut plana göre cami inşası için ilgili karar 10 yıl önce verilmesine rağmen, hukuki itirazlar ve bürokratik engeller sebebiyle inşa süreci başlayamamıştı.
Atina banliyölerinden Votanikos bölgesindeki Eleona semtinde, Yunanistan Deniz Kuvvetlerinin mülkiyetindeki 17 dönümlük arazide eski bir hangardan dönüştürülecek olan caminin minaresi olmayacak.
Atina'da cami inşa edilmesi ise ilk kez 1976'da kararlaştırılmıştı. Buna rağmen, aşırı milliyetçi çevrelerle bir kısım fanatik din adamları tarafından gösterilen şiddetli tepkilerin etkisiyle proje sürekli sürüncemede kalmıştı.
Muhabir: Furkan Naci Top


Tuesday, 11 October 2016

Давыдов: Очень рад, что болельщики высоко оценили мою игру



Давыдов: Очень рад, что болельщики высоко оценили мою игру

http://fc-metalist.com/news/post/4963

Капитан "желто-синих" Сергей Давыдов матч против "Врадиевки" провел на высоком уровне, вел своих партнеров вперед и, как следствие, дважды поразил ворота соперника. Позже болельщики признали Давыдова лучшим игроком поединка. Утром же в понедельник мы связались с Сергеем, чтобы еще раз вспомнить отчетный матч.

- Сергей, болельщики признали тебя лучшим игроком прошедшего матча, с чем мы тебя и поздравляем. Что можешь сказать по этому поводу?

- Безусловно, мне очень приятно, что мои действия на поле наши фанаты оценили. В то же время скажу, что победа - это заслуга всей команды, а не только меня одного. Пусть, это и банально, тем не менее, чистая правда. В первом мяче Серега Романов хорошо навесил с углового, во втором - Олег Синица поборолся за мяч, который потом оказался у меня. Очень приятно, что после семи матчей мы находимся на первом месте, хотя, конечно, нам еще есть, над чем работать.

- Насколько сложно было играть в такую погоду и на таком поле?

- Очень сложно. Пришлось "помесить" грязь немного (улыбается). Ну а так, к подобному развитию событий мы были готовы, знали, что будет дождь и догадывались, что поле от этого лучше точно не станет. Считаю, что выиграли во многом благодаря скорости и правильной тактике. Счет на табло, как говорится.

- Поздравили Андрея Нестеренко с таким дебютом?

- Да, парень хорошо сегодня отыграл. Да и гол забил, как говорится, прочувствовав момент. Повторюсь, сегодня хорошо сыграла вся команда, справедливо записав в свой актив три очка.

- Ехали сюда больше десяти часов…

- Да, говорили друг другу, что немного помучавшись в дороге, надо все силы отдать на поле. Хорошо, что так в итоге и вышло: после сложной дороги пришел заслуженный победный результат.

- Отдыхать некогда, ведь впереди два домашних матча?

- Несколько дней все же отдохнем, ну а потом уже будем готовиться к следующей игре. Уверен, каждый из нас останавливаться на достигнутом не хочет, соответственно, к игре с "Таврией" должны будем подойти во всеоружии.

- Сложная игра предстоит?

- Думаю, да, хотя о сопернике пока что не знаем практически ничего. В скором времени тренерский штаб предоставит нам о симферопольской команде всю необходимую информацию. От этого и будем отталкиваться.

Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç, Amatör Spor Haftası nedeniyle bir kutlama mesajı yayımladı




http://gsb.gov.tr/HaberDetaylari/1/1/71630/bakan-cagatay-kilicin-amator-spor-haftasi-mesaji.aspx

Gençlik ve Spor Bakanı Akif  Çağatay Kılıç,  Amatör Spor Haftası nedeniyle bir kutlama mesajı yayımladı
Bakan Çağatay Kılıç'ın yayımladığı kutlama mesajı şöyle;
"Ülkemizde sporun gelişmesinde ve uluslararası başarılarımızda  amatör sporların çok büyük katkısı bulunmaktadır.Amatör  sporda başarının  temelinde  sporu tabana yayan amatör bir ruh yatmaktadır. Bu bilinçle hareket ederek    halkımızın,çocuklarımızın  ve gençliğimizin spor yapmasına, onlara sağlıklı yaşam biçimi sunmasına yardımcı oluyoruz, bu amaç için de faaliyet gösteren amatör spor kulüplerin her türlü desteği veriyoruz. Daha önce, amatör kulüpler antrenman ve maç yapmak için mevcut saha ve tesislerimizi  belirli bir ücret karşılığında kiralıyordu. Ağustos ayında  yaptığımız düzenlemeyle kulüpler üzerindeki bu  maddi yükü ortadan  kaldırdık. Artık amatör spor kulüpleri, antrenman ve müsabakalar için kullandıkları saha ve tesislere  herhangi bir ücret ödemiyor.Amatör spor kulüplerinden alınan vergilerin oranının  düşürülmesi için de   Maliye Bakanlığı ile ciddi çalışma içindeyiz.  Bu düzenlemenin yapılmasıyla birlikte amatör spor kulüplerinin üzerinden  başka bir mali yük de kalkmış olacak.Bu ülkenin  ay yıldızlı bayrağını uluslararası arenada  dalgalandıracak geleceğin şampiyon sporcularının yetiştirilmesi için  hiç bir  fedakarlıktan kaçınmayacağız.

Amatör Spor  Haftasını kutluyor, 10-16 Ekim tarihleri arasında yapılacak etkinliklere  tüm spor severleri   davet ediyorum.Ülke  olarak  en fazla birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz  bu günlerde  spor sayesinde kurulan kaynaşma, dostluk ve arkadaşlıkların geleceğe umutla bakmamıza vesile olacağına  inancım  tamdır."

Monday, 10 October 2016

İşgalci kim? İşte Musul olmamızın 6 nedeni


İşgalci kim? İşte Musul olmamızın 6 nedeni

Türk askerini 'işgalci güç' olarak tanımlayan Irak, konunun görüşülmesi için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ni (BMGK) acil toplantıya çağırdı.
90 yıllık meseleyi yeniden alevlendiren bu gelişmeler yaşanırken, Türk askerinin Irak'ta bulunmasının uluslararası hukuktan doğan haklılığı bir kez daha gündeme geldi. Irak toprakları içinde bulunan PKK'nın saldırıları dolayısıyla meşru müdafaa hakkı çerçevesinde sınır ötesi çok sayıda operasyona imza atan Türkiye, Irak'ta bulunan diğer ülkeler ABD ve İran'a göre, DAEŞ teröründen en çok etkilenen ülke. Bu doğrultuda Ankara, uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanıyor.
ESED'DEN İZİN Mİ ALDILAR?
Uzmanlar ABD'nin, “Türkiye, Irak Hükümeti onaylamadığı için uluslararası koalisyona üye değil” çıkışına ise “Suriye'de Esed'den izin mi aldılar?” sorusuyla karşılık veriyor. BM'nin 2015 yılında tüm ülkeleri DAEŞ'e karşı ortak mücadeleye çağırmasını hatırlatan uzmanlar, yaşanan son krizde Batılı ülkelerin art niyetine dikkat çekiyor. Ankara, binlerce kilometre uzaktan Irak'a müdahaleyi kendine hak gören ABD ile -FETÖ'den sonra Musul'da da- müttefiklik ilişkisini sorguluyor. Türkiye'nin Musul'da bulunma gerekçesi olarak savunduğu ve istendiğinde BMGK'ya da sunacağı Musul haklılığını 6 maddede toparladık.
Meşru hakkımız
1 TEK BİR ULUSLARARASI KOALİSYON VAR VE TÜRKİYE BUNA TARAF
DAEŞ'e karşı oluşturulan tek bir uluslararası koalisyon var ve Türkiye de buna taraf ülke. ABD'li Yarbay Dorrin'in açıklamalarının aksine, koalisyon ülkelerinin Irak'ı kapsayan özel bir DAEŞ'e karşı mücadele çalışması yok. Uzmanlar, “Eğer Irak'a sorulması gerekiyorsa, biz de şunu sorarız: Suriye'ye girerken Esed'e mi sordular?” diyor.
2 BMGK'NIN ÇAĞRISI ÜZERİNE TERÖRE KARŞI KOALİSYON'DAYIZ
Türkiye, BMGK'nin 2015'teki çağrısı üzerine DAEŞ'e karşı uluslararası koalisyona katıldı. Sözkonusu çağrı sadece Suriye değil DAEŞ'e karşı Irak çevresinde yürütülecek mücadeleyi de kapsıyordu. Türkiye, koalisyona üye olduğu gibi, başta İncirlik Üssü olmak üzere topraklarını da üye ülkelerin kullanımına açtı.
3 BMGK, TÜRKİYE'Yİ 'DAEŞ'TEN ETKİLENEN ÜLKE' OLARAK TANIMLIYOR
Türkiye, halen DAEŞ'e karşı mücadele yürüten ülkeler arasında uluslararası kamuoyunda 'DAEŞ saldırılarına maruz kalmış ülke' olarak meşru müdafaa kapsamında öne çıkıyor. BMGK'nın bu konudaki kararı, Türkiye'nin bölgedeki askeri varlığını uluslararası arenada haklı göstermekte yeterli bir unsur olarak görülüyor.
4 ANKARA VE LOZAN ANTLAŞMALARI MÜDAHALE HAKKI VERİYOR
Başta Lozan ve Türkiye-Irak sınırlarının çizildiği 1926 Ankara Anlaşması olmak üzere tüm uluslararası anlaşmalar, Musul ve Kerkük topraklarında 'ilhak, istiklal veya herhangi bir idare şekli hakkında kabul edilen ve edilecek olan bütün kararlar konusunda Türkiye'ye söz hakkı' tanıyor.
5 TÜRKİYE, IRAK BAŞBAKANI İBADİ'NİN MEKTUPLU DAVETİYLE ORADA
“Türkiye işgalci”, “Türk askeri Başika'da illegal bulunuyor” söylemlerinin aksine Türkiye, oraya Irak Başbakanı İbadi'nin mektuplu daveti üzerine gitti. Bu durum, o günlerde bütün dünyaya tescil edilmiş durumda. Dolayısıyla Türkiye'nin davetsiz gittiği söylemi yanlış ve Türk askerinin bölgedeki varlığı meşru.
6 TERÖR ÖRGÜTLERİNE KARŞI MUTLAKA ORADA OLUNMALI
Türkiye, teröre karşı Irak'ın bütünlüğü için bölgede bulunuyor. Yine Türkiye, sınır ötesinden tehdit eden DAEŞ kadar PKK terör örgütüne karşı da meşru müdafaa hakkını kullanıyor. Uzmanlar, Türkiye'nin Musul operasyonunda yeralmasının, Fırat Kalkanı Harekatı'nı başlatması kadar meşru bir hak olarak görülmesi gerektiğine işaret ediyor.
(YENİ ŞAFAK)
http://www.ihlassondakika.com/gundem/isgalci-kim-iste-musul-olmamizin-6-nedeni-737903

Türk Sporunun Temel sorunu: BİLGİLİ İNSANDA YETKİ YOK. YETKİLİ İNSANDA BİLGİ YOK


Türk Sporunun Temel sorunu: 

BİLGİLİ İNSANDA YETKİ YOK. YETKİLİ İNSANDA BİLGİ YOK

Türk Sporunun Temel sorunu


TÜRK SPORUNUN TEMEL SORUNU..
BİLGİLİ İNSANDA YETKİ YOK. YETKİLİ İNSANDA BİLGİ YOK. 
Türkiye'nin nüfusu 77 milyon, lisansli sporcu sayimiz 7 milyon bile degil..Almanya'nin nüfusu 80 milyon lisansli sporcu sayisi 25 milyon. Spora ve sporcuya bakiş açımızı değerlendirmek adına bu kıstas yeterde artar bile..Her şeye rağmen son 10 yılı baz alirsak, spora ve sporculara en iyi imkan sağlanan bir yönetimleyiz. Belediyelerin ve hükümetin her boş araziye, her okulun bahçesine mantar gibi spor salonları açmasına rağmen neden hala uluslararası arenalarda nal topluyoruz. Çünkü "yetkili kişilerde bilgi yok". Adam kayirmaciligin, makam sevdasının had safhada olduğu hırsla ve makamlari ülke menfaatine değilde kişisel çıkarları doğrultusunda kullanırsan başarı elde etmen mümkün değildir. Neden gerçek başarılar elde edemiyoruz? Çünkü "bilgili insanda yetki yok". 20 yıllık sporcunun başına 2 yıllık lisans mezunu adamı getirirsen üniversitede görmediği tecrübeyi 20 yıllık sporcudan almaya çalisir. En iyi psikolog, en iyi antrenör ve en iyi kondüsyoner 20 yıldır kamplarda ter döken sporculardir. Mimardan, mühendisden, siyaset bilimcisinden spor yöneticisi mi olur. Biz Toki konutlarinda mühendislik yapiyormuyuz. Sehirlerin mimari yapisinada karismiyoruz. Ülke yönetimi bizim işimiz hiç degil..
İşi ehline vereceksin. Dinimizin inancimizin  buyruguda budur. Liyakat sahibi insanlari görmezden gelirseniz istişareye dayali yönetim yerine, hegemonya yönetimi tercih ederseniz, şişirme başarılarla devleti kandirmaya çalışırsanız gerçeklerle bir gün yüzleşmek zorunda kaldığınızda kaybeden sadece sizler olmazsiniz, sizin yüzünüzden memlekette kaybeder-ki yıllarca bu yüzden kaybediyoruz. Tebdil-i mekanda hayır varsa.. Tebdil-i kıyafette hayır varsa.. Tebdil-i makamlarda da hayır vardir. Taze kan her zaman heyecandır. Yenilik her zaman aksiyondur. Değişim her zaman başarıdır. Ülke menfaatini göz ardı ederek kimlerin nerelere hizmet ettiğini  neden kimse sorgulayamiyor. Çünkü korkuyor! Muhalif olmaktan korkuyor. Görev alamamaktan korkuyor. Herkesin bildigini neden kimse dile getiremiyor. Sesli düşünmekten korkar olduk çünkü korkutma politikasi yüzünden sadece yarananların faydalandığı bir camia olduk. Redikal çözümler olmazsa daha cook havanda su döveriz.
Federasyon seçimleri hiç adil değil. Yönetmelikler kesinlikle tek taraflı. Federasyon seçimlerinde demokrasi diye bişey yok. Federasyonlarin, Spor Genel Müdürlüğü ile, Genel Müdürlüğün, Spor Bakanlığı ile hiç kimsenin anlam veremediği bi sıkıntısı var ama ne?
Yoksa FETÖ-PDY,  federasyonlarıdamı etkisi altına aldı. Fısıltı gazetesinin kanaati bu yönde...
Üstad Necip Fazil'a sormuşlar..
Bu memleketin hali no'lucak. Daha ne kadar bekliycez? diye..
Üstad cevap vermiş..
Harekete geçmezseniz daha cok beklersiniz!..
Milli Takım Antrenörü
Bahattin Üçtepe.


181 aşiretten teröre karşı ortak bildiri


Teröre karşı tepkilerini göstermek için Van'da bir araya gelen 181 aşiret teröre karşı ortak bildiri yayımladı.

181 aşiretten teröre karşı ortak bildiri
VAN
Van'da 16 ilden 181 aşiret temsilcisi, terör saldırıları ve "İngiltere'nin aşiretlere para dağıttığı" iddiasına tepki gösterdi.
Edremit ilçesindeki otelde bir araya gelen aşiret temsilcileri ve kanaat önderleri, yaptıkları toplantının ardından, tepkilerini hazırladıkları bildiri ile dile getirdi.
Ertoşi aşireti lideri İskender Ertuş'un okuduğu bildiride, İngilizlerin ağır ithamlarla aşiretler ile devletin arasına nifak tohumları ekmesini önlemek ve terör örgütünün bölgedeki saldırılarına ortak tepki göstermek amacıyla bir araya gelindiği belirtildi.

"Devlete bağlılıkta en ufak bir gevşeme yok"

En sağlam köklerini Selahaddin Eyyubi'den alan ve Osmanlıdan süre gelen örf, adet ve gelenekleriyle yaşayan aşiretlerin, hiç kimseye boyun eğmeyen ve aynı zamanda kimsenin hukukunu çiğnemeyen yapılar olduğu vurgulanan bildiride, "Nasıl ki Osmanlının kuruluşundan bu yana atalarımızın devletine karşı olan bağlılıkları ve sadakatleri tartışma konusu olmamış ise bizim de devletimize karşı bağlılıkta en ufak bir gevşeme ve sadakatte ihanet tartışma konusu olamaz. Biz devletimizin her karış toprağıyla ve milletimizin her ferdiyle bir bütünüz ve bu bütünlüğümüz Allah'ın izniyle ilelebet sürecektir." denildi.
"İkinci darbe olacak" diye milletin içine korku salarak her şeyi karmaşık hale getirmeye çalışan İngilizlerin ve bu ihanet odaklarının, aşiretleri bu işe alet etmesinin ne kadar çaresizlik içinde bulunduklarının en bariz göstergesi olduğu kaydedilen bildiride, devlete, millete olan sadakat ve bağlılıklarının hiçbir zaman bozulmayacağı ve bozulmasının da söz konusu olamayacağı belirtildi.
Bildiride, ülkede ve özellikle bölgede son bir yıldan bu yana devam eden şiddet sarmalından tedirginlik duyulduğu ifade edilerek, şöyle denildi:
"Ülkemiz ve milletimiz yararına ne yapabiliriz noktasında bir toplantı gerçekleştirmeyi amaçladık. Amacımız taraflara sükunet ve bu şiddet sarmalından uzaklaşarak ülkemizde barış ortamının sağlanmasıdır. Özellikle son bir haftadır bölgedeki aşiret reisleri ve kanaat önderlerinin sözde İngiliz hükümetinden para aldıkları, bölücü FETÖ terör örgütünü destekleyecekleri söylentileri bizleri çok derinden yaralamıştır. Bölgenin kanaat önderleri ve aşiret liderleri olarak ülkemizde sükunetten, barıştan, kardeşlikten yanayız, bu doğrultuda üzerimize düşen katkıyı sunmaya hazırız. Her türlü terör, darbe ve şiddete karşı olduğumuzu buradan beyan etmek istiyoruz. Cumhuriyet öncesinden günümüze kadar birlikte kardeşçe yaşamış, Çanakkale'de omuz omuza savaşan halklar olarak, ülkemize acilen barışın tesisinden yanayız."

"Örgütün elindeki silah, başka güçlerin hizmetinde"

"Ülkemizin varlığına ve milletimizin iradesine kasteden, içerideki ve dışarıdaki terör örgütlerine karşı duruşumuzu ve mücadele azmimizi ifade etmek için toplandık." vurgusu yapılan bildiride, şu değerlendirmelerde bulunuldu:
"Bizim için devletimizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğü, tartışma konusu yapılmayacak bir durumdur. Bizi parçalamayı, birbirimizden ayırmayı amaçlayan her türlü teşebbüs karşısında irademizi ortaya koyacağız ve sonuna kadar mücadele edeceğiz. PKK terör örgütünün eylemlerini lanetliyoruz. Terörün karşısında, meşru siyasetin yanında saf tutmakta kararlı olduğumuzu beyan ediyoruz. Silahlı bir terör örgütünün, bölge insanının geleceğini tahakküm altına almasına rıza göstermeyeceğiz. Yaşadığımız süreçte terörün milletimize, en çok da bölge insanına zarar verdiğini gördük. PKK'nın silaha müracaatının makul bir izahı olmadığı gibi, bölge halkının da böyle bir beklenti ve isteği de yoktur. Çatışma ortamından elde edeceğimiz bir kazanç yoktur. Devletimizden beklentimiz ve isteğimiz, ülkemizdeki terör tehdidinin ortadan kaldırılmasıdır. Biz terörle mücadelede devletimizin yanında yer alacağız. Terör örgütü, Türkiye üzerinde emelleri bulunan dış güçlerin maşası durumundadır. Örgütün elindeki silah, başka güçlerin hizmetindedir. Türkiye'nin mevcut siyasi şartlarında bölge halkına ve ülkemize terör yoluyla zarar vermenin başka hiçbir gerekçesi olamaz."

"İç ve dış güçlerin hesapları boşa çıkartıldı"

Bildiride, ülkenin büyümesini, güçlenmesini hazmedemeyen güçlerin, birlik ve beraberliğe zarar vermeyi hedeflediğine dikkat çekilerek, geçmişte olduğu gibi bugün de iç ve dış güçlerin hesaplarının boşa çıkacağı aktarıldı.
16 ilden Kürt, Türk ve Arap 181 aşiret temsilci tarafından hazırlanan bildiride, şu görüşlere yer verildi:
"Üzerimizde hesap yapacak tek güç Türkiye Cumhuriyeti devleti ve millettir. 7 Haziran 2015 seçimlerinde 'Kürt siyasetçisiyim' diyen misyona, bize 'bu memlekette kanı, gözyaşını durduracağız. Bizleri destekleyin' tekliflerine karşılık bu milletin birçok yerinden 6 milyon oyla destek sunuldu. Bu desteği bu halkın halis duygularını maksadı dışında kullanmaya başladılar. Hendek siyasetini destekleyerek bizleri hayal kırıklığına uğratıp akabinde parti eş başkanlarından Figen Yüksekdağ, 'biz sırtımızı dağa dayadık' gibi söylemler kullanıp, ülkemizi başka ülkelere şikayet ettiler. Siyasetleri bu olduğu sürece desteklerimizi alamayacaklarını ve bizi temsil etmediklerini bildirmek isteriz." 

"Bölgede emelleri olanlar bunu aşiret üzerinden gerçekleştirmek istiyor"

Karahan aşireti üyesi ve AK Parti Genel Başkan Danışmanı Zeynep Karahan Uslu da yaptığı konuşmada, bölgede emelleri olanların amaçlarını aşiretler üzerinden gerçekleştirmek istediğini söyledi.
"15 Temmuz Türkiye'yi bölme girişimiydi. Bu ülkenin her bölgesinden gösterilen şanlı direnişle bugün millet zaferi kazanıldı. Türkiye'nin diğer bölgelerinde olduğu gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da da millet geleceğine sahip çıktı." diyen Uslu, şunları söyledi:
"Siyasi iktidarlar öyle bir zamanlardaki gibi her canları istendiğinde değiştirilemez. Bunu 15 Temmuz'da dosta da düşmana da gösterdik. Bu nedenle bölgemiz üzerinde emelleri olanlar, amaçlarını aşiretler üzerinden gerçekleştirmek istiyorlar. Kürt aşiret liderlerinin para aldığını ve borçların ödendiğini ve yine Türkiye'ye karşı yeni ayaklanma içerisinde olduğumuzu söylediler. Birileri de hoplaya zıplaya bu iddialara kulak verdi. Çok mutlu oldular, ağızları kulaklarına vardı ama bizler söylenenlerin farkındayız. Bu asılsız iddialarla bayrağımızı kirletmeye kimsenin gücü yetmedi ve yetmeyecek. Aşiret mensupları olarak Türkler ve Kürtlerin birbirlerine olan güvenlerine saldıran, bizleri bilinçli olarak küçültmek isteyen ve itibarsızlaştırmak isteyen, aramıza düşmanlık tohumları ekmek isteyenlere iddialarını misliyle iade ediyoruz. İftiralara karşı bizler de kardeşlik bayrağımızı çektik. Biz de ne satılık bakan, ne de satılık aşiret var. Bizler aşiret sahibi Kürt, Türk, Zaza, Arap tarih boyu birlikte yaşayanlar olarak bölünmeyeceğiz ve hep birbirimize sarılacağız."

Friday, 7 October 2016

Türk dış politikasında yeni dönemin kodları


Türk dış politikasında yeni dönemin kodları

Türkiye, Irak'ın işgaliyle başlayan ve Suriye iç savaşı ile devam eden süreçte, bölgesel güçlerin ve örgütlerin zemin kazanmasına müsaade etmenin ülke içinde acı sonuçlara yol açabileceğini derinden hissediyor.
Türk dış politikasında yeni dönemin kodları
ANKARA
Arap Baharı sonrası Ortadoğu halklarında ve demokrasi yanlısı taraflarda oluşan büyük umut ve beklentiler, hesap edilmeyen iç dengeler ve aktif dış manipülasyonlar sebebiyle kısa süre içinde, bölgenin son yüzyılda tecrübe ettiği en büyük krize dönüştü.
Bununla birlikte artan gerginlik ortamı bölgeyle sınırlı değil ve son gelişmelerin gösterdiği gibi Bosna’dan Hint alt kıtasına ve Çin Denizi'ne kadar geniş bir alanda rakip güçler arasındaki sıcak çatışma olasılığı ciddi biçimde yükselmiş durumda. Türkiye’nin yakın coğrafyasının gidişatıyla ilgili de ne yazık ki belirsizliklerin azalmadığı tersine giderek daha karmaşık bir hal aldığı görülüyor. Bu durum özellikle Suriye üzerinden uzun süredir ilgi çekici bir irtibat içinde olan ABD ve Rusya’nın inişli çıkışlı ilişkilerinden de gözlemlenebiliyor. Son olarak 3 Ekim’de ABD Dışişleri Bakanlığının iki ülke arasında Suriye eksenli görüşmelerin sonlandırıldığını açıklaması, son haftalardaki krizde yeni bir aşamaya işaret ediyor.
Hatırlanacağı üzere 9 Eylül’de Washington ve Moskova arasında silahlı muhaliflerin sınıflandırılması ve kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaşmaya varıldığının açıklanmasına rağmen rejim güçleri Halep’e saldırılarını sürdürmüş, akabinde ABD öncülüğündeki koalisyon uçakları 17 Eylül’de “yanlışlıkla” Deyru'z Zur’daki Esed güçlerini vurarak yüze yakın rejim askerini öldürmüştü. Olaydan iki gün sonra Rus jetlerinin BM denetimindeki Halep’e yardım götüren insani yardım konvoyunu vurması yalnızca ABD ve Rusya arasındaki gerilimi artırmakla kalmadı Suriye’deki dengeleri de etkilemeye başladı.

ABD’den politika değişikliği sinyalleri

Suriye müzakerelerinin kesildiğinin duyurulması Washington’un son günlerde Suriyeli muhaliflere silah yardımı konusundaki tavrını yumuşattığı ve bunun sonucunda başta karadan karaya Grad füzeleri olmak üzere gelişmiş silahların muhaliflerin eline geçtiği haberleriyle eşzamanlı oldu. Bazı Batılı kaynaklara göre uçak ve helikopterlere karşı kullanılabilen tek kişilik uçaksavarların da muhaliflerin eline geçmesi an meselesi.[1] Buna karşın Rusya ABD’nin adımları karşısında geri adım atmayacağını göstermekten geri durmuyor. İlk olarak ABD ile 2000 yılında imzaladığı plütonyum imha anlaşmasını askıya aldığını açıklayan Moskova yönetimi, Suriye içindeki uçaksavar sistemlerini takviye etmek için de harekete geçti ve ABD yönetiminin iddiasına göre SA-23 Gladiator (S-300VM) gelişmiş hava savunma sistemlerini Tarsus limanı üzerinden Suriye’ye gönderdi.[2] Muhaliflerin ya da DAEŞ gibi terörist grupların hava muharebe unsurlarına sahip olmadığı düşünüldüğüne bu girişimin ABD’nin rejim karşıtı hava operasyonlarını caydırma/önleme amacına yönelik olduğu düşünülebilir.
Suriye konusundaki iki ana oyuncu arasındaki bu zikzaklı ilişkilerin etkisi bölge ülkelerinin tavırlarını da etkiliyor. Son birkaç aydır, Başbakan Binali Yıldırım’ın en azından geçiş aşamasında Beşşar Esed’in muhatap kabul edilebileceği yönünde yaptığı açıklamalar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 20 Eylül’deki New York ziyareti öncesinde havaalanında gazetecilere Esed’in geçiş sürecinde dahi yerinin olmadığını ifade etmesiyle gündem dışına çıktı. Bu durum üst düzey yetkililer arasındaki görüş farklılığından ya da temas kopukluğundan çok, sahada yaşanan anlık gelişmelere göre siyaset belirleme zorunluluğundan kaynaklanıyor. ABD’nin Rusya ile restleşmesi ve karşılıklı tehditlerin artması, Türkiye’nin pozisyonunu yeniden değerlendirmesine neden olurken Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Aleksey Meşkov’un “Suriye konusunda Türkiye ile ihtilaf içinde olduğumuz sır değil ancak ateşkes ve insani yardım konusunda Türk tezlerini duymak istiyoruz” şeklinde konuşması son gelişmeler ışığında Suriye politikasını gözden geçiren tek başkentin Ankara olmadığını gösteriyor.
ABD’nin yıllardır bilinçli bir şekilde pasif davranarak kan gölüne dönmesine izin verdiği Suriye konusunda tutumunu sertleştirmeye başlamasının nedeniyle ilgili farklı yorumlar mevcut olsa da en çok kabul gören iddia dış politikada etkisiz kalmakla eleştirilen Obama’nın yaklaşan başkanlık seçimleri öncesinde Hillary Clinton’un elini güçlendirmek için bu adımları attığı yönünde. Moskova yönetiminin, doğrudan rejim mevzilerinin hedef alınması durumunda felaket yaşanacağını ileri sürmesi Obama’nın müdahalede ciddi olabileceğini düşündürüyor. Obama her ne kadar son konuşmasında mecbur kalmaması durumunda Suriye’ye asker göndermeyeceğini tekrarlasa da bu ifadeler pekala aba altından sopa göstermek olarak yorumlanabilir.[3]
Zira öncelikle Münbiç olayında yakından görüldüğü üzere sayıları az da olsa Amerikan güçleri Suriye’de zaten mevcut, ikinci olarak ABD’nin Suriye’deki dengeleri değiştirmek için kara askeri göndermesine hatta hava bombardımanı yapmasına bile gerek olmadığı biliniyor. Suriye savaşının demografisi ve coğrafyası göz önüne alındığında muhaliflere verilecek etkin silah desteğinin kısa sürede Rusya’yı ülkeden çıkmaya mecbur bırakacağı aşikâr. Aslında muhtemelen ABD’nin planı orta vadede bu yöndeydi ancak yaklaşan başkanlık seçimleri Obama’yı daha erken davranmaya itmiş durumda. Yoksa kimse ABD’nin Suriye’yi ya da bölünmüş ana gövdesini Rusya’ya bırakacağına ihtimal vermiyor.

Türkiye Musul’un yeni bir Halep olmasına karşı

Öte yandan Ortadoğu’daki en önemli çatışma alanı Suriye olsa da yaklaşan Musul operasyonu nedeniyle Irakda gündemde ön plana çıkmaya başlıyor. Türkiye’nin geçmişten beri Musul’a yönelik alakası zaten biliniyordu ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 Ekim’deki Meclis açılışında yaptığı konuşma ve Lozan vurgusu konuyu yeni bir boyuta taşımış durumda. Nitekim Irak merkezi yönetiminden ve İran yanlısı milis grupların liderlerinden peş peşe gelen açıklamalar Türkiye’nin Musul operasyonuna hiçbir şekilde müdahil olmaması gerektiği yönündeydi. Buna Irak Meclisi’nin Türkiye karşıtı sert açıklamaları ve Türk Büyükelçinin Irak Dışişleri Bakanlığına çağrılması eklendiğinde Irak merkezi hükümetinin ve arkasındaki gücün Türkiye’nin yeni dönem bölgesel hamlelerinden ne kadar rahatsız olduğu anlaşılabilir.
Ancak Cerablus operasyonunun da somut bir şekilde ortaya koyduğu üzere Ankara artık kendi kaderini ilgilendiren konularda ve ulusal çıkarları gerektirdiğinde -başkalarının ne dediğini dikkate alsa da- farklı aktörlerle sıcak çatışmadan kaçınmayacağını net bir şekilde deklare etmiş durumda. Zira Türkiye, Irak’ın işgalinin ardından başlayan ve Suriye iç savaşı ile devam eden süreçte kimi bölgesel güçlerin ve örgütlerin oldubittiyle zemin kazanmasına müsaade etmenin yalnızca bölgesel çıkarlarını ve politikalarını sekteye uğratmakla kalmadığını, aksine ülke içinde de acı sonuçlara yol açabileceğini son bir yıldır yoğunlaşan terör ve darbe girişimleriyle derinden hissetmiş durumda.

ABD'nin yeni hedefi Suudi Arabistan mı?

Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta daha aktif bir şekilde sahaya inmesi, iki ülke konusunda benzer pozisyona sahip olduğu Suudi Arabistan ile olan ilişkileri de daha önemli hale getiriyor. Son dönemde sıklaşan karşılıklı ziyaretler bölgesel konularda iki ülke arasındaki görüş ayrılıklarının asgariye inmiş olduğunun işareti olarak değerlendirilebilir. Öte yandan Riyad yönetimi son dönemde ABD Kongresinden geçen ve 11 Eylül mağdurlarına Suudi Arabistan aleyhine dava açma hakkı tanıyan yasanın şokunu yaşıyor. Geçmişte benzer şekilde İran’ın ABD’deki malvarlıklarını donduran ve özellikle İsrailli dava sahiplerine büyük meblağlarda ödemeler yapan Washington’un aynı politikayı Riyad yönetimine karşı da uygulamaya koyma ihtimali, zaten bozuk olan ABD-Suud ilişkilerini kriz seviyesine çıkarmış durumda.
Yasanın çıktığı gün Türkiye’ye ziyarette bulunan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen İçişleri Bakanı ve Veliaht Prens Muhammed bin Nayif’in görüşmelerinde de konunun gündeme geldiği anlaşılıyor. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni dönemin manifestosu olarak değerlendirilebilecek Meclis konuşmasında bu meseleyi de gündeme getirmiş ve kararın kabul edilemez olduğunu vurgulayarak Türkiye-Suudi Arabistan yakınlığının önümüzdeki dönemde süreceğini göstermiştir.
Cumhurbaşkan Erdoğan'ın meclisteki konuşmasında Ankara’nın Tahran ile mevcut iyi ilişkileri sürdürmek ve geliştirmek istediğini vurgulaması Türkiye’nin yeni dönemde de bölgesel politikalarını kompartımanlara ayırma stratejisini sürdüreceğini gösteriyor. Bununla birlikte Türkiye’nin Musul operasyonuna aktif bir şekilde müdâhil olması ve Şii milislerle karşı karşıya gelmesi durumunda, bölgede agresif dış politikasıyla öne çıkan İran ile ilişkilerin ciddi biçimde etkilenmesi son derece muhtemel görünüyor.
[Dr. Hakkı Uygur İran Araştırmaları Merkezi'nin (İRAM) başkan yardımcısıdır]
[1] https://www.washingtonpost.com/news/global-opinions/wp/2016/09/28/putin-is-making-a-mistake-in-syria-and-russia-will-pay-the-price/?utm_term=.c19caa21fe3e
[2] http://www.dunyabulteni.net/haberler/379328/abd-iddiasi-rusyadan-suriyeye-fuze-sistemi
[3] http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1923751-obama-suriyeye-asker-gondermek-onceligimiz-degil

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts