Friday, 28 October 2016

Nemrut, Hz. İbrahim ve Çiğ Köfte


Nemrut, Hz. İbrahim ve Çiğ Köfte



Nemrut, Hz. İbrahim ve Çiğ Köfte

Çiğ köftenin hikayesini ve gerçek tarifini bilir misiniz?


İsmini Yunanca'da genler topluluğu demek olan "komagene" sözcüğünden aldığı söylenen Komagen, İ.Ö. 1.yy.’da Adıyaman ili çevresindeki imparatorluk, Kral Komagene’nin ismini almıştır. Komagene, Nemrut Dağı’nın tepesine doğuya ve batıya bakan iki tapınak yaptırmıştır. Nemrut'a çıkanlar güneşin ayaklarının altından doğduğu hissine kapılırlar. Kral Komagene kendini tanrı gibi hissederek heybetli heykelleri ve tapınakları Nemrut'a dikmiştir.
Çiğköfte'nin doğuşu ile ilgili olarak bilinen birçok rivayet vardır. Benimkisi ise;

Nemrut, Hz. İbrahim ve Çiğ Köfte

Hz.ibrahim, devrin Kralı Nemrut'un putlarını kırarak, Tanrı’nın varlığına inanmaya davet eder. “Vay sen misin kıran, benim putlarımı” diyen Nemrut öfkelenir. Hz.ibrahim'in ateşe atılmasını emreder. O dönemlerde krematoryum ya da kazan dairesi gibi yerler olmadığı, kömür de bulunmadığı için, ateş yakmak üzere yöredeki bütün odunlar toplanır. Adı gibi nemrut olan Nemrut, evlerde ateş yakmayı da yasaklar. Halk ateş yakmadan nasıl yemek yapacağını düşünür durur. İşte bu günlerde bir avcı,avladığı ceylanı eve getirerek eşinden yemek yapmasını ister. Çevrede toplanacak bir tek dal odun dahi kalmamıştır. Avcı, çoluk çocuğun aç kalmaması için eşinden bir çare bulmasını ister. Bunun üzerine kadın, ceylanın budundan yağsız et çıkararak bir taş üzerinde başka bir taşla döverek ezmeye başlar. Sonra ezilmiş eti bulgur, biber ve tuzla karıştırarak yoğurur. Böylece o leziz ve tadına doyulmaz “çiğköfte” meydana gelir. Nemrut sağolsun!
NOT: O dönemde kesilen hayvanları Hz.İbrahim’in emrettiği gibi kaya tuzu içinde kuruttular. Kuruyan etleri, tahta tokmaklarla döverek, yağ ve sinirleri ayrıştırdılar. Bu işlenen kuru eti Hz. İbrahim'in tavsiyesine uygun olarak tabiattaki beş baharat ve bulgur ile yoğurmak sureti ile günümüzde bilinen çiğ köfteyi yapmışlardır da denir.




Musul operasyonu, yeni dönem Türk politikaları ve İran



İran’ın Arap dünyasına yönelik yayılmacı tavırları Irak ile sınırlı değil. Tahran yönetimi Akdeniz’den Kızıldeniz’e ve oradan Aden Körfezi'ne uzanan bölgedeki nüfuzunu artırabilmek için çoğunlukla devlet dışı aktörlerle yakın işbirliği içine giriyor.

Musul operasyonu, yeni dönem Türk politikaları ve İran
Irak Başbakanı Haydar el-İbadi 17 Ekim’de Irak ordusunun ve koalisyon güçlerinin DEAŞ terör örgütünün kontrolündeki Musul’u kurtarmak için geniş kapsamlı bir operasyon başlattıklarını açıkladı.
Haziran 2014'ten beri örgütün elinde bulunan şehre yönelik operasyonun başlamasından yaklaşık bir hafta kadar önce, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İbadi arasında sert bir polemik yaşanmış, Türkiye’nin operasyonda yer alma talebini reddeden Irak hükümeti, Musul’un kuzeyinde bulunan Başika kampındaki Türk askerlerin bir an önce ülkeyi terk etmesini istemişti. Erdoğan’ın İbadi’ye yönelik “haddini bil” açıklaması, diplomatik teamüllere aykırı olduğu gerekçesiyle eleştirilse de Türkiye’nin Musul konusundaki endişelerinin derinliği ve ciddiyeti, meselenin bu düzeyde seslendirilmesine neden oldu.
Türkiye son dönemde her fırsatta ve en üst perdeden, Irak ve Suriye krizlerinin geldiği noktadan duyduğu rahatsızlığını ortaya koyuyor. 'Arap Baharı' sürecinin başında Ankara’nın insanî ancak 'naif' denilebilecek yaklaşım ve değerlendirmeleri bölgenin sert gerçekleriyle karşılaşınca, tabiri caizse “dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olunmasına” yol açtı.

İran'ın bölgesel etkinliği ve hırsları

Bölge ülkelerinde yerel değerlerle barışık demokratik hükümetlerin tesisi bir yana, güney sınırlarımız, ülke içinde kanlı saldırılar düzenleyen PKK ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin üssüne dönüştü, Ankara’nın Arap dünyasıyla kara bağlantısı kopma noktasına geldi. Türkiye’nin son birkaç yıldaki bölgesel kayıplarının ardında, derin bir güven krizi yaşadığı ABD gibi geleneksel müttefikleri tarafından yalnız bırakılması kadar, bölgesel etkinliğini ve hırslarını iyi hesap edemediği İran’ın da önemli rolü oldu.
Devrimin başından beri dış dünyayla yaşadığı güven bunalımını aşamadığı için kendisini sürekli tehdit altında hisseden ve devrimi takip eden on yıllar boyunca birçok badireler atlatan İran, 2003 Irak işgaliyle birlikte kendisine ket vuran en önemli tehditten kurtuldu ve işgal sonrası Irak’ta ciddi bir nüfuz alanı elde etti.
İran-Irak savaşı esnasında baskı gören Şii nüfusun bir bölümünün İran’a kaçması, 20 yıllık bu dönem içinde yarı Iraklı, yarı İranlı melez bir neslin yetişmesi ve Suriye'de ya da Avrupa’da yaşayan önemli Şii figürlerin Saddam sonrası Irak siyasi sahnesinde dış destek bulabilmek için İran’a yaklaşmaları gibi etkenler, İran’ın kısa süre içinde Irak’taki etkisini derinleştirdi. Bu durumda Suriye dahil Arap komşularının ve bölge ülkelerinin farklı sebeplerle de olsa yeni yönetime hasmane bir tavır takınmaları ve 'direnişçi grupları' desteklemeleri de etkili oldu.

Irak eleştirilerine Tahran'dan yanıt

Nitekim Irak’ın işgali öncesinde İran’a mesafeli olmasıyla bilinen ve bu nedenle Ayetullah Muhammed Bakır el-Hakim liderliğindeki Irak Yüksek İslami Devrimi Konseyi ile sorunlar yaşayan Dava Partisi liderleri İbrahim Caferi ve sonrasında Nuri Maliki gibi isimlerin idaresindeki Irak, tam olarak İran etkisi altına girdi. Özellikle Maliki’nin gittikçe otoriterleşerek ülkedeki Sünnileri dışlaması ve adeta Şii bir Saddam Hüseyin kılığına bürünmesi, Sünni ve Kürt gruplarda tepkiye yol açtı ve dışlayıcı politikaların neden olduğu güvenlik krizi neticesinde Musul, merkezi yönetimden rahatsız kesimlerin de zımnî teyidi ile kısa süre içinde DEAŞ terör örgütünün eline geçerken Maliki de koltuğunu kaybetti.
Maliki’nin görevden ayrılması ve yerine Haydar el-İbadi’nin geçmesi, İran’ın ülke içindeki nüfuzunun azalmasını sağlamadı, aksine son Türkiye-Irak polemiğinde görüldüğü üzere, Irak’a yapılan eleştirilere cevap Tahran’dan geldi ve Türk Büyükelçisi İran Dışişleri Bakanlığına çağrıldı. İranlı yetkililer nispeten uzunca bir zamandır Bağdat’ı da tıpkı Şam, Beyrut ya da Sana gibi kendilerine bağlı bir başkent olarak görme eğilimini saklamıyorlar. Bu sebeple Türkiye’nin haklı tarihî ve insanî gerekçelere dayanan çıkışlarına cevabın 'İslamî Uyanış' Konferansına katılmak için Bağdat’ta bulunan dini lider Ayetullah Ali Hamaney’nin Dış Politika Danışmanı Ali Ekber Velayeti’den ve ardından Cumhurbaşkanı Ruhani’den gelmesi şaşırtıcı olmadı.

İran'ın yayılmacı politikaları

İran’ın Arap dünyasına yönelik yayılmacı tavırları Irak ile sınırlı değil. Tahran yönetimi Akdeniz’den Kızıldeniz’e ve oradan Aden Körfezine uzanan bölgedeki nüfuzunu artırabilmek için, çoğunlukla devlet dışı aktörlerle yakın işbirliği içine giriyor ve bu amaçla Husiler örneğinde görüldüğü üzere, söz konusu grupları en ileri silahlarla donatmaktan çekinmiyor.
Bununla birlikte İran’ın temel stratejisini dayandırdığı ve uğruna yüzbinlerce sivilin öldürülmesini meşrulaştırdığı 'direniş ekseni’nin ana hattı, Irak ve Suriye’deki müttefiklerinin hakimiyeti altındaki bölgeler üzerinden geçen bir İran- Lübnan koridoru. İran uzun vadeli enerji nakli projelerinden, bölgedeki 'vekillerine' silah desteği sağlamaya kadar uzanan hedefleri için böyle bir koridoru zorunluluk addediyor. Ancak çatışmaların coğrafyası göz önüne alındığında İran’ın işi çok da kolay görünmüyor.
İlk olarak Suriye’nin doğu bölgelerinin muhaliflerin eline geçmesi ile Esed rejimiyle Irak arasındaki sınır kapanmış, ardından Irak’ta Musul eyaletinin tamamen DEAŞ’ın eline geçmesi İranlıların hayati olarak değerlendirdikleri bu koridorda bin kilometreyi aşan koca bir boşluk oluşturmuştur. Dolayısıyla Suriye savaşındaki son kazanımlarıyla inisiyatifi eline geçirdiği düşünülen İran, aslında söz konusu 'ekseni' çoktan yitirmiş durumda ve böyle bir kuşağı ihya edilebilmesi için 5 yıldır sağlayamadığı mutlak askeri zaferin yanı sıra (söz konusu iki ülkedeki Sünni Arap nüfusun İran karşıtı duyguları göz önüne alındığında) kitlesel göçlere yol açacak ölçüde çok ciddi bir demografik değişime ihtiyaç duymaktadır.

PKK'nın Sincar'a yerleşme hedefi

Bu nedenle, bahis konusu demografik yapı ve fizikî coğrafya sebebiyle, 'Şii Koridoru' ya da 'Direniş Ekseni' için İran’ın farklı partnerler bulması kaçınılmaz görünüyor. Son yıllardaki gelişmeler sonucunda Irak ve Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan Kürt bölgeleri, bu yeni ortağın Kürtler olabileceği düşüncesini uyandırıyor. Gerçekten de Musul’un kuzeyinden geçerek Türkiye’nin güney sınırları boyunca ilerleyen bir Kürt kuşağının, Akdeniz’e ulaşım yolunda İran’a epey yardımcı olacağı açıktır.
Ancak Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile soğuk ilişkiler içinde bulunan Tahran’ın, Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Goran’ı kullanarak Barzani’yi devirme çabalarına karşı, Barzani’ye yakınlığı ile bilinen İran Kürdistan Demokratik Partisi’nin son dönemde İran içinde Devrim Muhafızlarını hedef alan şiddet eylemlerini artırması, İran’ın bu planlarını baltalıyor.
Buna karşılık Türkiye-Suriye sınırında geniş bir bölgede denetimi ele geçiren PKK'nın, Irak-Suriye-Türkiye sınırına yakın bir noktadaki Sincar’da dağlık bölgeye yerleşme çabasına girmesi de düşündürücü. Bölgeyi yeni bir Kandil yapma niyetinde olduğu anlaşılan örgütün bu çabaları, Lübnan Hizbullahı-Suriye Baas Rejimi ve İran İslam Cumhuriyeti arasındaki stratejik işbirliğine yeni bir aktörün katılabileceği düşüncesini doğuruyor. Her ne kadar PKK ve türevi terör örgütleri son yıllarda başta ABD olmak üzere Batılı ülkelere angaje olmuşlarsa da, Suriye örneğinde görüldüğü üzere, zaman zaman farklı aktörlerle de taktik işbirliğine gidebiliyorlar.

Kuşatıcı söylem geliştirilmeli

Bununla birlikte İran’ın Musul operasyonuyla ilgili tek seçeneği PKK değil. Özellikle Musul’un batısında yer alan Telafer kasabasındaki Şii Türkmen nüfus üzerinden bölgeye nüfuz etmeye çalışan İran etkisindeki Haşdi Şabi milislerinin, DEAŞ’ı destekledikleri suçlamasıyla Sünni Türkmenlere baskı yaparak bölgeyi boşaltmayı amaçladıklarına dair iddialar ciddiye alınmalıdır. Türkiye ile tarihi ve kültürel bağlara sahip Şii Türkmenlerin nasıl olup da İran’ın etkisine açık bırakıldığı meselesi bağımsız bir şekilde ele alınmayı hak ediyor. Ancak bölgeye aktif bir şekilde dönmenin hazırlıklarını yapan Türkiye’nin, öncelikli olarak bölgedeki çeşitli dinî- etnik topluluklara yönelik özel ve uygun bir dil geliştirmesi gerekiyor.
Geçmişte Araplara karşı kullanılan genelleyici ve dışlayıcı dil önemli ölçüde terk edilse de, bu coğrafyanın aslî unsurlarından olan ve 3-5 yıl öncesine kadar Türkiye ile kurulu bağlarından gurur duyduklarını ifade eden toplulukların küstürülmesi, yalnızca Türkiye’nin alandaki gücünü sınırlayacak ve rakiplerine hizmet edecek. Gezegenin öbür ucundan gelen 'alakasız' güçler, Irak içindeki Ezidîlerden Şebeklere kadar, çok küçük ve marjinal kabul edilebilecek topluluklar için bile özel stratejiler ve söylemler geliştirirken, bölgede özel bir tarihî misyona sahip olan Türkiye’nin kuşatıcı bir söylem geliştirmesi hayati bir önem taşıyor.

Türkiye'nin sahaya dönmesinden rahatsızlar

Özetle Türkiye’nin Irak ve Suriye’de askerî olarak sahaya inmekten kaçınmayacağını deklare etmesi ve bunu uygulamaya geçirmesinin, on yıllardır bu bölgede istediği gibi at koşturan ve kısmi netice elde eden örgütleri ve devletleri rahatsız edeceği aşikardır. Özellikle İran, Suriye ve Irak’ta kendisine karşı mücadele eden güçlere önemli darbeler indirdiği bir sırada, Türkiye’nin ağır ancak emin adımlarla sahaya inmesinden ve bölgesel planlarını bozmasından hoşlanmayacaktır.
Nitekim 26 Ekim’de, İran'ın dini lideri Hameney’e bağlı Keyhan gazetesinde yer alan Sadullah Zâreî imzalı başyazıda, Türkiye Cumhurbaşkanın şahsına yönelik iftira ve hakaretlere yer verilmesi, Tahran’ın Türkiye’nin yeni stratejisine karşı öfkesini yansıtması bakımından önemli. Yine aynı gün, aynı odağa bağlı Cumhuri-yi İslami gazetesinin isimsiz baş yazısında da benzer şekilde Cumhurbaşkanına ve yakınlarına yönelik çirkin iftiraların tekrarlanması ve Türkiye’nin İsrail ve ABD’nin kuklası olmakla itham edilmesi de, İran’ın yeni dönemde Türkiye’nin Suriye ve Irak özelinde attığı ve atacağı adımlar karşısında nasıl bir tutum takınacağını gözler önüne seriyor. 

Musul operasyonunda Türkiye'nin rolü


Türkiye’nin amacı, Musul'daki demografik yapının bozularak DEAŞ sonrası yeni çatışma ve savaşlara sebebiyet verilmemesi ve bu aşamada DEAŞ’ten kaçanlarla yeni bir göç dalgasına yol açılmaması.
Musul operasyonunda Türkiye'nin rolü
İSTANBUL - Ali Faik Demir
Terör örgütü DEAŞ'ın eylemleri, yaydığı dehşet ve buna bağlı olarak Suriye ile Irak’ta yaşananlar, günümüzde uluslararası ilişkiler gündeminin başlıca maddesi. Küresel büyük aktörler ve kuşkusuz bölgesel güçler bu sorun kümesinin tarafı ve belirleyeni. İçinden çıkılmaz bir hal alan DEAŞ’e yönelik mücadele konusunda her kafadan farklı bir ses çıkıyor ancak ne yazık ki yıllardır ciddi bir başarı elde edilemiyor.
Musul’a yönelik başlatılan operasyon bu anlamda kayda değer bir girişim olarak değerlendiriliyor. Ancak bu operasyon ne kadar sürecek? Nihai bir başarı sağlanabilecek mi? DEAŞ, Musul dışına mı çıkarılacak yoksa tamamen ortadan kaldırılabilecek mi? Musul kurtarıldıktan sonra nasıl bir düzen kurulacak? Bağdat yönetimi ile kuzey bölgesinin farklı unsurları arasında nasıl bir eşgüdüm sağlanacak? Küresel ve bölgesel aktörler nasıl yaklaşımlar sergileyecek? Cevabı ne yazık ki belirsiz bu soruları arttırmak mümkün.
Osmanlı döneminde bugünkü Irak’ın üç eyalet Bağdat, Musul ve Basra gibi düşünüldüğü hatırlanırsa, kuzeyi temsil eden Musul’dur. Bölgenin merkez ve çevresi dikkate alındığında özellikle de güney bölgesiyle karşılaştırıldığında etnik ve dinsel açıdan oldukça karışık olduğu görülebilir. Arap, Kürt, Türkmen ve Yezidilerin bulunduğu bölgede dini bakımdan Sünniler çoğunluk olmakla birlikte Şii nüfus da var. Bu tablodan da anlaşılabileceği üzere halkları bölmek ve çatıştırmak için son derece uygun bir zemin mevcut.
Bölgede karmaşanın ve istikrarsızlığın müsebbibi DEAŞ, kuruluşundan beri elini, Saddam sonrası dönemdeki dışlanmışlıklar, etnik ve dinsel problemlere dayandırarak güçlendirme çabasında. Musul operasyonu kapsamında farklı bölgelerden gelecek özellikle Şii unsurlar DEAŞ’ın varlığını ve etkisini korumasına hizmet edecek. Sünni-Şii ayrımı yapılırken bunun sadece bölge içi ve dışı bir ayrım olmayıp örneğin Türkmenler arasında da Sünni ve Şii grupların yaşadığı göz ardı edilmemeli.
Mezhep temelli sorunların yanında kuşkusuz etnik gruplar arasındaki dengeler de son derece hassas bir zemin üzerinde. Bölgedeki Türkmenler, uzun yıllardır son derece kötü şartlar altında yaşıyor. Kürtler, her ne kadar bölgede en iyi örgütlenmiş ve yönetimini kurmuş gözükse de, aralarında ciddi sorunlar yaşanıyor ve bir iktidar mücadelesi mevcut. Arap nüfusun durumu da paralel şekilde DEAŞ’a katılanlar ve diğerleri şeklinde ikilik gösteriyor.
İşte böylesi sorunlu ve girift ilişkilerin yaşandığı Musul’da, operasyon başladı derken bile tereddütler yaşanıyor ya da bunun easında bir 'ön operasyon' olduğu bile iddia ediliyor. Açık söylemek gerekirse bu harekat, Bağdat Hükümeti’nin sonuç almakta yetersiz kalıp uluslararası koalisyon kuvvetlerinin desteğiyle başlattığı bir girişim. Başlatılan operasyonu, ordu, polis gücü, peşmergeler, Şii milis güçleri, Musul’un yerel Sünni askeri örgütleri ve farklı yapıların yer aldığı bir ortaklık gerçekleştiriyor. Bir anlamda, Musul operasyonu iç içe girmiş farklı büyüklükte ve güçte yapıların kendi öncelik ve çıkarları doğrultusundaki eylemi.
ABD’nin başını çektiği koalisyonun önderliğinde uzun zamandır yapılması beklenen Musul’a müdahale 17 Ekim gecesi başladı. Bu operasyonun ne boyutta olacağı ne kadar süreceği hatta kimlerin katılacağı uzun süre tartışıldı. Operasyon hassas bir denge ve politik zemin üzerinde sürdürülüyor. Rusya ve İran’ın konumu yakından ve hassasiyetle izleniyor. Satranç tahtası şeklini alan Musul üzerinde tüm taraflar hamlelerini çok düşünerek ve dikkatle gerçekleştiriyor.
Kuşkusuz bu operasyonda DEAŞ’in bulunduğu iki ülkeye de komşu olan Türkiye’nin konumu ve rolü son derece önemli. Önemli; ama kim ya da kimler için? Açık bir şekilde sormak gerekirse bu operasyonda Türkiye’nin yer alması bölgede çözüm ve barış için bir destek mi ya da köstek midir? Türkiyesiz bir barış ve çözüm kalıcı olabilir mi?
Türkiye, Osmanlı’nın uzun yüzyıllar yönettiği ve dengelerini biraz da kendi oluşturduğu alanın kuzey sınırını teşkil ediyor. Irak’ın kuzeyi İran-Irak savaşından bu yana Türkiye için ciddi bir risk ve sorun oluşturuyor. İstikrarsızlığın ve belirsizliğin hüküm sürdüğü bölgede, Türkiye aleyhine faaliyet gösteren örgütler yuvalandı ve eylemlerini buradan gerçekleştirdi. Geçmiş yıllarda Irak Kürtleri tarafından izlenen politikalar, Türkiye açısından yeni problemlerin kaynağını oluşturdu. Tarihi olarak bölgede bulunan Türkmenler sürekli olarak birçok farklı grubun hedefi oldu ve yıllardır zor şartlarda ve kimi zaman da yerlerinden edilerek yaşamaya mahkum edildiler. Türkiye, dönem dönem buradan gelen göç dalgalarıyla karşılaştı ve halkların mağduriyetine izin vermeyerek elinden gelen desteği verdi.
Türkiye, bu bölgeden sürekli mağdur olan, buna rağmen de insani konular söz konusu olduğunda tüm halklar için elinden geleni yapan bir devlet olduğunu net bir şekilde ispatladı. Ankara'nın herhangi bir yayılma hedefi olmadığı gibi Irak’ın demografik yapısına en kötü zamanlarda bile müdahale etmediği herkesin malumu. Türkiye’nin Suriye ve Irak’tan en büyük beklentisi oradaki çatışma ve gerginliklerin son bulması.
Musul operasyonu söz konusu olduğunda Irak yönetiminin Başika üssünden dolayı Türkiye karşıtı söylemi ve Türk askerinin yayılmacı bir emeli olduğunu iddia etmesi anlaşılır bir tutum değil. Türk askeri konusunda ilk rahatsızlık duyması beklenen kesim kuzeydeki halklar ve gruplardır. Ama başta Kürtler olmak üzere bu kesimlerden, Türk askerinin bir tehdit unsuru olduğu yönünde herhangi bir tepki gelmiyor. Türkiye’nin amacı, oradaki demografik yapının bozularak DEAŞ sonrası yeni çatışma ve savaşlara sebebiyet verilmemesi ve tabii ki bu aşamada DEAŞ’tan kaçanlarla yeni bir göç dalgasına yol açılmaması.
Türkiye, Musul operasyonuna katılması ve barışın sağlanmasına yönelik müzakerelerde masada olması için ısrar edilmesi gereken başat bir aktör. İlk olarak askeri operasyon perspektifinden bakılacak olursa, Türkiye gibi böylesi güçlü bir askeri gücün kuzeyden destek vermesi, Suriye’deki varlığı da hesaba katıldığında DEAŞ’ın kıstırılıp yok edilmesinde hayati bir değer taşıyor. Ayrıca Musul’un yerel güçlerini yetiştirerek onların savaş eğitimine ciddi katkı yaptığı unutulmamalı. Türkiye'nin peşmerge ve Türkmenlerle iyi ilişkileri de düşünüldüğünde sorunun hızla çözümünde eşi bulunmaz bir anahtar değerinde.
Türkiye, Musul'daki barış ve uzlaşma sürecinde yani diplomasi masasında da değerli katkılar sunabilir. Sünni-Şii ihtilafına yönelik Suudi Arabistan ve İran arasında köprü olabilir ve gerginliği alt seviyeye çekebilir. Türkmen-Arap ve Kürt ilişkilerinde yapıcı rol oynayabilir. Öte yandan, bölgede mağdur olan nüfusa insani yardım götürülmesinde belki de en etkin devlet Türkiye. Özellikle AB ülkelerinin korktuğu yeni nüfus hareketini güvenli şekilde durdurabilecek neredeyse tek aktör. Bu süreçte, Türkiye'nin ABD ve Rusya ile ilişkilerinin de dengeli ve olumlu bir zeminde sürmesi kuşkusuz stratejik açıdan önemli.
Türkiye’nin anlatması ve göstermesi gereken şey; Suriye ve Irak’taki çözümün, barışın ve istikrarın anahtarı olduğudur. Geçmişten gelen çizgisine paralel olarak Türkiye’nin yayılmacı ve çatışmacı bir dış politikası yok ve olmayacak. Türkiye'nin, yıllardır izlediği politikalarının da açıkça ortaya koyduğu gibi kimsenin toprağında gözü yoktur, bununla birlikte vatandaşlarının ve sınırlarının güvenliğini sağlamak içinde gereken her önlemi de alma kararlılığındadır.


Thursday, 27 October 2016

Kocaeli'de 'geri kazanım suyu' ile 50 milyon liralık tasarruf


Kocaeli'de su kaynaklarının korunması amacıyla hayata geçirilen proje kapsamında, atıksu arıtma tesislerinden çıkan suların sanayi kuruluşlarınca kullanılmasıyla, 50 milyon liralık tasarruf sağlandı.
Kocaeli'de 'geri kazanım suyu' ile 50 milyon liralık tasarruf
Kocaeli'de içme suyu kaynaklarının korunması amacıyla hayata geçirilen "Geri Kazanım Suyu Projesi" kapsamında, atık su arıtma tesislerinden çıkan suların fabrikalarda proses suyu olarak kullanılmasıyla milyonlarca metreküp su tasarruf ediliyor. Kocaeli Su ve Kanalizasyon İdaresince (İSU) başlatılan proje kapsamında arıtma tesislerinden çıkan sular, kum filtre, ultraviyole ışınları ve klor dezenfeksiyonunu içeren işlemlerden geçirilerek sanayiye kazandırılıyor. Fotorğaf: AA/ Tahir Turan Eroğlu
KOCAELİ - Kadir Yıldız/Şahin Oktay
Kocaeli'de içme suyu kaynaklarının korunması amacıyla hayata geçirilen, "Geri Kazanım Suyu Projesi" kapsamında, atık su arıtma tesislerinden çıkan suyun fabrikalarda proses suyu olarak kullanılmasıyla milyonlarca metreküp su tasarruf ediliyor.
Kocaeli Su ve Kanalizasyon İdaresince (İSU) başlatılan proje kapsamında arıtma tesislerinden çıkan sular, kum filtre, ultraviyole ışınları ve klor dezenfeksiyonunu içeren işlemlerden geçirilerek sanayiye kazandırılıyor.
İSU Genel Müdürü İlhan Bayram, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kentin geleceğini su ihtiyacı bakımından teminat altına alabilmek için yeni kaynaklar ortaya koyduklarını söyledi.
Su kayıp ve kaçaklarını azaltarak da kendilerine ilave kaynak oluşturmaya çalıştıklarını ifade eden Bayram, 2014'de atık suları iki kez ileri seviyede arıtarak bunu sanayi ve yeşil alan sulamasında kullanılmak üzere sunmaya başladıklarını dile getirdi.

Geri dönüşüm suyunun sanayiciye maliyeti yarı yarıya

Bayram, Türkiye'de sanayide geri dönüşüm suyunu en çok kullanan kurumun kendileri olduğunu belirterek, "Sadece Körfez Atıksu Arıtma Tesisi'nin günlük deşarjı 40-45 bin metreküp ve bunun tamamını TÜPRAŞ'a veriyoruz. Günlük 40-45 bin metreküp su yıla vurulduğunda 16-17 milyon metreküp su yapıyor. Sadece bu yılın 9 ayında TÜPRAŞ'a 10 milyon metreküpün üzerinde geri dönüşüm suyu vermişiz. Proje sadece TÜPRAŞ için değil, başka yerler için de yapıldı. 9 ayda Kocaeli'de sanayi kuruluşlarınca 12,5 milyon metreküp geri dönüşüm suyu kullanıldı. Bunun 10 milyonunu TÜPRAŞ, 2,5 milyonunu diğerleri kullanmış." diye konuştu.
Geri dönüşüm suyu kullanımının ilerleyen dönemlerde daha da artacağını ifade eden Bayram, bu yılın sonuna kadar 16-17 milyon metreküp geri dönüşüm suyunun sanayide kullanılmasını planladıklarını belirtti.
Bayram, geri dönüşüm suyu olmasaydı bu miktardaki tatlı suyun sanayide kullanılması gerekeceğine işaret ederek, "Bir noktadan sonra suyun karşılığını para olarak alamazsınız. Biz o noktaya gelmeden çözüm üretmeye çalışıyoruz. Bu projede sanayinin avantajı var. Şu anda OSB kuruluşlarına 6,90 lira civarındaki bir bedelden su satıyoruz, ama geri dönüşüm suyu yaklaşık 3,20 lira bedelle sanayiciye ulaşıyor. Yapmaya çalıştığımız, kaynaklarımızı ekonomik ve doğru kullanmak." dedi.

Kentin 1,5 aylık su ihtiyacı kadar tasarruf yapıldı

Geri dönüşüm suyuyla Kocaeli'nin 1,5 aylık suyunu tasarruf ettiklerine dikkati çeken Bayram, bunun parasal karşılığının da yaklaşık 50-60 milyon lira civarında olduğunu aktardı.
Bayram, sanayide ve yeşil alan sulamasında geri dönüşüm suyunun kullanılabileceğini kanıtladıklarını vurgulayarak, diğer büyük şehirlere de bunun örnek olduğunu söyledi.
Bayram, Kullar, Plajyolu atık su arıtma tesislerine de aynı projeyi uyguladıklarını belirterek, "Kartepe bölgesindeki 4-5 büyük sanayi kuruluşu bu zamana kadar geri dönüşüm suyu aldılar. Diğerleri bekle gör politikası izledi. Şu anda önemli miktarda geri dönüşüm suyuna sanayiciden talep var. OSB'lerden talep geliyor. Yeni talepleri karşılayabilmek için gri su altyapı hatlarını çekmeye başladık." diye konuştu.
Gelecek 3 yılda geri dönüşüm suyu üretimini günlük 90 bin metreküpe çıkarmayı hedeflediklerini anlatan Bayram, bu rakamla kentin 4'te 1'lik kullanım suyunun tasarruf edileceğini kaydetti.

Wednesday, 26 October 2016

Musul ve Kerkük'ün tapuları Türk arşivlerinde



Musul ve Kerkük'ün tapuları Türk arşivlerinde

Türklerin Musul ve Kerkük'te 169 yıl öncesine dayanan varlığının izleri olan 77 bin 63 tapu kaydı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivlerinde özenle saklanıyor.

Musul ve Kerkük'ün tapuları Türk arşivlerinde

ANKARA - YILDIZ NEVİN GÜNDOĞMUŞ/ BURCU ÇALIK
Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşiv Dairesi Başkanlığında Musul ve Kerkük'te Osmanlı dönemine ait 1847-1917 yıllarını kapsayan 77 bin 63 tapu kaydı bulunuyor.
Binlerce tarihi tapu kaydının saklandığı arşiv odasının kapılarını Anadolu Ajansına (AA) açan Arşiv Dairesi Başkanı Zeynel Abidin Türkoğlu, arşivde 1847 öncesi döneme ait Musul'un 87, Kerkük'ün de 96 tapu tahrir defterinin bulunduğunu belirterek, 1847'den sonra yer alan kayıtlara ilişkin ise şu bilgileri verdi:
"Kerkük'ün 1909 yılını ihtiva eden bir adet defteri var. Musul'un ise 51 adet defteri var. Musul'unkiler 1847-1917 yılları arasını kapsıyor. Musul ve Kerkük'e ait zabıt kayıt defterlerinde 77 bin 63 adet tapu kaydı mevcut. Bu kayıtlar 2 nüsha olarak tutulmuş, bir tanesi merkezde bir tanesi de mahallinde kalmıştır. Şu anda mahallinde kalan defterlerin durumunu biz açıkçası bilmiyoruz. Yalnız bizim elimizdeki defterler çok sağlam bir şekilde muhafaza edilmektedir. Bu tapu kayıtları, bizim, oralarda bulunduğumuzun ve zamanında oraların bizlere ait olduğunun, bizim oralarda hak talep etme durumunda olduğumuzun belgelerdir."

"Defterler zaten bizde mevcuttu"

Türkoğlu, 2003'te "Musul ve Kerkük'teki tapu kayıtlarının yok edildiğine, yandığına" dair haberlerin yayınlandığını hatırlatarak, o dönem yetkililer tarafından "Hiçbir endişeye mahal yok. Musul ve Kerkük'ün kayıtları bizde" şeklinde açıklamalar yapıldığını ifade etti.
Bu haberlerle "oradaki defterler buraya getirildi" gibi bir algı oluşturulduğuna dikkati çeken Türkoğlu, "Ancak işin aslı şudur; o defterler zaten bizde mevcuttu ancak çeşitli bölgelerde bir tahribatın olduğunu duyduk. Böyle bir endişeden mütevellit Başbakanlık makamından bir olurla 14 Mayıs 2003 tarihinde, arşivlerimizde bulunan 45 adet Musul ve Kerkük'e ait Osmanlıca tapu defteri günümüz Türkçesine çevrildi ve dijital ortama aktarılarak Başbakanlığa teslim edildi." şeklinde konuştu.

Halep'e ait 32 tapu defteri de arşivlerde

Osmanlı dönemine ait Halep'teki tapu kayıtlarına ilişkin olarak da 32 defterin bulunduğu bilgisini veren Türkoğlu, bu defterlerdeki kayıtların 1855-1918 yıllarını kapsadığını söyledi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Münbiç'i PYD'den temizlemekte kararlıyız


Cumhurbaşkanı Erdoğan: Münbiç'i PYD'den temizlemekte kararlıyız

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "En kısa sürede Münbiç'i terör örgütü PYD'den temizlemekte kararlıyız." dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Münbiç'i PYD'den temizlemekte kararlıyız
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde gerçekleştirilen "29. Muhtarlar Toplantısı"nda Adana, Ardahan, Balıkesir, Bilecik, Çorum, Erzurum, Kars, Kırklareli, Mersin, Rize, Siirt, Sinop, Tekirdağ ve Tokat'tan gelen muhtarlara hitap etti. 
"Buradan bir kez daha ifade ediyorum, Türkiye, Irak ve Suriye'de yaşanan her gelişmenin içerisinde mutlaka yer alacaktır." diyen Erdoğan, "Terör örgütlerine karşı verdikleri mücadelede gerekiyorsa diplomatik ve askeri gücümüzle de oralardaki kardeşlerimizin yanlarında bulunmakta kararlıyız." dedi.
Erdoğan şunlara işaret etti:
"İşte Suriye'de varız. Özgür Suriye Ordusu mensupları ile birlikte Cerablus'tan başladık, Rai'den Dabık'a kadar indik şimdi sırada El-Bab var. Birileri ısrarla Özgür Suriye Ordusu ve Türkiye'yi El-Bab'tan uzak tutmak istiyor. Tabii biz bu ısrarın gerisindeki niyeti biliyoruz. Biz, DEAŞ terör örgütü ile PYD/YPG terör örgütleri ile bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Bu çabanın gerisinde sınırlarımız boyunca oluşturulamayan terör koridorunu biraz aşağıdan da olsa tesis etme amacı var. Biz buna rıza göstermeyeceğiz. Hatta en kısa sürede Mümbiç'i PYD terör örgütünden temizlemekte kararlıyız. Ya çıkacaklar, terk edecekler Fırat'ın ötesine doğuya gidecekler, gitmedikleri takdirde gereğini biz yapacağız. 
Biz Amerikalı dostlarımıza söylüyoruz, 'DEAŞ ile mücadele mi? Gelin beraber yapalım. Bizim ne PYD'ye ne de YPG'ye ihtiyacımız yok. Bunu beraber yapabiliriz.' Terör örgütünü neden yanımıza alıyoruz? Terör örgütünün iyisi kötüsü olur mu? Eğer DEAŞ'a 'düşman' diyorsanız, El-Nusra DEAŞ'a karşı savaşıyor ama siz El-Nusra'yı da o zaman terör örgütü ilan ediyorsunuz. Bu nasıl bir iş? Bize göre hepsi terör örgütü, iyisi kötüsü olur mu? Benim teröristim iyi, seninki kötü, böyle bir anlayış olamaz."

"Bize pençesini çıkartanların tırnaklarını sökmekten çekinmeyiz"

Erdoğan, "Bizim hiç kimseye karşı husumetimiz, ön yargımız, kompleksimiz yok. Bize dost elini uzatan herkesin elini tutarız. İşte Balkanlardaki, Orta Asya'daki, Güney Asya'daki, Afrika'daki nice dost ülkeler ve halkları. Bununla birlikte, bize pençesini çıkartanların tırnaklarını sökmekten de çekinmeyiz." diye konuştu.

"Halep'le ilgili sorunumuz yok ama itirazlarımız var"

Erdoğan, Dabık'tan El Bab'a doğru gidildiğine işaret ederek, konuşmasına şöyle devam etti: 
"Bu arada bir terör örgütü, PYD-YPG, ona karşı da gerekli mücadele nerede karşımıza çıkarsa o da veriliyor. Şimdi El Bab'tan Münbiç'e doğru... Bizim Halep'le ilgili şu anda bir sorunumuz yok ama itirazlarımız var. Bunu da muhataplarımıza söylüyoruz. Bunu Sayın Putin ile de görüştüm, 'Halep halkını artık huzura kavuşturalım.' dedim. Halep'te terör grupları... Bu terör gruplarına karşı müşterek mücadeleyi verelim ama Halep, Haleplilerindir. Bunu açıklamamız lazım. Halep'in üzerinde bir hesaba girmek doğru olmaz. Çünkü bizim Halep'le tarihi, kültürel, akrabalık bağlarımız var. Halep'te böyle bir işgal yapılacak olursa bu insanların gideceği tek yer var, Gaziantep, Kilis." 

"Bizim hiç bir ülkenin topraklarında gözümüz yok"

Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Şimdi biz 'tarihi ve hukuki haklar' deyince, 'Lozan' deyince birileri çıkıyor, hemen 'Sizin Irak ve Suriye topraklarında gözünüz mü var?' diyor. Bugün bazı gazeteler baktım şunu söylüyor; 'Erdoğan, bir Misakımilli dedi, ortalığı karıştırdı.' Ben demedim, tarih bunu böyle kaydetti. Tarihin kaydına girmiş olan böyle bir gerçeği, biz unutacak mıyız? Bunları konuşmayacak mıyız? Bizim hiç bir ülkenin topraklarında gözümüz yok. Tam tersine biz bu ülkelerin topraklarında gözü olanlara, bu ülkelerde yaşayan kardeşlerimizi etnik ve mezhep esaslı ayrıştırmalarla yeni çatışmalara sürüklemek isteyenlere karşıyız. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz.
Her zaman söylediğim gibi, bizim fiziki sınırlarımız başkadır ama gönül sınırlarımız bambaşkadır. Avrupa'dan Afrika'nın derinliklerine, Akdeniz'den Orta Asya'nın uçsuz bucaksız bozkırlarına kadar tüm coğrafyalardaki kardeşlerimiz gönül sınırlarımız içerisindedir. Bizim için Balkanlar yüreğimizin bir yanı, Kafkaslar öte yanıdır. Hal böyleyken ısrarla bizim Irak ve Suriye'deki gelişmelerin dışında kalmamızı isteyenlerin iyi niyette olabilmesi mümkün müdür? Binlerce, on binlerce kilometre uzaklıktan geleceksin müdahale edeceksin, 'hakkım var' diyeceksin. Neymiş; 'oradaki merkezi yönetim davet etti, çağırdı onun için geldik.' Tamam da benim bir tarafta 911 kilometre sınırım var, öbür tarafta 350 kilometre sınırım var ve sınırlarım tehdit altında, yüzlerce insanım bu arada şehit oldu, öldü ama ben diyeceğim ki 'Elinizi kolunuzu sallaya sallaya girebilirsiniz.' Böyle bir şey olabilir mi? Ben Halep'i Gaziantep'den, Haseki'yi Mardin'den, Musul'u Van'dan nasıl ayrı görebilirim? Böyle bir çarpık bakışın hesabını ne ecdadımıza ne de torunlarımıza veremeyiz bunu böyle bilesiniz."

"Mezhep savaşına izin vermeyeceğiz"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sınır güvenliğinin sağlanacağının ayrıca Irak'ta bir mezhep savaşına izin vermeyeceklerinin altını çizerek şöyle devam etti:
"Kilis'ten Kırıkhan'a doğru uzanan bölgeden ülkemize yönelik tehditleri bertaraf etmek için gerekirse orayı terör örgütlerinden temizlemeyi gündemimize aldık, alıyoruz. O bölgeden gelen teröristlerin ülkemizde eylem yapıp geri geriye Suriye'ye kaçmasına göz mü yumacağız? Unutulmasın ki bu mesele bizim için bir beka meselesidir. Artık terör örgütlerini güvenlik görevlilerimizin ve vatandaşlarımızın kanı, canı pahasına kendi sınırlarımız içerisinde kesinlikle karşılamayacağız. Ya ne yapacağız? Sorunu kaynağında çözeceğiz. Şu anda Suriye'de oluşturulmaya çalışılan her terör bölgesi, bize yönelik doğrudan bir tehdittir. Bunu adı ister DEAŞ olsun, ister PYD olsun, ister PKK olsun hangi isim olursa olsun fark etmez Türkiye'nin gözünde hepsi de bir an önce kafaları ezilmesi gereken terör örgütleridir. Diğer yandan Irak'ta da varız. Daha etkin şekilde var olmayı sürdüreceğiz, Musul'daki, Kerkük'teki kardeşlerimizi yalnız bırakamayız. Bizim tarihi, kültürel birlikteliğimiz var, akrabalık bağlarımız var. Irak'ın göz göre göre bir mezhep savaşına itilmesine rıza göstermeyeceğiz.
DEAŞ, İslam'ın Sünnilik yorumunu istismar ederek Müslümanları katletmişti, şimdi Irak'ta İslam'ın bu noktada Şiilik yorumunun istismarı üzerinden yine Müslümanları katledecek başka terör örgütleri sahaya sürülmeye çalışılıyor. Biz işte bu oyunu bozmak için mücadele ediyoruz. DEAŞ bahanesi ile bölgede 10 yılı aşkın bir süredir Müslüman kanı dökenlerin, şimdi aynı işi başka örgütler eli ile yürütülmesini istemiyoruz."

"Kim mağduriyet edebiyatı yapıyorsa, ihanet içindedir"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Kim ki bunlarla ilgili FETÖ terör örgütünün mensupları sebebiyle mağduriyet edebiyatı yapıyorsa kusura bakmasınlar, ihanet içindedir. Kimse bize gelip de bu konuda akıl vermesin. O aklı kendilerine saklasınlar." ifadelerini kullandı.

"Yeşili bu kadar seven bir kişiyi kimse 'ağaç düşmanı' ilan edemez" 

Gezi olaylarının bir grup tarafından birkaç gün içerisinde hükümeti devirmeye yönelik bir fırsata dönüştürülmeye çalışıldığına dikkati çeken Erdoğan, "Biz daha o günlerde bu sinsi oyunu gördük ve tavrımızı da ona göre belirledik. Mesele 'ağaç' veya 'yeşil' meselesi değildi." dedi. 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, belediye başkanlığı döneminde sadece İstanbul'a 2,5 milyon fidan ve ağaç dikildiğini aktararak, "Yeşile bu kadar hasta olan, yeşili bu kadar seven bir kişiyi, bunun gayretini ortaya koyan bir kişiyi kimse ağaç düşmanı olarak ilan edemez. İktidarlarımız döneminde de hamdolsun Türkiye genelinde yeşillendirmeyle verdiğimiz mücadele dünyada örnektir." ifadesini kullandı. 
Erdoğan, bu sürecin hemen ardından 17-25 Aralık emniyet-yargı darbe girişiminin geldiğini belirterek, "İkisi birlikte bunu yapmak istediler. Gezi'yi 'ağaç', 'yeşil' meselesi olarak pazarlamaya kalkanlar, bu darbe girişimini de 'hukuk,adalet' ambalajıyla millete yutturmaya çalıştılar. Hamdolsun milletimiz buna da itibar etmedi. Biz de arkadaşlarımızla birlikte hemen gerekli tedbirleri alıp, emniyet ve yargı içindeki örgüt mensuplarını süratle tasfiye ederek bu darbe girişimini sonuçsuz bıraktık." diye konuştu. 
Muhabir: Enes Kaplan, İlkay Güder, Cüneyt Ateş

Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki'den 'Gültan Kışanak' açıklaması




Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki, Gültan Kışanak'ın gözaltına alınmasına ilişkin, "Hiç bir belediye başkanı terör örgütünün yanında olup destek vermez. Ama bunu yaparsa kanun da cezasını verir." dedi.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki'den 'Gültan Kışanak' açıklaması
MALATYA
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Malatya Valisi Mustafa Toprak'ı makamında ziyaret ederek, yapılan çalışmalarla ilgili bilgi aldı.
Şehrin idari ve mülki amirlerinin bir ve uyumlu çalışmasının önemine değinen Özhaseki, bunun en güzel örneklerinden birinin Malatya'da yaşandığını belirterek, yetkilileri tebrik etti.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak'ın gözaltına alınmasına ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine Özhaseki, belediyelerin kanundaki tarifinin "Bir bölgede bulunan insanların mahalli, müşterek ihtiyaçlarını karşılayan kamu kuruluşu'' olarak yer aldığını belirtti.

"Durum içler acısı" 

Belediye başkanlarının kendilerine verilmiş işleri yaptıklarını, kabaca alt ve üst yapılarla uğraştıklarını, insanları mutlu edecek projelerle ilgilendiklerini bildiren Bakan Özhaseki, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Hiçbir belediye başkanı vatanı bölmek için uğraşmaz. Hiçbir belediye başkanı terör örgütüne para aktaracağım diye uğraşmaz, onlara yataklık yapmaz, onların yanında olup destek vermez ama bunu yaparsa ne olur, kanun da cezasını verir. Şimdi kanuni süreçlerin işlediği bir süreçteyiz. Bakın 25 belediye başkanı PKK'dan, 5 tanesi de farklı sebeplerden görevinden alındı. Yerlerine vali yardımcısı veya kaymakam arkadaşlar kayyum olarak atandılar. Geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanımız ile bir toplantı yaptık ve bu arkadaşlarımız da geldiler. Kendi ilçelerini anlattılar. Durum içler acısı. Ben bu belediyeleri tek tek incelediğim zaman şunu gördüm, bunlar devletten adlığı paranın en fazla yüzde 30'unu personele aktarmak zorundalar fakat bunun çok üzerindeler ve bu kaynakları kendi çağırdıkları militanlara maaş olarak aktarıyorlar. Sadece bütçenin belli bir kısmını personele aktarmakla kalmıyorlar, hizmet satın alma suretiyle ihaleler yapıyorlar, taşeronluk dediğimiz sistem. Örnek olarak, biz temizlik işlerine yüz kişi alacağız veya park ve bahçelerde 100 kişi çalıştıracağız diyerek ihaleler yapıyorlar yine kendi militanlarını dolduruyorlar, çuvalla adam çalışıyor sonra da buradan topladıkları paraları başka yerlere gönderiyorlar.''
Muhabir: Emrah Gökmen

Fırat Kalkanı Harekatında 99 DEAŞ ve 18 PKK/PYD hedefi ateş altına alındı




Fırat Kalkanı Harekatı kapsamında, 99 DEAŞ ve 18 PKK/PYD hedefi ateş altına alınarak teröristler baskı altına alındı ve manevra kabiliyetinden yoksun bırakıldı.
Fırat Kalkanı Harekatında 99 DEAŞ ve 18 PKK/PYD hedefi ateş altına alındı

ANKARA
http://aa.com.tr/tr/turkiye/firat-kalkani-harekatinda-99-deas-ve-18-pkk-pyd-hedefi-ates-altina-alindi/672396
Türk Silahlı Kuvvetlerinden yapılan bilgilendirmeye göre, DEAŞ başta olmak üzere terör örgütlerinin yarattığı tehdidi bertaraf ederek hudut güvenliğini artırmak ve koalisyon güçlerine destek vermek amacıyla başlatılan "Fırat Kalkanı Harekatı" 64. gününde devam ediyor.
Harekat kapsamında, Mare bölgesinde, muhalif unsurlardan oluşan Özel Görev Kuvvet Grubunca, karadan ve havadan sağlanan yoğun ateş desteği ile Aktarin'in güneyindeki Tall Nayif, Tall Kaladjah, Kassar ve Tiltanah'ta büyük ölçüde kontrol sağlandı. Tam kontrol sağlama gayretleri ile mayın ve el yapımı patlayıcı temizliği faaliyetleri ise sürdürülüyor.
Rejim unsurlarına ait bir helikopter tarafından, Tall Nayif'de bulunan muhalif unsurlara yönelik varil bombalı hava saldırısı neticesinde 2 muhalif şehit oldu, 5 muhalif yaralandı.
DEAŞ tarafından, Aktarin'in güneydoğusundaki Ak Burhan bölgesinde bombalı araç saldırısı sonucu 2 muhalif şehit oldu, 21 muhalif yaralandı, 7 araç kullanılamaz duruma geldi. Muhalif unsurlarca, harekatın başlangıcından bu yana 163 meskun mahalde, yaklaşık bin 300 kilometrekarede kontrol sağlandı.
Hedef tespit vasıtaları ile tespit edilen 99 DEAŞ ve 18 PYD/PKK hedefine ateş destek vasıtaları ile atış yapılarak PKK/PYD ve DEAŞ mensupları baskı altına alındı ve manevra kabiliyetinden yoksun bırakıldı. Hava Kuvvetlerine ait uçaklar tarafından hava harekatı icra edilmedi ancak uçaklar ani çıkacak hedeflere yönelik "yerde bekler" şekilde görevlendirildi.
Koalisyon güçleri tarafından, Susiyan'da tespit edilen DEAŞ unsurlarına yönelik hava harekatı sonucunda, 2 DEAŞ mensubu etkisiz hale getirilirken, bir araç ve bir bina imha edildi.
DEAŞ'tan temizlenen bölgelerde muhaliflere destek sağlayan patlayıcı madde tespit ve imha timleri 10 el yapımı patlayıcı kontrollü olarak imha etti. Harekatın başından bugüne kadar çoğu tuzaklanmış 31 mayın ve bin 346 el yapımı patlayıcı kontrollü olarak etkisiz hale getirildi.
Muhabir: Mümin Altaş

TRT'de '15 Temmuz' sonrası içerik düzenlemesi



TRT Genel Müdür Yardımcısı Eren, FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişiminin ardından TRT'nin yeni yayın döneminde bazı içeriklerde değişiklikler olduğunu ve 15 Temmuz Belgeseli'ni başlattıklarını belirtti.
TRT'de '15 Temmuz' sonrası içerik düzenlemesi
ANKARA - MERVE YILDIZALP
TRT Genel Müdür Yardımcısı İbrahim Eren, AA muhabirine, TRT'nin yeni yayın dönemine ilişkin açıklamalarda bulundu.
FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişiminin ardından TRT'nin yeni yayın döneminde bazı içeriklerde değişiklikler olduğunu aktaran Eren, hemen 15 Temmuz Belgeseli'ni başlattıklarını ifade etti.
Eren, "16 Temmuz günü hemen arkadaşlar bir araya geldi. İnsanların 15 Temmuz'u unutmamaları için kalıcı olması için ve gazilerimize, şehitlerimize minnettarlık duygularımızı nasıl ifade edebiliriz diye bir toplantı yaptık. 'Gazilerimizi hastanede ziyaret eder, duygularını sıcak sıcak alıp belgeleriz, gelecek nesillere aktarırız' diye niyetlendik ve bu şekilde 15 Temmuz belgesel serisine başladık. 100 kahramanımızın hikayelerini dinliyoruz, daha da artabilir bu sayı." diye konuştu.
Belgeselin dışında, televizyon filmi, sinema gibi çeşitli projelerin olduğunu belirten Eren, bu kapsamda gelen projelerin de içeriklerine baktıklarını söyledi.
Eren, "15 Temmuz, Türkiye için çok zor bir gün olmasına rağmen milletin dirilişi, direnişi açısından çok ayrıcalıklı bir gündü. Çanakkale Savaşı gibi düşmanın nereden geldiği belli olan bir savaş değildi bu. Bu sizin bir hafta evvel yüzünüze gülen insanların aslında Türkiye'yi sattıklarının, Türkiye'ye ihanet ettikleri bir ortamda milletin direnişinin, dirilişinin gecesiydi. Dünyada da böyle bir millet yok." ifadelerini kullandı.
İbrahim Eren, TRT'de bu sene yabancı dilde yayın yapan kanallar ile Türkiye içinde yayın yapan kanallarda, 15 Temmuz'daki milletin direniş ruhunu hatırlatmaya devam edeceklerini vurguladı.

Diriliş Ertuğrul dizisi bugün başlayacak

TRT'de yayınlanan "Diriliş Ertuğrul" dizisine de değinen Eren, dizinin bazı nedenlerden dolayı geç yayına girdiğini, bugün başlayacağını kaydetti.
Gecikmenin 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle yaşandığını belirten Eren, dizi setinde bir oyuncunun ise attan düşerek sakatlandığını, tedavi sürecinin uzun sürdüğünü aktardı.
Diriliş Ertuğrul'da bu sezonun içeriğinin "Hainleri temizledik, şimdi fetih zamanı" olduğunu dile getiren Eren, "Geçen sezon Süleyman Şah'ın vefatından sonra obanın birliğini korumak vardı. Şimdi ise obanın birliği sağlandı, bundan sonra da inşallah 'fetih zamanı' diyoruz. Dizide Osmanlı'nın kuruluşuna giden süreçleri anlatacağız." dedi.

"Biz kimseye bir şey öğretme derdinde değiliz"

TRT'nin, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yayın politikalarında değil ama içeriklerinde değişiklikler yapıldığını vurgulayan TRT Genel Müdür Yardımcısı Eren, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Yayın politikamız bizim aslında, Diriliş Ertuğrul dizisi örneğinden verirsek, millete hatırlatma yapmaktı. Biz kimseye bir şey öğretme derdinde değiliz. Çünkü bu milletin ruhuyla Osmanlı Devleti kurulmuş. Bu millet, yüzyıllarca bu topraklarda adaletle hükmetmiş bir devlet. Biz bunları hatırlatalım dedik, Osmanlı nasıl kuruldu? Adını da 'Diriliş' koyduk, 'Kuruluş' koymadık. Çünkü aslında o bir geleneğin devamıdır. Bu topraklarda Selçuklu vardı, diğer medeniyetler vardı. Bu bir medeniyetin devamıdır ve dirilişle yeni bir medeniyetin tekrar doğduğunu anlatmaya çalıştık. Aynı bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin tekrar bu topraklarda büyük bir devlet olarak doğuşuna tanıklık ettiğimiz gibi."
Eren, yeni yayın döneminde TRT Belgesel kanalında içeriklerde güzel değişikliklerin olacağını, TRT Çocuk kanalında ise yeni çizgi filmlerin yer alacağını bildirdi.


Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts