Tuesday, 22 November 2016

İŞTE FENER BAHÇENİN CANLI BOMBALARI!

İŞTE FENER BAHÇENİN CANLI BOMBALARI!

Ukrayna Catering Sektöründe Türkler, Cenk Erman Eroğlu



yabanci fotograf


Ukrayna’da Türk Damak Tadı

İnşaat sektörü başta olmak üzere , Türk firmalarının yurtdışındaki başarılarından bahsetmeye gerek yoktur. Birçok başarılı işin övünç dolu başarı öykülerinin aksine , hayal kırıklığıyla sonuçlanan işletmelerin hikayeleri de hiç göz ardı edilecek sayıda değildir. Bunların başını da Ukrayna genelinde senede birkaçtane açılıp kapanan Türk restrautantları çekmektedir. Ukrayna’nın Türk nüfusu bakımından bir Almanya olmaması ; yani Türk nüfusunun %95’nin yalnızca iş sebebiyle ikamet ettiği ülkede , yatırımlarda yalnızca bu kesime hitap edilecek şekilde yapılması sıklıkla tekrarlanan yanlışların en büyüğüdür. Tabiki pazarı iyi analiz etmiş , bu zorlukları hayallerle değil , önlem ve hesaplarının yanısıra tecrübesiyle çözmeye eğilimli firmalar , pazara iyi entegre olmakla beraber , piyasada markalaşmaktadırlar.
Bu öğle yemeği molasında , yazımda yemek üzerine olsun istedim .
İnşaat sektörü gibi genelde yüzlerce Türkün bir çatı altında çalıştığı ve zamanın çok önemli olduğu iş kollarında ; Ukrayna mutfağının Türk damak tadına olan uzaklığı , bu sektörde çalışanların en büyük problemlerinden biri olan ”yemek” konusunu gözler önüne sermektedir.
santiye mutfak

Özellikle 2008 krizine kadar Ukraynadaki büyük çaplı Türk inşaat firmalarının sayısı yirminin üzerinde olduğu dönem , catering sektörünün tavan yaptığı yıllar olmuştur. Kriz zamanında dahi Ukrayna’nın en büyük inşaat projesini almayı başarmış Doğuş İnsaat gibi işçi sayısı iki bini bulan projelerle göz önünde olmayan fakat günlük müşteri sayısında Mc Donald’s ın büyük bir şubesiyle kafa kafaya yarışan catering firmalarının iş durumları inşaat firmalarıyla da doğru orantılıdır.

Kievdeki Catering sektöründeki Türk Firmaları

Kiev’deki bu işin başlangıcını Gurme Restaurant & Catering yapmıştır , daha sonrasında Rusya’nın en büyük et üreticisi ve catering firmasina sahip olan Çalkan Grup , Kievde iki şantiyeyle Ukrayna piyasasına girmiştir. Kiev piyasasında bilinen Bodrum Cafe’de bu sektördeki birbaşka girişimdir. Fakat hicbiri küçük Garbuz Restaurant’tan bugün Kiev’in en büyük inşaat projelerine hizmet veren Sürücü Catering olma başarısına ve sürekliliğine ulaşamamıştır. Hatta sektörün devleri Gurme ve Çalkan kapanmış , Bodrum Café’de başarıyla hizmet verdiği yol projesinden ikinci büyük şantiyesine kısa bir süre once başlamış , yavaş ve emin adımlarla pazar payını büyütmektedir.
Şirket organizasyonları ya da özel günler için sektörün farklı bir kolunda hizmet veren catering firmalarıda Kiev’de sayıları itibariyle epey fazladır. Ama bunların arasında en ünlüsü yine bir Türk işletmeciye sahip olan Shooters Catering’tir. Kievde herkes tarafından tanınan ünlü işletmeci Ömer Bekmezci liderliğinde , genelde uluslarası firmaların organizasyonlarını düzenleyen firma , şirket yemekleri ve düzenlediği çeşitli açık hava aktiviteleriyle de sektörde başarıyla hizmet vermeye devam etmektedir.
İnşaat sayısı bu kadar fazlayken , pazarda neden bu kadar az Türk Catering firması var diye düşünmeden önce , bu sektördeki zorlukları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz :
  • – İnşaat firmalarının taşeron ödemelerini birkaç ay geriden takip etmeleri
  • – Firmaların , müşteri talebine göre değişen kapasitelerini karşılıyabilecek donanımlı mutfak kuramamaları
  • – Türk gıda ürünlerinin toptan tedariğindeki sorunlar
  • – Kötü organizasyon şemaları
  • – Profesyonel yerel personel eksikliği
  • – Gıda ürünleri fiyatlarının düzensiz artışları
  • – Ukrayna Ekonomisindeki ve dolayısıyla İnşaat sektöründeki istikrarsızlık
  • -Ve tabiki 2008 ekonomik krizinin Ukrayna ekonomisindeki dev etkisi
  • Müşteri her zaman haklıdır

    santiye yemekhabeBu işte firmayı rezilde vezirde eden konu ; aşçıdır. Öğün başı iki üç bin kişilik çorbanın yanısıra , bir o kadar porsiyonluk ana yemeğin pişirildiği , onlarda yetmiyormuş gibi tatlısı , salatası , zamanında takdimi , yerinde dağıtımı , uzak noktalalara olan nakliyesi düşünüldüğünde birçok büyük işletmeden daha dikkatli bir organizasyonu gerektiren bir iştir catering sektörü. Bu kadar işi , elli ila yüz kişilik bir ekiple , şantiyenin en vasıfsız işçisinden , proje müdürüne kadar kusursuz sunmanız gerektiği düşünüldüğünde , catering firması sanırım şantiyenin en önemli taşeronlarından biri olarak kabul edilmektedir.
    Millet olarak biraz aşçı , biraz gurme , biraz da sivridillilik kanımızda olduğu için , genelde şantiye yemekhanelerinde de çeşitli problemler eksik olmamaktadır. Yemek talepleri , farklı yörelerden gelen personelin birbirinden farklı damat tadları tabiki birkaç bin kişilik yemek hizmeti verilen şantiyelerde farklı tepkileri de yanında getirmektedir. Aşçılara kulak verdiğinizde , yalnızca benim duyduklarımdan birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum ;
    • – Neden Antep usülü bulgur pilavı yapmıyorsunuz 🙂 (Ukrayna da bulgur bulunmuşta , Antep usulü eksik kalmış)
    • – Neden lahmacun çıkmıyor ( 2.000-3.000 adet lahmacunun hazırlığı pişirilmesi ve sıcak bir şekilde sunulmasını bir düşünün)
    • – Neden yaprak sarma yapmıyorsunuz (2.000-3.000 kişilik şantiyede nasıl bir ekibiniz olmalı ki kişi başı 4-5 adet dolma sarsın )
    • – Benim favorim ve 2.000 kişilik şantiyede her döner servisinde yaklaşık 1.000 kişinin tekrarladığı o efsanevi cümle ; ‘’Ustam elini korkak alıştırma’’ .
    Tabi malumunuz yüzlerce kişinin çalıştığı yerde , yöneticilerin istekleri bazen yüzlerce kişinin isteğinden öne çıkıyor ; mesela idari işler amiri ya da proje müdürü bir yemekten herhangi bir kişisel sebepten dolayı hoşlanmıyorsa ; tüm şantiye o yemekten mahrum bırakılıyor ya da tam tersi durumda bir çorbayı haftada üç dört kez tabldotunuzda görebiliyorsunuz. Tabi bunlar işin trajikomik ve doğasında olan şeyler. Unutulmaması gereken altın cümle; ‘’şantiye şefi , pardon müşteri her zaman haklıdır’’.

    Sektörün Ukrayna Pazarındaki Geleceği

    Bugün sektörün en büyük eksikliği ; yemek harcamalarının Ukrayna vergi kanunu tarafından giderler kısmında tanınmıyor olması. Şayet Türkiyedeki gibi bir kanunlaşmaya gidildiği taktirde ki , bu konu da çeşitli çalışmalar söz konusu , firmalar bilançolarındaki gider kalemlerini arttırmak için mutlaka yemek firmalarına sarılacaklar , Ayso gibi ticket kelimesini herkese ezberletmiş firmalarda pazardaki yerlerini alacakladır. Bunun için , firmalar tarafından ön hazırlıklar başlamış , bugün Ukraynada bu sektördeki firmalar mutfaklarını büyütmekte ya da şehir dışında özellikle catering işi için daha donanımlı mutfaklar kurmaktadırlar.
    Bu kanun kabul edildiğinde , hastaneler , fabrikalar ya da ofislerde mutlaka catering servislerine olan talep artacak , dolaylı yoldan yemek fişlerinin satışına bağlı olarak restaurant ve yemekhanelerin şehirlerdeki sayıları da artacaktır. Tabiki kanunun çıkması sonucunda yemek giderleri de şirket bütçelerinde ‘’sabit giderler’’ bölümünde kendilerine yer bulacak , pazarın büyümesi için iyi bir teşvik olacaktır.
    Saygılarımla,
    Cenk Erman Eroğlu

Sevil NURİYEVA : Türkiye’nin Orta Asya’ya bakışı, Özbekistan’la birlikte daha farklı anlam taşıyacaktır


27 yıllık İslam Kerimov yönetimindeki Özbekistan ile Türkiye’nin ikili ilişkilerinin pek sıcak olmadığı sır değildi. Bunun farklı objektif ve siyasi gerçeklere dayanan nedenleri söz konusu idi. 
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bölge üzerindeki saygınlığı ise, Özbekistan’ın komşuları olan Rusya ve İran için ne anlama geldiğine de dikkatle bakmamız gerekli.
Orta Asya, Türkiye için derin, manevi, tarihsel, dini ve etnik bağlar anlamında olağanüstü değerlidir.
Hiç kuşkusuz, tarihin derinliklerinden gelen ve halen mevcut olan bazı kırgınlıklar da mazide kalmamıştı.
Özbekistan; Orta Asya’nın mihenk taşlarından biri ve belki de birincisi hiç kuşkusuz!
Orta Asya ile ilişkilerin siyasi karakter taşımasında Özbekistan, hareket verici bir ülke.
Özbekistan’sız bu coğrafyadaki geniş bağın, jeostratejik boyuta geçmesi kolay gözükmemekte!
Tabii ki İslam Kerimov döneminde, bu ilişkilerin biraz da bu denli soğuk rüzgârlarla dizayn edilmesi, rejim tehdidi kaygısı dikkate alınarak gerçekleşti.
Erdoğan’la birlikte yeni Türkiye kavramı, Rusya ve İran etkisini de göz önünde bulundurursak, Özbekistan yönetimi için tehdit oluşturmaktaydı. Nedeni basit. Yeni Türkiye etkisi giderek tüm coğrafyaya olumlu etki ve halklar nezdinde ise beklentileri artırmaktaydı.
Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı halkların sevgisi, diğer yönetimler üzerinde tedirginlik nedeni olarak görüldü.
Özbekistan’ın yeni lideri Şevket Mirziyoyev ise, Rusya’nın adamı olarak tanımlanmakta. Lakin Erdoğan ve Türkiye’ye, sıcak bir bakış açısı olduğu gerçeği de söz konusudur.
Şimdi aradan bunca yıl geçtikten sonra Erdoğan’ın Özbekistan ziyaretine, içerisinde bulunduğumuz gelişmeler perspektifinden bakıldığında, derin mesajlar içermekte!
Peki bu yeni ortam, yeni Özbekistan yönetimi için kolay geçilen bir etap olabilecek mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve beraberindeki heyete bakıldığında, Özbekistan’a verilen önemin içeriğini görebiliyoruz.
İşte Erdoğan Özbekistan’la aradaki soğuk rüzgârları, bu denli sıcak bir bakış açısıyla aşabileceğini hedefledi.
Ziyareti sırasında büyük hakanlardan Emir Timurlenk’in mezarını ziyaret etmesi, sanki tarihin derinliğinden gelen küskünlüğün ortadan kaldırılmasına yönelik idi. Timurlenk’in torunu Uluğ Bey’in döneminde yaptırılan, Orta Asya Türklüğünün muhteşem mimari abidesi olan Registan Meydanı’nı gezmesi, 3 büyük medreseyi ziyaret etmesi ve elbette büyük İslam âlimi İmam-ı Mâtürîdî’nin kabrini ziyaret etmesi, derin mesajlar içermekte idi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve beraberindeki Türkiye heyetinin, ziyaret edilen kabirler ve Registan meydanı önünde çekilmiş fotoğrafları, esasında başlı başına analiz edilmesi gereken görüntülerdir. Bu sıradan bir olay değildir!
Tekrar ediyorum; Özbekistan, Türkiye için derin anlam taşımakta ve gelecekteki Orta Asya’ya yönelik adımları için, anahtar rolünü taşımakta. Özbekistan’la aramızdaki rüzgârların sıcak frekansa geçmesi için, bu ziyaret hayati idi. Lakin bu derinliği oluşturmak, Rusya ve İran gerçeklerini dikkate alarak siyaset üretmek, kaçınılmaz gerçeğimizdir!
Ve nihayet Kazakistan lideri Nazarbayev, Orta Asya Türklüğü için “aksakal” olarak tanımlanmakta. Bu büyük devlet adamının birikiminden, Özbekistan’la ilişkilerin derinleşmesinde istifade edilirse, anlamlı ve kayda değer bir sonuç alınma olasılığı çok yüksek olacaktır.

Star
22 Kasım 2016

Bi Simit : Biz Burada Savaşacağız


Esselamu Aleyküm kardeşlerim. Bu yazı uzun olmayacak. Hatta çok kısa olacak diğerlerine kıyasen. Sizlere çok fazla şey anlatmayacağım. Sizleri çok fazla yormayacağım. Sadece durduğumuz nokta nedir, bu sorunun cevabını vermek için yazıyorum bu mektubu. Yazma vebali benimdi, üzerimden attım, okuyup paylaşma vebali ise sizdedir. Bu yazı bir selamdır. Verdim. Alma sırası sizdedir.

2001 yılı Haziran ayının sonları. Erbakan kapatılan Fazilet Partisi sonrası partinin ileri gelenleri ve camianın ağır topları ile bir istişare meclisi kurar. Bu meclisin amacı Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra çizilecek yol haritasını belirlemek ve daha önce yapılan hatalara düşmemek için strateji geliştirmektir. Herkes geldikten sonra toplantı başlar. Besmele, hamdele ve selveleden sonra bir yiğit söz hakkı ister. Bu yiğit daha önce yıllarca komünizme karşı müslümanların safında yer almış, Akıncılar derneğinin de kurucularından. Söz hakkı verir Erbakan. Bu yiğit adam o güne dek güdülen bütün taktik ve stratejilerin yanlış olduğunu, bundan sonra o günlerde kurulma planları yapılan Akparti'ye katılmaları gerektiğini söyleyince odada Erbakan haricinde herkes buz kesilir. Erbakan başı ile işaret ederek dinlemeye devam etmek istediğini ima eder. Tam o sırada Oğuzhan Asiltürk ayağa kalkarak araya girmek ister. "Bu adamı konuşturmayın, dışarı çıkaralım efendim" der Erbakan'a. Akıncı yiğit adam sakin bir şekilde Oğuzhan Asiltürke dönerek belindeki silahı çıkarır ve "Ben buraya konuşmak için davet edildim. Buradan iki şekilde dışarı çıkarım. Ya beni konuşturmayanları alnından vurur, elleri kelepçeli çıkarım, ya da söyleyeceklerimi efendi gibi söyler öyle çıkarım." Oğuzhan Asiltürk korku dolu gözlerle hem sakin hem de çılgın olan bu adama bakar. Erbakan, Oğuzhan Asiltürk'e dönerek "otur aşağı, müdahele etme." der. Akıncıya dönerek "Sen de sakin ol, anlat ne anlatacaksan" der.

Bundan sonra kimsenin kendisine müdahele etmeyeceğinden emin olan Akıncı devam eder. Hem de tarihi bir nükte ile... :

"Sizler Sakarya Meydan Muharebesi'nin nasıl kazanıldığını biliyor musunuz? 13 Eylül 1683 günü Viyana'da başlayan geri çekilmenin tam 238 sene sonra durdurulduğu ve müdafaadan saldırıya geçtiğimiz o savaş ne demektir biliyor musunuz?" diye kükredi Akıncı meclise.


22 Ağustos günü 1921 yılında tıpkı bizim burada toplandığımız gibi Sakarya'da da savaş meclisi toplanır. O meclisin başında Fevzi Paşa vardır. Düşman orduları ile bizim ordularımız kıyas edildiği zaman durumumuz hiç te iç açıcı değildir. Kurtuluş mücadelesi verdiğimiz bu dönemde bütün vilayetlerden bütün ordularımız, bu savaşta feda edilecektir. Ya kazanacağımız ya da yok olacağımız bir savaştır Sakarya. Fevzi Paşa bunun farkındadır. Komutanlarını toplar. Bu komutanlar arasında bir kaç silsile geriden ailesi hem kumandan, komutan olan Yakup Şevki Paşa da vardır.

Fevzi Paşa kopacak olan kıyametin stratejisini anlatır. Burada kısa bir bilgi vereyim. Türkler'in tarih boyunca savaş taktiği hiç değişmemiştir. İşte o taktik herkesin sandığı gibi Hilal taktiği değildir. Hilal Taktiği demek her savaşta Türklerin farklı taktik kullanması demektir. Yani düşmanı çevreleyip, ortaya aldıktan sonra yok etme taktiğinin adı Hilal Taktiği değildir. Hilal Taktiği bu kadar basit bir taktik olamaz. Yıllardır Türklerle savaşan hiç bir ordu Türklerin kendilerine nasıl geleceğini kestirememiştir. Bunun sebebi de Türklerin coğrafya, hava şartları ve düşman gücünün durumuna göre taktik belirlemesidir. Aslında Hilal Taktiği tam olarak Türklerin coğrafya, hava durumu, düşmanın kuvveti ve kendi gücüni hesaba katarak belirlediği stratejiye denir. İşte Sakarya Meydan Muharebesinde de bir Hilal Taktiği uygulanacaktır. Bu Hilal taktiği'nin nasıl olacağını düşman kuvvetleri az çok kestirmektedir. Nitekim 238 senedir Türkler geri çekilmeye yönelik bir taktik uygulamakta ve hep kaybetmektedir. Bu savaş ise son savaştır. Hatta tarihte melhamei kübra olarak geçer ki bu aslında savaşın şiddetini tasvir etmek için kullanılan bir tabirdir.

Fevzi Paşa savaş stratejisini anlatınca Yakup Şevki Paşa'nın yüzü asılır. "Bu strateji ile yok olacağız Paşam" der. Bu savaşı kazanırsak ne âla ama ya kaybedersek? İşte herkesin aklındaki soru budur. Çünkü belirlenen Hilal taktiğinde geri çekilmeye dair tek emare olmadığı gibi fırsatta olmayacaktır. Ya düşman kuvvetleri yok edilecek ya da Türk ordusu tamamen yok olacak şekilde uyarlanmış bir savaş stratejisi. Allahuekber.

Yakup Şevki Paşa tekrar sorar. "B planı nedir Paşam?"

Bu soru uzun bir sessizliği de beraberinde getirir. Fevzi Paşa "B planı var Paşalarım" diyerek sessizliği bozar. B planımız şudur : "Eğer yenilirsek, mağlup olursak geride küçük bir birlik bıraktım, onlar kadınlarımızı ve çocuklarımızı Amanos dağlarına, Ağrı dağının eteklerine, Toroslara geri çekecek, orada yüzyıl boyunca gerilla taktiği ile savaşacaklar. Kadınlarımız çocuk doğuracak. 4-5 nesil boyunca bu hedef doğrultusunda o dağların eteklerinde, savaşçı yetiştirecekler ve 100 yıl sonra tekrar geri saldıracaklar ve bu toprakları tekrar düşmanlardan geri alacaklar."

Bu konuşma esnasında bütün komutanlar ağlamaktadır. Yakup Şevki Paşa hıçkırıklara boğulur. Diğer paşalar ve komutanların gözlerinde koca bir tarih göz yaşı olur dökülür yere. Olay anlaşılmıştır. Bu bir varoluş savaşıdır. Bu yüzden düşmana karşı belirlenecek strateji, onların beklemediği bir strateji olacaktır.

Ertesi gün Türk orduları büyük bir taarruz başlatır. 20 uçağı olan düşman kuvvetlerine karşı sadece 2 uçağı ile Türk ordusu savaşmaktadır. Türk savaş uçakları 2 tane olmasına rağmen adeta bir Kartal gibi 20 düşman uçağı içinde süzülmekte ve aşağıda taarruza geçen Türk askerlerini şevke getirmek için düşman uçaklarına zayiat vermekle kalmayıp alçak uçuşlar yaparak askerlerimizi galeyana getirmektedir. Askerler savaşırken Amanosları düşünmektedir, Ağrı dağını, Torosları. Savaş bir günlük, bir haftalık savaş değildir. Türk ordusu artık geri dönüş olmayacağını bilmektedir. Her şafak yeni bir saldırı, yeni bir plan, yeni bir doğuş. Her gün yüzlerce şehid, düşmanın yok edilen cepheleri, düşen uçaklar. Bizim 2 uçağımız hala ayakta.


Tam 22 gün sürdü savaş. 22. gün sonunda Fevzi Paşa'nın ölüm emri ile atıldı bütün askerler. Düşman kuvvetleri 100 kilometrelik savaş alanında adeta çil sürüsü gibi dağılmaya başladı. Tam 238 yıl sonra, Viyana'dan beri ilk defa geri çekiliyordu düşman kuvvetleri. Bunun sebebi 238 yıldır güdülen taktik ve stratejilerin hattı müdafaa üzerine belirlenmesiydi.

Savaş sona erdiğinde komutanlar tekrar bir araya geldiler. Yakup Şevki Paşa ağlıyordu yine. Dayanamadı ve söz aldı. "Paşalarım" dedi. "Benim iki, üç, dört, beşinci ceddime kadar bütün dedelerim komutandır. Hepsi savaşlar yönetmişlerdir. Ben de bu gelenekten gelmekteyim. En başında bu plana soğuk bakma sebebim, bizim hiç bir zaman yok olmaya veya yok etmeye yönelik bir strateji geliştirmemiş olmamızdı. Hep geri çekildik. Hep savunma yaptık. Şimdi B planının ya var olmak ya da yok olmak olduğunu duyunca kendimden ve askerlerimden emin oldum. Ve anladım ki Allahın vadettiği zafer yine bizim direncimiz ve isteğimizle oluyormuş."


Bu anlattıklarımın tamamını Akıncı Yiğit Erbakan'a ve mecliste toplanan istişare heyetine anlatıyordu. Hepsinin gözleri dolmuştu. Erbakan başı ile ara ara onaylıyordu.

"Artık müdafadan bıktım." dedi Akıncı abi. "Ben Erdoğan'a katılarak artık saldıracağım. B Planımız gerekirse yok olmak olsun, gerekirse bacılarımız, analarımız, kadınlarımız Toroslara, Ağrıya, Amanoslara çekilsin. Orada savaşacak yiğitler doğursun. Ama benden hattı müdafaa bu kadar. Ben saldırmaya gidiyorum." diyerek sözlerini tamamladı Akıncı Beyi ve toplantıyı terk etti.

Kardeşlerim, sizinle içinde tarih barındıran bu hatırayı neden anlattığımı eminim hepiniz biliyorsunuz. Biz Erdoğan'dan önce saldırmak nedir bilmedik. Biz hep savunma yaptık. Hatta savunmayı bile beceremedik çoğu zaman. Elimizden her şeyimizi aldılar. Gençliğimiz, imanımız, derdimiz, aşkımız, her şeyimiz katledildi. O katleden suretler ve isimler değişse de fikir aynıydı. Bu Vatan'ın ilerlemesini istemeyen ve bu Vatan üzerinden hain emeller güden küfür ehli piyonlarını kullanmaya devam etti. Ve artık Sakarya Meydan Muharebesinin eşiğindeyiz. Şu an var olma veya yok olma mücadelesi veriyoruz. Hayır hayır. Kesinlikle mübalağa değil bu. Allaha yemin ediyorum bu savaşı kaybedersek kadınlarımız tıpkı Fevzi Paşa'nın dediği gibi Amanoslara, Toroslara geri çekilecekler ve yurdumuzu düşmanlardan geri almak için bebekler doğuracaklar.

Biz burada kalacağız. Biz artık geri dönmeyeceğiz. Biz geri çekilmeyeceğiz. Bize artık ölümün de esaretin de adresi aynı. Bu topraklarda hain emeller güden Amerika, İngiltere, İsrail, İran ve içerideki iş birlikçileri "Erdoğan'ın kellesi ile beraber Vatan'ı istiyorlar." Sakarya'da durdurduklarımız şu anda geri döndüler. Onlar Muhammedin ordularının bu topraklarda olduğunun farkındalar. Tankları ele geçirenlerin, Jet uçaklarına kafa tutanların, zırh delici helikopter kurşunlarına, o kurşunlar yüzünden eriyeceğini bile bile hedef olanların toprakları burası. Bizlerden Malazgirt'in, 1453'ün, Sakarya'nın intikamını almak için her koldan saldırı başlattılar. Biz sadece müdafaa etmeyeceğiz. Bizler de saldıracağız. Suriye'de, Afrika'da, Pakistan'da, Belucistan'da, Irak'ta, Sudan'da ne kadar birimlerimiz varsa, nöbete bırakılmış ne kadar hücre varsa uyandırılmıştır. Bundan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Onlar bizden liderimizi istiyorlar. Çünkü bugün Suriye'de muhaliflerin bir lideri olmadığı için zafer gelmiyor. Onlar bizden liderimizi istiyorlar. Çünkü bugün Irak'ta tek bir müslüman lider olmadığı için zafer gelmiyor ve İran cirit atıyor. Onlar bizden liderimizi istiyorlar. Çünkü bugün Ümmet'in lideri olarak da tanınan birinin kellesini almak, onlar için dini mübini İslam'ı sahipsiz bırakmak demektir.

O kafirlere sesleniyorum. Vallahi, vallahi, vallahi biz burada kalacağız. Başkomutanımız Erdoğan Sakarya'daki Fevzi Paşa gibi öyle bir strateji ile üzerinize gelecek ki ordularımızla, karada, havada ve denizde sizleri perişan edeceğiz. Vallahi, vallahi, vallahi bu milletin B planı dağlara çekilip 100 yıl sonrasına hazırlanmak bile olsa Allah'ın intikamı yerini bulacak ve bizler sizlere hiç bir zaman galibiyet zevki tattırmayacağız. Bu milletin bağrından çıkacak evlatların kabiliyetinden habersiz olmasanız 1000 yıldır her defasında bu sefer Türkleri yeneceğiz umudu ile saldırmazdınız. Ne siz akıllanacaksınız ne de biz sizleri hayal kırıklığına uğratmaktan vazgeçeceğiz. Bu sürecin sonu ne olursa olsun yazdığım bu kalem üzerine yemin ediyorum sizler perişan olacaksınız.

Kardeşlerim Başkomutanımız Erdoğan'a yönelik içerideki hainlerden çok dışarıdaki İslam düşmanlarının büyük planları var. Darbe sonrası onlar için başarısız geçen bu sürecin telafisi bir suikast olabilir. Suikast sadece hayata kast etmek değildir. Etkisiz hale getirmek de bir suikast biçimidir. Millet olarak emniyet birimlerimiz ve askerlerimiz ile bir an önce yakınlık, birlik kurup düşmana karşı organizeolmalıyız. Darbe tehlikesi bitti diyerek köşeye çekilen kardeşlerim; Vatan sadece darbe ile elden gitmez. Darbeden daha farklı taktikler ile de bu Vatana kast edebilirler. Sizin her zaman lideriniz ve güvenlik birimleri etrafında kenetlendiğinizi biliyorum. Zaten 15 temmuzda yaptıklarınız bundan sonra yapacaklarınızın da hem garantisi hem de tesellisidir. Allah'a hamdolsun bu savaştan zerre geri kalacağınızdan tek şüphem yok. Şu an içimizde tıpkı Sakarya Meydan Muharebesinde olduğu gibi alçak uçuş yaparak askerleri şevke getiren o iki pilot var. İçimizde Yakup Şevki Paşalar var. İçimizde Fevzi Paşalar var. Sözüm Saadet Partili kardeşlerime, sözüm Milliyetçi Hareket Partisi'lü Ülkücü yiğitlere, sözüm Alperenlere, sözüm Akparti'nin direnişçilerine, sözüm Hüdapar'ın korkusuz cengaverlerine, sözüm Cumhuriyet Halk Partili Vatanseverlere, sözüm bu vatanını seven bütün savaşçılara; Bu bir parti meselesi değildir, bugün liderimiz Erdoğan'dır yarın bir başkası olacaktır. Bu Ümmet her zaman bağrından kahramanlar çıkaracaktır. Bu milletin kahramanları hep zor anlarda kendini gösterir. En sakin, en beklemediğiniz insanlar kriz anlarında Allah'ın izni ile öyle bir role bürünür ki bir anda satranç tahtası yerle bir olur. Bir anda bütün dengeler değişir. Sadece, ama sadece elden gidecek olanın 1000 yıldır dökülen milyonlarca insanın kanı  olduğunu iyi anlayın ve bu kanlar üzerine kurulan kadim devletlerimizin her zaman olduğu gibi yine vahşilerce kurulmuş şeytani bir ittifakın hedefinde olduğunu...

Sizlere uzun süredir yazıyorum. Irak, Suriye, Lübnan, Pakistan, Libya, Sudan, Somali... Her şeyi sizlere anlattım. Yazdıklarıma hep acaba diyenler oldu biliyorum. Bazıları için belki hayal ürünüydü. Bütün bunların hakikat olduğunu Erdoğan Beştepe'de haykırdı. Erdoğan şeytanın bekçilerine şöyle seslendi : "Artık Suriye'de, Irak'ta, Libya'da, Ortadoğu'da ve Afrika'da kurduğunuz bütün oyunları bozacağız."  İşte bu açıklama Şeytan'a karşı bir savaş ilanıydı. Hem de 100 yıldır ilk defa bu kadar açık bir şekilde verilmiş savaş ilanı. Şeytan'ın müttefikleri İngiltere, Amerika, İsrail, İran ve içerideki hainler Darbe sürecinde tehdit ettikleri Erdoğan'ın asla geri adım atmayacağını bu sözlerle anlamış oldu. Şimdi kesinlikle daha güçlü gelecekler, daha saldırgan olacaklar. Bu söylediklerimi ikinci bir kalkışma olarak sakın algılamayın. Darbe'den çok daha etkili yöntemler vardır. Bu işler Nato'dan çıkarılmakla başlar ve işgal ile biter.

Şimdi sizlere, Fevzi Paşa'nın, Yakup Şevki Paşa'nın torunlarına sesleniyorum. Bundan sonra geri dönüş yok. Başkomutan'ın, ordumuzun ve emniyet birimlerimizin yanında kenetleneceğiz. Fitnelere mahal vermeden, gerçek düşmanları unutmadan uyanık bir şekilde, nöbetlerimize artık günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca devam edeceğiz. Burası bizim vatanımız. Burayı asla terk etmeyeceğiz. Benim mezarım olacaksa İstanbul'da olacak. Erzurumlu kardeşim, senin mezarın olacaksa Erzurum'da olacak. Ankaralı kardeşim, senin bir mezarın olacaksa Ankara'da olacak. Hiç kimse yerini, yurdunu terk etmeyecek. Ayakta kalan son birime, son cana kadar, kana kan, dişe diş bu savaş devam edecek.


Kanuni Sultan Süleyman dönemini hatırlayın. Size Pir-i Mehmed Paşa'yı hatırlatayım. Kanuni Sultan Süleyman Bağdat ve Tebrizi Safevilerden temizlemek için sefere çıktığında yanında Piri Mehmed Paşa da vardır. Ordu yorgundur. Bütün paşalar bir gün dinlenip daha sonra saldırma tavsiyesi verir. Sadece Piri Mehmed Paşa buna karşı çıkar. Hemen saldıralım ve bu iş bitsin der. Kanuni Sultan Süleyman sebebini sorar. Piri Mehmed Paşa ise bu askerlerin günlerdir yürüse de, karınlarını doyurup savaşabilirler ve savaştan sonra askerlerin durumları netleşir. Ama şimdi dinlenirlerse yarına yorgunluktan hiçbiri ayağa kalkamaz. Ayaklar şişecektir. Tembelleşeceklerdir ve Safevi orduları karşısında perişan olacaklardır. Ancak şimdi sıcağı sıcağına çarpışırlarsa henüz nüks etmemiş bu durumlardan zarar görmezler.


Tarihi kaynaklara göre 3 yıl, bazı kaynaklara göre ise 6 yıl boyunca Piri Mehmed Paşa Kanuni'nin yanından ayrılmamış ve verdiği hiç bir kararda hata yapmamıştır. Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman Piri Mehmed Paşa'yı yanına çağırmış ve onu azlettiğini söylemiştir. Çok şaşıran Piri Mehmed Paşa bunun sebebini sormuştur. Bir hata yapıp yapmadığını öğrenmek istemektedir. Kanuni Sultan Süleyman ise o tarihi itirafı yapmıştır : "Sen paşa olduğun sürece hep senin kararlarına saygı duydum ve hep senin kararlarını uyguladım ve hiç hata yapmadım. Bu yüzden 3 yıldır kendimi Sultan gibi hissetmiyorum. Bu yüzden senin gitmeni istiyorum." Bu cevap karşısında hem mahzun olan hem de bir hatası olmadığını öğrenince şükreden Piri Mehmed Paşa ihtiyaç duyulduğu an emrinde olacağını belirterek huzurdan ayrılmıştır. Bizim Fevzi Paşalarımız, Piri Mehmed Paşalarımız asla bitmeyecektir. Bizi sivil halimizle gören Şeytanın köpekleri eğer askeri kamuflaj halimizi görmek isterlerse 100 yıl öncesi gibi Sakarya'yı tekrar hatırlatmaya hazırız. Onlarla iş birliği yapan Safevilerin köpekleri İran ve İran'ı destekleyen köpeklere de.


Bir arapça ezgi'nin başlığı ile bitiriyorum yazımı. Sawfa Nabqa Huna... Biz burada kalacağız. Biz burada direneceğiz. Biz burada savaşacağız. Başkomutan Erdoğan, bu millet senin yanında, Allah senin yanında, Ümmetin mazlumlarının duaları senin yanında. Bizim için ölümden ötesi var mı Ey Başkomutan? Ne yaşadıysak yaşamadık mı? Ne yediysek, ne içtiysek, hepsi aynı değil mi? Şu dünyada bize verilen temelde karın doyuran bir ekmek ve bir su değil miydi? Vatan savunmasında şehid olmaktan daha kutlu ne olabilir? Seninleyiz Başkomutan. Hangi yılın, hangi ağustos ayında gelirlerse gelsinler, hangi gün gelirlerse gelsinler. Emin ol bizi almadan seni alamayacaklar. Öyle ya da böyle, eğer biz bir savaş meydanındaysak, hepimiz tek tek şehid olana dek seni düşmanlara vermeyeceğiz ve yere en son düşen sen olacaksın. Gerçek bir komutana yakışır şekilde. Son şehidimiz sen olacaksın Erdoğan. Ve bizler Cennette tebessüm ederek seni bekliyor olacağız.  

Haberseyret
9 Ağustos 2016

Monday, 21 November 2016

Latif Erdoğan : Gülen’de Kur’an alerjisi..


Kur’an’ı, pratik hayatımızdan devre dışı bıraktığımız günlerden bu yana hep idbar yaşıyoruz. İçinde çalkalandığımız çok yönlü kaosun da gerçek sebebi Kur’an’dan uzaklaşmış bulunmamızdır. Ona, hayata ait bütün ünitelerle tam dönüş yapacağımız ana kadar da söz konusu derbeder halin devam edeceğinde hiç kuşku yok. Yol ne kadar kısa, hedef ne kadar yakın olursa olsun, hedefe varma niyetiyle adım atılmıyorsa, sonuca ulaşma hali ham hayalden ibaret. Kast edilen adım, Kur’an’ı hayata hakim kılma azmini belirleyen çalışmaların bütünü. Bölünmüş niyetlerin takati kesik, akıbeti kötü. (2/85)
Arapça bilenlerin orijinal metnini, bilmeyenlerin ise mealini mutlaka hafızalarına kazıyıp tefekkürlerine en öncelikli referans yapmaları gereken bir hadis var; şöyle buyuruyor Efendimiz:
“Muhakkak ki, ileride karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacak. Ya Resullallah, denildi, ondan kurtuluş ne? Buyurdu ki, Allah Teala’nın Kitabı. Onda, sizden öncekilerin nebei (başlarından geçen büyük olaylar), sizden sonrakilerin haberi ve aranızda geçecek meselelerin hükmü vardır. O bir fasldır (Hak söz, hak ile batılın arasını fark ve temyiz ile olan hüküm ve kaza) hezl (gayr-i ciddi mizah, şaka, hiciv) değildir. Onu tecebbüren (gurur, kibir ya da zulüm adına) terk edenin Allah belini kırar. Doğru yolu onun dışında arayanı Allah dalalete düşürür. O, Allah’ın sağlam ipi, apaçık nuru, hikmet dolu zikir (uyarı, hatırlatma, öğüt) ve dosdoğru yoldur. Heveslerin sapıtmamasına, görüşlerin dağılmamasına yegane sebep odur. Alimler ona doymaz, takva sahipleri ondan usanmaz. Onun ilmini bilen ileri gider. Onunla amel eden ödüllendirilir. Onunla hüküm veren adalet eder. Ona sımsıkı sarılan mutlaka doğru yola hidayet olunur.”( Müsned, Ahmet b. Hanbel)
Bizim böylesi kutsi bir rehberimiz var. Onun yol göstericiliği, bütün rehberlerin, bütün mürşitlerin verasında bir konuma sahiptir. Onun vahiy olma hususiyeti, bütün beşeri sözlere mukayese kabul etmez üstünlüğünün de belgesidir.
Bırakın aklın sınırını aşamayan filozofların ruhsuz kupkuru sözlerini, kalp ve ruhun derece-i hayatına ulaşmış büyük velilerin saf ve duru ilhamla can bulup kanatlanmış beyanları bile asla ve kata vahye mazhar beyana mukayese edilemez. Eğer farzı muhal böyle bir mukayese ve karşılaştırma yapılacak olursa, Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi, karşımıza şöyle bir tablo çıkar: En saf ve duru ilhamın vahye mukayesesi, aynada yansıyan görüntüsüyle güneşin bizzat kendisinin birbirine mukayesesi gibidir.
Daha önce duymamış dinlememiştim. Geçenlerde bir televizyon kanalında Gülen’in görüntülü ifadelerine yer veriliyordu. Bu ifadelerinde Gülen, daha ne zamana kadar Kur’an’ın rehberliğine muhtaç körler gibi yedileceğiz, ne zaman içimizin sesini dinleyeceğiz mealinde hezeyanlar savuruyordu. Bu sapık ifadeler karşısında cidden ürperdim, sözün sahibinden ise bir kere daha tiksindim, iğrendim.
Bu sapık ifadeler beni, tekrar onunla ilgili mazinin çağrışımlarına götürdü. Bana anlattığı anılarında şöyle diyordu: Gençliğimde, istesem Kur’an’a nazire yapabilirim, fakat Rabbimin yasağına hürmeten buna teşebbüs etmiyorum, gibi düşünürdüm. Ne zaman ki, İşaretül İcaz’ı, Yirmi beşinci Söz’ü okudum, işte o zaman Kur’an’a nazire yapılamayacağına kanaat getirdim.
Demek ki, Gülen, Risale-i Nurdan ellerini gevşeten bir döneme girmiş ve bu sözleri öylesi bir dönemde söylemiş ki, eski sapık düşüncesine tekrar rücu etmiş..
Biliyorsunuz, Salihli’de verdiği bir vaazda Gülen elinde tuttuğu Kur’an’ı yere fırlatıp atmıştı. Bizler de onun bu tavrını bir cezbe ve incizap hali sanıp öyle yorumlamıştık. Bana anlattığı anılarında şöyle bir ayrıntıya ulaştım. Diyor ki: Salihli’deki vaaz öncesi, arkadaşların kaldıkları eve uğrayıp biraz istirahat ettik. Sonra ben abdest almak için lavaboya gittim. Tuvalette kullandığım su gayet normaldi. Abdest almaya başlayınca su birden simsiyah akmaya başladı. Mecburen o suyla abdest aldım. Su siyah aksa da temiz, diye düşündüm. O an hatırıma bir şey gelmedi. Fakat vaaz verirken Kur’an’ı yere atma olayı olunca, anladım ki bu bana bir uyarı imiş..
Gülen demek ki, bu uyarıyı asla anlayabilmiş, algılayabilmiş değil. Başka türlü onun kalplerden Kur’an’ı atmayı teklif eden yukarıdaki hezeyanları sarf etmesi nasıl mümkün olurdu ki..
Gerçi şimdi artık o, bulanık suyla değil öldürdüğü masumların kanıyla abdest alan bir kanlı katil. Nice Kur’an okuyanlar vardır ki Kur’an onları lanetler, sözünün manasına dahil olduğu ise, verdiği sapık fetvalarla ve darbeye teşebbüsüne varıncaya kadar yaptığı ihanetlerle ortada. Demek ki, okuduğu Kur’an, boğazından aşağıya bir türlü inmemiş. Haccac-ı Zalim gibi, o da Kur’an hafızı idi, o da binlerce masumun kanına hem de bir hiç uğruna girmiş idi..
Televizyondaki söz konusu konuşma, hatırıma eski bir arkadaşımı getirdi. Bala alerjisi vardı. Herkese şifa olan bal onda öldürücü etki yapıyordu. Gülen’in de Kur’an’a alerjisi mi var ne; herkese hidayet ve şifa olan Kur’an onda ters etki yapıyor?

Akit
20 Kasım 2016

Yemen'de yönetim karşıtları arasındaki 'gizli anlaşmazlık'



Yemen'de yönetim karşıtları arasındaki 'gizli anlaşmazlık'

Siyasi konular, ortak çıkarların bir araya getirdiği Husiler ve Salih yanlıları arasındaki ittifakı bozmaya başladı.
Yemen'de yönetim karşıtları arasındaki 'gizli anlaşmazlık'
SANA - Zekeriya El-Kemali
Yemen'de ortak çıkarların bir araya getirdiği devrik Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih ve Şii Husiler bir buçuk yıldan uzun süredir omuz omuza savaşıyor gibi görünse de aralarında gizli anlaşmazlıkların olduğu, siyasi alanda ilerleme kaydedildikçe sorunların daha da büyüyeceği belirtiliyor.
Başkent Sana'daki gösterilerin başladığı 21 Eylül 2014'ten sonra başta Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi ve hükümetini düşürme konusu olmak üzere birtakım ortak çıkarlar Salih yanlıları ve Husileri bir araya getirdi. Daha sonra Suudi Arabistan, bu iki grup için birincil düşman haline geldi ve çatışmaların seyri ne olursa olsun anlaşma imzalanmamasının en önemli nedeni oldu.
Husiler ve Salih yanlıları, geçen ağustosta merkezi Sana olan Yüksek Siyasi Konseyi kurarak ilk kez aralarındaki siyasi koalisyonu da açıkladı. Ancak başkanlık konusundaki anlaşmazlık ve başkanlığın Husiler ve Salih yanlıları arasında dönüşümlü hale getirilmesi açıklamaları taraflar arasındaki anlaşmazlığı kısmen gün yüzüne çıkardı.
Müttefiklerin ortaklığını koruyan savaşın aksine siyasi konular bu ittifakı bozmaya başladı. Bu yöndeki anlaşmazlıklar Husilerin, Yüksek Siyasi Konsey kurulmadan önce yönetim görevini elinde tutan Devrim Komitelerinden çekilmesiyle belirginleşmeye başladı.

Başkanın Husilerden olması tepkiye neden oldu

Husiler ile Salih yanlıları Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde yürütülen ve 3 tur yapılan barış müzakerelerine ortak heyetle katıldı. 14 kişilik heyetin başkanının Husilerin sözcüsü Muhammed Abdusselam olması Salih kesiminin tepkisine neden oldu.
Bunun yanı sıra siyasi anlaşmazlıklar ortak heyetin Başkanı Abdusselam'ın Suudi Arabistan'la anlaşma yapmak için tek başına Suudi Arabistan'ın Güney Zahran kentine gitmesiyle patlak verdi. Ekim ayında BM Yemen Özel Temsilcisi İsmail Vild eş-Şeyh Ahmed, Sana'ya döndüğünde anlaşmazlıklar yeniden ayyuka çıktı. Husilerin Şeyh Ahmed'le görüşmek için koştukları önşartları geri çekmeleri, müzakerelerdeki Salih ekibinin oturumları boykot etmelerine yol açtı.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Suudi Arabistanlı yetkililerle görüşmeye katılmak için Abdusselam'ın Umman'ın başkenti Maskat'a 2 önde gelen Husi yetkiliyle gitmesi ve Salih ekibini Sana'da bırakması iki grup arasındaki uçurumu daha da genişletti.

"Koalisyonu sürdürmek zorundalar"

Her ne kadar bu anlaşmanın ardından Salih, partisinin liderleriyle olağanüstü toplantı düzenleyip sonrasında söz konusu anlaşmadan memnuniyet duyduğunu belirterek, Umman ile ABD Dışişleri Bakanı Kerry'e teşekkürlerini sunsa da gözlemciler, müzakere masasında ilerleme kaydedildikçe Husiler ile Salih ekibi arasındaki anlaşmazlıkların artacağını ifade ediyor. Ancak anlaşmazlıklara rağmen bu iki müttefikin beraberliklerini sürdürmek zorunda oldukları belirtiliyor.
Yemenli yazar ve analist Halid Abdulhadi, Husilerin Yemen'de bölgesel ve uluslararası güçlerle yaptıkları görüşmeler ilerledikçe Husiler ve Salih tarafı arasındaki uçurumun büyüdüğünü bunun nedeninin de söz konusu görüşmelerde Salih yanlılarının gelecekteki rolü ve çıkarlarının belirlenmesi konusu olduğunu ifade etti.
Abdulhadi, Salih tarafının bu durumda iki şekilde muamele ettiğini ve bunların ilkinin, olaylar dairesinde kalmak, ikincisinin ise Husilerle olan hiçbir anlaşmazlığı tabana yansıtmamak olduğunu söyledi.
Her iki taraf arasında da hala onları beraber çalışmaya sevk eden ortak çıkarlar olduğunu söyleyen Abdulhadi, bu çıkarlar geçerliliğini yitirse bile koalisyonlarını sürdürmek zorunda olacaklarını kaydetti.

Husilere, Salih'in 33 yıllık silah depolarının kapıları açıldı

Geçen aylarda iki müttefikin alt kademedeki yöneticileri ve tabanları arasında sözlü sataşmalar olduğu ancak üst düzey yöneticilerin, küçük anlaşmazlıkları kenara bırakarak, ortamı yumuşatmaya çalıştığı ve taraftarları ortak düşmana odaklanmaya çağırdığı iddia edildi.
Husilere yakın kaynaklar ise Salih tarafıyla aralarında anlaşmazlıkların bulunduğunu ancak bunun korkulacak düzeyde olmadığını öne sürüyor.
Ayrıca, Husilerin savaşın başından beri Salih yanlılarıyla koalisyon içinde olmalarının kendi menfaatleriyle örtüştüğü belirtilirken, Salih'in müttefiki kabilelerin sınır şeridinde Husilerin yanında savaştığı ve onlara devrik Cumhurbaşkanı Salih'in 33 yıllık yönetimi boyunca sakladığı silah depolarının özellikle de son dönemde menzili geliştirilen balistik füzelerin kapılarının açıldığı ifade ediliyor.

'2. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi' düzenlenecek


'2. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi' düzenlenecek

Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) ev sahipliğinde Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü kapsamında 25-26 Kasım'da "2. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi" düzenlenecek.

'2. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi' düzenlenecek
İSTANBUL
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) ev sahipliğinde "2. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi" düzenlenecek.
Konuya ilişkin yapılan yazılı açıklamaya göre, Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü kapsamında 25-26 Kasım'da gerçekleştirilecek zirveye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yerli ve yabancı çok sayıda bakanın katılımı bekleniyor.
Zirve, kadın sorunlarını ulusal ve uluslararası farklı boyutlarıyla kamuoyunun dikkatine sunmayı ve konuya karşı duyarlılık geliştirmeyi amaçlıyor.
"Adalet için Ses Ver" sloganıyla düzenlenecek zirvenin öncelikli iki konusu "Barış Süreçlerinde Kadın" ile "Suriyeli Mülteci Kadınlar ve Sorunları" olarak belirlendi.
Kadınların barış sürecinde oynadığı role ve Suriyeli sığınmacı kadınların yaşadığı çok boyutlu sorunların ele alınacağı zirvede, "kültürel kodlar ve erkeklik", "kadın ve barış", "Suriyeli kadın mülteciler" ve "kadına karşı şiddet" temaları masaya yatırılacak ve konuyla ilgili odak grup çalıştayları yapılacak.
Açılış programına Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan'ın da katılması beklenen zirvede, Bosna Hersek, Suudi Arabistan, Sri Lanka ve Hırvatistan'dan bakan düzeyinde katılım gerçekleşecek. 

"Tüm dünyayı her türlü şiddete karşı durmaya çağırıyoruz"

Açıklamada görüşlerine yer verilen KADEM Genel Başkanı Sare Aydın, zirveyle uluslararası düzeyde kadın çalışmaları alanında bilimsel araştırmaların ve tartışmaların geliştirilmesine olanak sağlamanın hedeflendiğini belirtti.
Aydın, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününü de içine alan 25-26 Kasım'da düzenlenecek zirve ile ulusal ve uluslararası arenada kadın haklarına yönelik yaşanan gelişmeleri ve kadının insan hakları çerçevesinde gelinen noktayı analiz etmek üzere faydalı bir ortak akıl inşa etmeyi hedeflediklerini aktardı.
KADEM Genel Başkanı Aydın, "Tüm dünya kadınlarının sorunlarına teorik ve pratik çözümler aradığımız zirvenin ana konuları, bu yıl ülkelerinden ayrılmak zorunda kalıp Türkiye'ye sığınan ve burada hayata tutunma mücadelesi veren 'Suriyeli Mülteci Kadınlar' ve 'Barış Süreçlerinde Kadınlar' olarak belirledik. Cinsiyet adaleti kavramından yola çıkarak, 'Adalet İçin Ses Ver' (Speak Up For Justice) sloganı ile İstanbul'da bir kez daha tüm dünyayı her türlü şiddete karşı durmaya çağırırken, sivil toplum olarak kadınlar için adaletin izini süremeye devam edeceğiz." ifadelerini kullandı.
Muhabir: Hikmet Faruk Başer

Featured post

DEM Party's Druze Statement Sparks Controversy: Accusations of Israeli Alignment

*Ankara/Damascus, July 2025* – A fiery political storm has erupted after Turkey's pro-Kurdish DEM Party condemned attacks on Syria's...

Popular Posts