Monday, 12 December 2016

Afrika açılımına Gazi’den destek


Afrika açılımına Gazi’den destek

Gazi Üniversitesi, 2023 hedefleri doğrultusunda Afrika açılımını desteklemek amacıyla ve Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) Afrika Destek Programı kapsamında Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, TRT ve Türk Tarih Kurumu ile işbirliği anlaşması imzaladı.


Protokol imza törenine Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Derya Örs, TRT Genel Müdürü Şenol Göka, Türk Tarih Kurumu Başkanı Refik Turan TRT Haber Daire Başkanı Yaşar Taşkın Koç, Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Uslan ve Gazi Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Afrika Medeniyetleri Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Suna Ağıldere katıldı.
İmzalanan protokol ile Gazi Üniversitesi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun Afrika Kıtası ve Akdeniz Havzası’na dair yaptıkları çalışmaların TRT ile paylaşılması ve bu çalışmalardan belgeseller hazırlanması kararlaştırıldı. GÜ. Rektörü Prof. Dr. İbrahim Uslan, bu işbirliğinin  ülkemizin tanıtımına katkı sağlayacağını söyledi.

Çünkü biz TÜRKİYE’yiz...



Sevil NURİYEVA
snuriyeva@stargazete.com

Çünkü biz TÜRKİYE’yiz...

12 Aralık 2016 Pazartesi
Yine terör estirildi. Yine başarılı bir hamle atıldığında, tekrar harekete geçtiler.
Yine hedef Türkiye!
Terör olayları; Türkiye’nin son yıllarda, tam bağımsızlık mücadelesine verilen cevapların ürünü haline geldi!
Menfur saldırı düzenleyenlerin kimliği, aşağı yukarı belli!
Lakin burada esas mesele, canice operasyonları yöneten akıl kim ve nereler?
Türkiye’nin; Rusya ile ilişkilerinin normale döndürülmesi, ticaretin yerel paralarla gerçekleşmesine dair kararlar, bu karara Rusya, Çin, İran’dan olumlu cevapların gelmesine artı olarak, Avrupa Birliği’nin yanlı tavırlarına sert yanıtların Türkiye’den gecikmemesi, ABD’nin Suriye politikalarına karşı duran Türkiye pozisyonu, engellenen lakin bu engellere rağmen milli çıkarlarına göre adımlar atması, top yekûn Türkiye’ye yönelik terör hamlelerinin arkasında basit terör örgütlerinin durmadığını görmekteyiz.
İstanbul’daki menfur terörsaldırısıgünü, gece saatlerinde Avrupa Birliği yetkililerinden gelen beyanlarda, olaya“terörolayı”denilememesi bile, meselenin içeriğinde desteğin nereden geldiğine dair kuşkularıpekiştiren detay sözkonusudur!
Hedef alınan asker ve emniyet güçleri olması, kendi başına bu saldırıların siyasi içerik taşıdığını anlatıyor bize.
Bu ülkeye diz çöktürmek istendiğini, Erdoğan’ın kararlı duruşunu hazmedemediklerini, halk ile liderin arasındaki ittifakın gücüne, asimetrik savaş açıldığını görüyoruz.
Türkiye’yi dizayn etmek isteyen güçlerin, bu ülkeyi Suriye ve Irak’a dönüştürme çabasının da farkındayız. Mesele; Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin, tam bağımsızlık hamleleri olduğu, net olarak masamızda!
Gezi olayları patlatılmadan önce, Türkiye ekonomik olarak Cumhuriyet tarihinin en yüksek göstergelerine sahip döneme girmişti. Dış borç bitmekteydi. Bunun ne anlama geldiğini biliyoruz değil mi?
Şimdi de sistem değişikliği konusunda, Ak Parti ve MHP arasında mutabakat sağlandı. Bu ciddi bir hamle!
Türkiye’nin elini güçlendiren, dışarıya bağlı siyasi aktörlerin ve medyanın manipülasyon imkanlarına saha tanımayan bir sistem bu.
Günlerdir, “bu değişim kansız olmaz” diyenler var idi. Başkanlık sistemi ile ilgili ABD’den gelen beyanlarda, “endişe duyulduğunu” dile getirenler varsa, burada düşünelim elbet!
Türkiye’deki sistem değişikliği, normalde Türkiye’yi ilgilendiren bir durum olmalı değil mi?
Peki, neden dışarıdakiler rahatsız?
ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri, neden rahatsız acaba?
Bu sistem; Türkiye’yi her rüzgârda yaprak gibi ürkekleştiren durumdan kurtarır da, o yüzden rahatsız hepsi!
Bu sistemle; dışarıya bağlı güçlerin, içeride siyasi kriz çıkarmasına kapı kapatılıyor da, o yüzden rahatsız hepsi!
Parlamento eliyle sabotaj yapma niyetindekilere, hükümeti güçsüz duruma sokanlara, en önemli kanunların geçirilmemesi için salona girmeyenlere temaşa ortamı ortadan kalkıyor da, o yüzden rahatsız hepsi!
Türkiye; tüm bu baskı ve operasyonlara rağmen, bu hikâyesini olumlu sonuca bağlamak zorunda! Mesele, beka meselesidir de, o yüzden rahatsız hepsi!
Türkiye; ya bu köşeye sıkıştırılmalara göğüs gerecek, büyük güç olma yolunda tereddüt etmeyecek, tüm hesap kitabını sadece varoluşunu korumak için değil, hem de dünyada adalet için seferber OLACAK ya da OLACAK… Başka yol yok! Biz; güçlü olmak, zorluklara göğüs germek, hedeften saptıranlara uymamak ve nihayet hep beraber yürümeye, bir olup, diri olup, iri olmaya mahkûmuz! Çünkü biz TÜRKİYE’yiz…

Müslüman Darbeci Olmaz; FETÖ sen bir musibet mektebisin


Müslüman Darbeci Olmaz; FETÖ sen bir musibet mektebisin

Yandaki fotoğraf hafızalarımızda yer edece bir kare; biri Said Nursi’nin talebesi Mehmet Fırıncı, diğeri usta yazar Hekimoğlu İsmail. Bir araya geldiler ve...


Mehmet Fırıncı… Said Nursi’nin hayattaki en önemli talebelerinden. 88 yaşında. FETÖ’ye karşı mücadelede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında oldu.
   
Hekimoğlu İsmail… Satış rekorları kıran, milli sinemanın yılmaz neferi Yücel Çakmaklı tarafından filme de alınan Minyeli Abdullah romanının yazarı… 84 yaşında… 15 Temmuz’dan sonra ‘Müslüman Darbeci Olmaz’ diye bir kitap yazdı ve yayınladı; Teröristbaşı Feto ve etrafındakileri ‘Musibet Mektebi’ olarak tanımladı.
 
Minyeli’den daha önemli
 
Mehmet Fırıncı, felçli ve sadece sağ elini kullanabiliyor olmasına rağmen ‘Müslüman Darbeci Olmaz’ kitabının yazarı Hekimoğlu İsmail’i ziyaret edip imzalı kitap aldı. Fırıncı, Hekimoğlu İsmail’e ‘Bu kitap Minyeli Abdullah’tan daha önemli’ dedi. O ziyaret esnasında iki eski dost, geçmiş günleri de yadederek koyu bir sohbetin içinde buldular kendilerini.
 
BİR FOTOĞRAF VE TARİHE TANIKLIK
 
Hekimoğlu İsmail (84) felçli olmasına rağmen, tek eliyle ‘Müslüman Darbeci Olmaz’ adlı bir kitap yazdı. Said Nursi’nin talebelerinden Mehmet Fırıncı (88) da Hekimoğlu İsmail’i ziyaret edip imzalı kitap aldı. 

Bakan Özlü: İlk etapta ticari taksiye yönelik bir model geliştireceğiz


Bakan Özlü: İlk etapta ticari taksiye yönelik bir model geliştireceğiz

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, katıldığı canlı yayında yerli otomobil projesiyle ilgili olarak, ilk etapta elektrikli ticari taksiye yönelik bir model geliştirileceğini açıkladı.

Yerli otomobilde önemli gelişme, Bakan Özlü: Elektrikli yerli taksi yapıyoruz

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, katıldığı NTV canlı yayınında 2016 yılının üçüncü çeyreğinde yaşanan ekonomik küçülmeyi değerlendirdi. Bakan Özlü, yüzde 1,8'lik daralmaya ilişkin "Bu küçülmeyi dördüncü çeyrekte telafi edeceğimizi düşünüyorum" dedi. Özlü açıklamasında şunları kaydetti: "Güvenlikle ilgili terör saldırısından sonra büyümeyle ilgili rakamların da menfi gelmesi doğrusu üzücü ikinci bir hadise oldu. Üçüncü çeyrekte iki büyük bayram tatilinin olması, çevremizdeki gelişmelerden dolayı bu küçülmeyi dördüncü çeyrekte telafi edeceğimizi düşünüyorum. Ekimde sanayinin büyümesi ilk göstergesidir. Dördüncü çeyrekte bu küçülmeyi telafi edeceğimizi düşünüyorum. Yeni hesaplama yöntemi de var, baz yılı 2009 oldu. Dördüncü çeyrekteki toparlanmayla 2016'yı orta vadeli planda hedeflenene yakın olduğunu düşünüyoruz".
 
"Yerli otomobilde ilk etapta ticari taksiye yönelik bir model geliştirilecek"
 
Özlü, yerli otomobil projesiyle ilgili olarak ise, ilk etapta ticari taksiye yönelik bir model geliştirileceğini açıkladı. Özlü, konuyla ilgili olarak "Yerli otomobilde iki koldan çalışıyoruz. TÜBİTAK bünyesindeki çalışma sürüyor. İkinci bir çalışma bakanlık bünyesinde projenin iş modeliyle ilgili. Otomobil yapmak ticari ağırlıklı bir iş. Ticari anlamda bir otomobilin üretilip pazarlanmasına ve küresel başarı elde edilmesine yönelik iş modeli üzerinde çalıştık. Başbakanımıza arz ettik. Aracımız elektrikli bir araç olacak. Öncelikle şehiriçi taksiler için bir model geliştireceğiz. 2019'a yetiştirmeye çalışacağız. İlk aşama ticari taksi şeklinde düşünüyoruz. Otomobil sadece modelle olacak şey değil, farklı segmentlere hitap eden otomobiller olacak. Biz küresel bir başarı hedefliyoruz. Yüksek rakamlarda üretim miktarını yakalayabilirsek maliyetlerin düşeceği açık" diye konuştu.
 

Çocukluğundaki dünyayı müzede sergileyecek



Çocukluğundaki dünyayı müzede sergileyecek

2010 yılında açılan ve 2014 Avrupa Konseyi Müze Ödülü'ne layık görülen Baksı Müzesi, gelecek yıl kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan'ın sıra dışı kişisel sergisine ev sahipliği yapacak.
Çocukluğundaki dünyayı müzede sergileyecek

BAYBURT - ABDULKADİR NİŞANCI 
Baksı Müzesi Kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kuruluşundan itibaren her dönem farklı çalışmalarla ziyaretçilerine kapısını açan Baksı Müzesi'nin, gelecek dönem de kurulduğu topraklardan aldığı ilhamla uluslararası bir sergiyle sanatseverleri buluşturacağını söyledi.
Müzede 2017 yılında gerçekleştirilecek en önemli etkinliklerin başında, 70'inci yaşı için hazırladığı ancak çeşitli nedenlerle 71'inci yaşına sarkan kişisel sergisi olduğunu dile getiren Koçan, sergiyi doğrudan uluslararası alana taşımak için küratörlüğünü İsviçreli Barbara Pollo'nun yapacağını ifade etti.
Koçan, sergide çocukluğunun geçtiği yöreye ilişkin hatırladıklarının, günümüz sanatıyla yeniden yorumlandığına dikkati çekerek, "Belki de ilk kez bir sanatçı kendi inşa ettiği müzede kendi kişisel sergisini açıyor." dedi.
Eskiden kullanılan tandırlara işaret eden Koçan, şöyle devam etti:
"Çocukluğumda, tandırda hem yemekleri pişirilir hem de işlem bittikten sonra üstüne iskemle gibi bir form konulup kilim örtülür, kışın kalorifer gibi kullanılırdı. Onu yeniden anlatabilmek için yeni bir düzen kurmaya çalıştım. Tamamen çocukluğumdaki o tandırın dört ayaklı yapısı ve üstünü kapatan kilimlerden yola çıktım. Tamamen köy hayatından yola çıkarak bir çocuğun 70 yaşına geldiğinde hatırladıklarından bir tanesi. Çünkü onun içerisinde çok uzun süreli bir hayat yaşandı, rüyalar görüldü, masallar dinlendi ve yeni ilişkiler kuruldu, geliştirildi."

Göç hikayesi

Koçan, serginin başka yönünün de yörede özellikle 1960'larda başlayan göçlere dikkati çekmek olduğunu ifade ederek, "Bu göçün temel kaynağı aslında insanların, endişe duymayacak kadar beslenebilecekleri ekonomik koşullara ulaşabilmesidir. Eskiden köylülerin kullandığı yer sofralarından yola çıkarak bir kule oluşturmaya çalıştım. Bu kule aslında gidişi temsil ediyor. Üst üste koyarak kule oluşturduğum sofraların ortasını delerek, o sofranın hep dolmayı beklediğini izleyiciye anlatmaya çalıştım." diye konuştu.
Sergide bir bakıma kendi ilgi alanları, hatırladıkları ve yaşamından kesitler yer aldığını anlatan Koçan, gelenek ile gelecek kavramlarını bir araya getirerek izleyenleri sanatın içinde yolculuğa çıkardığını dile getirdi.
Koçan, serginin diğer bir odak noktasının çengel olduğunu kaydederek, şunları söyledi:
"Çengel, özellikle yabani hayvanlara karşı bizi koruma görevi olan köpekleri korumak için demirciler tarafından tasarlanmış olağanüstü bir form. Bu forma yakından baktığımızda bir demirci geleneğinin tasarım zekasını görüyoruz. Bu tasarım zekasıyla birlikte yaratıcı kapasitesini görüyoruz. Bunu yüz misli büyüterek bir büyük heykel ve eser haline getiriyoruz. O ölçeğe ulaştığımız zaman demirci zekasının aslında yeni bir canavar yaratarak o canavarlara karşı bir güç oluşturduğunu ve eklemlenen, çoğalan bir güç haline dönüştürdüğünü görüyoruz. Zanaatin günümüz sanatını beslemesi açısından son derece iyi bir örnek oluşturduğunu düşünüyorum."
Serginin bir bölümünü ise köklere ayırdığını, köklerle ilgili yerleştirme yaptığını belirten Koçan, "Bu sergi aslında benim hep aklımda bulunan, bende yeri olan çok sayıda nesnenin yan yana gelerek günümüz sanat dili açısından yeni bir metin oluşturmasıdır. Buradaki çeşitlilik, renklilik ve sükunet aslında hayatın derinliğinden kaynaklanıyor." ifadesini kullandı.
- "Sona adlı kızın hikayesi izleyiciyle buluşacak"
Koçan, serginin başka bir alanında ise doğup büyüdüğü Baksı köyünde, çocukluk yıllarında evlatlık verilen "Sona" adlı kızın hikayesinin izleyiciyle buluşacağını ifade ederek, şunları kaydetti:
"Sona'nın hayatına, gidişine ilişkin bir dizi oluşturdum. O da benim 8 ya da 10'lu yaşlarıma ait bir anı. Bu sergide el motifini çokça kullandım. El benim açımdan son derece önemli bir organ, anlamlı bir uzuv. El benim için görme ötesi bir duyuyu harekete geçiren bir yapıdır. Onun için biz beğendiğimiz bir şeye dokunuruz, görmemiz yetmez. Onu, bize ait bir şey yapabilmek için mutlaka ona dokunuyoruz. O açıdan elin üreten ve o çok yanlı duyarlılığını anlatan bir dizi resim yaptım bu sergide."


Friday, 9 December 2016

TCMB ile Çin Merkez Bankası arasında ilk para takası gerçekleştirildi


Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gündeme getirdiği dış ticarette milli para kullanımı çağrısının ardından TCMB ile Çin Merkez Bankası arasında ilk para takası gerçekleştirildi.
TCMB ile Çin Merkez Bankası arasında ilk para takası gerçekleştirildi
Grafik: AA/Ahmet Burak Özkan

İSTANBUL - BEKİR GÜRDAMAR
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın gündeme getirdiği dış ticarette milli para kullanımı, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) Çin Merkez Bankası ile gerçekleştirdiği ilk para takasıyla yeni bir boyuta taşındı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dikkati çektiği ve bir süredir gündemde olan "dış ticarette milli paraların kullanılması" konusu her kesimden destek bulurken, AA muhabirinin TCMB kaynaklarından edindiği bilgiye göre, Çin ile ilk para takas işlemi 30 Kasım 2016'da gerçekleştirildi.
Bazı kamu kurum ve kuruluşları, Erdoğan'ın çağrısı sonrasında anlaşma, ihale ve satışlarının dolar yerine TLile gerçekleştireceğini duyururken, özel sektör de dış ticarette mili para kullanılmasıyla ilgili çalışmalar yapıyor. Türkiye'nin en büyük telekomünikasyon şirketlerinden Turkcell'in de bu anlamda yaptığı çalışmaların sonuç verdiği ve Çinli tedarikçilerine ödemelerini yuan ile yapmaya başlayacağı öğrenildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kısa süre önce yaptığı açıklamada, dış ticarette milli para kullanılmasının önemine işaret ederek, Rusya, Çin ve İran'a kendi paraları ve TL ile ticaret yapmayı teklif ettiğini, tarafların da bu teklifi makul karşıladığını söylemişti.

Çin ile ilk para takası 

TCMB Başkanı Murat Çetinkaya da önceki gün bankanın "2017 Yılında Para ve Kur Politikası" konulu basın toplantısında yaptığı açıklamada, Merkez Bankası olarak milli paralar ile ticaret konusunu önemsediklerini ifade ederek, TL'nin uluslararası ticari işlemlerde kullanımının arttığını belirtmişti.
Çetinkaya, milli paralar ile ticaretin yapılmasının dış ticaret işlemleri maliyetlerinin düşürülmesi, risk yönetiminin etkinliği ve rezerv para birimlerine olan hassasiyetin azaltılması kapsamında önemli olduğuna işaret ederek, Çin ile para takası işlemlerinin de gerçekleştirilmeye başlandığını söylemişti.
Merkez Bankası ve bankacılık sektörü kaynaklarından alınan bilgiye göre, Çin ile Türkiye merkez bankaları arasında ilk para takası işlemi 30 Kasım 2016'da gerçekleştirildi. Halen yürürlükte bulunan 2012 tarihli para takası anlaşması, 2015'te 3 yıl süreyle uzatılmış ve anlaşmanın tutarı 12 milyar yuana yükseltilmişti.
ICBC Turkey Bank, Türkiye ile Çin arasındaki ticaret hacmini artırmak amacıyla her iki ülke merkez bankası tarafından imzalanan para takası anlaşması kapsamında 450 milyon TL büyüklüğünde kullanım gerçekleştirdi.
Yerel bir bankanın çoğunluk hisselerini devralarak Türkiye’de faaliyete geçen ilk Çin bankası olan ve 22 Mayıs 2015'ten bu yana Türkiye’de hizmet veren ICBC Turkey Bank, Türkiye ve Çin arasındaki ticaret hacminin gelişmesine yönelik merkez bankaları arasında yapılan anlaşmayı hayata geçiren ilk kurum oldu. ICBC Turkey Bank'ın, söz konusu fonu, kredi ve yatırım olarak Türkiye ekonomisinin kullanımına tahsis edeceği öğrenildi.

Para takası anlaşmasının hedefi 

Verilere göre, Türkiye’nin, en büyük ticaret ortaklarından Çin Halk Cumhuriyeti ile geçen yıl 28 milyar dolar tutarında dış ticaret hacmi bulunuyor. Para takası anlaşması ile iki ülke arasında cari dengenin sağlanması, ticaret ve yatırımda milli paraların kullanılması hedefleniyor.
Çin ile gerçekleştirilen yuan karşılığı TL para takası işlemi ile iki ülke arasındaki ticaretin finansmanının da milli paralar ile yapılmasına yönelik önemli bir adımın atılmış olduğu belirtiliyor.

Rusya ve İran da "milli para kullanımı"na sıcak bakıyor

Başbakan Binali Yıldırım'ın birkaç gün önce Rusya'ya yaptığı ziyarette de ticarette yerel para birimlerinin kullanılmasının gündeme geldiği belirtilirken, Rusya tarafının da konuya sıcak baktığı ve kısa zamanda milli para kullanımı ile ilgili adım atılabileceği ifade ediliyor.
İran Meclis Başkanı Ali Laricani de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "iki ülke arasında milli para kullanımı çağrısını" memnuniyetle karşıladıklarını belirterek, "İran, her zaman ticaretini yerli parayla yapma isteğinde olmuştur." ifadesini kullanmıştı.

 TL karşılığında yapılan ihracat arttı

Verilere göre, Türkiye, bu yılın 10 ayında 117 milyar dolar tutarında ihracat gerçekleştirirken, bunun yaklaşık 5 milyar dolarlık bölümü TL karşılığında yapıldı. TL karşılığında yapılan ihracat, Ocak-Ekim 2016 döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 20,4'lük artış kaydetti. 10 ayda ithalat işlemlerinin de 11,5 milyar dolarlık kısmı TL ile yapıldı.
Bu yılın 10 ayındaki ihracatın yüzde 48,5'i avro, yüzde 42,8'i dolar, yüzde 5,1'i TL, yüzde 3,1'i İngiliz sterlini, geri kalanı diğer para birimleri ile gerçekleştirilirken, ithalatın da yüzde 56,1'i dolar, yüzde 35,5'i avro, yüzde 7,1'i TL, geri kalan bölümü diğer para birimleriyle yapıldı.

"Güneşin doğduğu yerlere ortak kültür, üniversiteler, banka ve teknoloji şirketleri ile ulaşacağız"

ICBC Turkey Yönetim Kurulu Üyesi Hilmi Güler, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Çinli yetkililerin milli para kullanımı konusuna çok olumlu yaklaştığını ve Türkiye gibi sonuç odaklı çalıştıklarını ifade ederek, "Cumhurbaşkanımız çok haklı ve bu, anlık bir söylem değil, geçmişi olan ve önceden hazırlıkları yapılmış bir söylem. Cumhurbaşkanımızın bunu gündeme getirmesi ile sadece yurt içinde değil, dünya genelinde çok büyük yankı yaptığını söyleyebilirim, tıpkı 'dünya 5'ten büyüktür' söylemi gibi..." şeklinde konuştu.
Güler, dış ticarette milli para kullanımını çok isabetli ve doğru bulduğunu, statükocu ve lobicilerin her doğru işte olduğu gibi bu konuya da tepki gösterdiğini belirterek, Çin'de Türkiye'ye çok güvenildiğini ve yatırımlar konusunda kesenin ağzının açıldığını, ülkenin en büyük bankası ICBC ile Türkiye gelinmesinin yanı sıra Türkiye için çok önemli milli kuruluşlara da kredi verilmeyi başlandığını söyledi.
TCMB'nin Çin ile gerçekleştirdiği para takasının önemli olduğunu vurgulayan Güler, şunları kaydetti:
"Bu gelişmelerin devamı gelecek. Katılım bankacılığı, emtia, faiz ve hisse senedi swap'ları (para takası) gibi uygulamalar yakında öne çıkabilir. Bütün mesele cari açığı makul ölçülere getirmek ve ticaret hacminin sağlıklı bir şekilde artırılması. Bu yüzden para birimleri farklılaştırılmasından doğan riskleri azaltmak çok önemli. Ticaret aslında bir değiş tokuş, bu nedenle araya çok fazla değişken sokmamak gerekiyor."
Türkiye'nin yakın zamana kadar güneşin battığı yöne önem verdiğini, güneşin doğduğu yönü ihmal ettiğini ileri süren Güler, "Çin ile yapılacak çok şey var. Teknoloji, tıp ve telekomünikasyon 3 temel konu... Cumhurbaşkanımızın direktifiyle şu an Türk-Japon Üniversitesi kuruyoruz. Çin ile de kurmamız için Cumhurbaşkanımız ilk kıvılcımı çaktı. Güneşin doğduğu yerlere ortak kültür, üniversiteler, banka ve teknoloji şirketleri ile ulaşacağız." dedi.

"Piyasadan olan döviz alımlarımızı sona erdirmiş bulunuyoruz"

Turkcell Finanstan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Bülent Aksu da 2023 hedeflerine yürüyen güçlü Türkiye’nin en önemli can damarlarından birisinin "finansal ataklara dirençli bir milli ekonomi sistemi kurulması" olduğunu belirterek, "Bu doğrultuda milli paramızın kullanımının teşvik edilmesini çok önemli buluyor ve devletimizin almış olduğu bu kararların özel sektöre de bu noktada yol gösterici bir adım olduğuna inanıyoruz." dedi.
"Türkiye’nin Turkcell’i" olarak bu süreçte ülke menfaatleri doğrultusunda üzerlerine düşeni yaparak gerekli aksiyonları alma konusunda özel sektöre öncülük etmek istediklerini ifade eden Aksu, şöyle devam etti:
"Bu doğrultuda yabancı para cinsinden olan yatırım harcamalarımızı, ürün ve hizmet alımlarımızı ve kira sözleşmelerimizi Türk lirasına çevirmeye başladık. Ayrıca yurt dışı tedarikçilerimizle olan ekipman alımı işlemlerimizde de TL veya yerel para cinsi ile işlem yapılması için girişimlerimizi hızlandırmış bulunuyoruz. Tüm bu tedbirlerin neticesinde piyasadan olan döviz alımlarımızı da sona erdirmiş bulunuyoruz. Diğer yandan 4,5G lisans ödeme son taksitimizin de Türk lirasına dönüştürülmesiyle ilgili kararın da yasalaşmasını bekliyoruz."
Bu tip girişimlerin özel sektör genelinde kabul görmesi ve uygulamaya geçilmesi durumunda Türkiye ekonomisinin en büyük yapısal problemlerinden biri olan dolarizasyonun önemli ölçüde aşılacağını belirten Aksu, döviz talebinin azalması sonucu TL üzerindeki kırılganlığın kalıcı olarak sona ereceğine inandığını söyledi.

Para takası işlemi nasıl gerçekleştiriliyor?

Para takası süreci, ticari bankalar tarafından Merkez Bankasından yatırım veya ticaret yapılacak ülkenin para birimini talep etmesiyle başlıyor. Süreç, merkez bankalarının belirlenen tutarda milli parayı belirli bir tarih ile değiştirmesi ve belirli bir süre sonunda değiştirilen anaparalar ve kullanılan milli paraya ait faizin de geri verilmesini içeren bir işlem olarak tanımlanıyor.

Suriye iç savaşının Türkmenler üzerindeki etkileri



Türkmenlerin toplumsal yapısını etkileyen gelişmeler, iç ve dış göç, savaşta doğrudan hedef alınmanın yarattığı toplumsal hassasiyetler, ekonomik sorunların yansıması ve göç edilen yerlerdeki toplumsal yaşama uyum güçlükleri şeklinde sıralanabilir.
Suriye iç savaşının Türkmenler üzerindeki etkileri
İSTANBUL -  Doç. Dr. SERHAT ERKMEN
Suriye'deki iç savaş beşinci yılını çoktan doldurdu. Son günlerde başta Halep olmak üzere, ülkeden çatışma haberleri gelmeye devam ediyor. Geçen süre zarfında, Suriye'nin sadece alt yapısı değil, aynı zamanda Suriye toplumunun farklı kesimleri de zarar gördü.
Aslında Suriye'de yaşayan halklar arasında, iç savaştan olumsuz etkilenmeyen hiçbir grup yok. Suriye'de yaşayan Türkmenler de bu halklardan biri. Yaşadıkları bölgeler, nüfus içindeki oranları ve toplumsal yapıları hakkında çeşitli raporlar ve çalışmalar bulunduğundan, bu yazıda bu veriler tartışılmayacak. Ancak şurası bir gerçek ki Türkmenlerin savaştan nasıl etkilendiği konusunda stratejik, siyasal ve toplumsal kapsamlı değerlendirmelere ihtiyaç var. Bu yazı da böylesi bir değerlendirmeye giriş niyetiyle kaleme alındı.
Suriye'deki iç savaşın Türkmenler üzerindeki etkilerini temelde üç kategoride incelemek mümkündür: Toplumsal, siyasal ve stratejik.

Toplumsal etkiler

Suriye'deki tüm halklar gibi Türkmenler de iç savaştan toplumsal ilişkiler bağlamında son derece sert bir biçimde etkilendi. Son 5 yıl içinde, Türkmenlerin toplumsal yapısını etkileyen gelişmeler, iç ve dış göç, savaşta doğrudan hedef alınmanın yarattığı toplumsal hassasiyetler, ekonomik sorunların toplumsal alana yansıması ve göç edilen yerlerdeki toplumsal yaşama uyum güçlükleri şeklinde sıralanabilir.
Suriye'nin neredeyse tamamında yoğun bir göç hareketine tanık olunuyor. Mart 2011'den bu yana, Suriye'de evlerini terk etmek zorunda kalanların sayısı 11 milyonu aştı. BM'nin ilgili kurumlarının çalışmalarına göre, bu insanlardan 4.8 milyonu, başta Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak olmak üzere bölge ülkelerine göç ederken 6.6 milyon kişi de ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı. Sayısı tam olarak bilinememekle birlikte, Türkmenlerin durumu da çok farklı değil. Halep, Hama, Humus, Şam ve Golan'dan binlerce Türkmen, Suriye içinde güvenli bölgelere gitmek zorunda kaldı.
Lazkiye'nin kuzeyinde Bucak olarak tabir edilen bölgedeki Türkmenler de hâlâ rejimin kontrolünde yaşıyor. Buna karşılık, Lazkiye'nin kuzeyindeki Bayır bölgesi neredeyse tamamen boşaldı. Halep, Hama, Humus, Şam ve Rakka'dan (Halep'in kuzey ve kuzeydoğusundaki bazı kırsal yerleşim birimleri bu hareketliliğe sahne olmadı) on binlerce Türkmen Türkiye'ye sığındı. Bu nedenle, Türkmenlerin yüzlerce yıldır Suriye'de yaşadığı bölgelerdeki demografik yapı ciddi bir biçimde değişti. Bu göç ve demografik değişim, zaman zaman silahlı grupların Türkmenlere yönelik sistematik baskıcı uygulamalarının sonucunda, zaman zaman ise çatışma bölgelerindeki kötü yaşam koşulları, can güvenliği ve genel emniyetin yokluğu, ekonomik zorluklar gibi nedenlerle meydana geldi. Ancak nedeni ne olursa olsun, büyük bir çoğunluğu Türkiye'ye gelen Türkmenlerin Suriye'deki dağılımı ve demografik yapısı değişti.
Türkmenlerin yaşadıkları bölgelerin büyük bir kısmı hâlâ savaş sahası olmaya devam ediyor. Geçen haftalarda Suriye Ordusu'nun Halep'te ele geçirdiği Bostanpaşa ve Höllük, Humus'taki Rastan, Lazkiye'de Türkmendağı civarı, Halep'in kuzeyinde YPG-IŞİD-ÖSO arasındaki çatışmaların yaşandığı bölgeler, bunun en önemli örnekleri olarak sayılabilir. Özetle, göç Türkmenleri kısa süreliğine etkileyen ve geri dönüşü göreli hızlı bir süreç yaratmaktan ziyade, hâlâ etkilerini devam ettiren bir olgu olarak görülmeli.
Suriyeli Türkmenlerin göç ettiği yerler arasında en önemlisi hiç kuşkusuz Türkiye. Türkmenler Osmaniye, Malatya, Islahiye, Kahramanmaraş, Yayladağ başta olmak üzere, birçok kampta yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Bunun yanı sıra, Türkmenlerin önemli bir kısmı kendi imkanlarıyla kamp dışında yaşamlarını sürdürüyor. Bunların küçük bir kısmı yardımlarla, daha büyük bir kısmı ise kendi imkanlarıyla geçiniyor. Bu süre zarfında akrabalık ilişkileri, anadilin Türkçe olması ve Türkiye'de Türkmenlere duyulan sempati ve yakınlık nedeniyle topluma ve çevreye diğer gruplara göre daha kolay uyum sağladılar. Ancak süre uzadıkça, bu uyum yerini entegrasyona bırakıyor. Özellikle Türkiye'ye sığınan Suriye vatandaşlarına Türk vatandaşlığı verileceği söylemi, Türkmenler arasında güçlü bir vatandaşlık beklentisi yarattı ki bu da onların Suriye'ye dönme isteğini bir ölçüde azaltan bir olgu.
Ayrıca karşılaştıkları ekonomik sorunları aşabilmek ve piyasaya entegre olmak için yaptıkları girişimler, Türkmenleri Türkiye'deki ekonomik yaşamın bir parçası haline getiriyor. Üstelik genç neslin Türkiye'deki eğitim sürecine uyum sağlamaya başlamasıyla birlikte, gençlerin çoğu için Türkiye ve hatta Batı ülkeleri umut haline geliyor. Savaşın ne zaman biteceğinin bilinmemesi ve süre uzadıkça hayal kırıklıklarının artması, Türkmenlerin gelecek projeksiyonunda, Türkiye'de kalma isteğinin artmasına neden oluyor.

Siyasal etkiler

Suriye'deki iç savaşın Türkmenler üzerindeki en önemli siyasi etkisi, Türkmen siyasi bilincinin ortaya çıkması oldu. Suriye tarihinde bazı Türkmenler siyasal ve askeri alanda ön plana çıksalar da, bu süreç onların Baas ya da bürokrasi içindeki yerleriyle doğrudan ilintiliydi. Türkmen ulusal bilincinin ortaya çıkması, Suriye'deki rejimler tarafından tehdit olarak algılandığından, özellikle baskı altında tutuluyordu. Devletin bu baskı politikasını sadece Türkmenler değil, rejimin hakim siyasi kimliğinin dışında kalan herkes hissediyordu. Ancak Hatay meselesi ve 1921 Ankara Anlaşması sonrası, Suriye'nin kuzeyindeki demografik yapı, Türkmenlerdeki olası bir ulusal bilinç uyanışının Suriye'deki rejim tarafından özellikle baskı altında tutulmasına neden oluyordu. Bu nedenle, iç savaşın Suriye Türkmenleri üzerindeki en önemli etkisi, ulusal bilincin uyanması bağlamında yaşandı. Türkmenler, rejime karşı verilen mücadeleye ilk katılanlar arasında yer aldılar. Ancak ülkenin farklı bölgelerinde rejime karşı ortaya çıkan gösterilerin ve sonrasında başlayan silahlı hareketlerin yanında yer alan Türkmenlerin aralarında bir ideolojik bağ ya da siyasal ülkü ortaklığı yoktu.
Aslında bu çatışmanın ilk evrelerinde, birbirinden askeri ve siyasi anlamda kopuk yerel örgütlenmeler, içlerinde Türkmenlerin yer almasını kolaylaştırdı. Ancak süreç ilerledikçe, Türkmenler arasında ulusal bilincin yayılmaya başladığı görüldü. Her ne kadar siyasi tecrübe eksikliği, güçlü bir liderin yokluğu, örgütlenmede yaşanan sorunlar gibi faktörler Türkmenleri olumsuz etkilemiş olsa da, farklı siyasi vizyonlara sahip siyasi partilerin ve teşkilatların ortaya çıktığı görüldü. Bu farklılık bir ölçüde sağlıklı bir siyasal gelişimin işareti olarak kabul edilebilir. Her biri tamamen ulusal kurtuluş ideolojisinin peşinden gidiyor olmasa da, Türkmenlik bilincinin yaygınlaşması ve kök salması açısından son 5 yıl Suriye Türkmenleri arasında önemli bir tecrübe yarattı.
Üstelik yerel olarak başlayan, fakat daha sonra kendi içinde daha geniş ve karmaşık örgütlenmelere dönüşen askeri oluşumlar sayesinde, Türkmenler arasında ulusal bilinç biraz daha arttı. Yaşadığı toprakların ellerinden alınmasına karşı yürütülen mücadele çerçevesinde Türkmenler, toprak ve ekmek kavgasını aşan bir siyasi bilinçle şekillenen, kimlik bazlı taleplerle ortaya çıkmaya başladılar. Elbette bu sürecin henüz başında olmalarına ve çeşitli Türkmen siyasi teşkilatlanmalarında birçok eksiklik bulunmasına rağmen, önceki on yıllarla karşılaştırıldığında, Türkmen siyasi bilincinin ortaya çıkması açısından önemli bir etkisi olduğu reddedilemez bir gerçek.

Stratejik etkiler

Savaşın Türkmenler üzerindeki stratejik etkileri, ilk iki başlıktan biraz daha farklı olarak, değişken özellikler göstermektedir. Öncelikle, Suriye'deki çatışmaların son 1 yıl içinde yoğunlaştığı bölgelerin önemli bir kısmı, yakın geçmişe kadar Türkmenlerin de yoğunluklu bir biçimde yaşadığı bölgelerdir. Rejimin yaşamasını stratejik olarak etkileyen Lazkiye'nin kuzeyi, iç savaşın herhangi bir taraf açısından kazanılmasında askeri, politik ve psikolojik üstünlük sağlayacak anahtar olan Halep, ülkenin kuzeyinde kurulabilecek bir Kürt devletinin coğrafi olarak birleşmesi için kritik durumda bulunan Azaz-Cerablus hattı, son bir yılda Suriye'deki savaşın en yoğunlaştığı bölgeler olmuştur. Bu bölgelerin tamamı, Türkmenlerin ya çoğunlukta olduğu ya da Türkmen varlığının görmezden gelinemeyecek kadar önemli olduğu yerlerdir. Bu çerçeveden bakıldığında, Suriye'deki Türkmen coğrafyasının, savaşın tüm tarafları açısından stratejik önem taşıdığı görülebilir.
Bu durum, Türkmenleri Türkiye'nin gözünde daha da önemli kılmıştır. Elbette Türkiye ile Türkmenler arasında inkar edilemeyecek bir akrabalık bağı ve tarihsel birlik vardır. Ancak Türkmenlerin stratejik öneminin daha net anlaşılması, Türkiye'nin de Türkmen meselesine daha ciddi bir biçimde eğilmesine neden olmuştur. Nitekim Kasım 2015'ten bu yana, Türkiye'de Suriyeli Türkmenlerin yaşadıkları sorunlar, hiç olmadığı kadar basının ve kamuoyu gündeminin bir parçası haline gelmiştir.
Henüz sonuçları tam olarak belirginleşmiş olmasa da, Fırat Kalkanı Operasyonu çerçevesinde DEAŞ’tan kurtarılan bölgelerde Türkmenlerin asli sorumluluğu üstleneceği bir yapı oluşması fikri, zaman zaman gündeme gelmektedir. Bu bağlamda, demografik ve idari olarak yeniden yapılanabilecek bu bölgenin, Suriye'nin geleceğinde çok tartışılan alanlardan birisi olması ihtimali güçlüdür.

'Yazıcıoğlu'nun ölümünde 'Barnabas İncili' şüphesi'


'Yazıcıoğlu'nun ölümünde 'Barnabas İncili' şüphesi'

Oyuncu ve yönetmen Ahmet Yenilmez, Muhsin Yazıcıoğlu'nun Barnabas incilinin fotoğraflarını gören herkesin öldüğünü belirterek, Yazıcıoğlu'nun da fotoğrafı gördükten 15 gün sonra öldüğünü söyledi.


'Yazıcıoğlu'nun ölümünde 'Barnabas İncili' şüphesi'

Oyuncu ve yönetmen , merhum 'nun vefatından 15 gün önce kendisine cep telefonundan Barnabas inin fotoğraflarını gösterdiğini belirterek, "(Bunu gören herkes ölmüş, biliyor musun?) dedi. Bir arkadaş da 'başkanım siz gördünüz mü?' dedi. 'Görüyoruz işte' dedikten 15 gün sonra öldü." ifadesini kullandı. Yenilmez, senaryosunu yazdığı ve yönettiği "Sevdam Gözlerinde Kaldı" filmine ilişkin, AA muhabirine açıklamada bulundu.


Filmin yakın tarihin gizli kalmış hikaye ve mekanlarına ışık tutacağını ifade eden Yenilmez, gözlerini 1980'lerde bir patlamada kaybeden "Mahir" ile "Zafer" isimli karakterlerin, gerçekleri bulma yolunda, 3 sır ölümü araştırdıklarını anlattı.  "HUKUKA SAYGIMDAN DOLAYI FİLMDEN 4 TANE SAHNEYİ ÇIKARDIM"









Yenilmez, amacının sinema ile seyircinin aklındaki soruları artırmak ve merak uyandırmak olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti: "Abdullah Çatlı, Barnabas incilini bulmak isteyenlerdendi. Kazadan 20 dakika önce Yazıcıoğlu'nu arıyor. 'Acil görüşmem lazım' diyor. Kazada da çantası kayboluyor. Esad Coşan, Abdullah Çatlı ve Muhsin Yazıcıoğlu cinayeti, Yazıcıoğlu'nun helikopterinden cihazları söken insanların Cumhurbaşkanımıza yönelik suikast timinin içinde yer alması. Birileri bu halkanın kopmasını istiyor. Buradan ilan ediyorum, birileri bu cinayetlerin açığa kavuşmasını istemiyor. Ne acı ki bunu istemeyenler de yabancılar değil. Gerçekten bu yapı öyle bir işlemiş ki kendimizden şüphe eder hale gelmişiz. Savcıya gittim, belgeleri verdim. Sırf hukuka saygımdan dolayı filmden 4 tane sahneyi çıkardım. Ama o Başkanla (Yazıcıoğlu) olan görüşmede olup da bunu inkar edenler var."
"İKİNCİSİNİ BELGELERİYLE ÇEKECEĞİM"
"Barnabas incili, İslam Peygamberi Hz. Muhammed'i ismen müjdeleyen bir incildir." diyen Yenilmez, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu, kurban hadisesini ve Hz. İsmail'i zikreden bir incildir. Parayı kontrol eden Vatikan, bu incilin ortaya çıkmasını istemiyor. Çünkü bu incil ortaya çıkarsa samimi İsevilerle Müslümanların ittifakı söz konusudur. FETÖ elebaşı Vatikan'da bu adamın elini öpmüştür. FETÖ, orada kaybolan incili bulmakla görevlendirilmiştir. Bu incili ya Coşan ya Çatlı ya da Yazıcıoğlu bulurdu. Bunun ortaya çıkması istenmiyor. Gözümle gördüm. Cep telefonunun kayıp hafıza kartının içinde... Bulmuş ve çekmiş. Büyük ihtimalle ya devlete verdi ya da devletin elindekini buldu. Bu ülkede paşalar, başbakanlar öldürüldü, Kozmik Oda'ya girilmedi. Ama Çukurambar'da patlamamış bir silahtan Kozmik Oda'ya girildi. Bunu filmde alenen söylemedim. Çünkü ikincisini çekeceğim. Belgeleriyle çekeceğim."
FİLMİN ÖYKÜSÜ
Yapımını Yenilmez Sanat Merkezi'nin üstlendiği ve 2 Aralık'ta gösterime giren filmde; Burak Alp Yenilmez, Hümeyra Çetin, Naşit Özcan, Hasan Kaçan, Mehmet Ali Tuncer, Nejat Yıldız ve Abdullah Çatlı'nın kızı Gökçen Çatlı rol aldı.
Günümüzde yaşanan bir sevdayla, 36 yıl önce yarım kalmış bir sevdayı buluşturan filmin konusu kısaca şöyle:
"Mahir, 1970'li yılların sonunda İstanbul Üniversitesinde öğrencidir. Aynı zamanda ülkücü harekete yakın durmaktadır. Belgin ise Mahir ile aynı bölümde eğitim görmektedir. Ülkücü hareketin içindeki 'herkes birbirinin ya bacısı ya ağabeyi ya da kardeşidir' hukukuna rağmen, gönüllerine söz dinletemezler ve Sirkeci'de Can pastanesinde buluşurlar. Fakat dönemin kanlı eylemleri arasında sevdaları uzun soluklu olamaz. Üzerine bir de 1980 darbesi gelince tüm bağları kopar. Hayatta kalmak için Şeyh Edebali türbesine sığınan Mahir'in günlerini, yüreği Cemre adındaki bir kızla yanıp tutuşan Zafer dolduracaktır. Mahir'in yolu bir kez daha İstanbul'a düşer."
"ÇATLI, PROF. DR. COŞAN VE YAZICIOĞLU AYNI SEBEPTEN CİNAYETE KURBAN GİTTİ"
Yenilmez, Türkiye'nin yakın tarihine damga vurmuş bazı gerçeklerin, filmle gün yüzüne çıkacağının altını çizerek, Abdullah Çatlı, Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun aynı sebepten cinayete kurban gittiğini savundu.
FETÖ'nün hedefindeki kişinin Coşan olduğunu vurgulayan Yenilmez, Coşan'ın FETÖ'nün gerçek yüzünü bildiğini ifade etti.
"YAZICIOĞLU; 'BUNU GÖREN HERKES ÖLMÜŞ, BİLİYOR MUSUN?"
Yenilmez, Yazıcıoğlu ile vefatından kısa süre önce bir araya geldiğini dile getirerek, şunları kaydetti:
"Gecenin 03.30'unda beni aradı ve evinin oradaki pastanede buluştuk. Dört kişi daha vardı bu konuşmada. Benden bir film istedi. Önüme Aydoğan Vatandaş'ın (FETÖ davaları kapsamında arananlardan) kitabını attı, 'bunu senaryolaştırıyorsun' dedi. Cep telefonunu aldı ve bir şey gösterdi, 'bunu gören herkes ölmüş, biliyor musun' dedi. Bir arkadaş da 'başkanım siz gördünüz mü' dedi. 'Görüyoruz işte' dedikten 15 gün sonra öldü. Aydoğan Vatandaş, Facebook üzerinden bana mesaj attı, 'değerli büyüğümüz bu olayın üzerine gidilmesini istemiyor' dedi. Kazadan sonra, 17-25 Aralık'tan biraz önce oldu. Filimde de izleyici bunları sorguluyor. Aydoğan Vatandaş, beni silmiş. Bunu tahmin ettiğim için çevremdeki insanlara bu bilgileri emanet etmiştim. Facebook hesabım silinmiş ve engellenmiş. Ama Allah'ın da bir hesabı var. Bir kardeşimiz silinenleri geri yükledi ve 'değerli büyüğümüz bu olayın üzerine http://www.mynet.com/haber/politika/yazicioglunun-olumunde-barnabas-incili-suphesi-2770243-1gidilmesini istemiyor' mesajını savcıya teslim ettik."

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts