Monday, 9 January 2017

UNUTMAYIN, UNUTTURMAYIN; 15 Temmuz bir işgal denemesiydi…



Yiğit BULUT
yigitbulut@stargazete.com

UNUTMAYIN, UNUTTURMAYIN; 15 Temmuz bir işgal denemesiydi…

09 Ocak 2017 Pazartesi
Sevgili dostlar, Sayın Cumhurbaşkanımız çok net ifade etti; bu bir işgal denemesiydi…
EVET, 15 temmuz bir işgal denemesiydi !
Sevgili dostlarım, yazmak, konuşmak, dik durmak ve her dakika daha güçlü olmak zorundayız…
Başkomutanımızın liderliğinde, Milletin emeğiyle bu saate kadar, DİK DURDURDUK, Güçlü OLDUK, daha da OLACAĞIZ…
ŞEHİTLERİMİZİN BİZE BIRAKTIĞI ÇOCUKLARI BİZİ DAHA GÜÇLÜ GÖRECEK…ONLAR İÇİN, HEPİMİZ İÇİN, ÜLKE, MİLLET, ÜMMET İÇİN DAHA GÜÇLÜ OLACAĞIZ…
ŞEHİTLERİMİZİN EMANETİNE SONUNA KADAR SAHİP ÇIKACAĞIZ…
Sevgili dostlarım, daha önce defalarca aynı cümleyi yazdım, yine yazacağım; kimse kendini avutmasın, bu topraklar, bu coğrafya ve ayağa kaldıran LİDER topyekün bir saldırı altında…
Ve en önemlisi bize kimseden hayır yok !
Samimiyetsiz “geçmiş olsunlar”…Samimiyetsiz “yanınızdayızlar” ve arkadan gelen BAŞTA FETÖ olmak üzere “terör örgütlerine” verilen destekler…
Küresel destek olmadan bu tip terör örgütlerinin bu noktalara gelmesi zor…
Son yaşananlar ve bir terör örgütünün kendi askeri imkanlarımızı kullanarak ülkemizi işgal etme denemesi…
PKK denen  örgüt yıllarca bazı ülkelerden açık destek bulmadı mı ? Bulmadı desinler !
Veya “terörle içi yanan Avrupa’ya soralım; bu örgütleri sivil toplumunuz, devletleriniz yıllarca korur, gözetirken vicdanlarınız neredeydi !
Çok uzun yazmayacağım…
Dediğim gibi hepsi aynı bunların…
Bizim için çıkar tek yol var; BİZ OLMAK, GÜÇLÜ OLMAK, MANEVİYATIMIZI VE MADDİ GÜCÜMÜZÜ “EN NOKTASINA” TAŞIMAK…
Bu MİLLET, bu ÜMMET, bu coğrafyanın insanları bu saldırıyı da aşacak, kimsenin şüphesi olmasın…
Seçilmiş CUMHURBAŞKANIMIZ liderliğinde bütün bu saldırıları atlatacağız, DİK DURACAĞIZ; DAHA GÜÇLÜ OLACAĞIZ, DAHA ÇOK ÇALIŞACAĞIZ…
VE ECDADIMIZIN EMANETİNE, ŞEHİTLERİMİZİN BİZE BIRAKTIĞI EMANETLERİNE SONUNA KADAR SAHİP ÇIKACAĞIZ…
YAŞASIN GÜÇLÜ, BÜYÜK, TAM BAĞIMSIZ, CİHANŞÜMUL TÜRKİYE…

Sanayi üretimi yüzde 2.7 arttı



Sanayi+%C3%BCretimi+y%C3%BCzde+2.7+artt%C4%B1
http://www.aksam.com.tr/ekonomi/sanayi-uretimi-yuzde-27-artti/haber-584311

Son dakika gelen verilere göre; Üretim Kasım ayından bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 2.7 arttı.

Takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksi, geçen yılın kasım ayında 2015 yılının aynı ayına göre yüzde 2,7 arttı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi ise kasımda bir önceki aya göre değişim göstermedi.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2016 yılı kasım ayına ilişkin sanayi üretim endeksi sonuçlarını açıkladı.
Buna göre, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi, geçen yılın kasım ayında ekim ayına göre değişmedi.
Takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi ise geçen yılın kasım ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 2,7 arttı.
Öte yandan, arındırılmamış sanayi üretim endeksinde, kasımda bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 4,6 artış kaydedildi.
- Beklentiler
AA Finans Sanayi Üretimi Beklenti Anketine katılan ekonomistler, kasımda arındırılmamış sanayi üretim endeksinin 2015'in aynı ayına kıyasla yüzde 2,8 artmasını öngörmüştü.
Ekonomistler, söz konusu ayda takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksinin yıllık bazda yüzde 1,7 ve mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksinin ise aylık bazda yüzde 0,01 artacağı öngörüsünde bulunmuştu.

2016 yılının şahsiyeti Erdoğan



2016 yılının şahsiyeti Erdoğan 

2016+y%C4%B1l%C4%B1n%C4%B1n+%C5%9Fahsiyeti+Erdo%C4%9Fan 

http://www.aksam.com.tr/siyaset/2016-yilinin-sahsiyeti-erdogan-c2/haber-584197

Katar merkezli uluslararası televizyon El-Cezire'nin düzenlediği ankette, Cumhurbaşkanı Erdoğan, '2016 yılının şahsiyeti' seçildi. 

El-Cezire kanalında "Haberlerin Yarışı" adlı programda, üç etaplı anket yapıldı. Anketin ilk aşamasında kullanıcıların kanalın Facebook sayfasından  adaylarını sunmalarını talep etti. Anketin ikinci aşamasında resmi Facebook ve internet sitesinde 10 ismin oylamaya sunulduğunu açıklandı. Son olarak da ikinci aşamada en çok oyu alan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriyeli çocuklar adına Ümran bebek, Tunuslu uçak mühendisi Muhammed ez-Zevari ve Fas Başbakanı Abdulilah Benkiran olmak üzere 4 isim arasında oylama yapıldı.
ÜMRAN BEBEK İKİNCİ OLDU
Erdoğan oyların yüzde 40'ını alırken Suriyeli Ümran bebek yüzde 34, Tunuslu uçak mühendisi Zevari yüzde 17 ve Fas Başbakanı Benkiran ise yüzde 9 oy aldı. 

ABD ve Esed rejiminin DEAŞ paralelliği



ABD ve Esed rejiminin DEAŞ paralelliği

Türkiye’nin DEAŞ’la mücadelesi tüm hızıyla devam ederken; DEAŞ eliyle bölgeyi şekillendiren aktörlerden ardı sıra itiraf niteliğinde açıklamalar geliyor. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin geçtiğimiz Eylül ayında Suriyeli bir grupla yaptığı görüşmenin ses kayıtları basına sızdı. Diğer taraftan ise Esed rejiminin Meclis Genel Sekreteri Halid Abbud, DEAŞ’la ilişkilerinin tabiatına dair “şecaat arz ederken sirkatin söylemek”deyimine örnek gösterilecek derecede açıklamalar yaptı. Her iki açıklama da DEAŞ’ın farklı aktörler tarafından bir operasyon aracı olarak tepe tepe kullanıldığını, DEAŞ’la mücadele ifadesinin bu aktörler için sadece bir hedef saptırmaca olduğunu gözler önüne seriyor.
Kerry ses kayıtlarında Suriyeli muhaliflere “ahlakçı” bir dille özetle “sizin için hiçbir şey yapmayacağız” derken, kayıtlarda bir analiz faciası ve bir de itiraf ön plana çıkıyor. Kerry Rusların Suriye’ye müdahale etmesinin sebebinin DEAŞ olduğunu düşünüyor. Kerry’ye göre Ruslar DEAŞ’ın Şam’ı ele geçirme tehlikesini görünce Suriye’ye müdahalede bulunmuş. Eğer CIA’nın ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın analitik düşünme kapasitesi veya sahaya teması buysa durum içler acısı. Kerry’ye ve CIA’ya sormak lazım, Ruslar DEAŞ’ın Şam’ı ele geçirmesini Halep’te, İdlip’te ve Lazkiye’de DEAŞ’la savaşan muhaliflere saldırarak mı engellemeye çalıştı? Suriye müdahalesini başlattığından bu yana Ruslar hava saldırılarının yüzde kaçını DEAŞ’a karşı yaptı?
Türkiye’ye DEAŞ’la alakalı iftiralar atıp baskı kurmaya çalışan ABD’nin Dışişleri Bakanı aynen şöyle söylüyor: “Bunun [DEAŞ] büyüdüğünü biliyorduk. Büyümesini izliyorduk. DEAŞ’ın güçlendiğini gördük ve Esed’in kendini tehdit altında hissettiğini düşündük. Bu durumun Esed’i müzakere etmeye zorlayacağını düşündük.” Kerry kısaca şunu itiraf ediyor: ABD, DEAŞ’ın yükselişine belki Esed’i müzakereye zorlar ümidiyle göz yumdu. Bu sadece bir itiraf değil aynı zamanda bir istihbarat faciası. Çünkü DEAŞ Suriye’ye girdiği andan itibaren (Temmuz 2013’ten başlayarak) öncelikli olarak muhalefeti vururken, mümkün olduğunca ve stratejik bazı noktalar dışında Esed rejimiyle çatışmaktan kaçındı. Yani DEAŞ’ın yükselmesini izlemek, muhalefetin çöküşünü ve Esed’in güçlenmesini izlemekle eş anlamlıydı.
Esed rejimi Abbud’un itiraflarıyla Kerry’nin analizini yerle bir ederken açık bir dille şunu söylüyordu: “Esed istihbaratı DEAŞ’ın içerisine sızdı ve örgütü yönlendiriyor. Bu yüzden Şam’da patlama olmuyor. Türkiye’nin DEAŞ saldırılarını durdurmasının tek yolu rejimin güvenlik kurumlarıyla işbirliği yapmak.” Rejim sadece DEAŞ’ın yükselişinden en fazla istifade eden aktör değil; aynı zamanda DEAŞ’ı yönlendirmek suretiyle Türkiye’den Fransa’ya, Halep’ten Şam’a kadar birçok noktada operasyonlara imza atan bir aktör. “Vahşet Devleti: DEAŞ Suriye’de” isimli kitabım için saha çalışması yaparken Suriye’de farklı gruplardan birçok kişi Esed istihbaratının DEAŞ’ı en fazla yönlendiren aktör olduğunu söylemişti. Abbud’un itirafı da bunu doğrular nitelikte.
Hem ABD hem Esed rejimi DEAŞ’ın yükselişini izleyip Suriye’yi felakete sürüklerken Türkiye, önce muhaliflere verdiği destekle ardından obüs atışlarıyla son olarak da Mehmetçik’le DEAŞ’a karşı en istikrarlı mücadeleyi ortaya koydu. DEAŞ’ın yükselişini “izleyen” aktörler ise DEAŞ’la gerçekte mücadele eden aktörlere operasyon üzerine operasyon çektiler. Bu da DEAŞ’ı yükseltme çabasının bir parçası olsa gerek. Esed rejimi DEAŞ’ı yönlendirdiğini itiraf etti; bakalım başkaları ne zaman itiraf edecek?

Türkiye-ABD ilişkileri nereye?



Türkiye-ABD ilişkileri nereye?

Tam da bugünlerde 12 Mart Cuntası’nın Başbakanı Nihat Erim’in ABD Başkanı Nixson’la resminin Büyükelçilik resmi sitesinde yayınlanmasının ilginç olduğunu belirtmek gerekir. İlginçtir çünkü eski CHP Genel Sekreteri Erim 12 Mart askeri müdahalesinden sonra cunta tarafından başbakanlık koltuğuna oturtulmuş ve arkasından ilk iş olarak ABD’nin devirdikleri Başbakan Süleyman DemirelHükümeti’nden yapmasını istedikleri her şeyi arka arkaya görev kabul edip yapmıştır. Türk köylüsünün o yıllarda 6-8 milyonunun tarımsal faaliyetine konu olan haşhaş yasağı yerine getirilen bu görevlerden ilkidir. İlginçtir çünkü elebaşı ABD’de oturan 15 Temmuz darbe girişiminin Türk milleti tarafından mağlup edildiği bir ortamda, Türkiye’nin demokratik güçlerini terör üzerinden tehdit etmeye çalışmak, tarihin değiştiğini fark etmemek demektir!
Aynı Süleyman Demirel, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında ABD Türkiye’ye meşhur ambargo kararı alıp uygulamaya koyduktan bir müddet sonra tekrar Milliyetçi Cephe koalisyon hükümeti kurulup Başbakan olunca silah ambargosu koyan ABD’nin ülkemizdeki 21 askeri üst ve tesisini Bakanlar Kurulu kararıyla kapatmıştı ki, bunlar arasında ABD bayrağı indirilip Türk bayrağı çekilen yerlerden biri de İncirlik’tir. Peki, Türk bayrağı çekildikten sonra burası nasıl yönetilmiştir? O zamanki gazete arşivlerine gidildiğinde açıkça tartışıldığı görüleceği gibi idare Türkiye’ye geçmiştir fakat NATO unsurları tarafından, anlaşma çerçevesinde kullanıma açık tutulmuştur!
Siyaset çıkmazı
Ortadoğu siyasetinde ABD ile Türkiye arasında ortaya çıkan çelişkiler kaçınılmaz olarak iki ülke arasında işbirliğine stratejik müttefiklik diye adlandırılan sürecin belirlediği bütün kurumsal düzenlemelerin de tartışılmasına kadar uzanmış bulunmaktadır. Türk dış politika yapıcılarının ortaya çıkan bu soruna rağmen eski kurumsal düzeni ve ilişkileri hiçbir şey yokmuş gibi durumu sessizce kabul edip geçiştirmeyeceğini tahmin etmek zaten zor değildi ki, bu tartışmalar İncirlik Üstü ‘ne kadar dayanmış bulunmaktadır. Yapılan eleştiriler ABD’nin Suriye ve Irak’ta Türkiye karşıtı terör örgütleriyle PKK/PYD ile kurduğu ilişki başata olmak üzere bütünüyle bölgesel siyasette yaşanan sorunlardan kaynaklanmaktadır.
Türkiye, Fırat Kalkanı harekâtıyla başta IŞİD/ DEAŞ terör yapılanması olmak üzere PKK/PYD gibi terör örgütlerine karşı fiili olarak mücadeleye girmişken, sözde terörle mücadelede destek olmaktan bahseden ABD’nin İncirlik’ten kalkan uçaklarla neye ve nereye destek için uçuş yaptığını sorgulaması kadar haklı bir tutum olamaz; ayrıca NATO içinde stratejik müttefik sayılan ABD bu konuda teröre karşı mücadeleye destek vermezken Rusya’nın hava desteği de dâhil Türkiye’nin yanında yer alması ne demektir. ABD siyasetinin, Türkleri ‘Suriye Demokratik Güçler’ adı altında PKK/YPG’nin başını çektiği terör yapılanmasıyla birlikte hareket etmeye zorlamasını açıkça reddedilmesini içine sindirememiş olmasını anlayabiliriz fakat buna tepki olarak terörle mücadeleye hava desteği vermemesini özellikle de PYD’ye silah desteğine devam etmesine anlayışla bakmak mümkün değildir.
İncirlik’ten Türk bayrağını kim indirdi?
ABD-Türkiye ilişkilerinin Batı vesayetindeki eski Türk dış politikası bağlamında sürmeyeceğinin anlaşılması gerekmektedir. Türkiye müttefiklik ilişkisi kapsamında bugüne kadar üstesine düşen bütün görevleri tamamıyla yerine getirdikten sonra, tam da ihtiyaç duyduğu bir anda terörle mücadelede müttefiklerinden destek görmek bir tarafa, onların terör örgütleriyle işbirliği içine girmiş olması Türkiye’yi yalnızlaştırarak istediklerini kabul ettirmek gibi bir yanlış yaklaşımı benimsemeleri ancak Batı sisteminin bölgesel siyasetinin başarısızlığını derinleştirmekten başka bir sonuç yaratmayacaktır. Türk ABD ilişkilerinin bu anlayışla yürütülemeyeceği açıktır, yönetim değişimi bu bakımdan önemlidir.
Unutulmaması gereken soru şudur: Başbakan Süleyman Demirel’in 1975’te kapattığı İncirlik kimin tarafından açılmıştır? Kimin tarafından olacak, 1980’de 12 Eylül Darbesi’ni yapan cunta şefi Kenan Evren’in ilk icraatlarından biri kapatılan İncirliği açmak ve Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne onay vermek olmuştur. Tavsiyem ABD’nin Kenan Evren’in resmini de uygun bir günde yayımlamayı unutmamasıdır!

Yeni güvenlik konsepti ve Sincar meselesi



Yeni güvenlik konsepti ve Sincar meselesi


Son yıllarda artan terör saldırıları Ankara'yı güvenlik konseptini değiştirmeye yöneltti. Suriye ve Irak'a müdahale, buralarda askeri güç bulundurma hamleleri kısa sürede Türkiye lehinde sonuç verdi. ABD ve Irak, PKK'yı kollayan tutumlarını değiştirerek, şimdilik, göstermelik de olsa "ikinci Kandil" olarak nitelenen Sincar'ın boşaltılmasına karar verdi.
Bu gelişme bile PKK'nın Suriye ve Irak'taki varlığını ABD'ye borçlu olduğunu göstermeye yeter. PKK'nın Sincar'ı boşaltması yönünde aldığı karar, ABD'nin girişimleri sayesinde mümkün oldu. ABD'nin etkisi olmasa Barzani'nin bunu başarması imkansızdı. Tabii burada ABD'nin asıl niyetini çözmek gerekiyor; ABD'nin amacı Ankara'yı Suriye ve Irak'tan uzak tutmak; ABD'nin Sincar için devreye girmesinin sebebi bu.
Sincar karşılığında Ankara'nın Başika üssünü boşaltmasını bekleyen ABD, aynı biçimde yeni bir formülle, Türkiye'nin Münbiç'ten de uzak durmasını sağlamaya çalışıyor. Buna Rakka'yı da eklemek lazım. Hatta Türkiye'nin El Bap'tan da çekilmesini talep ederlerse şaşırmayalım. ABD, göstermelik birtakım adımlarla Ankara'nın PYD'ye ilişmesini engelleme derdinde.
ABD için Türkiye'yi Suriye ve Irak'tan uzak tutmanın neden bu kadar önemli olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şu sözlerinde bulabiliriz: "Suriye ve Irak konusu Türkiye için enerji meselesi değildir. Siyasi etkinlik alanını genişletme meselesi değildir. Keyfe keder bir mesele hiç değildir. Bu mesele bizim için beka meselesidir."
Evet, Türkiye için Suriye ve Irak konusu bir beka meselesidir. Türkiye'nin bölünme sürecini Suriye'den başlattıkları için Fırat Kalkanı operasyonu gündeme gelmiştir. Ankara, terörün kaynağına müdahalede bulunduğu anda ABD, Ankara'yı Suriye ve Irak'tan uzak tutmanın yollarını aramaya başlamıştır.
PKK'nın Sincar'ı boşaltma kararı elbette Ankara'nın kararlılığı sayesinde mümkün olmuştur; fakat, bunu kullanarak Türkiye'yi Irak ve Suriye'den çekilmeye zorlayacaklarını da unutmayalım.
Ayrıca PKK'nın yine harf oyunlarıyla Sincar'daki varlığını korumaya devam edeceğini de bilelim. Sınırlı sayıda da olsa PKK bir kısım gücünü "YPŞ" adı altında kurulan örgütün çatısı altında Sincar'da bulundurmaya devam edecek. Ankara, buna müsaade etmemeli ve bunu bir sorun olarak sürekli gündemde tutmalı.
Türkiye'nin savunma hattı Suriye ve Irak'ta başlar. Bu stratejiden vazgeçme veya küçük bir esneme Türkiye'nin bütünlüğünü tehlikeye atar. ABD'nin ve bölge devletlerinin göstermelik hamleleriyle Türkiye'nin Irak ve Suriye'deki güçlerini geri çekmesi düşünülemez bile.
Suriye ve Irak kaynaklı terör tümden son bulana dek Türkiye tek bir geri adım atmamalı.

Avusturya'da başörtüsü yasağı önerisi tepki topladı



Avusturya'da başörtüsü yasağı önerisi tepki topladı

Avusturya'da, başta okullar olmak üzere devlet dairelerinde başörtüsü yasağının hayata geçirilmesi önerisi, toplumun birçok kesimi tarafından tepkiyle karşılandı.

Avusturya'da başörtüsü yasağı önerisi tepki topladı

VİYANA
Avusturya Dışişleri ve Entegrasyon Bakanı Sebastian Kurz tarafından geçen cuma günü gündeme taşınan başörtüsü yasağı önerisi, ülkede tepkilere neden oldu.
"SOS Mitmensch" adlı sivil toplum örgütü adına basına açıklama yapan Alexander Pollak, Kurz'un önerisinin yabancıların uyum süreciyle örtüşmediğini kaydederek, "Kim toplumsal uyumu güçlendirmek istiyorsa, yabancılaştırma, dışlama ve kutuplaşmaya olanak sunmamalıdır." ifadelerini kullandı.
Pollak, öğretmenlerin ne tür kıyafetler giydiğinden ziyade, gençlere iyi eğitim verip vermediğinin önemli olduğunu vurguladı.

"Başörtüsü yasağı önerisi dışlayıcı ve din karşıtı"

Avusturya Musevi Cemaati kanaat önderlerinden haham Schlomo Hofmeister ve Müslüman toplumu temsilen imam Ramazan Demir, Avusturya devlet televizyonuna yaptıkları açıklamada, başörtüsü yasağını "dışlayıcı ve din karşıtı" olarak tanımladı.
Ülkede başörtüsünün yasaklanmasına yönelik girişimleri, eski aşırı sağcı yaklaşımlara benzeten Demir, "Böyle bir yasa önerisi din özgürlüğüne ve kadın haklarına yapılmış ağır bir saldırıdır." değerlendirmesinde bulundu.
Hofmeier ise başörtüsünün, İslam geleneğinde dini bir sembol olduğunu belirtti.
Benzer dini kıyafetlerin Musevilik ve Hristiyanlık inancında da olduğuna işaret eden Hofmeier, bu dini sembollerin kabullenilmesi gerektiğini dile getirdi.
Bu ve benzeri tartışmaların toplumu gereksiz yere kutuplaştırdığına dikkati çeken Hofmeier, uyum çağrısıyla asimilasyonu kastedenlerin, sağ popülist söylemlerle oy toplama çabasında olduğunu kaydetti.
Muhabir: Aşkın Kıyağan

Sunday, 8 January 2017

Myanmar'da Budistler Müslümanların etkinliğini engelledi



Myanmar'da Budistler Müslümanların etkinliğini engelledi

Myanmar'ın Yangon kentinde, aralarında rahiplerin de bulunduğu milliyetçi Budistler, Müslümanların düzenlediği dini etkinliğe otoritelerin izni olmadığını öne sürerek engel oldu.
Myanmar'da Budistler Müslümanların etkinliğini engelledi

YANGON
Myanmar'ın Yangon kenti Botataung ilçesinde, aralarında rahiplerin de olduğu milliyetçi Budistler, yerel otoritelerin izni olmadan düzenlendiğini öne sürdükleri Müslümanların dini töreninin sona ermesine neden oldu.
Olay yerine çok sayıda polis sevk edildi.
Emniyet yetkililerinden Tun Tin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, milliyetçilerin iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyledi.
Tun Tin, "Onlara yetkililerin dini tören için izni çoktan verdiğini izah ettik. Daha sonra etkinliği gözlemlemek istediler, biz de Müslümanlarla görüştükten sonra 5 kişiye izin verdik." ifadelerini kullandı.

"Şiddet planlamakla suçlandık"

Botataung'da yaşayan Müslümanlardan Thein Nyunt, töreni gözlemleyen Budist rahiplerin kendilerine saldırarak, şiddet olayı planlamakla suçladığını söyledi.
Thein Nyunt, "Sadece dini bir olayı kutluyorduk. Bu çok saçma. Bize kendimizi kötü hissettirdiler. Ülkemizi seviyoruz ve asla böyle saçma bir şey yapmayız." dedi.
Etkinliğe katılan diğer Müslümanlar da bazı Budistlerin kendilerine kötü davrandığı belirtti.

Suriye'de ateşkes ve Ortadoğu'da değişen güç dengeleri



Suriye iç savaşını sonlandırma girişimlerinde Batılı müttefikleriyle beş sene birlikte çalışmasına rağmen Ankara, artık barışa yönelik Batının başını çektiği bir çözümün imkansız değilse bile muhtemel olmadığına kanaat getirmiş görünüyor.

Suriye'de ateşkes ve Ortadoğu'da değişen güç dengeleri
Türkiye, rejim güçleriyle ılımlı muhalif gruplar arasında yeni ilan edilen ateşkes vesilesiyle, Suriye'de akan kanı durdurmaya aracı olma gayretlerinde ihtiyatlı bir şekilde Rusya ve İran'la birlikte hareket ediyor.
Türkiye'nin uzun ömürlü bir ateşkes ortaya koyabilmek için gösterdiği gayretlerin ve Ağustos 2016'da DEAŞ'a karşı başlattığı askeri harekâtın ardındaki sebepler, esasen anlaşılmayacak kadar karmaşık değil. Türkiye komşu Suriye'de beş seneden fazladır süren iç savaşın, kendi ulusal güvenliğine, siyasi ekonomisine ve dış politikasına yönelik yıkıcı etkilerini azaltmak için çalışıyor. Suriye iç savaşını sonlandırma girişimlerinde Batılı müttefikleriyle beş sene birlikte çalışmasına rağmen Ankara, artık barışa yönelik Batının başını çektiği bir çözümün imkansız değilse bile muhtemel olmadığına kanaat getirmiş görünüyor.
Suriye krizinde Amerika Birleşik Devletleri’nin izlediği düşük profilli politika çok sayıda devlet ve devlet dışı aktörün çatışan çıkarları etrafında şekillenen çatışmanın karmaşık yapısıyla birleşince, Türkiye'nin kısa vadede istikrarlı bir Suriye oluşumuyla ilgili umutlarını kırdı ve Ankara'nın, Rusya olmadan nihai ateşkese ulaşmanın imkansız olduğuna dair inancını artırdı. Türkiye'nin Suriye politikası böylece adım adım daha esnek hale geldi ve Suriye çıkmazında kalıcı çözüme yönelik, ABD'nin başını çekmediği seçeneklere daha açık bir tutum sergilemeye başladı. Buna ek olarak, Trump yönetiminin muhtemel Suriye politikası ve süregiden iç savaşın iki en önemli aktörü olan Rusya ve İran’a karşı sürdüreceği politikalarla ilgili belirsizlikler de Türkiye'yi, Esed rejimi ve muhalifler arasında gerçekleşecek olan barış müzakerelerinde daha somut ve hızlı neticeler elde edebilmek amacıyla bu iki aktörle ortak hareket etmeye itti.

Rusya ile yakınlaşma şaşırtıcı değil

Türkiye'nin Soğuk Savaş'tan beri takip ettiği dış politikanın ana hatlarını gözlemleyenler için ülkenin, ABD ve Avrupa Birliği ile ihtilaflarının olduğu böyle bir zamanda Rusya'yla yakınlaşması şaşırtıcı bir gelişme değil. Türkiye'nin, 1964'teki meşhur Johnson mektubu olayının ardından Rusya'ya yönelik pragmatist dış politikası, Amerikan ambargosuyla (1975-1979) birlikte zirveye ulaşmış ve aralarındaki büyük ideolojik farklılıklara rağmen Türkiye Sovyet Rusya'dan en çok yardım alan ülke olmuştu.
Türk dış politikasına uzun yıllar hakim olan realist çizgi dikkate alındığında Türkiye'nin, Esed rejimiyle muhalif gruplar arasında bir barış anlaşmasına ulaşmak amacıyla geçici bir koalisyon oluşturmak için Rusya ve İran'la Moskova'da gerçekleştirdiği en son toplantı gibi pragmatist girişimlerin tarihte de örnekleri bulunmaktadır. Dolayısıyla bu toplantı, Türkiye'nin Rusya'ya yönelik geleneksel, reelpolitik eksenli yaklaşımının bir devamı ve Halep savaşından sonra Ortadoğu'da değişmekte olan güç dengesi ve yeni oluşan bölgesel şartlara karşı verilen bir cevap olarak okunmalıdır.
Halep operasyonunun, Suriye konusunda Türkiye ile Rusya arasında bir yakınlaşmaya yol açmış olması bakımından Suriye savaşının seyrini değiştirmiş olduğu analizini yapmak mümkündür. Zira Halep'ten sivillerin tahliye edilmesi sırasında Türkiye ve Rusya'nın yapmış olduğu işbirliği ve hemen sonrasında İran'ın bu sürece katılımı, Moskova'da yeni bir diplomatik zemin buldu ve bunun sonucunda, 29 Aralık'taki ateşkes anlaşması hayata geçirildi.
Türkiye, Rusya ve İran aracılığıyla gerçekleştirilen ateşkesin sürdürülebilirliğine dair olumlu işaretlerin bugün itibariyle de görülebiliyor olması Suriye'de kalıcı bir barış için ümitleri yeşertiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından da 4 Ocak 2017'de duyurulduğu gibi, Suriye'de kalıcı bir ateşkes ve siyasi çözüme yönelik Türkiye ve Rusya'nın ortak gayretleri, umut verici gelişmeleri beraberinde getirdi. Sadece Türkiye'nin değil, Rusya ve İran'ın da öncelikle üçlü bir zemin üzerinde savaşı kalıcı bir çözüm sağlayarak bitirmeyi, ikinci olarak da DEAŞ mücadelesinde ortak çaba göstermeyi amaçlıyor oldukları açıkça görülmekte. Farklı öncelikleri ve çıkarlarına rağmen bu üç ülkenin Suriye konusunda ortak bir anlayış geliştirme çabası içinde olmaları şaşırtıcı değil.

Bölgesel aktörler güçlenecek

Oldukça değişken bir yapıda süregiden Suriye krizine müdahil olan tüm aktörler, ister Batılı ister Batı-dışı olsun, kısa ömürlü ve tekil olaylar üzerinden şekillenen geçici ittifakların oluşmasını desteklemişlerdir; tıpkı ABD'nin DEAŞ mücadelesinde PYD-YPG ile Kuzey Suriye'de oluşturduğu kısa ömürlü koalisyon örneğindeki gibi. Yukarıda izah ettiğimiz Türk-Rus-İran koalisyonu da, söz konusu bütün aktörlerin Suriye politikalarının başarısı birbirlerine bağlı olduğundan, mecburi bir ittifak olarak görülebilir.
Halihazırda her üçü de Suriye'de birbirinden bağımsız mücadele veren bu aktörler lojistik, diplomatik ve askeri açılardan krize çok ciddi şekilde müdahil olmuş durumdalar. Bundan dolayı, Suriye'yi diplomatik yollardan istikrara kavuşturmak, hepsinin birincil önceliğini oluşturuyor. Üçlü toplantılarının sonuçları ne olursa olsun, hiç şüphe yok ki bu üç devletin Ortadoğu'daki bölgesel aktörlükleri, bundan sonra barış inşası ve arabuluculuk gibi alanlarda daha büyük bir meşruiyet kazanacaktır.
Öte yandan, diğer büyük aktörlerin sahadaki yokluğunda bu üçlü girişimin, Ortadoğu'daki Rusya varlığını kalıcı hale getirmesi de ihtimaller arasında. Ayrıca bir diğer olasılık da, Rusya'ya, bu krizden sonra, artık Ortadoğu'da bir yabancı gibi davranılamayacak olmasıdır.

Türkiye'ye yönelik terör saldırıları

Suriye'de ateşkes anlaşması başarılı olursa, bunun, Türkiye'nin çift cepheli PKK ve DEAŞ terörüne yönelik mücadelesine önemli yansımaları olacaktır. Son bir ayda, Türkiye, ulusal güvenliğine büyük bir tehdit oluşturacak biçimde yeni bir terör dalgasına maruz kaldı. İstanbul ve Kayseri'de aralık ayında PKK'nın gerçekleştirdiği saldırılara ek olarak 2017'nin ilk saatlerinde İstanbul'daki bir gece kulübünde yaşanan şok edici terör saldırısında 25'i yabancı uyruklu, 39 kişi yaşamını yitirdi. Tetikçi henüz yakalanmamış olmasına rağmen deliller, DEAŞ'ın organize ettiği saldırının Orta Asya kökenli yabancı bir terörist tarafından gerçekleştirildiğini gösteriyor.
Türk yetkililere göre, Türkiye'ye yönelik artan ve çeşitlenen terör tehdidi, Suriye iç savaşının Türkiye'ye nüfuz etmesinin bir neticesi. Suriye ile mevcut etnik ve dini bağlar, coğrafi yakınlık ve Türkiye-Suriye kara sınırının uzunluğu gibi unsurlar, Türkiye'yi iç savaşın bulaşıcı etkilerine karşı daha savunmasız hale getirdi.
Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde, Batılı müttefiklerinin desteğiyle bir Kürt devletinin fiilen kurulması ihtimalinden duyduğu endişe de Türkiye'yi, hem Suriye barışı için hem bölgesel ve hem de uluslararası düzeyde DEAŞ mücadelesinde bir orta yol bulabilmek amacıyla Rusya'yla çalışmaya yöneltti. Kalıcı siyasi çözüme yönelik yeni bir adım niteliğinde olan son Türk-Rus-İran girişimi başarılı olursa, PKK bağlantılı PYD ve onun silahlı kanadı olan YPG Suriye'nin iç savaş sonrası yeniden inşası sürecindeki en tartışmalı konulardan biri olmaya devam edecektir.

DEAŞ'a karşı ortak mücadele

Her üç ülke de Suriye'nin farklı nüfuz bölgelerine bölünmesine karşı olduklarını ifade ederek Suriye'nin birliğine destek sinyalleri verdiler. 'DEAŞ'a karşı ortak bir mücadele nasıl yürütülmeli' konusu ise muhtemel bir kalıcı Suriye barış anlaşması için üç aktörün de, en azından genel hatlarıyla, üstünde anlaşması gereken diğer bir önemli konu.
Mevcut durumda Suriye'nin geleceği, Batılı büyük güçlerden çok, önemli ölçüde bölgesel güçlerin elinde görünüyor. Türkiye'nin yeni bir Ortadoğu düzeni arayışı, çok büyük ölçüde bütün bölgesel aktörlerin, Suriye politikalarındaki farklılıklarını ne ölçüde asgariye indirebileceklerine bağlı. Üzerinde durulması gereken diğer önemli bir nokta ise AB'nin Suriye özelinde aktif bir diplomasi izlememiş olması ve seçilmiş Başkan Trump'ın Suriye politikasıyla ilgili belirsizliklerin Türkiye, Rusya ve İran'a, Suriye'nin geleceğini yeniden tasarlama konusunda yeteri kadar bir manevra sahası bırakıyor olmasıdır.
[Doç. Dr. Emel Parlar Dal. Marmara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü]

Başbakan Yıldırım: Sincar'dan PKK'lıları çıkarmazlarsa Türkiye gereğini yapacak



Başbakan Yıldırım: Sincar'dan PKK'lıları çıkarmazlarsa Türkiye gereğini yapacak

Başbakan Yıldırım, "Sincar bölgesinde PKK'nın konuşlanması, Türkiye'nin milli güvenlik meselesidir. Ya Irak ve Peşmerge güçleri buradan PKK'lıları çıkaracak ya da Türkiye olmazsa gereğini yapacak." dedi.

Başbakan Yıldırım: Sincar'dan PKK'lıları çıkarmazlarsa Türkiye gereğini yapacak
ANKARA
Başbakan Binali Yıldırım, Esenboğa Havalimanı'nda Irak temaslarına ilişkin açıklamalarda bulundu.
Yıldırım, açıklamasında, "Sincar bölgesinde PKK'nın konuşlanması, Türkiye'nin milli güvenlik meselesidir. Bu meseleyi de enine boyuna konuştuk. Ya Irak ve Peşmerge güçleri buradan PKK'lıları çıkaracak ya da Türkiye olmazsa gereğini yapacak. Bu konudaki düşüncemiz, duruşumuz nettir, bunu da bu ziyaret esnasında ifade ettik." dedi.


Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts