Friday, 3 November 2017

Kafkaslar’da Göç, Sürgün ve Soykırım


Kafkaslar’da Göç, Sürgün ve Soykırım

HASAN İZZET ALTINANIT
Rus tarih yazarı Sulujiyef: “Dağlılar teslim olmuyor diye biz başladığımız işten cayacak değildik. Silahlarını almak için dağlıların yarısını kırmak gerekiyordu. Katliama giriştiğimizde kadın ve çocukların birçoğu ormana sığınıyordu. Bunların çoğu birliklerimiz tarafından bulunuyor, genellikle de öldürülüyorlardı.” gene diğer bir tarih yazarı Zaharyan da: “…Biz onları hür çayırlarından çıkardık, avullarını yaktık. Birçok kabileleri tümüyle yok ettik” demektir.      Bir başka Rus kaynağı “…teslim olmayan, son kurşununa kadar direnen, askerlerimizi uğraştıran ve zayiat verdiren eşkıya gerçekten cesur savaşçılardan meydanayordu. Koskoca orduya karşı, yemek ve cephanesiz, uzun süre dayanmaları mümkün değildi, ama gene de teslim olmuyorlardı.” Rus tarihçilerinin bile kabul ettiği bu acımasız olaylar zinciri, soykırımın yapıldığının örneklerinden yalnızca birkaçıdır.
Sürgün düşüncesinin, 1857’den beri gündemde olduğu gerçektir. Kafkasya Ordusu Genel Kurmay Başkanı General Milyutin hazırladığı raporda “Çerkezlerin yerlerinden edilerek, onları Don bölgesinde oturmaya zorlamak ve boşaltılan bölgeye de Kozak ve Rus halkının iskânı ile Kafkasya Rusyalaşacaktır.” demektedir.
1859 yılında Şeyh Şamil’in esir düşmesi ile bütün Rus kuvvetleri Kafkasya batısına yönlendirildi. Bu büyük kuvvet karşısında; Şubat ayında Kızılbekler, Başılbeyler, Besleneyler, Haziran ayında Bjeduğlar, Ağustos ayında Temirgueyler ve Kuban Irmağı ötesi Kabardeyler’i, Kasımda Abzekhler, 1860/1863 yıllarında Natukhaylar ve Şapıshlar teslim oldular. Ancak; Adıge, Ubukh ve Abhazların direnmesi devam ediyordu.
1860 yılında Rusya Başkumandanı Prens Baryantisnki “… Üstün kuvvetlerle yapılacak taaruz ile Çerkez’leri çekilmeye zorlayarak, ovalara veya Osmanlı topraklarına sürmek ve yerlerine Kozak ve Rusları yerleştirmek” düşüncesinde idi ve bunu bir rapor halinde hazırladı. Bu rapor Kafkasya Komisyonunda dikkate alındı, ancak bu yapılması planlanan ovalara göçün büyüklüğünün mali yönden vereceği sıkıntı ve Çerkez isyanına dönüşebileceği endişesi ile imkansız olduğu ifade edilerek raporda da belirtildiği gibi, Çerkezler’in Osmanlı topraklarına sürülmelerine karar verildi.
1861 yılında, yurtlarından ayrılmak istemeyen ve Rusya yönetimi altında yaşamayı kabul eden Abzekhler, bir anlaşma sağlayabilmek için liderleri vasıtasıyla, Kafkasya’da bulunan Çar II. Aleksandr’a başvurdular. Çar’ın “Size düşünmeniz için sadece bir ay tanıyorum. Bir ay sonra Kuban boyunda size gösterilen yerlere taşınmayı kabul edip etmediğinizi Kont Yevdokümov’a bildireceksiniz veya Osmanlı ülkesine göç edeceksiniz.” sert cevabı ile yapılan başvuru sonuçsuz kaldı ve sürgün bütün acımasızlığı ile uygulanmaya başladı.
Kafkasya’nın batısı yerleşimi ile ilgilenen Kont Yevdodokümov’un da inandığı tek şey, “yerleşimi kabul etmiş Çerkez halkı bile tehlikeydi ve bütün Çerkezlerin denizin karşı tarafına kovulmaları gerekmekteydi.”
Çerkezlerin Osmanlı topraklarına gönderilmeleri; 1861-1862 ve 1863-1864 yıllarında iki safhada gerçekleştirildi. 1861 yılında Besleneyler yurtlarını terk eden ilk topluluk oldu. Daha sonra Laba ötesi Kabardeyler, Temirguryler ve diğerleri büyük acılarla yurtlarından ayrılmak zorunda bırakıldı. Boyun eğmeyen ve savaşmaya devam edenler de 1863 – 1864 yıllarında aynı durumu yaşamaya başladı. Bunların çabalarını, Rus kaynakları şu sözerle takdir etmekteydiler: “Düşman kuvvetlerine de adil olarak hakkını vermeli, cesaretlerini kabul etmeliyiz. Onlar kendi hürriyetlerini korumak için savaşmaktadırlar.”
Karadeniz’in bütün kıyı şeridi sürgün edilenlerle dolmaya başladı. Batum, Poti, Sohum, Adler, Psow, Çandrıpş, Tuapse, Tsemez, Anapa, Taman ve Kerç limanları sürgünler için çıkış limanları idi.
Taşıma imkanlarının yetersiz olması birikmelere sebep oluyor, aylarca kıyılarda aç susuz bekleyenlere rastlanıyordu. Hastalık ve açlık başlamıştı. Açlıktan ölmüş annesinin, memesini emmeye çalışan çocuklara, açlıktan güçsüzleşen insanlara saldıran aç köpeklere sıkça rastlanmaya başlandı.
Tekne sahipleri, para hırsı ile teknelerine kapasitesinden fazla kişi almaktaydı 50-60 kişi kapasiteli yelkenlilere 300 kişi tıklım tıklım dolduruluyor ve üç beş gün veya bir hafta sürecek sefere çıkılıyordu. Bir Abhaz anne, ölen çocuğunun öldüğü belli olmasın diye devamlı ninni söyleyip, meme emzirir rolüne sığınıyor, kokudan fark edilince de, gemiciler tarafından kucaktan koparılıp denize atılan yavrusunun arkasından o da Karadeniz’in kara sularına atlıyor… Donarak ölen insanlar…
Ölenler gemiciler tarafından denize atılıyor ve yüzen cesetler arkadan gelen teknelerdeki Çerkezler tarafından görülüyordu. Buna; “göç” diyenler, “sürgün” diyenler aslında bir “soykırım” olan bu acı olayları görmek istemeyip, üç maymunu oynayan dünya ulusları ve Kafkasya’da zafer çığlıkları atmaya devam eder Ruslar.
Sürülenlerin Sayısı ve Gidilen Yerler
Sürgünle ilgili Kafkasya’dan göç ettirilenlerin sayısını gösteren, sürgün şartları sebebi ile güvenilir bir istatistik yoktur. Yapılan araştırmalarda bu rakam 500.000 ilâ 2.750.000 arasında değişmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun kayıtlarına göre, sürgüne tabi olan ve gelebilen Kafkasyalı’nın 900.000 civarında olduğu tahmin edilirken, daha önceki ve daha sonraki tarihlerde gelen ve yollarda telef olan sürgünzedelerin de yaklaşık 1.500.000 kişi olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca, 1878 yılı sonunda Abhazya’nın %70 halkı savaş sırasında Osmanlılara yardım etme bahanesiyle, Osmanlı topraklarına, bir kısmı da toprak mülkiyet hakları ellerinden alınarak Kuban Çukuru’na sürülmüşlerdir.
1864-1878 yılları arasında Kafkasya’dan Rumeli’ye göç ettirilen Kafkasyalı sayısı 600.000’dir. bunların en az 200.000’i göç sırasında soğuk, hastalık, açlık sebebiyle hayatlarını kaybetmişlerdir. Gelebilen 400.000 civarındaki Kafkasyalı; Bulgaristan, Dobruca, Sırbistan, Arnavutluk gibi Rumeli topraklarına yerleştirildiler. Bunun dışında; Anadolu, Suriye, Irak, Ürdün’e yerleşimler yapıldı.
Rusya, sınırlarına yakın veya ileride kendi etki alanına girebilecek yerlerde, Kafkaslı yerleşimine karşı çıktı. 1878 Berlin Antlaşması, Rumeliye iskân edilen Kafkasyalıların yaklaşık 175.000’ini ikinci göçe zorladı gemilerle; Suriye, Ürdün, Trablus’a gönderilenlerden ayrı olarak, Anadolu’da; Samsun, Sivas, Ankara, Adapazarı, Düzce, Bandırma, İzmir, Manisa, Aydın, Mersin, Adana, Antalya’ya yerleştirildiler.
Olayın aniden patlaması Osmanlı İmparatorluğu’nu da hazırlıksız yakalamıştı.
Samsun’a görevli gönderilen Sağlık Müfettişi Baruzzi’nin 20 Mayıs 1864 tarihindeki raporu, bu durumu teyit etmektedir: “…talihsiz göçmenlerin içine bulundukları durumu tarif etmeye kelimeler yeterli değil… Kapı eşiklerinde, dükkân önlerinde, yolların, meydanların orta yerlerinde, bahçelerde, ağaç diplerinde, her yerde hasta, ölmek üzere ve ölmüş insanlar dolu. Göçmenlerin bulunduğu her yer, her sokak köşesi, uğradıkları her bir nokta enfeksiyon yatağı haline gelmiştir. Karantina bürosuna birkaç adım ötesindeki ancak 30 kişi alabilecek bir depo binası, önceki güne kadar hepsi hasta veya ölmek üzere olan 207 kişiyi barındırıyordu… Oradan çürüme halinde birçok ceset çıkarttım. Bu olay göçmenlerin durumu hakkında bir nebze fikir verebilir…
Trabzon’da gördüklerim Samsun şehrinin sergilediği ürkütücü manzara ile kıyas kabul etmez… Kamplarda 40.000 ile 50.000 kişi, kesin bir yoksulluk içinde, hastalıkların saldırısı altında, büyük kısmı ölüp gidecek, başlarının üzerinde bir çatıdan, ekmekten ve mezardan bile mahrum, buraya atılmış durumdalar… Ölüleri gömmek için düzenleme yok, at yok, araba yok, tekne yok, hiçbir şey yok… Burada 70-80 bin göçmen var. Birkaç güne kadar bu sayı ikiye katlanacaktır. Bu göçün bu şekilde kendi haline bırakılması gerçek bir felâket olacaktır…”
1871-1872 yıllarında Dağıstan ayaklanmaları Rusya tarafından bastırıldıktan sonra kitle halinde göçe zorlandılar. Dağıstanlılar, Çeçenler, Osetler kara yolu ile Kars ve Doğu Bayazıt’tan Osmanlı topraklarına giriyorlardı. Bu göçten ayrı; 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından sonra Dağıstan ve Çeçenler Rusya içlerine, Batı Kafkasya halkından 150.000’e yakın kişi de Kuban Çukuru’na göç ettirildiler.
Rusya’nın, asırlarca Kafkasya’yı denetim altına alma düşüncesine en büyük katkı; İran’ın Transkafkasya üzerindeki emelleri, Osmanlı’nın Hazar kıyılarına ulaşmasını engelleyerek, Kafkaslar’daki manevra kabiliyetini sınırlamış olmasıdır. Osmanlı hazinesinin tükenmesine ve büyük insan kaybına en önemli faktörlerden biri olmuştur.
Ayrıca; Osmanlı Devleti bu savaşlar sonucunda, gerek mali gerek askeri bakımdan Rusya’ya karşı ciddi bir ordu gücü hazırlayamamış, bundan yararlanan Rusya, asıl Kafkasya’da Hıristiyanlığı yaymak gibi bir imkana sahip olmuştur. Birçok Kafkas yöneticisi ve muhalefette bulunan feodal beyler iktidara sahip olabilmek için Moskova’ya gidip vaftiz olmuşlar ve aldıkları destekle bölgeye Hıristiyan-Rus idarecisi olarak dönmüşlerdir.
Görüldüğü üzere, İran-Osmanlı çekişmesi; Kafkasya’nın bütününde ve Hazar kıyılarında, Rusya’nın gücünü ve ideolojisini tanıtmasına, Hıristiyanlığı yaymasına, Gürcü ve Ermeniler arasında taraf bulmasına, Kozakları bölgeye yerleştirmesine imkan sağlamıştır.
Bütün bu olanları ve çekilen acıları yaşamış olan, soykırıma uğramış Kafkas çocukları, Atalarının ruhlarının Kafkas Doruklarında hala dimdik durduklarını bilmektedirler.
Kaynak: Hasan İzzet Altınanıt – Özgürlüğün Görkemli Ülkesi Kafkasya

Türk Yurdu Kırım

Türk Yurdu Kırım

Yrd. Doç. Dr. TUNÇ BORAN
Kırım’daki gelişmeleri millet ve tarih şuuruna sahip vatanseverler büyük bir kaygıyla takip ediyorlar. Rusların Kırım’ı işgal etmesi veyahut Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin bir oldubitti ile denizaşırı komşumuz Ukrayna’dan ayrılarak Rusya’ya dâhil olması bu kaygının sebebi. Kırım hakkında derin değil yüzeysel bile bilgi sahibi olmayan/olamayan kamuoyu, Türk vatanseverlerinin ve milliyetçilerinin Ukrayna’nın toprak bütünlüğü konusundaki kaygısını anlamakta zorlanıyor. Kırım gibi Karadeniz’in en önemli üssünün Rusya’nın eline geçmesi Türkiye’nin güvenlik politikaları açısından büyük bir risk. Ancak stratejik planlardan, ekonomik faktörlerden, kâr/zarar hesaplarından, küresel, bölgesel dengelerden ve ittifaklardan daha kutsal, maddiyat ile satın alınamayacak değerleri olmalı insanın. Vatan gibi, millet gibi, kardeşlik hukuku gibi.
Kırım Bir Türk Yurdudur
Bugün Ukrayna ve Rusya arasında güç savaşına sahne olan Kırım, ne Rusya’ya ne de Ukrayna’ya ait bir yurttur. Kırım bir Türk yurdudur. Çalınan bir vatandır. Türklerin zulme uğradığı pek çok coğrafyadan bir tanesidir. Milyonlarca Kırım Türk’ünün öldürüldüğü, göçe zorlandığı acıklı bir tarih sahnesidir. Bugün her şeye rağmen 300.000 Kırım Türk’ünün vatanlarına geri dönerek ayakta kalmaya çalıştığı bir coğrafyadır. Türk milliyetçilerinin kaygılarının nedeni Kırım’da yaşayan kardeşleridir.
Kırım’ın tarihi Türkler için zulüm ve kanla yazıldı. Bu zulüm tarihinin miladı Kırım’ın Rus işgaline uğraması ve Osmanlı’dan koparılması ile başladı. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya tarafından sözde müstakil yapılan Kırım, dokuz yıl sonra Rusya’nın işgaline uğradı. Bugün yine tarih tekerrür ettirilmeye çalışılıyor. Kırım’ın vatandan koparılması bir padişahın ölümüne, yeşil ada Kırım’ın Türkler için yavaş yavaş solmasına neden oldu. Rusların Özi Kalesi’ni alarak 25.000 Türk’ü katlettiğinin haberini alan I. Abdülhamit üzüntüden felç geçirerek 1789’da öldü.
Türklerden Arındırılmalı
Kırım tarihin hiçbir döneminde Rus kimliğine ait olmadı. Rus anavatanına çok uzak bu topraklar yüzde yüze yakın bir oranda Müslüman Türk kimliği ile damgalanmıştı. Jeopolitik açıdan çok değerli topraklar Türklerden arındırılmalı ve Rus yurdu yapılmalıydı. 1800’lü yılların başından itibaren baskılar, zulümlerin her çeşidi Kırım’da yaşandı. Zulümden, açlıktan ve çocuklarının geleceğinden korkan Kırım Türkleri göçe zorlandı. Aktopraklar adını verdikleri Anadolu’ya göç etmeye başladılar. Kırım’da yavaş yavaş Türk nüfus azaldı, Rus nüfus artmaya başladı. O zulüm yıllarında bile Kırım Türkleri direndi. Kendi başına kurtuluşun mümkün olmadığını anlatan, “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” diyen büyük bir düşünür o topraklarda yaşadı. Gaspıralı İsmail Bey, Türk’ün en karanlık çağında kurtuluş reçetesini Kırım’dan bütün Türk dünyasına duyurdu. Bu kurtuluş reçetesi, bugün geçerliğini koruyor. Bu reçeteyi uygulamayan Türk dünyasını her yeni dönemde ne yazık ki yeni acılar bekliyor.
Çarlık Rusya’sı, Kırım’ı Ruslaştırma politikasını son nefesini verdiği 1917’ye kadar tavizsiz uyguladı. Ancak maksadına ulaşamadı. Kırım, hatırı sayılır bir Rus nüfusunun iskan edilmesine rağmen hala bir Türk yurdu idi. Kırım Türkleri büyük bir direnç göstermişlerdi. Nasyonal duygulardan uzak olduğunu iddia eden Sovyet Rusya, Çarlık Rusya’sının yarım bıraktığı işi tamamladı.
Vagonlar Tıkabasa Dolduruldu
Kırım Türkleri, İkinci Dünya Savaşı’nda o yılların ve tarihin en büyük iki zalimi Hitler/Stalin arasında kaldılar. Hangisi kazanırsa kazansın Kırım Türkleri için sonuç değişmeyecekti. Stalin kazandı. 18 Mayıs 1944 günü bir gecede Kırım’da yaşayan bütün Türkler bir gecede sürgüne gönderildi. Yüz binlerce insan, yanlarına yiyecek almalarına izin verilmeden hayvan vagonlarına tıka basa dolduruldu. Tren vagonlarına doldurmayı unuttukları binlercesini yok ettiler. Vagonlarda ise önce yaşlılar ve çocuklar hayatını kaybetti. Sonra diğerleri. Sibirya’da, Orta Asya’nın çöllerinde biten yolculuğun ardından iklime uyum sağlayamayanlar hastalıktan öldü. 19 Mayıs 1944 sabahı, 150 yıllık Rus rüyası gerçek oldu. Türk yurdu Kırım’da tek bir Türk kalmamıştı.
Acı ve ıstırap katlanarak arttı. Vatanlarından, evlerinden zorla sürülmüşlerdi. Geri dönüş izinleri yoktu. En ağır şartlarda çalıştılar. Kimliksiz olarak yaşadılar. Aç kaldılar ama yine de yaşadılar. Direndiler, bir gün evlerine geri dönecekleri günün hayalini kurdular. Bu hayali gerçek yapmaya çalışanlar en ağır cezalara çarptırıldı. Kırım Türkü Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, açlık grevlerinde bedenini siper etti, çalışma kamplarında Sovyet zindanlarında yattı. Bütün dünya demirperdenin arkasından gelen bu cesur sesi, insan hakları savunucusu Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun haklı mücadelesini duydu. Ancak Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu bu haklı mücadelesinde terörden ve şiddetten hep uzak durdu ve uzak durulmasını sağladı. Nihayet vatana dönüş mücadelesi Sovyet Rusya’nın son günlerinde zaferle sonuçlandı. Kırım Türkleri büyük mücadeleler sonucu evlerine geri dönmeye başladılar. Sürgünden Kırım’a dönen bir Kırım Türk’ü, nasıl başardıklarını şöyle açıklıyor:
“Şimdi düşünüyorum, yaşadığımız bu facialara, dehşetli günlere rağmen nasıl sağ kalabildik, nasıl olup da vatanımız Kırım’a dönebildik diye? Bunun bir tek açıklaması var o da birlik. İsmail Bey Gaspıralı’nın bize miras bıraktığı birlik. Biz birbirimizi koruyarak, birbirimizle dayanışarak, ekmeğimizi paylaşarak, birlikte mücadele ederek bugünlere gelebildik.”
Kırım’a dönmeyi başarmışlardı ama bu defa Kırım’da evleri, tarlaları ellerinden alınmıştı. Zorlukla, yoksullukla, yoklukla mücadele ederek ayakta kalmaya çalıştılar. Üç yüz bine yakın Kırım Türk’ü vatanlarında yaşıyor bugün. Kısaca anlattığımız bu tarih, Kırım’ın neden Rusya’ya bağlanmaması gerektiği açıklıyor. Kırım Türklerinin lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun dediği gibi Kırım Türkleri, demokrasi, hukuk devleti, bireysel özgürlükler perspektifi olan bir ülkede yaşamak istiyor. Tarih bize göstermektedir ki, Rusya’nın egemenliğindeki Kırım’da bu mümkün görünmemektedir. Türk milliyetçileri Rusya’nın Kırım’ı işgalini engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapmalı, Kırım’daki kardeşlerimize yardım etmelidir.
Bu yazıda özel olarak Kırım Tatarı/Türkü veya Tatar Türkü gibi sıfat karmaşına düşmemek için Kırım Türk’ü ifadesi kullanıldı. İlminsky ile başlayıp Sovyetlerin Millet Sistemi ile devam eden Türk dünyasının parçalamak için kullanılan ve uydurulan yerel sıfatları reddetmek durumundayız. Suriye Türkmeni, Irak Türkmeni, Azeri, Tatar, Kazak, Kırgız, Özbek, vs. sıfatlar Türk dünyası birliğinin önüne bilinçli konulan en büyük engeldir.

Thursday, 2 November 2017

Anadolu Üniversitesi Turizm Fakültesi “Hamur Şekillendirme Dersi Öğrenci Sergisi” açıldı


“Hamur Şekillendirme Dersi Öğrenci Sergisi” açıldı
Anadolu Üniversitesi Turizm Fakültesi “Hamur Şekillendirme Dersi Öğrenci Sergisi”, 1 Kasım Çarşamba günü  Öğrenci Merkezi Fuaye Alanında açıldı. Açılışa Turizm Fakültesi öğretim elemanlarının yanı sıra ürün sahibi öğrenciler de katıldı.
Açılış konuşmasını yapan Turizm Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Semra Günay Aktaş öğrencilerin çalışmalarından oluşan sergi hakkında şunları söyledi: “Belki de ilk defa Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümünün sanatla olan bağlantısını bu kadar net ortaya koyabildik. Dolayısıyla bu sergi bizim için çok önemli. Haklı olarak herkes mutfağın, aşçılığın sanatla nasıl bir ilgisi olduğunu düşünüyor. Sevgili öğrencilerimiz de mutfakla sanatın bağlantısını ortaya koymak için güzel, somut ürünler oluşturdular. Bu dersi açtığımızda bütün öğrencilerimiz geleneksel hamur şekillendirme eğitimi alacaklarını düşünüyorlardı. Oysa sanatla sanatın temel kurallarıyla ilgili bir takım dersler aldılar ve bir proje hazırladılar. Ben hem proje yürütücümüz Yrd. Doç. Dr. Sibel Önçel’e hem bize sanat yönünden danışmanlık yapan Setanay Sipahiye aynı zamanda bu kadar güzel ürünler gerçekleştirip, bu sergi ortamını sağlayan bütün öğrencilerimize teşekkür ediyorum.”
Dekan Prof. Dr. Aktaş’ın konuşmasının ardından Turizm Fakültesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü öğrencilerine katılım belgeleri verildi.
Sergi, 3 Kasım Cuma gününe kadar Öğrenci Merkezi Fuaye Alanında ziyaret edilebilecek.

Sunday, 15 October 2017

Barzani'ye 48 saatlik süre!


 Merkezi Yönetim ile Kürt Bölgesel Yönetimi arasında Kerkük ile ilgili yaşanan gerginlik devam ederken, Irak ordusu ile Haşdi Şabi birliklerinin Kerkük etrafındaki konuşlanması sürüyor. Süleymaniye'de ise Bağdat yönetimi ile KYB yetkilileri arasındaki pazarlıklar gerginliği daha da arttırdı. 6 şart öne süren Irak merkezi yönetimi, KYB'ye 48 saat süre verdi.



Barzaniye 48 saatlik süre!
 Cumhurbaşkanı Fuat Masum, Süleymaniye'de KYB yetkilileri ile bir araya gelerek Başbakan Haydar İbadi ile Haşdi Şabi birliklerinin taleplerini iletti. 6 şart için 48 saatlik süre verildi. Kerkük içerisinde ve etrafındaki Peşmerge güçleri, Türkmen Haşdi Şabi birlikleri ve Irak Ordusu güçleri ise eller tetikte hazır bekliyor.

MERKEZİ YÖNETİMİN KYB'YE SUNDUĞU 6 MADDE
Bağdat hükümetinin KYB'den talep ettiği 6 madde ise şöyle:
* Kerkük Havaalanını Irak ordusuna teslim edilecek
* K1 Keyvan askeri karargahını Irak ordusuna derhal verilecek
* Tüm Petrol kuyularını,yataklarını ve şirketlerin kontrolü Irak ordusuna geçecek.
* Kerkük valisi Necmettin Kerim görevden alınacak
* Peşmerge'ye teslim olan DAEŞ militanlarını Irak ordusuna teslim edilecek
* Peşmerge'nin ve Kürt yönetiminin kontrolünde olan Kerkük'ün tüm bölgeleri ile DAEŞ'ten geri alınan bölgeleride derhal Irak ordusuna teslim edilecek.



İTC LİDERİ ERŞAD SALİHİ, KERKÜK'TE GÖVDE GÖSTERİSİ YAPTI
Bu arada İTC Lideri Erşad Salihi, Bağdat'tan Kerkük'e giderek ağır silahlı korumaları ile birlikte halk içerisine girip gövde gösterisi yaptı. Sıkı güvenlik önlemleri altında vatandaşlar ile bir araya gelen Salihi, Türkmen halkına yaptığı konuşmalarla moral verdi. Salihi, Kerkük'ün Peşmerge'ye teslim edilmesinin söz konusu olmadığı yönünde ifadeleri tekrarladı.

İTC Merkez binasında da çalışma arkadaşları ile bir araya gelen Salihi, bölge ve geleceği ile ilgili toplantı düzenledi. Erşad Salihi toplantıya başkanlık yaparken, Haşdi Şabi Türkmen birlikleri de toplantının yapıldığı binanın güvenliğini sağladı.

İTC Başkanı Salihi'nin Kerkük'te bulunduğu süre içerisinde ise Tuzhurmatı ve Beşir bölgesinde bulunan Türkmen Şabi Birlikleri de eller tetikte, hazır bekledi. Olası saldırı veya suikast girişimine karşı her türlü önlem alındı.

BAŞBAKAN YILDIRIM İÇİN SIKI GÜVENLİK ÖNLEMİ
Başbakan Binali Yıldırım'ın pazar günü bir günlüğüne düzenleyeceği ziyaret öncesi, Irak Ordusu ve Haşdi Şabi birliklerinin yanı sıra istihbarat birimlerinin kentte sıkı güvenlik önlemi aldığı görüldü. Olası terör saldırılarına karşı polis köpekleri ile aramalar yapıldı, caddelerde hiçbir aracın uzun süre park etmesine izin verilmiyor.

DAEŞ'in olası saldırı ihtimaline karşın da kentte operasyonlar düzenleniyor. Başkentteki tüm önemli otellerin giriş çıkışları özel komando birlikleri tarafından kontrol altına tutuluyor. Yine otellere giriş yapanların üst araması yapılıyor. Araçlar, eğitimli köpeklerle didik didik aranıyor.
Cuma günü kentteki tüm camilere namaz kılmaya gelenler, güvenlik güçleri tarafından arandıktan sonra camiye alındı. Diğer günlerde de önemli camilerde aynı uygulama sürüyor.

Türkiye'de de çok iyi bilinen Abdulkadir Geylani türbesinin bulunduğu camiye de girişler ağır makinalı silahlara sahip askerler tarafından kontrol altınta tutuluyor. Cami ve türbeye telefonla girilmesine izin verilmiyor. Telefonlar ziyaret sonrası sahiplerine yeniden iade ediliyor.
.

Saturday, 30 September 2017

Türkiye, havacılıkta dünyada 11’inci sıraya yükseldi


Başbakan Yıldırım: Bugün Türkiye, havacılıkta dünyada 11’inci sıraya yükseldi




Başbakan Binali Yıldırım, Türkiyenin, havacılıkta dünyada 11inci, 28 Avrupa ülkesi arasında 5inci sıraya yükseldiğini belirterek, "Bayrak taşıyıcımız Türk Hava Yolları, Avrupanın 2nci büyük şirketi haline geldi. Nereden nereye... İç-dış hat 34 milyon yolcudan bugün 174 milyon yolcuya çıktı. Bu sene sonunda 190ı geçecek.” dedi.
Ankara’dan Çanakkale’ye gelen Başbakan Yıldırım’ı, Çanakkale Havalimanı’nda Çanakkale Valisi Orhan Tavlı, Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, Çanakkale Emniyet Müdürü Celal Şen, İl Jandarma Komutanı Jandarma Kıdemli Albay Necmi İnce, Çanakkale Boğaz ve Garnizon Komutanı Tuğamiral Mithat Kemal Algül, AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan, Çanakkale Milletvekili Ayhan Gider, AK Parti Çanakkale İl Başkanı Yeşim Karadağ ve Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanı İsmail Kaşdemir karşıladı.
Yıldırım ile Bilim, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü de Çanakkale’ye geldi.
Açılışta konuşan Başbakan Yıldırım, Çanakkale’de programları olduğunu, buraya gelmişken yapımı tamamlanan bu güzel terminalin de açılışını gerçekleştireceklerini söyledi.
Çanakkale’nin 15 yıllık hükümetleri döneminde ulaşım ve diğer birçok alanda çok büyük hizmetler gördüğünü anlatan Yıldırım, şöyle devam etti:
“Çanakkale deniz taşımacılığı hemen hemen bitmişti. Bugün adalar dahil olmak üzere Çanakkale’de çok düzenli, gelişmiş bir deniz yolcu taşımacılığı hizmeti verilir hale geldi. Çanakkale’nin komşu illerle bağlantısı yoktu. Edirne, Tekirdağ, Bandırma, Balıkesir ve İzmir’le bağlantıları çok zayıftı. Bütün bunları bölünmüş yollar haline getirdik ve Çanakkale’yi hem Ege’ye hem Marmara’ya hem de orta Anadolu’ya ulaşılır hale getirdik. Çanakkale’de tarihi yarımadanının önceki halini biliyorsunuz. Nereden nereye geldi. ‘Çanakkale geçilmez.’ diyen ecdadımızın, şehitlerimizin meftun olduğu o bölge bugün Türkiye’nin en onurlu, en prestijli alanları haline geldi. 18 Mart’ta, 24-25 Nisan’da akın akın insanlar geliyor, tarihini, geçmişini öğreniyor ve geleceğe heyecanla, umutla bakıyor.”
Başbakan Yıldırım, Çanakkale’de 15 yıl önce hava ulaşımının da olmadığını dile getirerek, havaalanını açtıklarını, pistini de büyüttüklerini, şimdi de 12-13 bin metrekarelik, hem iç hatlara hem dış hatlara hizmet edecek bu terminali armağan ettiklerini söyledi.
“1 Kasım’dan itibaren İstanbul’dan da günlük seferler başlayacak”
Çanakkale’ye Ankara’dan günlük seferler yapıldığını dile getiren Yıldırım, “1 Kasım’dan itibaren inşallah İstanbul’a da günlük seferler yapılacak. Atatürk Havalimanı’na, böylelikle iki büyük şehrimize, oradan da yurt dışına bağlantılar gerçekleşmiş olacak.” dedi.
Yıldırım, Çanakkale’ye 2003’te ilk defa geldiğinde bir şey fark ettiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:
“Çanakkale geçilmez, yazısı her yerde yazıyordu. Atalarımız, ecdadımız düşmana karşı ‘Çanakkale geçilmez’ dedi ve geçilmedi. Ama daha sonra Çanakkale ulaşımda da geçilmez hale gelmiştir. Denizde yok, karada yok, havada yok. Ecdat düşman için geçilmez dedi. Çanakkale Türkiye için geçilir, Türk milleti için geçilir, havadan da gelinir, karadan da gelinir, denizden de gelinir. Çanakkale yolu en fazlasıyla hak eden bir ilimiz. Çünkü Türkiye’nin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık yürüyüşünde en önemli direnişin, destanların yazıldığı şehrin adıdır.”
“Türkiye havacılıkta destan yazdı”
Başbakan Binali Yıldırım, Türkiye’nin son 15 yılda havacılıkta sadece Türkiye’de değil, dünyada destan yazdığını vurgulayarak, şöyle devam etti:
“Türkiye’nin bugün havacılıkta dünyada 11’inci, 28 Avrupa ülkesi arasında 5’inci sıraya yükseldi. Bayrak taşıyıcımız Türk Hava Yolları, Avrupa’nın ikinci büyük şirketi haline geldi. Nereden nereye… İç-dış hat, 34 milyon yolcudan bugün 174 milyon yolcuya çıktı. Bu sene sonunda 190’ı geçecek. 350’den fazla noktaya uçuş yapıyoruz. Dünyada daha fazla uçuş yapan bir başka havayolu yok. 159 ülkeye doğrudan uçuşlarımız var. Bu ne kadardı? 60 ülke. 60’tan 159’a geldi. 55 uçağımız vardı şimdi sayısını bilmiyorum. 500 uçağı buldu özel sektör, Türk Hava Yolları… Daha çok şey anlatılabilir. Hava alanlarında çalışanların sayısı 4 kat arttı. Dünyanın en büyük havalimanını Türkiye yapıyorsa boşuna yapmıyor, bu 15 yıllık bir başarının sonucudur. Türkiye’ye yakışan da budur.”
Terminalin Çanakkale’ye hayırlı olması temennisinde bulunan Yıldırım, kentin buradan yapılacak seyahatlerle ekonomik olarak ve turizm bakımından çok daha büyük bir fayda sağlayacağını vurguladı.
Yıldırım, 2018’in “Troia Yılı” ilan edildiğini hatırlatarak, “Kültür ve Turizm Bakanlığımız buna yönelik de çok büyük bir etkinlik, program planlıyor. Böylece Çanakkale’ye hem yurt içinden hem yurt dışından çok daha fazla misafir gelecek. Çanakkale’mizi çok daha iyi tanıtma imkanına sahip olacağız.” dedi.
Yapımı tamamlanarak hizmete alınan Çanakkale terminalinin hayırlı, uğurlu olmasını dileyen Yıldırım, emeği geçenlere de teşekkür etti.
Başbakan Binali Yıldırım ve beraberindekiler daha sonra kurdele keserek Çanakkale Havalimanı yeni terminal binasını hizmete açtı.
Bakan Arslan, Başbakan Sayın Yıldırım ile birlikte, daha sonra akademik yıl açılışı ile fahri doktora tevcih törenine katılmak üzere Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’ne geçti.

Saturday, 9 September 2017

Türkiye yabancılara iş kapısı oluyor


Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yılın ilk altı ayında 46 bin 684 yabancıya çalışma izni verildi.
Dünyanın dört bir yanından binlerce kişi, Türkiye'de çalışma izni alabilmek için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurdu. Bunları titizlikle inceleyen bakanlık, yılın ilk altı ayında, toplam 55 bin 671 başvurudan 46 bin 684'ünü kabul etti. İzin verilenlerin 24 bin 544'ü erkeklerden, 22 bin 140'ı kadınlardan oluştu.
Başvuruların bin 828'ini reddeden bakanlık, 6 bin 347 dosyayı ise çeşitli gerekçelerle iade etti. 812 başvuru ise henüz karara bağlanmadı.
Bakanlığın izniyle yılın ilk altı ayında 8 bin 652 Suriye, 5 bin 49 Kırgızistan, 4 bin 288 Ukrayna, 3 bin 884 Gürcistan, 2 bin 581 Çin, bin 781 Türkmenistan, bin 508 Hindistan ve bin 487 Rusya uyruklu Türkiye'de çalışmaya başladı.  Toplamda ise Türk kökenli 6830 kişi Türkiye de çalışma izni aldı

Türkiye ile Kazakistan yatırım anlaşması imzaladı



Kazakistan ile Türkiye arasında 590 milyon dolarlık yatırım anlaşması imzalandı.
Kazakistan Başbakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Kazakistan'ın Ankara Büyükelçiliğinin çabalarıyla Kazakh İnvest Milli Şirketi ile Çalık Holding, Yıldırım Holding, Yıldızlar SSS Holding, Agrobest Group ve diğer Türk şirketleri arasında toplam 590 milyon dolarlık yatırımanlaşmalarının yapıldığı bildirildi.
Açıklamada, anlaşmaların Kazakistan'da inşaat malzemeleri, makine üretimi, kimya işletmeciliği, metalürji ve enerjinin üretimini öngördüğü kaydedildi.
Son 5 yılda Kazakistan'da Türk şirketlerinin 667,5 milyon dolarlık 18 yatırım projesinin hayata geçirdiğine vurgu yapılan açıklamada, ileriki süreçte 10 projenin daha devreye alınacağı hatırlatıldı.
Açıklamada, Türkiye'nin Kazakistan'a yaptığı toplam yatırımın 2,1 milyar dolar olduğunun da altı çizilirken 2017 yılın 6 ayında yapılan yatırımın 925,1 milyon dolar olduğu kaydedildi.


Adıyaman Belediyesi Hentbol Takımı Türkiye Kupası Grup Elemeleri İkinci Maçında Ahi Evran Üniversitesini 38 - 27 Yendi



  Adıyaman Belediyesi Hentbol Takımı Türkiye Kupası Grup Elemeleri İkinci Maçında Ahi Evran Üniversitesini 38 - 27 Yendi 20 dakika önce
Belediye Hentbol Takımımız Türkiye Kupası Grup Elemeleri İkinci Maçında Ahi Evran Üniversitesini 38 - 27 Yenerek Gruptan Çıkmayı Garantiledi


Friday, 4 August 2017

ANTRENÖR VE İYİ BİR ANTRENÖRDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER




ANTRENÖR VE İYİ BİR ANTRENÖRDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER


Antrenör

Başarı için sporcuların beceri, biyomotorik özellikler, teknik, taktik, oyun kuralları, beslenme, fiziksel gelişim, psikolojik uyum ve motivasyon yönlendiren gelişimini sağlayan ve takip eden kişidir. İyi bir antrenör yol gösterici ve örnek olmalıdır. Her konuda kendini yetiştirmeli ve yenilikleri takip etmelidir. Adaletli ve ahlaklı olmalıdır. Ahlaki bilgi noktasında yeterli düzeyde bilgi aktarabilmeli ve kendisi de uygulayıcı olmalı örnek teşkil etmelidir.

Antrenörün Kişilik Özellikleri
Sporcunun ya da takımın başarılı olmasında antrenörün kişiliği büyük önem taşımaktadır. Antrenmanlarla sporcuyu müsabakalara hazırlayıp, yönlendiren mesleki yeterlilikleri yerinde bulunan bir antrenör sporcuyu, sürekliliği olan ve bilinçli eldi edilen başarılara ulaştırır.
Antrenörün temel bazı kişilik özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
a-) Spor Bilgisi: Antrenör konusunda bilgi ve yeniliye açık olmalıdır. Sporcu antrenörün bilgisinden emin olmalıdır. Antrenör ilgili spor dalının kurallarını, tekniğinin ve taktiğinin bilgisine sahip olmak zorundadır. Sporcu psikoloji ve sporcu beslenmesi konularında da yeteri bilgi birikimi olmalıdır.
b-) İlgi Düzeyi: Sporculara ayrım yapmadan yeterli ilgiyi göstermelidir. Sürekli olarak ilerlemeleri ve gelişmeleri izlemeye açık olmalıdır.
c-) Ayrılabilme Özelliği: Antrenör sporcularını yeteneklerine göre yetiştirmeli ayrıntıları görebilmeli ve değerlendirmelidir. İyi bir yetenek seçimi taraması yapabilmeli.
d-) Örnek Olma: Antrenör tutum ve özellikleriyle sporcuya örnek olmalıdır. Sosyal çevresi ve dış ortamlarda örnek bir kişilikte olmalı. Ahlaki bilgiye sahip olup bunu da uygulamalı.
e-) Olgunluk: Antrenör sporcularının kusurlarını ve zayıf yönlerini alay etmeden yerinde ve yapıcı düzeltme yoluna gitmeli, hoşgörülüolmalıdır.
f-) Değişebilirlik: Antrenörün gerek dünya görüşü, gerekse spor kültürüyeni bilgilere açık olmalıdır. Alanında en son gelişmeleri her an takip edebilmelidir. Alanı ile ilgili yapılan seminer, konferans, söyleşi ve kaynaklara ulaşmalı, gelişimci olmalıdır.
h-) Zeka: Bir antrenörün meraklı, yaratıcı fikirlere açık bir kişilikte olması gerekir. Spor zekası, bilgi ve tecrübenin birikmesinin sonunda gelişecektir. Zeka gelişimi noktasında da sporcularını yönlendirmeli okumaya teşvik etmelidir.
ı-) İnatçı ve ısrarlı olmak: Antrenör karşılaştığı zorluklarla, hüsranlara ve yenilgilere rağmen cesaretini kırmamalı. Başarıda ısrarlı olmamalıdır. Bunların spor kariyerlerinde yaşanacak geçici bir deneyim olduğunun bilincinde olmalıdır.
i-) Sabırlı Olmak: Kişisel ya da grupsal gelişim uzun bir süre alabilir, hatta cesaret kırıcı bir yavaşlıkta da olabilir. Antrenör bunları bilmeli gerçek dışı, imkansız beklentilerle hayal kırıklığına uğramaktan kaçınmalıdır. Sabır her şeyin ilacıdır. Yanlış karar vermemize de engel olur.
j-) Kendini kontrol Edebilmeli: Antrenör özellikle müsabaka esnasında çok çabuk değişen hücumlarla kendine hakim olabilmelidir. Çünküantrenör stres altındaysa bunu sporculara taşır ve performanslarını etkiler.
k-) Organizasyon: İyi eğitilmiş bir antrenör zaman yönetiminde etkin olmalıdır ve sporcuyu istenen amaçlar yönünde organize edebilmelidir. Zamanında alınan tedbirler ve ileri görüşlülükle müsabaka süreçlerine hazırlanmalıdır. Zaman geri dönüşüolmayan ve telafisi bulunmayan bir kavram, gerçektir.
l-) Mizah Duygusu: Antrenör sporcularıyla şaklaşabilecek kadar iyi bir iletişime sahip ve insancıl olabilmelidir. Asık suratlılıktan ziyade gerektiğinde ve zamanında espiri yapabilmeli ve seviyeli olduğu müddetçe espirilere de açık olmalıdır. Grubun gülmeye ve şakalaşmaya da ihtiyacı olduğunu unutmayalım.
m-) Dikkatli ve Çalışkan Olmak: Antrenör çalışma koşullarını bütün ihtiyaçve taleplerine cevap verebilecek şekilde ayarlamalıdır. Bu dikkat ve çalışkanlık iyi bir program oluşturmak geçer. Yıl içinde yapılacak çalışmaları ve müsabaka dönemlerine ait takvimi doğru ayarlayabilmekte bir antrenörün dikkat etmesi gereken hususların başında gelmektedir.
Antrenör Tipleri
1-) Aşırı Disiplinli Otoriter Antrenör Tipi: Genellikle yeterli deneyime sahip olmayan gençantrenörlerdir. Sporculara ve insanlara pek güven duymaz, onun için ne olursa olsun yönetmek çok önemlidir. Kontrol kendilerinden alındığında büyük bir kaygı, stres ve emniyetsizlik içine düşerler. Her zaman başarılı olmayı bekler. Başarısızlığı ve yenilgiyi kabullenmez.
Avantajları: Disiplinli bir ortam yaratır, oyuncuların kendilerine amaçlarına adamalarını sağlar. Dezavantajları: Arda arda gelen başarısızlıklarla, takımda huzursuzluğa yol açabilir.
2-) Uysal ve iyi huylu Antrenör Tipi: Bu tip antrenörler sevimli ve çoğu zaman sempatik kişilerdir. Sporcularla sevgiye ve saygıya dayalı ilişkiler kurar. Sporcunun problemleri ile ilgilenirler. Sporcuları ile iyi bir iletişim kurarlar. Bu durum oyuncularında rahat iletişim kurma imkanı sağlar. Başarı hep birlikte paylaşılır, yenilgi ise telafi edilebilirdir ilkesi hakim olur.
Avantajları: Karşılıklı sevgi ve iyi duygular ortamı takım ruhunu güçlendirir.
Dezavantaşları: Bazen antrenörün esnekliği ve tüm önerilere açıklığı takımlarda zayıflığa yada otorite boşluğuna yol açabilir.
3- Gergin Ve Hareketli Antrenör Tipi: Bu tip antrenörler otoriter antrenör tipine benzer. Yinede aralarında farklılıklar vardır. Huzursuz tiplerdir. Alıngan ve telaşlılardır. Güven verici olmazlar.
4- Gevşek Antrenör Tipi: Boyun eymeğe meğilli, herşeyi rahatlıkla karşılayan ciddi olmayan tiplerdir. Rahat ve alanında pasiftir. Sporcularına güven vermez. Plansız ve programsızdır.
Avantajları: Sporcuya veya kişiye bağlı olmadığı için, bağımsızlık hissi verir. Bu rahat ortam, grubun performansı üzerinde baskıcı ortam oluşturmaz.
Dezavantajları: Antrenör ciddi olaylar karşısında sık sık yetersiz kalır. Tüm bir gelişme planı yoktur.
5-iş yapar GörünümlüVe Gayretli Antrenör Tipi: Gayretli ve ciddi davranışlıdır. Tutumlu ve ağırbaşlıdır. Sürekli kendini yenileme isteğindedir. Branşına yönelik gelişmeleri sürekli takip eder.
Başka bir görüşe göre de 3 antrenör tipi vardır:
1-Otoriter Antrenör: Antrenörün kendi kuralları geçerlidir. Otoriter veya otokratik antrenör olarak adlandırılan bu antrenör tipinde, otorite antrenörde toplanmıştır. Olumsuz bir atrenörlük tipi olabilir. Sporcu ve antrenör arasında fazla diyalog olmaz. Sporcular antrenörden korkarlar. Ama en önemli özelliği antrenör için güçlübir motivasyon oluşturabilir. Grupta karar alma antrenörde olduğu için hızlı karar alma noktasında da faydası olur. Sakıncası ise otoriter antrenörün tavır ve davranış şekli sporcularda motivasyon düşüklüğüne neden olabilir. Sporcular arasında psikolojik doyumsuzluk, moral ve kendi içinde çatışma görülebilir. Otoriterlik hep benciliği örnek gösterir.
2-Demokratik ve Katılımcı Antrenörler: Kendisi grupla birlikte hareket edebilir. Kararları, izleyicilere danışarak ve onların fikirlerine başvurarak alır. İzleyiciler işler hakkında bilgi sahibidir. Çünküiletişim iki yönlüdür. Demokratik ve katılımcı antrenörler, grup içinde kontrolüelinde tutmak yerine, denetim görevini yerine getirirler. Antrenör, grupta yardımlaşmayı teşvik eden bir ortam oluşturarak, yüksek motivasyon ve performans sağlar. Olağan zamanlarda başarılı bir antrenörlük modelidir, ancak kriz durumlarında karar almayı yavaşlattığından dolayı tercih edilmez.
3-Liberal Antrenör: Tamamen serbestlik hakimdir. Amaçların belirlenmesi ve kararların alınması grup üyelerine bırakılmıştır. Antrenör, takımdaki üyelerden biriymiş gibi davranır. Sadece takımın dışında yapılması gereken dış işlerle uğraşır. Çok fazla uygulanan bir Antrenörlük modeli değildir. Özellikle kriz dönemlerinde grupta kargaşa yaşanabilmektedir.

Bu üçantrenörlük modelini baktığımızda, antrenörlerin yapması gereken zamanlamasını ve sporculara davranış modellerini iyi ayarlaması gerekmektedir. Hem sporcuların üzerinde etkinliğini ve söz hakkını kaybetmemek hem de sporcuların başarılı olması noktasında doğru olana yönlendirilmesi açısından önem arz etmektedir. Bu model ve özellikleri okuyarak iyi bir antrenörün Muay Thai branşında başarıya ulaşma noktası nelerdir bunu da iyi analiz etmesi gerekir. Muay Thai bireysel bir spor olarak görünebilir ama belli sikletlerde bir araya gelindiğinde de bir takımdır. Bu sebeple bireysel başarılarda bu başarıyı takıma yansıtabilmek önemlidir. Başarı bireysel kutlanır veya ödüllendirme ona göre yapılırsa takımda çözülme ve kargaşa oluşabilir. Bu yüzden iyi bir Muay Thai antrenörügrubun içinde dengeyi çok iyi kurmak zorundadır. Başarıya giden yolun disiplin, ahlak, doğru bilgi ve grup birlikteliğinden geçtiğini unutmayalım.

Başarı bir yolculuktur, bir varış noktası değil. (Ben Sweetland)

YAZARLAR:
Doç.Dr.Aydın ŞENTÜRK, (Eğitimden Sorumlu Asbaşkan)
Korkmaz ATALAY (Genel Sekreter)

847 TL kronik hasta maaşı


Kronik Hastalıklarla Mücadele Eden Ailelere Yönelik Yeni Sosyal Yardım Programı'nın detayları belli oldu.



847 TL kronik hasta maaşı

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'nın talimatıyla çalışmaları başlayan 'Kronik Hastalıklarla Mücadele Eden Ailelere Yönelik Yeni Sosyal Yardım Programı'nın detayları belli oldu. Takvim'in haberine göre Programdan ilk aşamada 4 bin 300 tüberküloz ve SSPE hastası faydalanacak. Yardım programıyla hastalara asgari ücretin 3'te 2'sinin (847,52 lira) üzerinde aylık desteğin verilmesini planlayan Bakanlık, düzenli psikososyal destek de sağlayacak. Tıbbi öz bakımlarını gideremedikleri, yatağa bağımlı olarak yaşamlarını sürdürdükleri veya ev yaşam koşullarının iyileştirilmesi gerekliliği ilgili sağlık birimince tespit edilen tüberküloz hastalarına ek ödeme de yapılabilecek. 
 
NASIL BAŞVURULACAK?
 
Destekten yararlanılabilmesi için hanede kişi başına düşen aylık gelirin net asgari ücretin 3'te 2'sinden az olması şartı aranıyor. Ayrıca SSPE hastası olanların 'Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik'e uygun sağlık kurulu raporunun bulunması gerekiyor. Bu şartları taşıyanların, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları'na başvurması yeterli
https://www.haber3.com/saglik/847-tl-kronik-hasta-maasi-haberi-4872161

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts