Monday, 13 November 2017

RTEÜ öğrencileri elektromobil araç üretti




RTEÜ öğrencileri elektromobil araç üretti

Rize´de, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi (RTEÜ) Mühendislik Fakültesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü öğrencileri, 28 metrekarelik atölyede yüksek verimliliğe sahip elektromobil araç üretti. 'Atmaca isimli elektrikli otomobil, saatte 120 kilometre hıza ulaşabiliyor ve 100 kilometrede 1,4 lira değerinde yakıt tüketiyor. 

 Rize´de, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi (RTEÜ) Mühendislik Fakültesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü’nün öğrencileri, akademisyen Doç. Dr. Ersen Beyatlı öncülüğünde, otomobil üretimi için kolları sıvadı. Öğrenciler Berkan Emre İnce, Bünyamin Mete, İbrahim Buldu, Emrah Kapukaya, Raşit Aladağ, Furkan Sarı, Ayetullah Boztaş, Abdullah Bozkurt ve Aydan Burcu Başer’den oluşan ve kendileri için `Atmaca´ adını kullanan ekip, 28 metrekarelik atölyede işe koyuldu. Nisan ayında üretim çalışmalarına başladıkları yüksek verimliliğe sahip elektromobil aracı, 4 ay içerisinde tamamladı. 220 kilo ağırlığındaki otomobil, saatte 120 kilometre hıza ulaşabiliyor.  





100 KİLOMETREDE 1.4 LİRA YAKIT TÜKETİYOR

Üretimi tamamlanan elektromobil, TÜBİTAK tarafından Kocaeli Körfez Yarış Pisti´nde bu yıl 13’üncüsü düzenlenen uluslararası Alternatif Enerjili Araç Yarışları´nda da yer aldı. Yarışlarda üniversiteyi temsil eden ‘Atmaca’ ekibi, ürettiği elektromobil aracıyla dereceye girdi. Kocaeli Körfez Pisti´ndeki 30 tur üzerinden gerçekleştirilen ana yarışmada, 100 kilometrede 1.4 lira değerinde yakıt tüketimine sahip ‘Atmaca Elektromobil’, rakip araçlar arasında öne çıktı. Otomobil, 18 Kasım Cumartesi günü, memleketi Rize´yi ziyaret edecek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gelmesiyle test edilecek.





‘GECE GÜNDÜZ ÇALIŞTILAR’

RTEÜ Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Karaman, üniversitelerinin ve mühendislik fakültesinin yeni olduğunu belirterek, öğrenci ve akademisyenlerin kendilerine böyle bir projeyle geldiklerinde onlara destek olduklarını hatırlattı. Öğrencilerin sadece teorikte değil, uygulamada da kendilerini geliştirmelerini istediklerini dile getiren Karaman, “Bu anlamda biz de projeyi elimizden geldiğince destekledik. Bir mekan tahsis ettik ve maddi imkan ve ödenek sunduk. Çocuklar da gece gündüz çalıştılar. Bazı sabahlar çocukları tamirhanede kanepede uyurken görüyordum.

Sonuçta arabayı bitirerek yarışmaya katıldılar. TÜBİTAK’ın bu yarışmasına 51 üniversite katıldı. Bu yarışmacılar iki farklı ön elemeden geçtiler. Bizim aracımız da bu elemelerin hepsini başarı ile geçti. Yarışmada da 51 üniversite arasından 18´inci olduk. Ben aracı yapan ekibi ve bize destek veren herkesi tebrik ediyor ve onlara teşekkür ediyorum. Bu aracı biraz daha geliştirecekler. Bir sonraki yarışta da daha yukarıki basamaklara çıkmayı hedefliyoruz. Aracın hem dış görünüşünü hem de kullanılışını daha iyi hale getirmeyi hedefliyoruz. Öğrencilerimiz bu konuda bir tecrübe elde ettiler. Bunu önümüzdeki süreçte bir adım daha ileriye taşıyacaklardır” diye konuştu.




’28 METREKARE ATÖLYEDE YAPILDI; KAPI KIRILARAK, ÇIKARILABİLDİ’

Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın yerli otomobil konusunda sanayicileri yönlendirdiğini hatırlatan Prof. Dr. Karaman, şunları söyledi:

“Bugüne kadar araçları hep yurt dışından ithal ederek, alıyoruz. Üniversitelerin bu konuda devlete ve üreticilere destek vermesi lazım. RTEÜ olarak biz de bu işin bir yerinde olalım, dedik. Biz de bunu yapabiliyoruz, dedik. Burada yapılan çalışmalara devletimiz, destek vermeyi arzu ediyor.


Bu, bize bir ön araştırma, model oldu. Umarım daha gelişmiş daha iyisinde önümüzdeki dönem arkadaşlarımız yapacaktır. Çok dar bir mekanda arkadaşlarımız bu aracı yaptı. Bizim için zordu; çünkü ilkti. Hatta aracı yaptığımız 28 metrekare tamirhanenin kapısı dardı. Biz kapıyı kırarak, aracı dışarı çıkarttık. Zor şartlarda, kıt imkanlarla bunu başardık; ama insanlar, bunun yapılabildiğini gördüler. Şimdi daha çok destek alacağımızı düşünüyorum. Artık elimiz, bu konuda daha güçlenmiş oldu”


Karaman, memleketinde, kendi ismini taşıyan bir üniversitede yapılan otomobili Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın görmesini çok arzuladıklarını belirterek, bunun öğrenciler için motivasyon kaynağı olacağını da vurguladı.


‘SAATTE 120 KİLOMETRE HIZ YAPIYOR’

Otomobilin yapımına emek veren RTEÜ’de Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Ersen Beyatlı ise projeye 28 metrekarelik bir alanda başladıklarını anlattı. Beyatlı, “4 aylık bir çalışma sürecinde, 11 kişilik bir ekip, gece-gündüz dönüşümlü olarak çalıştık. Aracımıza isim olarak `Atmaca´ adını verdik.


Bu araç, sadece elektrik enerjisiyle bataryadan güç alarak ilerleyen bir araç. Bir depo ile yaklaşık 150 kilometre gidiyor. Saatte 120 kilometre hız yapabilme kapasitesine sahip. Çok değişik teknikler deneyerek, aracı 220 kilo olarak çok hafif yaptık. Edindiğimiz tecrübeler sonrasında önümüzdeki yıllarda bu ağırlığı daha da düşürmeyi hedefliyoruz. Pilimiz şarjı yarım saate yüzde 80 oranında doluyor, tam dolum süresi 4 saati buluyor” diye konuştu.



‘AMACA YÖNELİK MÜHENDİSLER YETİŞTİRMEK İSTİYORUZ’

Yerli otomobil konusunda ciddi atılım yapılan bir dönemde, Türk mühendislere ihtiyaç duyulacağını düşündüklerini dile getiren Beyatlı, “Bu çalışmalar sayesinde öğrencilerimizi bu alanda iyi yetiştirerek, ülkemizin bu konuda varmak istediği sonuçlara daha çabuk ulaşmasını amaçlıyoruz. Bizzat amaca yönelik mühendisler, yetiştirmek istiyoruz. Bu konuda donamlı mühendislerin bizzat üniversite sıralarında yetişmesini amaçlıyoruz” dedi.

http://finans.mynet.com/haber/detay/otomotiv/rteu-ogrencileri-elektromobil-arac-uretti/142124/

'W' oturuş pozisyonunun (kelebek oturuş) sağlıklı olmadığını duymuştur. Peki gerçekten öyle mi?

iStock-484095102
https://www.mynet.com/cocugunuz-bu-sekilde-oturuyorsa-dikkat-1210194-mykadin

iStock-664672688
https://www.mynet.com/cocugunuz-bu-sekilde-oturuyorsa-dikkat-1210194-mykadin










Birçok ebeveyn, 'W' oturuş pozisyonunun (kelebek oturuş) sağlıklı olmadığını duymuştur. Peki gerçekten öyle mi?

Çocukların gelişimini yakından takip eden ebeveynler onların her hareketini gözlem altına alır ve yanlış gördüğü noktaları düzeltmeye çalışır. Bu noktalardan biri de çocukların oturuş şeklinden kaynaklanır. Çünkü yanlış oturuş pozisyonları ilerde çocukların bel, sırt ve omurgalarında istenmeyen sıkıntılara yol açabilir.
Çocukları W şeklinde oturan (kelebek oturuşu) anne babalar da zaman zaman kafa karışıklığı yaşar, ne düşünmeleri gerektiğini bilemezler.

Birçok ebeveyn, ‘W’ oturuş şeklini ve bu oturuş pozisyonunun sağlıklı olmadığını duymuştur. Ancak ebeveynler neden ‘W’ oturuş pozisyonunu düzeltmeleri gerektiğini tam olarak bilmezler. Peki, ‘W’ oturuş pozisyonu nedir, ‘W’ oturuş şeklinin çocuk gelişimi üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir ve ‘W’ oturuş şeklini nasıl düzeltebiliriz?
W Oturuş Pozisyonu Nedir?

W oturuş pozisyonu çocuğun kalçasının üzerine dizlerini ve bacaklarını bedeninin dışına doğru bükerek yere oturmasıdır. Bu pozisyonda oturan çocuğa tepeden bakarsanız bacaklarının W şeklinde olduğunu fark edeceksiniz. Bazı çocukların ayakları kalçalarına değerken, bazılarında arasında mesafe olur.
Birçok çocuk kendiliğinden W oturuş pozisyonunu rahat bulur ve düşünmeden o şekilde yere oturur. Bu pozisyonu tercih eden bazı çocuklar kalça veya gövdelerindeki bir zayıflığını bu oturuş ile dengelemeye çalışır.
W Oturuşunun Zararları

Bu oturuş pozisyonu ile ilgili olumsuz etkiler çocuğunuzun uzun süre aynı pozisyonda kalmasından doğar. Ebeveyn olarak çocuğunuzun W oturuş pozisyonunda gördüğünüzde müdahale etmenizi gerektiren olumsuz etkileri şunlardır:
W oturuş pozisyonunu, çocuğun kalça ev bacak kaslarının kısa ve gergin olmasına neden olur, bu durum çocuğun koordinasyonu, dengesi ve kaba motor becerilerini olumsuz yönde etkiler
W oturuş pozisyonunu çocuğun kalçasının kaymasına neden olabilir.
W oturuş pozisyonunda oturan çocuk üst bedeninde rotasyon yapamaz; bu durum çocuğun her iki elini kullandığı etkinliklerde, bir eli ile ters taraftan bir oyuncak alması gerektiği durumlarda zorlanır. İleri yaşlarda çocuğun el becerileri, masa başı etkinliklerinde güçlük çekmesine neden olabilir.
W oturuş pozisyonunu, çocuğun baskın elini seçmesinde gecikmeye neden olur. Çocuk sağındaki nesneler için sadece sağ elini, solundakiler için ise sadece sol elini kullanabilir. Bu durum ileride bedensel koordinasyon sorunlarına neden olabilir.
W oturuş pozisyonunu, çocuğun bedensel ağrılığını bir taraftan diğerine aktarmakta güçlük yaşar ve bu durum direk dengede kalabilme, koşma hatta zıplama ile ilgili yakın ilişkilidir.
W oturuş pozisyonunu, çocuğun güçlü gövde kaslarının gelişimini engeller.
Eğer çocuğunuzun uzun süreli W oturuş pozisyonunu tercih ettiğini fark ederseniz “Öyle oturma!” demek yerine aşağıdaki oturuş pozisyonlarını alternatif olarak uygulayın.
Bağdaş kurma
Ayakları düz uzatarak oturma
Yan oturma
Küçük bir tabureye oturma vb.
Bu oturma pozisyonları çocuğunun aynı anda her iki yönde de her iki elini kullanabilmesine olanak sağlar. Bu sayede bedensel ağrılığını değiştirebilir, sırt ve karın kaslarını geliştirir. Çocuğunuz W oturuş pozisyonunu değiştirmek konusunda başta dirençli olabilir ancak istikrarla ve sakince bu düzeltmeyi yaptıkça çocuğunuz alışacaktır.
W oturuşunu önlemek için neler yapılabilir?
W oturuş denilen oturuş pozisyonunun zararı konusunda kesin olarak ikna olmuş olan uzmanlara göre yapılacak en iyi şey, çocuğu bu pozisyonda otururken yakaladığınız takdirde pozisyonunu hemen değiştirmeye yardımcı olmaktır. Alışkanlıklarını değiştirmek biraz zaman alacak olsa da, doğru pozisyona getirmek yapılacak en doğru şey.

Monday, 6 November 2017

Karabağ Türk Yurdudur



Karabağ Türk Yurdudur

Prof. Dr. İSMET BİNARK

Karabağ, Araplar döneminde “Arran” adı ile anılan, Müslüman Türkler’in hakîmiyeti altına girdikten sonra Karabağ adını alan; Azerbaycan’da Kür ve Aras ırmakları ile Gökçegöl arasındaki dağlık bölge ile bu bölgeye bağlı ovalardan ibaret 18.000 km2 yüzölçümünde yüksek bir yaylanın adıdır. 
MİSAFİR KALEM
 -
23 Kasım 2016


Uzun asırlar çeşitli Türk devletlerinin hâkimiyetinde Türk toprağı olarak kalan Karabağ, Rus işgalinden sonra çeşitli idari bölünmelere tabi tutulmuştur.
14 Mayıs 1805’te Karabağ Hanı İbrahim Han’la, Kafkas birliklerinin Başkomutanı Sisianov arasında imzalanan andlaşma ile Karabağ Hanlığı Rusya’ya tabi olmuştur. 1822’de Karabağ Hanlığı lağvedilip, yerine aynı adı taşıyan eyalet kurulmuştur.
1840 tarihinde ise eyalet Şuşa kazasına çevrilip, Kaspi (Hazar) vilayetine dahil edilmiştir. Daha sonraları sırasıyla 1868’de Yelizavetpol (Gence) valiliği ihdas edilmiş, Şuşa kazası da bu valiliğin idaresine katılmış ve bu birleşmeden yeni Zengezûr kazası ortaya çıkmıştır.
1883’te Şuşa kazasının bölünmesiyle yeni Cevanşir ve Cebrail kazaları teşkil olunmuş; Karabağ’ın bu idarî bölünüşü, 1921’e kadar devam etmiştir. Karabağ Hanlığı, Rus hâkimiyetine girince, Kafkas orduları Başkomutanı Sisianov, Karabağ’da durumunu sağlamlaştırmak için Zakafkasya’nın diğer eyaletlerinden buraya sistemli bir şekilde Ermenileri yerleştirmiştir.
Böylece Rus Ermenistanı’nın kurulması sağlanırken, tarihî Karabağ’ın büyük bir kısmını teşkil eden Zengezûr kazası da 1921’de buraya dahil edilmiş, 1923’de Karabağ’ın dağlık bölgesinde Cevanşir, Şuşa ve Cebrail kazalarında Ermeniler’e muhtariyet verilmiş, böylelikle de Dağlık Karabağ Muhtar vilayeti meydana getirilmiştir.
Ermeniler’in sistemli bir şekilde iskân edilmeleri, Karabağ’da Ermeni nüfusunun zaman içerisinde artmasına yol açmıştır. Bu arada, Stalin’in emri ile yüz binden fazla Azerbaycan Türkü başka yerlere iskâna zorlanmıştır.
1904 yılında %6 olan Ermeni nüfusu, XX’nci yüzyılın ortalarında % 60-70’lere çıkarılmıştır. Özellikle
1900’lerin sonu Kafkasyası’nda, Ermeniler’in Azerbaycan topraklarında saldırılarını yoğunlaştırdıkları yerler, Karabağ ve Nahçıvan bölgeleridir.
Zirâ, Karabağ ve Nahçıvan, Doğu Transkafkasya ile Türkiye arasında stratejik bir koridor meydana getirmektedir. İşte bu sebeple, her iki bölgeye Çarlık Rusyası ve daha sonraki dönemlerde sistemli olarak Ermeni göç ve iskânı teşvik edilmiştir. Günümüzde de bu topraklara yapılan saldırı ve katliamlar, göçe zorlamalar aynı politikanın tekrarı ve tezahürleridir.
Bütün bunların sonucu olarak, Ermeniler’in başlattıkları katliam ve soykırım üzerine Dağlık Karabağ’da ve Azerbaycan Türkleri arasında gerginlik had safhaya varınca, Moskova, Dağlık Karabağ yönetimini Azerbaycan’dan almış ve 12 Ocak 1989’da Yüksek Sovyet Üyesi Arkady Volsky başkanlığındaki merkeze bağlı bir geçici komiteye vermiştir. Buna rağmen, Ermeniler’in dıştan destekli hareketleri durmamış ve kanlı eylemlerine devam etmişlerdir.
Tarihi Türk toprakları olan Karabağ ve Nahçıvan üzerindeki Ermeni iddiaları ise, bilinmelidir ki, hiçbir haklı gerekçeye dayanmamaktadır.
Azerbaycan Türkleri, Karabağ üzerinde Ermeniler’in oynadıkları dış destekli oyun ve kanlı eylemlere rağmen, Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan Türk Cumhuriyeti’nin ayrılmaz bir parçası olduğuna yürekten inanmakta, bugün bir hürriyet ve istiklâl mücadelesi vermektedirler.

Kırım’dan Gelirim

Kırım’dan Gelirim





Prof. Dr. HALUK DURSUN
Kırım öyle bir diyardır ki, orada Anadolu – Osmanlı Türklüğü ile Karadeniz’in kuzeyindeki Deşt-i Kıpçak (Tatar) Türk kültürü birbirine kavuşmuş, beraberce omuz omuza Tuna boylarına inmiş ve sonunda yine beraberce Anadolu’ya dönmüşlerdir.
Bizim tarih derslerinden kaynaklanan milli kültürümüz daha ziyade Selçuklu-Osmanlı-Cumhuriyet çizgisinde bir sıra izlediğinden Horasan’dan Batı’ya gelen Türkler’i biliriz. Ama Karadeniz’in kuzeyindeki Altınordu Devleti ve takipçileri hakkında pek fazla bilgiye sahip değilizdir. Dolayısıyla Kazan’ı, Astrahan’ı, Kırım’ı sadece oralı olanlar bilir, gerisi şairlerin mısralarında kalır;
“Kırım, Kazan keder oldu,
Tuna Kafkas beter oldu,
Türkistan’da neler oldu,
İşitmedi kulağımız…”
Hadi bırakalım Küçük Kaynarca ile başlayan, Aynalıkavak ile devam eden; Kırım’ın elden çıkışının siyasi-askeri boyutunu izlemeyi, 20. yy’a kadar süren Rus mezalimini ve tehcirini de sadece çeken, yahut Cengiz Dağcı’yı okuyup, Mustafa Cemiloğlu’nu tanıyanlar bilir.
Anadolu Türkü Kırımlı’ya sadece Tatar der, yoksa ne Nogay’ı, ne Yalıboylu’yu, ne de Kerç’i, Kefe’yi, Çongar’ı duymuşlardır. Kırımlılar’da kendilerini tanıtmak, dertlerini duyurmak noktasında pek istekli davranmamışlardır. Ne de olsa bir Kırım atasözünde “kol sınsa cen içinde, baş carılsa börk içinde” denmiştir.
Benim ailemde Kırımlı yok ama bütün kültür coğrafyamıza olduğu gibi, Kırım’a da ilgim var. Daha henüz gitmeden önce bile oraya gidenlerden haberim vardı.. Gelenleri duymuştum. En önce de Sinan’ı…
“Kırım’dan gelirim, adım Sinan’dır,
Kılıcımın suyu kandır, dumandır.
Kırım’dan gelirim, atım Arap’tır,
Gizlenme Nemçelü halin haraptır.”
Sonra meşhur Gazigiray Han’ı ve o emsalsiz gazelini ezberlemiş, musiki sahasındaki dehasını öğrenmiş, hatta ilk yazdığım kitapta Gazigiray ismini müstear olarak seçmiştim.
Kırım’ın tarihi ve hikâyesini Türkiye’ye bağlayan en önemli coğrafya Dobruca’dır. Büyük kısmı Romanya’da, küçük kısmı Bulgaristan’da (Tatar Pazarcığı) kalan bu bölge Anadolu’ya göçlerde ara durak olduğu gibi, bugün belki en kalabalık Tatar topluluğu hâlâ Dobruca’dadır.
Kırım’da Gaspıralı İsmail’in Tercüman’ı 1883’te, Emel Dergisi de Dobruca’da 1930’da neşredilmeye başlamıştır. Yine Kırım’da sabık meclis başkanı Cafer Seydahmet Kırım’a ne kadar hizmet etmiş ise, Dobruca’da da şair Mehmet Niyazi ve Müstecib Ülküsal da ondan geri kalmamışlardır.
Kırım’ın jeopolitik konumunun hassasiyeti dolayısı ile Pan-Slavist hedeflerin başında olması çarlar ve çariçeler için hep ilk planda kalmasını sağlamıştır. Ruslar Karadeniz’de Odesa, Sivastopol ve Yalta limanlarının Akdeniz’e inmek için ne kadar hayati olduklarını bildiklerinden, Yeşil Ada’yı devamlı olarak kontrol altında tutmak istemişler ve bu sahada Ukrainler’le zaman zaman rekabet içine girmişlerdir.
Bir zamanların Ceneviz-Osmanlı mücadelesinden sonra Avrupa-Rus çekişmesine, bir ara Alman-Rus çekişmesine de sahne olan Kırım, savaşta Sivastopol’la, barışta da Yalta ile hatırlanır;
“Sivastopol önünde yatan gemiler, Atar İslam topunu yer gök iniler…”
Bahçesaray, Han Sarayı
Kırım’ın esas alamet-i farikası ise Bahçesaray şehri ve sarayıdır. Tatar Elhamrası da denilen bu saray Topkapı Sarayı’nın Kırım’da şirin bir uzantısıdır sanki. Hacı Giray’ın öncülüğünde kurulan, Mengli Giray, Selim Giray ve Selamet Giray’ın katkılarıyla gelişen Bahçesaray Rusya’da Doğu mimarisinin bir örneği olarak korunmuş ve “Gözyaşı Çeşmesi” Puşkin’in aynı isimli şiiriyle tanınmıştır.
Sarayı çevreleyen şu anda çok cılızlaşan Çüruksu Deresi şehrin bir diğer sembolüdür. Sarayın camisinde kadrolu imam tarafından namaz kıldırılır.
Kırım Hanları iç işlerinde müstakil olup kendi adlarına hutbe okuturlardı. 1584 senesinden itibaren Osmanlı sultanının da adı halife sıfatıyla okunmaya başlandı.
Bahçesaray’da Kırım Hanının başkanlığında divan toplanır, divanhaneye “görünüş” denilirdi. Vezirler toplantıya girmeden önce dışarıda bulunan bozadan bardak bardak içerler, bu şekilde içerde rahatça konuşurlar, sözlerini esirgemezlerdi. Müzakereden sonra yemek yenir, yemekte mutlaka tay eti bulunurdu.
Savaş sırasında ise bir Kırım tatar askerinin atı ve silahından başka, yiyeceği, kavrulmuş darı ile keş, yani yoğurt kurusundan ibaretti. Bundan dolayı ordu ağırlık taşımaz, muhasara ile uğraşmaz, akın ve hücumlarda etkili olurdu. Evliya Çelebi’ye göre bir Kırım savaşçısı üç at ile gelirdi. Birine biner, birini aç kalırsa yemek için saklar, diğerini ise dönüşte ganimet taşımak için getirirdi.

Türkistan Terimi, Coğrafi ve Siyasi Sınırı





Türkistan Terimi, Coğrafi ve Siyasi Sınırı

Prof. Dr . Alaâddin YALÇINKAYA

Türkistan kavramını veya sınırlarını anlamak için genel kabul gören şekliyle “Türk Dünyası” kavramını tarif etmemiz, buradan hareketle Türkistan’ın ve alt bölgelerinin sınırlarını çizmemiz gerekir.
Daha çok etnik bir kavram olan “Türk Dünyası”, Türklerin değişik boylarının bulunduğu ülkeleri ihtiva eder. Genellikle de bulunduğu ülkeler veya bölgeler, buradaki etnik ağırlıkları söz konusu ise, Türklerin boy ismi ile anılır. Türkistan’daki bağımsız Türk cumhuriyetleri ile Rusya federasyonu ve Kafkasya’daki birçok muhtar bölgelerin durumu böyledir.
Türk dünyası dört bölgeye ayrılır:
1- Altay-Sibirya Türkleri: Altay, Baraba, Çulım, Dolgan, Hakas, Karagas, Koybal, Kumandı, Sabir, Sagay, Şor, Telen-git, Televüt, Tobol, Tofalar, Tuva, Yakut.
2- Batı Türkleri: Ahıska, Azerbaycan, Balkanlar (Batı Trakya, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya), Irak, îran (Afşar, Azerî, Halaç, Hamse, Horasâni-Boçagçı, Kaçar, Karacadağ, Karagözlü, Karakoyunlu, Karapapak, Karayi, Kaşgay, Şâhseven, Türkmen), Kıbrıs, 12 Ada, Suriye, Türkiye.
3- Doğu Avrupa Türkleri: Gagauz, İdil-Ural (Başkurt, Çuvaş, Kazan, Mişer), Kafkasya (Karaçay-Malkar, Kumuk, Nogay, Stavropol Türkmenleri), Karayim, Kırım (Kırım Tatarları, Belorusya Tatarları, Litvanya Tatarları, Polonya Tatarları, Kırınçak).
4- Türkistan Türkleri: Afganistan, Doğu Türkistan (Kazak, Kırgız, Salar, Sarı Uygur, Uygur), Karakalpak, Kozak, Kırgız, Özbek, Türkmen.
Türkistan’ın Sınırları
Tarih boyunca Türkistan adiyle bir devlet veya hanlık kurulmadığı halde, Orta Asya’nın büyük bir bölümünü oluşturan ve eski çağlardan beri Türklerin anayurdu olarak kabul edilen ülkeye Türkistan denmiştir. Genellikle değişik isimler altında kurulan çok sayıda Türk, İslâm veya Moğol devletlerinin sınırları değiştikçe, Türkistan’ın zihinlerdeki sınırları da değişmiştir. Bununla beraber ilk çağlardan günümüze kadar geçerli olan belli bir Türkistan sınırlarını tarif etmek mümkündür.
Türkistan’ın sınırlarını belirlemeden önce bu konudaki kavram kargaşasına temas etmek gerekmektedir. Türkistan, Orta Asya, İç Asya, Merkezi Asya, Turan, Türkili, Sovyet Türkistanı, Çin Türkistanı, Sovyet Orta Asyası, İran veya Afganistan Türkistan’ı, Doğu Türkistan, Batı Türkistan… gibi kullanımlar sözkonusudur. Şüphesiz bu listede bulunan isimler daha da arttırılabilir.
Bu kadar çok isimlerin kullanılması da aslında başlıbaşına kavram kargaşası olarak kabul edilmemelidir. Bununla beraber yukarıdaki listede yer alanlardan eşanlamlı olanlar ile aralarında parça bütün ilişkisi olanları belirtmemiz ve eşanlamlı olmadığı halde biri-birlerinin yerine kullanılan isimlerle ilgili sıkça yapılan hataya ve kavram kargaşasına işaret etmemiz gerekir.
Konunun önemini Rusya ve Çin’in takip ettiği politikalardan anlıyoruz. Her iki ülke de bu husustaki kavramlara mutlak bir isim olarak bakmamakta, fakat baskıcı bir devlet politikası şeklinde, yılları hatta rejimleri aşan kararlılıkla bazı isimleri yasaklatmakta, bazılarını zor ile kullandırmakladır.
Bu ülkelerin ısrarla üzerinde durdukları, yani “isim önemli değil” deyipte geçmedikleri bir hususu, bu konunun araştırmacıları geçiştirmemelidirler. Rusya’da son yıllara kadar uygulanan politika, Türk ve Türkçe deyince kasd olunan Anadolu Türk’ü ve Türkçesi idi. Rejim doğrultusunda ideoloji üretmek isteyen birçok araştırmacılar, buradaki Türkler için “Türk dillerinde konuşanlar” tâbirini kullanmışlardır. Yani Türk boylarının bazılarının tesadüfen Türkçe konuştuklarını, aslında Türklükle bir münasebetlerinin olmadığın iddia etmişlerdir.
Biçuri’nin (1777-1853) bu husustaki tesbiti açıktır: Hazar denizi ile Kûh-ı Nûr dağları arasında bir millet yaşar.Bunlar Türkçe konuşurlar ve İslâm dinine inanırlar. Bu insanlanlar kendilerini Türk olarak takdim ederler ve onların ülkesi Türkistan diye anılır.
Orta Asya Tabiri İlmi Yönden Yanlış
Bölgenin Rusya ve Çin tarafından istilâsından sonra, kararlı bir şekilde Ruslaştırma, asimilasyon ve değişik Türk boylarını ayrı birer millet göstererek aralarındaki her türlü kültürel ve tarihi bağları koparma, böylece “böl, yönet” politikasını sürdürmelerinin bir neticesi olarak, özellikle “Türk, Türkçe, Türkistan” gibi kelimeler her türlü resmi yazışmalardan çıkarılmıştır.
1917 ihtilalinden sonra yavaş yavaş yaygınlaştırılan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da tamamen Türkistan yerine kullanılan “Orta Asya” ilmî yönden yanlış kavram olduğu gibi, bu ismin daha önce kullanıldığına da pek rastlanmaz. Halbuki, ilk defa belli bir idâri birim ismi olarak “Türkistan” tâbiri, Ruslar tarafından kullanılmıştır.
Ruslar 1865’e kadar işgal ettikleri topraklara, idaresi Orenburg valiliğinde kalmak üzere “Türkistan Vilâyeti” adını vermiştir. Böylece asırlardan beri yurt anlamında kullanılan Türkistan, ilk defa idarî bir birim sıfatını kazanmıştır.
1860’larda ABD’nin Rusya nezdindeki büyükelçisi olarak Petersburg’da ikâmet eden ve Rusya’nın Asya kısmındaki bölgelerde uzun seyahatlerde bulunarak hatıratını yazan Schuyler, çağdaşları veya kendisinden sonraki birçok oryantalistlerin aksine Türkistan kelimesini “i” ile yani Türkçe telefuzunu vurgulayarak kullanır. Bununla beraber, “Türkestan” şeklinde yazıldığında, buradaki “e”nin “i” sesiyle telaffuz edildiğini unutmayalım.
1867’de yeni işgal edilen bölgelerle beraber, merkezi Taşkent olmak üzere, Orenburg’dan ayrılarak, “Türkistan Vilâyeti” yerine Türkistan Genel Valiliği ihdas edildi. Daha sonra değişik tarihlerde Batı Türkistan’daki bu vilayet bölündü, başka vilayetler ihdas edildi. Ve son olarak 14 Ekim 1924 tarihinde, Türkistan kelimesi, Sovyet Rusya siyâsî literatüründen tamamen çıkarıldı.
Sincan Uygur Bölgesi Tabiri de İlmî Değil Siyasi
Bundan sonra Türkistan adının geçtiği başka bir devletle karşılaşıyoruz. Bu Doğu Türkistan Cumhuriyetidir. Bu devlet 1944-1949 yılları arasında yaşamıştır.’ Bugün Çin yönetimi altında olan bu bölge için Çin hükümeti ısrarla “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” ismini kullanmaktadır.
Totaliter ve baskıcı bu iki yönetimin çok yönlü asimile programlarının bir parçası olan isimler üzerindeki baskılarının geçici olduğunu, bu itibarla bilimsel çalışmalarda isim tesbiti için göz önünde bulundurulması gereken kıstasların başında tarihî ve etnik gerçekler olması gerektiği kanaatindeyiz. Özellikle araştırmamıza konu olan dönem açısından bu daha da önemlidir. Çünkü inkâr edilemeyen bir gerçek var: İlk yıllarda, Türkistan ismi istilâcı ülkeler tarafından da yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
Gerek Türk halkları arasında gerekse Batı literatüründe Türkistan kelimesinin kullanılmamasının, onun yerine “Orta Asya”nın empoze edilmesinin hiç sıradan bir kelime değişikliği olmadığı üzerinde duran Dr. Baymirza Hayit şöyle demektedir:
“Türkistan 1925 yılından beri Sovyet terminolojisinde ‘Orta Asya ve Kazakistan’ olarak geçmektedir. Türkistan’ı halkların karışabileceğini ispatlamak için bir deney sahası olarak göstermek isteyen Rusya, bu ülkenin ismini reddederek Türkistanlılar arasındaki aynı millete mensup olma şuurunu yok etmek istemekte, Türkistan’ı Rus sömürgeciliğinin temel unsuru yapma gayretleri içinde ‘Türkistan’ isminin kullanılmasına hiçbir şekilde tahammül edememektedir. Hayret verici ve yanlış bir şekilde bazı Batılı araştırmacılar da 1950’den bu yana, bir Sovyet tabiri olan Orta Asya’yı kullanmakta, böylelikle Batı Kamuoyunda ve İslâm âleminde ‘Türkistan’ kelimesinin unutulmasını sağlayarak Sovyet görüşüne hizmet etmektedirler. Türkistan Orta Asya’yı meydana getirmemekte; Orta Asya toprakları içinde bulunmaktadır…”
Türkistan’ın sınırlarını, incelediğimiz dönem açısından genel hatlarıyla, tesbit edebildiğim en açık şekilde, Barthold’dan şöyle nakledebiliriz:
“Türkistan, Avrupa-Asya kıtasının batımerkezî kısmında, büyük bir alanı işgal eden, eskiden beri Turan veya Türkistan denilen memlekettir ki, bu da Türklerin yurdu demektir. Bu ülke, batıda Ural nehri ve Hazar denizi, doğuda Altay dağı ve Çin hududu yani Doğu Türkistan veya Kaşgar’ın doğu sınırları, güneyde İran ve Afganistan, kuzeyde Tobol, Tomsk vilâyetleri (Sibirya) arasındadır.. ” Tamamı 5.340.066 kilometre kare olan Türkistan’ın bugün Çin hâkimiyeti altında olan Doğu kesimi 1.503.563 ve batı kesimi ise 3.836.503 kilometrekaredir.”
Türkistan, tarih boyunca belki coğrafî yapının da sebep olduğu siyâsî oluşumlar sonucu Doğu ve Batı diye ikiye ayrılmıştır. Yukarıda daha çok coğrafi şekillerle ifâde edilen Türkistan’ın, bugünkü siyâsi sınırları gözönünde bulundurulduğunda, Doğu Türkistan. (Sincan Uygur Özerk Bölgesi), Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Afganistan’ın kuzey bölgesinden ibaret olduğu görülür. Bu durumda, Rus ihtilalinden sonra empoze edilen ve bazı kaynakların kullandığı “Sovyet Orta Asyası” gerçek adı olan “Batı Türkistan”, yukarıdaki listeden Doğu Türkistan’ı çıkardığımızda kalan ülkelerden ibarettir.

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts