Monday, 19 March 2018

Avrupa’yı giydiriyor, çalıştıracak işçi bulamıyor.



VASIFSIZ ELEMAN BİLE BULAMIYOR

İstanbul'dan döndüğü memleketi 'de Avrupa'ya  yapan bir  kuran Yusuf Atay, çalıştıracak işçi bulamıyor. Atay, eleman bulabilirse 100 bin adetlik üretimini 150 bine çıkaracak.

-İstanbul'dan döndüğü memleketi 'de Avrupa'ya  yapan bir  kuran Yusuf Atay, çalıştıracak işçi bulamıyor.
İstanbul'daki 30 yıllık tekstil sektörü deneyimini memleketi Mardin'e taşıyan iş adamı 39 yaşındaki Yusuf Atay, Mardin 'nde bir yıl önce ortağıyla birlikte kadın giyimi üzerine tekstil atölyesi kurdu. Kısa bir sürede Avrupa'ya açılan Atay, şimdilerde siparişleri yetiştirmekte zorluk çekiyor. Çalıştıracak işçi bulamayan Atay, 45 işçiyle günlük 3 bin adet kadın üst giyim kıyafeti üretilen atölyede talepleri karşılayabilmek için en az 25 işçi daha arıyor.
Memleketine  sağlamak için döndüğünü belirten Atay, "30 senedir bu sektördeyiz. Mardin'deki yatırımımız aşağı yukarı bir senedir devam ediyor. Genellikle Avrupa'ya ihracat yapıyoruz. Almanya, İngiltere, Slovakya, Belçika ve Hollanda gibi ülkelere çalışıyoruz" dedi.
VASIFSIZ ELEMAN BİLE BULAMIYORUZ
Vasıfsız eleman bile bulamadığını aktaran Atay, "Bu bölgedeki yatırımımız ve işimizin genel bakış açısı insan gücüne dayalı olduğu için bu bölgede istihdam ediyoruz. Ama elemandan yana sıkıntımız var. Eleman gelmiyor. Biz nitelikli ve niteliksiz eleman alıyoruz ve yetiştirilmek üzere de alıyoruz. Ama eleman gelmiyor. Durum bundan ibaret. Günlük 2 bin ve 3 bin arası üretimimiz var. Bu da ayda 100 bin adete tekabül eder. İşçi olursa 150 bin adete çıkacağız. Bu sıkıntılara rağmen bu şekilde çalışmaya devam ediyoruz" diye konuştu.
Atölyede ustabaşı olan Mehmet  ise, "Bu tekstil atölyemizde işçi sıkıntısı var. Bazı gençlerimiz, 'iş olmadığını' söylüyorlar. Ama buna kanmayın. Bakın koskocaman atölye ve iş var. Bizim elemana ihtiyacımız var. Ödemelerde sıkıntı yok. Buyurun gelin beraber çalışalım" ifadelerinde bulundu.

IHA
https://www.ahaber.com.tr/ekonomi/2018/03/19/avrupayi-giydiriyor-calistiracak-isci-bulamiyor

Monday, 12 March 2018

Endüstri 4.0 Türkiye için tehdit mi, fırsat mı?


4. sanayi devriminden her sektördeki istihdam farklı ölçüde etkilenecek. Robotların veya kobotların insanın kas gücünün, yapay zekanın da beyin gücünün yerini alacağı sektörlerde işgücü kaybı pek muhtemel.

Endüstri 4.0 Türkiye için tehdit mi, fırsat mı?
İSTANBUL - Doç. Dr. Elif Nuroğlu
Endüstri 4.0 konusunda en çok endişe edilen mevzulardan biri de dijitalleşme ve robotların (veya kobotların) kullanımıyla işsizliğin artması. Almanya’da yapılan çalışmalar, Endüstri 4.0 yatırımlarının sonucu olarak 2020 yılına gelindiğinde istihdamın yüzde 6 artacağını tahmin ediyor. Hem sanayi üretiminden kaynaklanan artış nedeniyle hem de bugün olmayan ama bu sanayileşme süreciyle hayatımıza girecek olan yeni meslekler sebebiyle böyle bir artış öngörülüyor. Bazı raporlarda, 4. sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkacak olan bu yeni mesleklerin sayısının16 olacağı söylense de, yeni meslek sayısı bunun çok daha üstünde olacaktır.
4. sanayi devriminden her sektördeki istihdam farklı ölçüde etkilenecek. Robotların veya kobotların insanın kas gücünün, yapay zekanın da beyin gücünün yerini alacağı sektörlerde işgücü kaybı pek muhtemel. Ama bu devrimin gerekliliği olarak ortaya çıkan yeni mesleklere geçişle birlikte, bir sektördeki istihdam kaybı diğer sektörde açılan yeni işlerle sağlanan istihdamla dengelenebilir. Önemli olan, yeni işlerin gerektirdiği yetenek ve beceriye sahip olacak şekilde, var olan işgücünün eğitilmesi, iş gücüne yeni katılacak gençlerin ve hatta çocuklarımızın da bu gerekliliklere uygun şekilde donatılarak hayata hazırlanması.
Boston Consulting Group (BCG) tarafından İngiltere, Almanya ve Fransa’daki şirketlerle gerçekleştirilen bir araştırma, şirketlerin gelecekte veri bilimi (yüzde 49), yazılım geliştirme (yüzde 48) ve programlama (yüzde 46) gibi niteliklere daha çok ihtiyaç duyacağını, makine operasyonları ve kas gücüyle yapılan işlere duyulan gereksinimin ise azalacağını gösteriyor. Sanayileşmenin bu dalgasıyla birlikte endüstriyel veri bilimciliği, robot koordinatörlüğü, veri güvenliği uzmanlığı, üç boyutlu (3D) yazıcı mühendisliği, veri analistliği gibi yeni meslekler ortaya çıkacak.
Endüstri 4.0 ile birlikte işsizliğin artması istenmiyorsa, hem yaygın hem de örgün eğitim kanallarını kullanarak, ülkemizin insanlarını geleceğe ve geleceğin işlerine hazırlayan programlar yürütülmeli. Bu programları büyük şirketler, üniversiteler, üniversitelerin sürekli eğitim merkezleri, halk eğitim merkezleri yürütebilir; televizyon-radyo programları ve kamu spotları aracılığıyla da bütün Türkiye bu programların önemi konusunda bilinçlendirilebilir.
Sanayide dijital dönüşümü gerçekleştirebilmesi için Türkiye’nin gereken teknoloji ve eğitim altyapısını şimdiden kurması ve eski yapıyı yeni ihtiyaçlara uyarlaması gerekiyor. Bunun için öncelikle eldeki durumun gerçekçi bir resminin çekilmesi şart. Firmalarının üretimi halihazırda ne kadar otomasyon çerçevesinde yürüyor, henüz Sanayi 3.0 standartlarında üretim yapılıyor mu, süreçler ne kadar standartlaşmış gibi soruların cevapları acilen rakamlarla ortaya konulmalı. Diğer yandan, sanayide dönüşüm gerçekleştikçe gerekli olacak altyapı ve insan kaynağının planlaması yapılarak, bugünden 5-10-15 yıl sonrasına hazırlanılması çok kritik bir mesele.
Bundan önceki hiç bir sanayi devrimi kitleleri işsiz bırakıp hayat standartlarını düşürmedi. Aksine sanayide artan üretim hem yeni istihdam alanları yarattı hem de üretimin ucuzlayıp yaygınlaşmasıyla ürün ve hizmetler ucuzlayıp daha erişilebilir hale geldi. Sonuç olarak sanayi devrimleri insanlığın yaşam kalitesini artırdı. Gerekli önlemler alındığı takdirde, bu süreçte de işsizliğin artmasından endişelenmeye gerek yok.

Endüstri 4.0 yolculuğunda standartlaşma neden çok önemli?

4. sanayi devriminin fikir babası olan Almanya, bu yolculuğun yol haritasını ‘Alman Standartlaşma Yol Haritası’ adı altında 2013 yılında çıkardı, 2016 yılında da ikinci ve gözden geçirilmiş versiyonu yayınladı. Endüstri 4.0 önceki endüstri devrimlerindeki gibi yüksek seviye teknolojik alet/makine alıp kendi sistemini kurmaktan farklı olarak, küresel boyutta oluşan sisteme entegrasyon için gerekli bir dönüşüm yolculuğu. Bu uzun yolculuğun birçok alt süreci var. Tüm bu süreçlerin sağlıklı bir şekilde tamamlanması için, eğitimden teknoloji üretim ve yatırımlarına, altyapıdan bürokrasideki iş akışlarına kadar birçok sürecin standartları oluşturulmalı ve tanımlanmalı. Aksi halde, standartlar olmadan kurulan küçük sistemler, büyük sistem içinde birbirlerine entegre olamazlar.
Diğer yandan, Almanya’nın yol haritası bir Endüstri 4.0 terimler sözlüğünün oluşturulması gerektiğine de işaret ediyor ki bu konu Türkiye’deki uygulayıcılar için de yolun başında yapılması gereken acil işler arasında.

Entegrasyon ve bilgi akışı hiç bu kadar önemli olmamıştı

Bir ürün veya hizmetin, tasarımdan başlayarak üretilip satışa sunulmasına kadar geçirdiği aşamalar, satış öncesi ve sonrası muhatap olunan tüm paydaşlar, aslında aynı sistemin bir parçasıdır. Lakin bu parçalar şimdiye kadar birbiriyle tam anlamıyla entegre bir sistem şeklinde çalışmıyorlardı. Bu sebeple, bazen farklı katmanlar aynı bilgi ve çözüm için farklı kulvarlarda çaba ve zaman harcadı. Zincirin bir halkasında gizli tutulan veya iletilmeyen aksaklık diğer halkalarda kalite düşmesi olarak kendisini gösterdi.
Sanayi 4.0 ile birlikte bilgi ve veri alışverişi ve işbirliği hiç olmadığı kadar önemli bir konuma geliyor. Yatay ve dikey entegrasyon olarak açıklanan bu durum, iş yapışı ve bilgi akışını inanılmaz ölçüde rahatlatacak. Günlük hayatta da iletişim ağı (network) güçlü olan insan ve şirketlerin, hatta politikacıların ne kadar başarılı olduğunu, izole çalışanların ise bilmeleri gereken pek çok şeyden bihaber oldukları için fırsatlar kaçırdığını görüyoruz. Benzer işi yapan veya aynı değer zincirinin bir halkası olan insan ve makinelerin birbiriyle eş anlı ve gerçek zamanlı iletişim halinde olduklarını hayal ettiğimizde, insanoğlunun eksik ve aksak bilgiden dolayı kaybettiği zamanı ve enerjiyi geri kazanması heyecan verici bir ilerleme olarak karşımıza çıkıyor.

Tek başına başaramayacağınız bir yolculuk

Tek başınıza dijitalleşip kendi süreçlerinizi optimize etmek, Endüstri 4.0 yolculuğunda çok şey ifade etmiyor. Tüm sistemdeki firmalar hep beraber dijitalleşmeli ki akıllı sistemlerin faydası büyük ölçekte görülebilsin. Yeteri kadar kaynağı ve yetişmiş elemanı olmayan KOBİ’lerin de hem devlet hem de Endüstri 4.0 sürecinde önder olmayı hedefleyen büyük şirketler tarafından elinden tutulması ve sisteme entegre edilmesi, Türkiye ekonomisinin selameti açısından çok mühim. Nitekim Türkiye’de Endüstri 4.0 yarışını hızlandıran şirketlerin KOBİ’leri unutmadığını, açıkladıkları Endüstri 4.0 vizyonlarında ve orta vadeli hedeflerinde görüyoruz.
Her geçen gün daha çok veri üretilen bir dünyada yaşıyoruz. Önümüzdeki 5-10 yılda, sensorlar ve akıllı makinelerin okuduğu bu büyük veriyi gerçek zamanlı (real-time) okuyabilen, okuduğu veriyi kendisi için yararlı bilgiye dönüştürüp analiz eden ve bu bilgilerle süreçlerini iyileştiren, müşterinin istek ve ihtiyaçlarını anında fark edip ona uygun ürünler sunan firmalar rekabetçi olacak. Veriyi toplayamayan, toplasa da analiz edemeyen ve müşteriye özel mal ve hizmet sunmakta biraz geç kalan firmalar kaybedecek.
Bugün internette kullandığımız pek çok yazılım, örneğin Google ve Facebook, bizlerin ürettiği verileri topluyor, okuyor ve ona uygun reklamları bilgisayar başına geçtiğimizde karşımıza çıkarıyor. İşte bu sebeple, veri toplama işini yabancı şirketlere bırakırsak yine geç kalmış oluruz. Türkiye’nin akla gelebilecek her tür ihtiyaç ve kullanım için kendi programlarını geliştirmesi, verilerinin yabancı şirketler tarafından okunup işlenmesinin önüne geçecektir.
Bugün küçük bir işletmenin bilgisayar hesaplarını bir "hacker" ele geçirip çaldığı bilgileri belirli bir para karşılığında geri veriyor. İleride çok daha mahrem bilgilerin de sadece sistemde yüklü olacağını düşündüğümüzde, karşımıza çıkacak olan en büyük problem veri güvenliği olacak. Dijital dünyanın şirketleri, verisine mukayyet olamadığı için bugün “hacker” karşısında zavallı duruma düşen ve 20-30 bin TL ödeyerek bilgisayar kayıtlarını geri alan firmadan çok daha vahim kayıplar yaşayacak. Bu nedenle siber güvenlik, Endüstri 4.0 konusu gündeme girdiği andan itibaren onunla beraber telaffuz edilen hayati bir mevzu. Dijital dönüşüm gerçekleşirken karşımıza çıkan önemli ve kritik mesleklerden birisi siber güvenlik. Türkiye’nin şimdiden bu konuda insan kaynağını yetiştirmesi gerekli.

Tehdidin fırsata çevrilmesi Türkiye’nin elinde

Son birkaç yıla kadar, Türkiye’nin üst-orta gelir grubundan yüksek gelirli ülkeler grubuna nasıl geçeceğini tartışıyorduk. Üretimde verimliliğin düşük olması, diğer yandan ihracatın ithalata bağımlılık oranının yükseklerde seyretmesi, cari açığın nasıl kapanacağı gibi mevzular, Türkiye’nin kronik problemleri. Bu nedenle yerli ve milli üretimin önemine yapılan vurgu önemli, ancak geç kalınmış bir hamleydi. Tüm bu meseleler tartışılırken, yapısal anlamda radikal bir dönüşüm yaşanmadığı takdirde çok yavaş yol alınacağını da biliyorduk. Endüstri 4.0, dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girme yolculuğunda Türkiye’nin karşısına bir anda çıkıveren güzel bir fırsat olarak okunmalıdır.
Bazen durumunuzun, bu gidişatla ne çok daha iyi ne de daha kötü olacağını fark edersiniz. Bir sıçrama yapmanız gerekmektedir. İçinde bulunduğunuz su ısındığı anda bir tehdit görürsünüz, ancak aynı anda hissettiğiniz bir enerjiyle yüksek bir atlayış gerçekleştirir ve kurtulursunuz. Sanayinin suyu Endüstri 4.0 akımıyla beraber emek-yoğun ülkeler için ısınmaktadır. Bu tehdidin bir fırsata çevrilmesi de Türkiye’nin, Türk insanının ve Türkiye şirketlerinin ellerindedir.
[Türk-Alman Üniversitesi’nde İktisat Bölümü başkanlığı görevini yürüten Doç. Dr. Elif Nuroğlu uluslararası iktisat, yerçekimi modeli, ampirik uluslararası ticaret, ekonometrik modellemeler, ampirik makroekonomi, yapay sinir ağları ve fuzzy yaklaşımlar alanlarında çalışmaktadır]

Sıfır Atık Projesi'yle 115 ton atık ekonomiye kazandırıldı



Atıkların yeniden ekonomiye kazandırılmasını amaçlayan Sıfır Atık Projesi kapsamında 115 ton değerlendirilebilir atık ekonomiye kazandırıldı.

Sıfır Atık Projesi'yle 115 ton atık ekonomiye kazandırıldı
ANKARA - Yıldız Nevin Gündoğmuş
Çevre ve Şehircilik Bakanlığıatıkların yeniden ekonomiye kazandırılmasını amaçlayan Sıfır Atık Projesi kapsamında 115 ton değerlendirilebilir atığı ekonomiye kazandırdı.
Bakanlıktan alınan bilgiye göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın himayesinde başlayan Sıfır Atık Projesi'nde 9 ay geride kaldı.
Bu kapsamda Bakanlık ana hizmet binasında başlayan ve ilerleyen dönemlerde Türkiye geneline yaygınlaştırılması hedeflenen projenin 9 aylık bilançosu yüz güldürdü. 9 ayda sadece Bakanlık ana hizmet binasında 84 ton kağıt-karton, 20 ton plastik, 4,5 ton cam atık, 2,2 ton metal atık, 3,2 ton organik atık ve 1,2 ton değerinde bin 200 litre de bitkisel yağ olmak üzere yaklaşık 115 ton değerlendirilebilir atık kaynağında ayrı toplanıp yeniden ekonomiye kazandırıldı.

Bin 440 ağacın kesilmesi önlendi

Yeni uygulamayla, Bakanlık çalışanların alışkanlıklarının değiştirilerek projenin verimliliğinin artması amaçlanıyor.
Bu kapsamda ana hizmet binasındaki ofislerden çöp kovalarını kaldıran Bakanlıkça, bu sayede çalışanların geri dönüşüm kumbaralarına atıklarını ayrıştırarak atması sağlandı.
Proje sayesinde kağıtların yeniden dönüşümüyle, 9 ayda bin 440 ağacın kesilmesi önlendi.
Ayrıca 16 ton sera gazının azaltılması, 320 varil petrolün ve 8 ton cevherin kullanımının engellenmesi de sağlanan projeyle, atıklardan 1,2 ton kompost gübre ile bin 200 litre biyodizel elde edildi.

Sokak hayvanları da unutulmadı

Atıkların yerinde ayrıştırılarak geri dönüşüm işlemlerinin sağlanmasının yanı sıra proje kapsamında sokak hayvanları da unutulmadı.
Söz konusu süre içinde Bakanlık binasında toplanan yemek ve ekmek artıkları 1,3 tona ulaştı. Bu artıkların sokak hayvanları bakım ve rehabilitasyon merkezlerine gönderimi sağlandı.

38 bin ton atık yağ 'yakıt' oldu


Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarı Öztürk, "Geçen yıl 6 bin 300 ton ile en çok İstanbul'da olmak üzere, toplam 38 bin ton bitkisel atık yağ toplandı ve biyodizel üretiminde kullanıldı." dedi.

38 bin ton atık yağ 'yakıt' oldu
ANKARA - Yıldız Nevin Gündoğmuş
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarı Mustafa Öztürk, "Geçen yıl 6 bin 300 ton ile en çok İstanbul'da olmak üzere, toplam 38 bin ton bitkisel atık yağ toplandı vebiyodizel üretiminde kullanıldı." dedi.
Bakanlık tarafından, Müsteşar Öztürk imzalı "Bitkisel ve Hayvansal Atık Yağlardan Biyodizel Üretimi" adlı kitapçık yayımlandı.
Öztürk, kitapçığa ilişkin AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye'de yılda 1,5 milyon ton bitkisel yağın gıda amacı ile kullanıldığı ve bu yağdan yaklaşık 150 bin ton atık yağ oluştuğunu söyledi.
Bitkisel ve hayvansal atık yağların geri dönüşümüyle motorinli motorlarda kullanılan yenilenebilir ve yerli üretilebilen bir yakıt olan "biyodizel" üretildiğini anlatan Öztürk, "Geri kazanılan bitkisel ve hayvansal atık yağların biyodizel üretiminde kullanılmasıyla sera gazı, karbondioksit gibi sera gazı etkisi, kanser yapıcı klorlu organik maddelerin egzozdan atmosfere atılması, yanmamış hidrokarbon emisyonu, ozon oluşturucu kirleticilerin emisyonu, egzozdan motorine göre yüzde 75 daha fazla kirletici atılması ve su kaynaklarının daha fazla kirlenmesi önlenebilir." diye konuştu.
Bitkisel ve hayvansal atık yağların çöpe atılmayıp biriktirilerek lisanslı firmalarca toplanması gerektiğine dikkati çeken Öztürk, "Geçen yıl 6 bin 300 ton ile en çok İstanbul'da olmak üzere, toplam 38 bin ton bitkisel atık yağ toplandı ve biyodizel üretiminde kullanıldı." ifadelerini kullandı.
İstanbul'dan sonra Ankara'da 4 bin ton, Antalya'da 2 bin 200 ton, İzmir'de bin 800 ton, Bursa'da bin 250 ton ve Muğla'da bin ton bitkisel atık yağ toplandığını bildiren Öztürk, diğer illerde de çalışmalarının artarak devam edeceğini belirtti.

Atık yağdan, yeşil enerjiye

Çöpe dökülen bitkisel ve hayvansal yağların çöp depolama alanlarında sık aralıklarla yangınlara neden olduğuna değinen Öztürk, şöyle konuştu:
"150 milyon kilogram civarında oluşan atık yağın lavaboya, kanalizasyona dökülmeyip geri kazanılmasıyla da yılda 150 milyon kilogram biyodizel ve 15 milyon kilogram gliserin üretilerek, ekonomiye katkı sağlanabilir. Ayrıca bir litre biyodizele dönüştürülmüş kullanılmış bitkisel ve hayvansal yağdan, 240 fincan çay için yeterli yeşil enerji üretilebilir."
Atık yağların bir kısmının piyasada illegal yağ toplama işi yapan firmalar tarafından toplanarak arap sabunu ya da hayvan yemi üreticisine satıldığını aktaran Mustafa Öztürk, "Hatta bu yağları paketleyip tekrar yağ olarak satan firmalar da bulunuyor. Oysa bitkisel ve hayvansal atık yağlar, hayvan yemi ve sabun üretiminde içerdikleri çok zararlı maddelerden dolayı kullanılamaz. Kızartma yağı dahil yemeklik yağ olarak kullanılması yasaktır, sağlık için çok tehlikelidir." uyarısında bulundu.

"Bitkisel ve Hayvansal Atık Yağlardan Biyodizel Üretimi" kitapçığı

Bitkisel ve hayvansal atık yağların önemli bir yenilenebilir enerji ham maddesi olduğuna dikkat çekilen kitapçıkta, bu yağların, yiyecek pişirme ve kızartma işlemi sonucu oluşan evsel sıvı atıklar olduğu belirtildi.
Akdeniz ülkelerinde, şehir içi bölgelerde her ev başına yılda 5 kilogram bitkisel ve hayvansal atık yağ oluştuğu aktarılan kitapçıkta, atık yağların tekniğine uygun olarak, oluştuğu yerde kaynağında ayrı toplanması gerektiği, çünkü bir litre atık yağın 1 milyon litre suyu kirlettiğini vurgulandı.
Bitkisel ve hayvansal atık yağları kaynağında ayrı toplama ve biyodizel üretmenin çevrenin korunması adına bir sosyal sorumluluk projesi olduğu aktarılan kitapçıkta, atık yağların suya, kanalizasyona döküldüğü zaman su yüzeyini kaplayarak, su ekosistemine zarar verdiği, havadan suya oksijen transferini önlediği ve zamanla suda bozularak sudaki oksijenin tükenmesini hızlandırdığı kaydedildi.
Lavaboya dökülen atık yağların kanalizasyon atık su kanal borularına yapışarak boru kesitinin daralmasına, sık aralıklarla tıkanmasına ve kanalizasyon borusunun ömrünün 30-50 yıldan 5 yıla düşmesine neden olduğu belirtilen kitapçıkta, bu yağların atık su kirliliğinin yüzde 25'ini oluşturduğuna ve evsel atık su arıtma maliyetini yüzde 30 artırdığına da işaret edildi.


Thursday, 8 March 2018

10 bin yıl önceki hayatı yaşayan kayıp Türkler fotoğraflandı!



Kuzey Moğolistan'da yaşayan göçecebe Dukha'ları araştıran fotoğrafçı Hamid Sardar Afkhami onların günlük yaşantılarını fotoğrafladı..

Kuzey Moğolistan'da yaşayan göçecebe Dukha'ları araştıran fotoğrafçı Hamid Sardar Afkhami onların günlük yaşantılarını fotoğrafladı..

Dukhalar, Moğolistan'da 10 bin yıldır varlığını sürdürüyor. Dukhalar ren geyiği yetiştiriyor ve Türkçe ile aynı aileden gelen bir dili konuşuyor. İşte o fotoğraflar....

Günümüzden 10 bin yıl önceki yaşam tarzıyla hayatlarını sürdüren Dukhalar'ın inandıkları din ise Şamanizm..

Moğolistan'a Tuva'dan gelen, avlarını paylaşan, ormanlardan yemiş toplayan, doğayla uyumlu ortaklaşmacı bir toplum olan Dukhalar, Sayan Dağları'nda yaşayan ve nesli hızla tükenen Ren geyikleriyle birlikte göçebe olarak yaşıyor..

Harvard Üniversitesi'nde Çin-Tibet Dilleri üstüne doktora yapan Sardar-Afkhami; Dukha halkının yok olamaya yüz tutan yaşam tarzlarını keşfedip, ölümsüzleştirdi ve muazzam fotoğrafların yanı sıra bu halkı konu alan bir belgesel de hazırladı..

Ren geyiklerinin sütü ve peyniriyle, topladıkları yaban yemişleriyle beslenen bu topluluğun Türk dilini konuşması dikkat çekiyor..

Ren geyikleri besliyor, karlı ormanlara onlarla gidip avlanıyor ve yiyecek buluyorlar. Ormandan topladıkları bazı şeyleri de en basit ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çevre köylerde satıyorlar..

Dünyada artık çok az insanın yaptığı ve nesilden nesile geçen kartallarla avlanma geleneğine de burada hala rastlamak mümkün. "Kartalla avlanan avcı" olmak yalnızca bir ünvan değil, bir yaşam tarzının da simgesi… Bu avcılar kartallar sayesinde tilki veya marmot gibi daha küçük hayvanları avlıyor..

İşte Kayıp Türkler! 10 bin yıl önceki hayatı yaşıyorlar...İşte Kayıp Türkler! 10 bin yıl önceki hayatı yaşıyorlar...İşte Kayıp Türkler! 10 bin yıl önceki hayatı yaşıyorlar...


https://www.ahaber.com.tr/galeri/yasam/10-bin-yil-onceki-hayati-yasayan-kayip-turkler-fotograflandi

Türkiye'nin enerji yatırımı ne kadar?




ENERJİDE BÜYÜK YATIRIM...

'de geçen yıl 5 bin 840 megavat kapasiteye sahip elektrik üretim santrali devreye alındı. Bu santrallerin işletmeye girmesi için yaklaşık 6,2 milyar dolarlık yatırım yapıldı. İşte de yatırıma büyük önem veren ve enerjiye büyük pay ayıran Türkiye'nin enerji verileri...

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verilerinden edinilen bilgiye göre, 'nin elektrikteki kurulu gücü geçen yıl sonu itibarıyla toplam 85 bin 200 megavata yükseldi.

DOĞALGAZ VE KÖMÜRE YAPILAN YATIRIM
Geçen yıl en büyük yatırım doğalgaz ve kömür santrallerine yapıldı. Bir yılda 2 bin 621,5 megavat kurulu güce sahip doğalgaz santralinin kabulü tamamlandı. Bu santrallerin yatırım tutarı yaklaşık 2 milyar 225 milyon doları buldu. İşletmeye giren bin 320 megavat kapasiteli ithal kömür santralleri için de 1 milyar 560 milyon dolarlık yatırım yapıldı.
Geçen yıl yenilenebilir  alanında da toplam bin 821 megavatlık kapasite işletmeye alındı.

RÜZGAR ENERJİSİNDE YATIRIM HAMLESİ
Rüzgar enerjisinde yatırım büyüklüğü 900 milyon doları bulan 746,3 megavat kapasiteye sahip rüzgar santralleri faaliyete girdi. Ayrıca bu dönemde 736,9 megavat kapasiteye sahip hidroelektrik santralleri için 1 milyar 105 milyon dolar yatırım yapıldı.
Yaklaşık 338 megavat kurulu güçteki jeotermal, biyokütle, atık ısı ve güneş enerji santrallerinin yatırım tutarı ise 332 milyon dolara ulaştı.
Kalan 78 megavatlık yerli kömür, linyit, fuel-oil, kojenerasyon gibi çeşitli kaynaklardan elektrik üretimi için de 80 milyon dolar yatırım yapıldı.
Böylece 2017'de devreye giren toplam 5 bin 840 megavat kapasiteli lisanslı elektrik üretim tesisi için yapılan yatırım tutarı 6,2 milyar dolar oldu.

ELEKTRİKE YAPILAN YATIRIM PAYI
Elektrik sektöründe bir megavat kapasite için yapılan ortalama yatırım miktarı 1,7 milyon dolar ile 850 bin dolar arasında değişiyor. Linyit kömürle çalışan elektrik santrallerinde bir megavatlık kapasite için yatırım tutarı 1,7 milyon dolar olarak hesaplanırken, hidroelektrikte bu rakam 1,5 milyon dolar, rüzgarda 1,2 milyon dolar, ithal kömürde 1,15 milyon dolar ve doğalgazda ise 850 bin dolar olarak öngörülüyor.
Biyogaz, jeotermal, güneş ve diğer kaynaklarda ise bir megavat için ortalama bir milyon dolar yatırım gerekiyor.

AA
https://www.ahaber.com.tr/ekonomi/2018/03/08/turkiyenin-enerji-yatirimi-ne-kadar

Monday, 5 March 2018

ABD şimdi de Montrö'yü zorluyor



ABD şimdi de Montrö'yü zorluyor

erör gruplarını açıkça silahlandırmaktan çekinmeyen ABD, Karadeniz’de askeri varlık göstermek suretiyle Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni esnetmeye ve zorlamaya yönelik alışıldık tavırlarını sürdürüyor.ABD şimdi de Montrö'yü zorluyor

Son dönemde güney sınırımızda terör gruplarını açıkça silahlandırmaktan çekinmeyen ve bu konuda Türkiye’nin delillerle desteklenmiş itirazlarını ve taleplerini göz ardı eden Amerika Birleşik Devletleri (
ABD), henüz bu sorunlar devam ederken, arada bir yaptığı gibi yine Karadeniz’de askeri varlık göstermek suretiyle Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni esnetmeye veya zorlamaya yönelik alışıldık tavırlarını sürdürüyor.
ABD’nin Akdeniz’de görevli 6. filosunun web sitesinde duyurulduğuna göre, önce 16 Şubat 2018 tarihinde ABD donanmasına ait Arleigh Burke sınıfı USS Ross (DDG 71) muhribi, bilahare yine Arleigh Burke sınıfı USS Carney (DDG 64) Karadeniz’e girdi. İki geminin de giriş amacı ABD donanması tarafından aynı şekilde ifade edildi: “ABD’nin bölgede operasyonel varlığını sürdürmek, deniz güvenlik harekatı icra etmek, bölgesel deniz istikrarını artırmak ve NATO müttefikleri ve ortakları arasındaki operasyonel hazırlık kapasitesini güçlendirmek.”
ABD’nin bu faaliyeti karşısında Rusya’nın hamlesi gecikmedi: Rusya bir firkateyn ve iki devriye botunu Karadeniz’e çıkardı.
Karadeniz deniz alanında dengeler 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile sağlanıyor. Montrö Boğazlar Sözleşmesi harp ve ticaret gemilerinin Türk boğazlarından geçişini ve Karadeniz’de kalışını düzenliyor. Bu düzenlemenin kapsamına, Karadeniz’e kıyıdaş olan ve olmayan devletler dahil.
Soğuk Savaş döneminde Montrö Boğazlar Sözleşmesi Türkiye ve Batı dünyası açısından Sovyetler Birliği’nin aşındırıcı gayretlerine karşı korunan bir sözleşme hüviyetindeydi. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin anlamı ve önemi farklılaştı. Sovyetler Birliği’nin dağılıp Rusya kontrolündeki devletlerin birer birer Batı güdümüne girmesiyle birlikte Karadeniz’deki dengeler de değişti. Bu defa ABD başta olmak üzere Batılı devletler Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin sınırlarını zorlamaya başladılar. Öyle ki, Türkiye’de 1999 Ağustos’unda meydana gelen deprem nedeniyle Marmara denizine hastane gemisi gönderen ABD, bu gemiyi Karadeniz’e çıkarmak niyetini ortaya koyarak o kötü durumda dahi Montrö Sözleşmesi’ni esnetmeye gayret etmişti. ABD’nin bu manevrası Türkiye tarafından tespit edilerek hastane gemisinin Karadeniz’e çıkışı engellenmişti.
Doğal sürece ilave olarak, bölgedeki renkli devrimler, Ukrayna ve Gürcistan’da meydana gelen olaylar, Bulgaristan ve Romanya’nın Avrupa Birliği ve NATO üyesi olmaları, Karadeniz’in yapısını derinden etkiledi. Bunların sonucu olarak, ABD Karadeniz’de gemi bulundurmaya, bulundurduğu gemilerini yasal süresi içinde Karadeniz’den çıkarmamaya, sözleşmenin gerektirdiğinden fazla tonajda gemiyi Karadeniz’e çıkarmaya gayret etti. ABD’nin bu gayretleri her seferinde Türkiye Cumhuriyeti tarafından engellendi. Her seferinde ABD’ye uluslararası hukuk hatırlatıldı. Ancak ABD bulduğu her fırsatta Karadeniz’deki dengeleri kendi lehine değiştirmek adına gayretlerinden vazgeçmedi.
ABD’nin Karadeniz’de bulunma amacı “bölgede deniz güvenliğini sağlamak” olarak ilan edilirken, Türkiye ve Karadeniz kıyıdaşı ülkeler Karadeniz’de güvenliğin kendileri tarafından sağlandığını delilleriyle birlikte Batılı “dostlarına” gösterdiler. Buna ilave olarak, Karadeniz’e kıyıdaş devletler Türkiye’nin öncülüğünde Karadeniz’de önce kriz yönetimi ve insani yardım için “Blackseafor” Harekatını ve bilahare deniz güvenliğini temin için “Karadeniz Uyumu Harekatı”nı başlattılar. Bu faaliyetlerin başlaması ve başarıya ulaşması da ABD’yi Karadeniz’e müdahale arzusundan vazgeçiremedi. Hâlihazırda Türkiye ve Rusya, Karadeniz’de ABD varlığını görmekten duydukları rahatsızlığı her fırsatta ifade ediyorlar.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Türkiye açısından önemi şuradadır: Bu sözleşmeyle Türk boğazlarından geçecek yabancı harp gemilerinin sayısı, tipi ve tonajı sınırlanmıştır. Burada esas olarak Türkiye’nin güvenliği dikkate alınmıştır.
Sözleşme Karadeniz’e kıyıdaş devletlere kolaylıklar sağlamaktadır. Bu devletler Karadeniz’de harp gemisi bulundurup inşa edebilirler. Ancak yine de harp gemilerini boğazlardan geçirirken belli bir süre önce haber vermek zorundadırlar. Boğazlardan aynı anda geçen gemilerin toplam tonajı en fazla 15 bin ton, adedi ise en fazla dokuz olabilir. Kıyıdaş devletlerin denizaltıları da ancak Türkiye’ye haber verilerek, gündüz ve su üzerinden geçiş yapabilir.
Montrö’deki önemli hususlardan biri de Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletlerin gemilerine getirilen kısıtlamalar. Sözleşme bu gemilerin sayısını, tonajını ve tipini sınırlıyor. Buna göre, Karadeniz’de kıyısı olmayan devletler Karadeniz’de en fazla 45 bin ton gemi bulundurabilir. Tek bir devlet ise en fazla bu 45 bin tonun üçte ikisi kadar kuvvet bulundurabilir. ABD’nin Arleigh Burke sınıfı muhriplerinin her biri 8 bin 900 ton civarında. Dolayısıyla Bu iki ABD muhribinin Karadeniz’de bulunması yasal sınırlar bakımından bir sıkıntı oluşturmamakla birlikte, ihtiyaçlar bakımından hiç bir anlam taşımıyor. Karadeniz’deki gereksiz ABD varlığı Türkiye ve Rusya’yı rahatsız ediyor.
ABD başta olmak üzere Batılı devletler Karadeniz’de herhangi bir kısıtlama olmasını istemiyorlar. Bu nedenle her fırsatta Karadeniz’de geçerli olan Montrö kısıtlamalarını aşındırmaya çalışıyorlar. ABD, dünyanın her denizinde yaptığı gibi, Karadeniz’de de istediği süre boyunca istediği miktarda kuvvetle bulunma arzusunda. Türkiye ise her seferinde, Karadeniz’de bir güvenlik sorunu bulunmadığını, başta Türkiye ve onun Deniz Kuvvetleri, Sahil Güvenlik unsurları ve buna ilave olarak Türkiye önderliğinde Karadeniz’de oluşturulmuş Blackseafor ve Karadeniz Uyumu Harekatı gibi yapıların bölgenin güvenliğini sağladığını ABD’ye açıkça ifade ediyor. Karadeniz’in kendi kontrolü dışında kalmasını kabul edemeyen ABD ise bu durumla yetinmek istemiyor.
Görünen o ki, daha uzunca bir dönem, ABD Karadeniz’de arzu ettiği şartların sağlanmasını temin için hareketlerini tanzim etmeye çalışırken, Türkiye ve Rusya da ABD’nin bu uygulamalarının gereksizliğini anlatma ve bunlara engel olma yolunda gayret içinde olacaklar. Karadeniz’deki mevcut güvenlik durumu, ABD gemilerinin Karadeniz’de bulunmasını gerektirmiyor. ABD donanmasının Karadeniz’deki varlığı, ortamın güvenliğini bozmaktan başka anlam taşımıyor.
[Uluslararası güvenlik stratejileri uzmanı Dr. Fatih Erbaş 1986-2014 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve NATO Güney Kanadı Komutanlığı’nda farklı birlik ve karargâh görevlerinde bulundu; Harp Akademileri Komutanlığı ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nde öğretim üyeliği yaptı]


Friday, 2 March 2018

Milletimizin Başı Sağolsun



Milletimizin Başı Sağolsun

Zeytin Dalı Harekatı'nda Afrin kırsalında güvenlik güçlerimizle teröristler arasında çıkan çatışma sonucu 8 kahraman askerimizin şehit olduğunu, 13 kahraman askerimizin de yaralandığını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayız.

Ülkemizin birlik ve bütünlüğüne yönelik yurt içinde ve yurt dışındaki terör faaliyetleri asla hedefine ulaşamayacaktır.

Şehit olan askerlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne başsağlığı, yaralı askerlerimize acil şifalar temenni ederiz.

https://06cedmuho.blogspot.com.tr
Fotoğraf

Monday, 29 January 2018

ÖSO komutanı Sicco: Terör örgütü PYD/PKK Kürt kardeşimizi zorla silah altına aldı



ÖSO komutanı Sicco: Terör örgütü PYD/PKK Kürt kardeşimizi zorla silah altına aldı

ÖSO komutanı Sicco, "Burada PYD/PKK terör örgütü mensuplarından birini esir aldık. Bu örgüt birçok Kürt kardeşimizi TSK ve ÖSO ile savaşmak için zorla silah altına aldı.” dedi.

ÖSO komutanı Sicco: Terör örgütü PYD/PKK Kürt kardeşimizi zorla silah altına aldı
Fotoğraf: AA/Emin Sansar
AZEZ
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve desteklediği Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSOZeytin Dalı Harekatı kapsamında stratejik öneme sahip Burseya Dağı'nı PYD/PKK terör örgütünden temizlemesinin ardından, operasyona katılan ÖSO komutanları örgütün Kürtleri zorla silah altına aldığını söyledi.
  • 'Zeytin Dalı Harekatı' başladı
  • Sosyal medyada Zeytin Dalı Harekatı'na kara propaganda
  • Terör örgütü PKK'nın sosyal medya yalanları: 4 fotoğraf 4 gerçek
  • Terör yandaşlarından sosyal medyada üç yalan daha
  • PYD/PKK'lı teröristlerden 'sivil elbise' aldatmacası
  •  ZEYTİN DALI HAREKATI
  • ÖSO bünyesindeki 3. Kolordu’ya bağlı Şam Cephesi komutanlarından Ebu Ali Sicco, “Türkiye’nin Kilis kenti ile Suriye’nin Azez bölgesine bakan ve stratejik öneme sahip Burseya Dağı, TSK ve ÖSO tarafından terör örgütünden arındırıldı.” dedi.

    "Esir aldığımız teröristleri mahkemeye çıkaracağız"

    “Burada PYD/PKK terör örgütü mensuplarından birini esir aldık. Bu örgüt birçok Kürt kardeşimizi TSK ve ÖSO ile savaşmak için zorla silah altına aldı.” diyen Sicco, esir aldıkları teröristleri mahkemelere çıkartacaklarını ve ÖSO tarafından alınan bölgelerde adaleti tesis etmeye çalışacaklarını belirtti.
    Ebu Ali Sicco, terör örgütünden esir alınanlar arasında 16 ila 17 yaşında zorla silah altına alınmış reşit olmayan çocukların bulunduğuna dikkati çekti.

    "Burseya Dağı terör unsurlarından tamamen temizledi"

    3. Kolordu komutanlarından Ebu Riyad da bugün sabah saatlerinde başlayan Burseya Dağı operasyonu ile TSK ve ÖSO’nun dağı PYD/PKK terör unsurlarından tamamen temizlediğini söyledi.
    Ebu Riyad, operasyonda bölgede birçok teröristin etkisiz hale getirildiğini, bazılarının esir alındığını, ayrıca terör örgütüne ait çok sayıda silah ve mühimmata el konulduğunu aktardı. Ebu Riyad, Burseya’dan sonraki tepeleri de alarak, Kefer Cenneh köyü üzerinden Afrin’e ulaşmayı hedeflediklerini kaydetti.
    TSK savaş uçaklarının hava harekatı ve topçu atışlarıyla vurulan Burseya Dağı'na yönelik operasyonla harekatın 9. gününde Afrin'in beş beldesinde 14'ü köy, biri köy altı yerleşim ve 4'ü stratejik tepe olmak üzere 19 nokta örgütten kurtarıldı.
    TSK ve harekata destek veren Özgür Suriye Ordusu güçleri, harekat kapsamında Bülbül beldesinde Şengal, Zehran, Bali Köy, Kurni, Hay Oğlu, Heftar, Ursa köyleri ve Kürdo köy altı yerleşimi, Racu beldesinde Edamanli, Ali Bekki, Bilal Köy, Ömer Uşağı, Mamel Uşağı, 740. Tepe, Şeyh Hadid beldesinde Şeyh Hadid Tepesi, Kara Mitlak, Cinderes beldesinde de Hammam köyü, Mersides Tepesi ile Şeran beldesinde Kastel Cündo köyünü ele geçirdi.
    Muhabir: Said İbicioğlu, Ömer Koparan                                                       http://aa.com.tr/tr/dunya/oso-komutani-sicco-teror-orgutu-pyd-pkk-kurt-kardesimizi-zorla-silah-altina-aldi/1045184


Friday, 26 January 2018

Zeytin Dalı Harekatı asimetrik savaş ve canlı kalkan stratejisi


Zeytin Dalı Harekatı asimetrik savaş ve canlı kalkan stratejisi

Türkiye, terör örgütleri DEAŞ ve PYD/YPG’yi hedef alarak başlattığı Zeytin Dalı harekatında, bölgedeki terör unsurlarını etkisizleştirmeyi, insani krizi sonlandırmayı ve bölgeyi yeniden inşa ederek mültecilerin evlerine dönmesini arzu ediyor. 

İSTANBUL - Can Acun
Türkiye uzun bir süredir eş zamanlı olarak hem ulusal güvenliğine hem de Suriye’nin toprak bütünlüğüne karşı ciddi bir tehdit olarak gördüğü PKK’nın Suriye yapılanması olan PYD/YPG’ye yönelik kapsamlı bir askeri harekât hazırlığındaydı. Gerek bölge ülkeleri gerekse Suriye’de aktif olan diğer güçlerle yoğun bir diplomasi trafiği gerçekleştiren Türkiye, ihtiyaç duyduğu siyasi ve askeri zeminin oluşmasıyla düğmeye bastı ve PKK’nın terör kuşağının batı ucundaki Afrin için “Zeytin Dalı” harekatını başlattı. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bir süredir bölgeye askeri güç nakletmiş, İdlib’de Afrin’in güneyinde de üslenerek bölgeyi çevrelemişti. Yine kendisine müzahir binlerce Suriyeli muhalif unsur da PYD/YPG tehdidine karşı bölgeye sevk edilmişti. Türkiye terör örgütleri DEAŞ ve PYD/YPG’yi eşzamanlı olarak hedef aldığı Fırat Kalkanı harekatına benzer şekilde başlattığı Zeytin Dalı harekatında, bölgedeki terör unsurlarını etkisizleştirmeyi, insani krizi sonlandırmayı ve bölgeyi yeniden inşa ederek mültecilerin evlerine dönmesini arzu ediyor.
Şimdiye kadar başarıyla icra edilen harekatta, terör örgütü PYD/YPG ise asimetrik-hibrit savaş teknikleriyle direnç gösterip meskun mahallere çekilerek sivilleri canlı kalkan olarak kullanma gayretinde. Örgütün sivilleri canlı kalkanı yaparak hem kendi zayiatını azaltmaya çalıştığı, hem de sivil kayıplar oluşmasını sağlayarak bunlar üzerinden uluslararası bir kara-propaganda sürecini hayata geçirme arayışında olduğu görülüyor. Örgüt mensupları tarafından Afrin merkezi ve kırsalındaki sivillerin bölgeyi terk etmesine izin verilmemesi, bu değerlendirmeyi doğruluyor.

Afrin bölgesi

Coğrafi konum olarak Türkiye sınır hattında, Suriye’nin kuzeybatısındaki Halep eyaletinde yer alan Afrin, Merkez, Bülbül, Cinderes, Raco, Şeren, Şeyh Hadid, Mabedli olmak üzere yedi beldeden oluşuyor. Türkiye için sınır hattında önemli bir jeopolitik konum arz ediyor. Yüzölçümü yaklaşık bin 850 kilometrekare olan Afrin dağlık bir bölge. Suriye genelinde 2004 yılında yapılan son nüfus sayımına göre, Afrin bölgesinde merkezde 64 bin 758 kişi yaşıyordu; ilçenin genelinde ise 172 bin 95 kişi bulunmaktaydı. Demografik olarak kentin çoğunluğu etnik açından Kürtlerden oluşmaktayken Arap ve Türkmen nüfus da bulunmakta. Bölgede az sayıda Yezidi de yaşıyor. 2011 yılında başlayan devrimle birlikte, Afrin’in rejim tarafından hedef alınmaması nedeniyle nüfus artmıştı. Ancak ilçenin nüfusu hakkında çelişkili rakamlar telaffuz ediliyor, özellikle PKK/PYD yanlısı kaynaklar ilçenin nüfusu hakkında mübalağa ediyor. Halihazırda Afrin bölgesinde bulunan nüfusun 300 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor.
Terör örgütü PKK’nın 1980’li yıllarından itibaren varlık gösterdiği Afrin bölgesi, son dönemde yaşanan kaostan faydalanarak etkinliğini artıran örgüt için stratejik açından daha da önemli bir yer haline geldi. Esed rejimi 2012 ortalarında yoğun olarak Kürtlerin yaşadığı bölgelerden çekilip bu bölgeyi anlaşmalı bir şekilde PKK’nın Suriye örgütlenmesi olan PYD/YPG militanlarına bırakmıştı. Böylelikle Afrin YPG’nin kontrolüne geçince, bu tarihten itibaren Afrin’de gücünü tahkim edebilmek için YPG, başta diğer Kürt partiler olmak üzere, kendine biat etmeyen grupları bastırarak kitlesel tutuklamalar yapıp tehcir politikası izlemişti.
29 Ocak 2014 tarihinden bu yana Afrin, PYD tarafından ilan edilen “öz yönetim” tarafından yönetilmeye başlanmıştı. 2015 yılının ortasında PYD/YPG bölge halkını zorunlu askerliğe tabi tutunca, binlerce Afrinli genç silah altına alınmamak için bölgeden kaçmıştı. YPG’nin iddialarına göre örgüt Afrin kantonunu 47 konseyin altında toplanan ve halkı örgütleyen 898 komün (komite) oluşturarak idare ediyor. Bu alan Fırat’ın doğusundaki PYD/YPG’den coğrafi olarak yalıtılmış olsa da, diğer yerlerde olduğu gibi, KCK Suriye Yürütme Konseyi’nin emir komutası altında, Kandil’den emir alan Halil Tefdem, Ahmed Hudro, Mahmud Berhudan, Behcet Abdo, Nocin gibi PKK’lı isimler tarafından yönetilmektedir.

Tel Rıfat’ın ele geçirilmesi ve tehcir

Afrin’de rejim desteğiyle gücü ele alan PYD/YPG, Türkiye tarafından Rus savaş uçağının düşürülmesi hadisesi sonrasında, Şubat 2016’da Rus hava desteğiyle Afrin’in doğusundaki Tel Rıfat-Minnig hattını Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) elinden almıştı. YPG bu bölgedeki Arap nüfusu da cebren tehcir ederek evlerine, araçlarına ve topraklarına el koymuştu. Örgüt daha sonra Azez beldesine saldırarak ilerlemeye çalışmış, ancak başarılı olamamıştı. 2016’nın Ekim-Kasım aylarında ise ABD’nin sağladığı hava desteğiyle Afrin’den El-Bab’a doğru ilerlemeye çalışmış, ancak Fırat Kalkanı harekatıyla örgütün bölgedeki ilerleyişi durdurulmuştu.

Afrin’in terör örgütü için önemi

Örgüt bu bölgeyi Akdeniz’e sıçrama tahtası olarak görüyor. Afrin’den Türkiye’ye Amanos dağları üzerinden bir ikmal hattı kurarak militan ve silah sevkiyatı yapmaya çalışıyor. Bu bölgeden kendi tabirleriyle “Akdeniz açılımı” yapmak istiyor. Türk güvenlik güçleri şimdiye kadar Afrin’den bölgeye geçen 40’tan fazla teröristi etkisiz hale getirdi. Örgüt Afrin’i militan devşirmek adına da önemli bir kaynak olarak görüyor. “Öz Savunma Gücü” adı altında 16-18 yaş arasındaki kız ve erkek çocukları zorla silah altına alıyor. Bölgede yine örgütün kurduğu çok sayıda askeri eğitim kampı var. Zorla silah altına alınan çocuklar ve gençler buralarda eğitime tabi tutuluyor.

Zeytin Dalı harekatı ve asimetrik savaş

Afrin’deki terör unsurlarını etkisizleştirmeye yönelik başlatılan Zeytin Dalı harekatı, öncelikle hava taarruzu ile, ilerleyen aşamalarda ise karadan Afrin içine girilerek devam etti. Dördüncü gün itibariyle, özellikle Türkiye’nin sınır hattındaki kuzey ve batı bölgelerinde birçok stratejik nokta terör örgütünün elinden alınarak özgürleştirilmiş durumda. Terör örgütü PYD/YPG’nin, Afrin etrafında kontrol ettiği bin 500 kilometrekarelik bir alanda, sayıları 5-6 bin civarında olduğu düşünülen unsurlarıyla, DEAŞ’a benzer şekilde asimetrik savaş teknikleri ve hibrit yöntemlerle TSK ve muhalifleri durdurmaya çalıştığı görülüyor.
Terör örgütünün bölgede çok uzun süredir siperler kazdığı, tünel hatları oluşturduğu, el yapımı patlayıcılarla tuzaklamalar yaptığı, belli alanları zırhlı araçlara karşı mayınladığı biliniyor. ABD’nin Fırat’ın doğusunda sağladığı anti-tank silahlarını bölgeye nakleden YPG’nin bir direnç gösterme çabasında olduğu da görülüyor. Afrin coğrafyası topografik açından değerlendirildiğinde, özellikle orta ve kuzeybatı kesimlerinin dağlık olmasından yararlanan terör örgütü mensuplarının bu bölgelere çekilmesi ihtimali söz konusuydu. Fakat TSK ve ÖSO’nun Türkiye üzerinden eşzamanlı olarak 5-6 altı ayrı hattan bu bölgelere girdiği ve hızlı bir şekilde tepeleri ve yerleşim yerlerini ele geçirerek sürpriz bir hamle yaptığı görüldü.
Örgüt için çok önemli olan, ancak gerek Tel Rıfat ve Minnig bölgesi gerekse Afrin merkezine uzanan düz ovalarda, TSK ve müzahir muhalif unsurların teknik imkânları ve ateş gücü karşısında örgütün ciddi bir direnç gösterebilmesi pek mümkün değil. Fırat Kalkanı harekatından elde ettiği tecrübe ve başta anti-tank silahlarına karşı olmak üzere, asimetrik-hibrit çatışmalarda kullanabileceği etkili çözümler ve silahlı insansız hava araçları (SİHA) gibi yeni donanımlarla, Afrin operasyonu harekatı için, Türkiye’nin geçmişe nazaran çok daha iyi bir yerde olduğunu da unutmamak gerek.

Canlı kalkan stratejisi ve kara propaganda

TSK ve müzahir muhalifler karşısında askeri olarak tutunma gücü olmayan terör örgütünün, savaşı başta Afrin merkezi olmak üzere sivillerin yoğun yaşadığı meskun mahallere çekmeye çalışacağı anlaşılıyor. Daha önce Türkiye içinde hendek kalkışmasıyla sivilleri güvenlik güçlerine karşı canlı kalkan olarak kullanma stratejisi benimseyen terör örgütü, şimdi Afrin’de benzer bir stratejiyi hayata geçirme arayışında. Sivilleri canlı kalkan olarak kullanarak kendi zayiatını azaltmaya çalışacak olan örgüt, bir yandan da bu stratejiyle sivil kayıpların oluşmasını sağlayarak bunun üzerinden uluslararası bir kamuoyu oluşturma çabası içinde.
Zeytin Dalı harekatına ilişkin algı operasyonu ve mühendisliği yapan örgüt, kendisine ait medya araçlarını aktif şekilde kullanarak kara-propaganda yapıyor. Yine özellikle batı ülkelerinde kendisine müzahir medya organlarının da destek verdiği bu kara-propagandaya, FETÖ’ye ait medya organları ve ilişkili aktörlerinde destek verdiği görülüyor.
Örgütün buradaki temel stratejisi ise hem Türkiye içinde ve dışında kitleleri harekete geçirebilmek hem de Türkiye’yi sivilleri hedef alan bir ülke olarak göstererek uluslararası kamuoyunun Türkiye’ye baskı yapmasını ve böylece Zeytin Dalı harekatının durdurulmasını sağlayabilmek. Ancak Türkiye’nin askeri harekatta olduğu gibi asimetrik-kara propaganda karşısında da Fırat Kalkanı harekatına nazaran çok daha hazırlıklı olduğu görülüyor. Türk medya organları kara-propaganda karşısında hızlıca harekete geçerek asılsız haber ve görüntülerin gerçek dışılığını ortaya koymaya çalışıyor. Terörle her alanda, özellikle medya alanında mücadele edebilmek de bu bağlamda önem arz ediyor.
[Mısır’da Kahire-Türkiye Araştırmaları Merkezi’nde çalışmış olan Can Acun SETA Dış Politika Direktörlüğü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır]

Zeytin Dalı Harekatı asimetrik savaş ve canlı kalkan stratejisi

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts