ŞULE YÜKSEL ÜNLÜ
İstanbul Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler
Küreselleşme günümüzde en çok kullanılan kavramlardan biridir. En genel anlamıyla küreselleşme, endüstriyel ve teknolojik gelişmeye paralel olarak kültürel, siyasal ve ekonomik düzeydeki toplumsal ilişkilerin dünya çapında yaygınlaşması olarak tanımlanmaktadır.
Öncelikle ekonomi yönlü olarak başlayan küreselleşme olgusu iletişim araçlarının da yaygınlaşması ile birlikte günümüzde siyasal, kültürel alanlarda kendini hissettirmektedir.
Dünyanın tek bir Pazar olmaya doğru yol almasıyla başlayan küreselleşme süreci, günümüzde akıl almaz boyutlara ulaşmış durumdadır. Küreselleşme kendini en çok ekonomik alanda hissettirmekte ve aslında ulus devletin başına büyük sorunlar açmaktadır. Özellikle, Şirketlerin ulusal kimliklerinden kurtulup uluslararası nitelik kazanmaya başlamaları akıllara ‘ulus- devlet giderek gücünü kayıp mı ediyor?’ sorusunu getirmektedir. Çünkü küreselleşme ile birlikte gerek ekonomik, gerek siyasal ve gerekse askeri düzeyde çok uluslu kuruluşların sayısı ve gücü artmakta ve bu kuruluşlar ulus-devlet’lerin gücünü azaltıcı faaliyetlerde bulunmaktadır. Öyle ki yıllık cirosu birçok devletin milli gelirinden yüksek olan şirketler mevcut olmaktadır. Bu durum da, gücü daha az olan ulus-devlet kendinden güçlü olan şirketler karşısında otoriteyi nasıl sağlayacaktır? Devletler bu soruna ulus-devlet sistemleri ile çözüm bulmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu durumda ulus-devlet’i pasifize edici bir görüntü çizmektedir. Avrupa Birliği örneğine baktığımızda bizzat ulus-devlet sisteminin kendisi ulus-devletin üzerinde biri gibi durmakta, bu durumda ulus-devlete giderek güç kaybettirmektedir. Bu aynı zamanda, gelişmiş ülkelerin elinde olan küresel gelişmelerle az gelişmiş ülkelerin siyasal gücünü kaybettirme çabasıdır. Zira pastadan daha fazla pay almak isteyen gelişmiş devletler, az gelişmiş ülkeleri bu şekilde oyun dışına atmaya çalışmaktadırlar. Şöyle ki yine Avrupa Birliği ele alacak olursak; ekonomik alanda bütünleşmeyi amaç edinen bu toplulukta söz sahibi olan ülkeler gelişmiş ülkelerdir. Ve topluluğu istedikleri gibi yönlendirebilmektedirler. Ve küreselleşme de karlı çıkan taraf gelişmiş ülkeler olmaktadır.
Ancak küreselleşme çok yönlü bir süreçtir, öyle ki ulusal devletler küreselleşen şirketler karşısında kendi önlemlerini alabilmektedir. Örneğin kapitalizmin ve liberalizmin beşiği olan İngiltere Avrupa Birliği gibi, devletleri 2.güç haline getiren sistemlere şiddetle karşı çıkmakta ve bunun ulusal gücü zayıflatacağını ileri sürmekte, direnmekte ve aslında başarılı da olmaktadır. Asya ve Afrika gibi kıtalarda ise devletler etnik çatışmalardan faydalanıp ulus-devleti küreselleşme karşısında ayakta tutmaya çalışmakta ve oldukça başarılı olmaktadırlar. Potansiyel etnik çatışmaların bu günkü konumu ve içinde bulunduğu gerilim var oldukça ulusalcılık, ulus-devlet ve ulusal kültür’ün gücünde önemli bir zayıflama ne günümüzde ne de önümüzdeki yıllarda pek mümkün görünmemektedir.
Küreselleşmenin devletler üzerindeki mali etkisine baktığımızda ise; vergi sorunuyla karşılaşmaktayız. Zira küreselleşme devletlerin sahip olduğu ekonomik sistemi aşındırmaktadır.Küreselleşme ve yeni teknoloji hükümetlerin vatandaşlarından vergi alabilme gücünün azalması yolunda bir tehdit oluşturmaktadır.Bu tehdit Dünya üzerinde entegre oldukça; sermaye ve iş gücü, vergi oranı düşük olan ülkelere daha serbest hareket ettikçe; ülkelerin diğer ülkelere daha yüksek oranda vergi oranı koyma imkanı sınırlandırılmaktadır. Çünki; firmalar için küreselleşme ve teknolojik gelişmelere paralel olarak iş faaliyetleri için iş merkezlerinin kuruluş yeri önemli olmamaktadır. Küreselleşme ile meydana gelen bu gelişme nedeniyle, şirketlerin nerede vergi ödeyecekleri konusunda karar almaları zorlaşmakta ve vergilemenin en az olduğu ülkelere yönelmektedir. Ayrıca küreselleşme ile iş gücünün vergilendirilmesinde çeşitli güçlükler ortaya çıkabilecektir.Küreselleşme ile kaliteli iş gücü vergileme açısından en az vergilendirilen ülkelere doğru yönelme tehlikesi vardır. Özellikle serbest meslek faaliyetleri ve kaliteli iş gücü açısından böyle bir tehlike işletmelerin kuruluş yerlerinde iş gücüne en az vergi olan ülkeleri seçmelerine neden olacaktır. Bu durum, gelirinin çoğunluğu vatandaşlardan aldığı vergilere dayanan ulus-devlet için oldukça kötü bir durumdur; zira ekonomik anlamda büyük kayıplar vermesine sebep olmaktadır.
Sermayenin ve işgücünün mobilize olması devletleri, sermayeyi ve işgücünü ülkelerine çekmek için harekete geçirmekte ve ortaya devletler arası vergi rekabeti çıkmaktadır. Vergi rekabeti; firma ve ulusal düzeyde rekabet gücünü arttırmak isteyen idari birimlerin vergilendirme yetkisine sahip olduğu alanlarda rakip idari birimlere kıyasla mükelleflerin vergi yüklerini azaltmak veya düşük tutmak suretiyle potansiyel olarak hareket kabiliyeti yüksek olan faktörleri, özellikle kalifiye işgücü ve sermaye için kendi idari birimlerini cazip hale getirme çabasıdır. Biz burada idari birimlerden devletleri baz alıyoruz ve devletler vergiyi çekebilmek için, kendi ülkelerinde ulusal şirketlerden aldığı dolaylı vergilerin azaltılması yolunu seçerken, yabancı sermayeyi çekmek için de dolaysız vergi oranlarını düşürme yolunu seçmektedir. İlk saydığım yöntem yani yurt içindeki sermayeyi teşvik edici yöntem ‘iyi’, ikinci yöntem yani yabancı sermayeyi çekmek için yapılan vergi indirimi ise ’kötü’ vergi rekabeti olarak adlandırılmaktadır. Uluslararası vergi rekabetine ayak uyduramayan ülkeler ise, bu noktada genellikle ülkelerindeki üretim faktörlerini dış piyasalara ihraç eden ülkeler konumundadırlar.
Yüksek vergi oranları nedeniyle sermaye kaçışlarının yaşandığı ülkeler yalnızca sermaye üzerinden elde edecekleri kazançlardan yoksun kalmazlar. Aynı zamanda, iktisadi büyüme açısından büyük önem taşıyan üretim faktörlerini de kaybetmiş olurlar. Düşük vergi sistemini uygulayan ülkelerin aldıkları vergiler asgari düzeyde olsa dahi, yeni üretim faktörlerinin ülkeye girişini sağlayarak ekonomik ve politik kazanımlar elde ederler.
Yukarıda iyi ve kötü olmak üzere iki tür vergi rekabetinden söz etmiştim. Kötü vergi rekabetlerinde en tehlikeli rolü ‘vergi cennetleri’ diye adlandırılan devletler üstlenmektedirler. Zira bu devletler genel itibari ile milli geliri, refah düzeyi düşük devletlerdir ve ülkelerine herhangi bir para girişi olmamaktadır. Bu devletler öyle uygulamalar yapmaktadırlar ki vergi mükelleflerinin vergiden kaçınmalarını ve hatta vergi kaçırmalarını olanaklı hale getirmektedirler. Zaten doğru düzgün gelir kaynağı olmayan bu devletler çoğu zaman şirketlerin kağıt üzerinde kurulduğu ülkeler olmakta ve aldıkları cüz’i vergi ücretleri ile gelir elde etme imkanına kavuşmaktadırlar.
Bu durumda ulus-devlet yapısında güç kaybedici bir unsur teşkil elde etmektedir.
Türkiye, yukarıda bahsedilen “iki taraf” ülkeler arasında bir konum arz etmektedir. Türkiye bir yanı ile teknoloji, yeterli mal ve hizmet üreterek küreselleşme olgusuna ciddi katkıda bulunmayan bir ülkedir. Öte yandan 76 milyonluk nüfusu ile Pazar olma yönünden cazip bir ülkedir. Bu durumu ile ilk bakışta küreselleşme olgusunun da ikinci ülkeler safında imiş gibi görünmektedir. Fakat coğrafyamızdaki potansiyel zenginlikler iyi değerlendirildiğinde, bloğumuzdaki ülkeler arasında, gelişmiş ülkeler safına ilk geçebilecek konumda olduğumuz da bir gerçektir.
Türkiye küreselleşmenin siyasi boyutu açısından, AB’ ye üyelik ve ABD ile ilişkiler açısından demokrasinin aksayan mekanizmalarını hızla düzeltme mecburiyetiyle karşı karşıyadır. Demokratik hayattaki mevcut sıkıntılar, insan hakları başlığı altında iyi niyet ve kastı aşan taleplerle üniter devlet yapımıza tehdit unsurları taşıyan tavır ve hareketlerden dolayı kolayca aşılamamaktadır. Küreselleşme olgusunda birinci taraf ülkeler arasına geçme şansımızın zayıflamasına bu durum doğrudan tesir etmektedir. Demokratik sistemin yeniden yapılanması ihtiyacı sadece ülkemiz insanları açısından değil, aynı zamanda küreselleşme olgusunu dünya ölçeğinde istenilen hedeflere ulaşması açısından doğu-batı, kuzey-güney akışında Küreselleşmenin ekonomik yansımalarının Türkiye’ ye etkileri açısından yaklaşıldığında; mal ve hizmetlerin iletişiminde kavşak ülkesi konumunda olmamızdan dolayı batı için büyük önem arz etmektedir. Stratejik coğrafyasında, istikrarsız Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkas coğrafyasının sınır komşusu Türkiye’ nin aynı zamanda bir İslam ülkesi olması da, özellikli, önemli ülke konumunda değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Türkiye bu tabloyu çok iyi değerlendirerek iç dinamiklerini hızla harekete geçirmek ve demokrasi kriteri ile demokratik yapısındaki yeni yapısal değişiklikleri zaman kaybetmeden gerçekleştirmek zorundadır. Aksi takdirde küreselleşmenin kontrolü zor ve hızıyla özdeşleştirilmesi gereken bu süreçteki zaman kaybı, bedeli ağır sorunlarla karşı karşıya gelmemizi kaçınılmaz kılacaktır.
Ülkemizde küreselleşme ile ilgili en büyük sorun “yasal ve idari” düzenlemelerin bir an evvel yapılması gerekliliğidir.
Küreselleşmenin sosyal boyutları açısından da Türkiye – Batı İttifakı içindeki tek İslam ülkesi olma sıfatıyla kritik bir konu arz etmektedir. Yukarıda ifade edildiği gibi, küreselleşmenin ayrılmaz bir öğesi olan elektronik serpinti dalgaları, yasak tanımaz platformları evlerimize kadar sokabilmektedir. Bu durumda Türkiye insanlığa sunabileceği tarihi referans noktalarının derinliği ve çokluğu açısından etkili birçok avantaja sahiptir. İlerde batı dünyasının da özlemle ihtiyaç duyacağı, temel insani değerlerin engin tecrübesine ve kaynağına sahip olan Türkiye, bu kültür değerlerini evrensel boyutlara aynı iletişim teknolojilerini kullanarak sunabilir ve küreselleşmeye katkıda bulunabilir. Bu konumdaki çalışmalar sistematik bir program dâhilinde “Ar-Ge” çalışmaları ile ortaya konulmalıdır. Sosyal değerler birikimi unutturularak, tüketici ilişkilerinde kaosa düşmek tehdidi, sadece milli orijinal faaliyetlerle değil, özü bizde olan evrensel değerlerle kucaklaşıp onların gelişimine katkıda bulunabilecek kültür değerlerimizin internet dünyasına hızla girmesiyle önlenebilir. Buna batınında çok ihtiyacı olacaktır.
Türkiye üreten batının mal ve hizmet akışının kavşağında olması sebebiyle dünyada dolaşan sermaye ve yatırım hamlelerinin cazibe merkezi olmaktadır. Ekonomik sıkıntılarını aşmış bir Türkiye; üretimi, satışı ve kârını ön planda tutmak mecburiyetinde olan Batının, küreselleşme politikalarında vazgeçmesi mümkün olmayan bir ülke olup, yerine ikame edebilecek aynı değerde alternatif ülkelerin bulunmaması nedeniyle de büyük avantaja sahiptir. Burada en kritik nokta Batının taleplerini oluşturan durdurulamaz ve hızı kesilemez küreselleşme olgusunun zamanlamasıyla Türkiye’ nin avantajlarını kullanmaya hazır bir hale gelmesi için gerekli sürenin özdeşleşmesi sorunudur. Bu noktada meydana gelebilecek bir gecikme, şartların zorlaması ile dünya barışını tehdit eden kritik coğrafyaların bir anda Türkiye ile birlikte karışmasına sebep olabilir. İşte bunun için Clinton Türkiye’ yi ziyaretinde AGİT zirvesinde gelecek bin yılın şekillenmesinde ilk 25 yılı Türkiye’ nin konumunun belirleyeceğini ifade etmiştir.
kaynak: http://akademikperspektif.com
No comments:
Post a Comment