Saturday, 7 March 2015

ÜNİVERSİTELERİN LİSE SORUNU




ÜNİVERSİTELERİN LİSE SORUNU
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER
Türkiye’nin en önemli sorununun eğitim olduğunu defalarca yazdık çizdik. Eğer eğitimde atılım yapamaz isek, Türkiye’nin yapısal bir dönüşüme girebilmesi mümkün değil… Yapısal bir dönüşüm olmayınca da iki ileri bir geri tarihsel yürüyüşümüzü tersine çevirebilmemiz zor görünüyor.
Aslına bakarsanız, bilgi olarak herkes eğitimin öneminin farkında. Ancak bunu sahaya yansıtamıyoruz… Hükümetler uzunca bir süredir eğitimle geri kalmışlığın belini kırmaya çalışıyorlar, özellikle yüksek öğrenime büyük kaynaklar ayırıyorlar. Üniversite sayısı 180’i bulmuş durumda. Sadece devlet üniversitelerinin sayısı bile 100’ün üzerinde… Bu nedenle devlet bürokrasisi “bu kadar üniversite açmışız. Daha ne yapalım” düşüncesinde…
Oysa ki mesele bina sayısı veya okula devam eden öğrenci sayısı gibi istatistiklerin çok ötesinde. Binanın altı çürük olduğu için, yukarı eklenen her bir kat eğitim kalitemize ilave bir güç değil, ek bir yük getiriyor.
Ünlü tarihçi-akademisyen Bernard Lewis diyor ki, “iyi lisans hocalığı, ancak öğrenciler üniversiteye geldiklerinde bir şeyler biliyorlarsa mümkündür. Eğer lisans eğitiminin ilk 2 yılını onlara 14 yaşındayken bilmeleri gereken şeyleri öğreterek geçirirseniz, pek de ileriye gidemezler”.
Lewis çok haklı. Eğer bir öğrenci iyi bir lise, hatta iyi bir ilk ve orta okul eğitimi almamış ise istediği kadar zeki olsun üniversitede alabilecekleri son derece sınırlı kalır. Temelsiz bir bina misali, liseden çok zayıf melekelerle ve becerilerle mezun olmuş bir öğrenciye dünyanın en iyi öğretim üyeleri dahi pek fazla bir şey veremez… Bu öğrenciler belki sınıfları geçerler, sınavları da geçerler, ancak hiçbir zaman gerçek anlamda bir üniversite mezunu olamazlar… O olgunluğa ulaşamazlar…
İYİ ÖĞRENCİ
İyi bir üniversite eğitimi için 2 temel ihtiyaç vardır: İyi bir öğretim elemanı ve iyi bir öğrenci… İyi bir öğrenci derken çok zeki veya çalışkan bir kişiden bahsetmiyoruz. Öğrenci olmak da bir meslek gibidir. İyi bir öğrenci, sensörleri açık, öğrenmeye istekli, hatta öğrenmeye aç, öğretmenine saygılı ve onun dediklerini uygulamaya can atan bir kişidir. İyi bir öğrenci öğrenmeyi bilendir. Bu açıdan baktığımızda iyi bir öğrenci hiçbir şey bilmeyen bir cahil değil, öğrenmesi gerektiğini bilen ve öğrenme yeteneği olan kişidir.
Hatta diyebilirim ki iyi bir öğrenci olmak iyi bir öğretmen olmaktan bile daha zordur.
Bu açıdan bakıldığında ilkokul, orta okul ve lisede öğrencilerin en azından öğrenmeyi öğrenmeleri gerekir. Yani milli eğitimin vermesi gereken ilk beceri iyi bir öğrenci olmaktır… Bu sürecin kreş çağlarında başladığını ve orta okulun son sınıfında bittiğini söyleyen uzmanlar dahi vardır. Başka bir ifade ile, bir öğrenci üniversiteye geldiğinde en azından iyi bir öğrenci olmayı öğrenmiş olmalı ve öğrenme becerisi geliştirilmiş halde bulunmalıdır. Yoksa üniversitede başarılı bir öğrenci olmak için üniversite sınavında kaç soruyu doğru yanıtladığı ana kriter değildir.
Duruma bu şekilde baktığımızda ise Türk öğrencilerinin ezici bir çoğunluğunun öğrenmeyi bilmediğini, ilk, orta ve lise yıllarında öğrenmenin kendilerine öğretilmediğini görüyoruz. Araştırmaktan, sorgulamaktan, öğrenmekten zevk almayan, hatta öğrenmenin ne olduğunu dahi pek de bilmeyen bu öğrenciler üniversiteye geldiklerinde lisans eğitiminin ne olduğu konusunda herhangi bir fikre sahip olmuyorlar. Üniversiteyi lisenin devamı şeklinde gören öğrenciler zaten sorunlu olan üniversitelerde daha sorunlu kişiliklere kavuşarak mezun oluyorlar.
Durumun farkında olan öğretim üyelerinin sayısı da sanıldığı kadar fazla değil. Alt yapı eksiklikleri, akademik gelenekten ve kurumsallaşmadan yoksun kurumlar sorunlu öğrencileri ıslah etmek bir yana sorunu daha da karmaşıklaştırıyor. Bu sistem içine kazara düşmüş iyi bilim ve eğitim insanları ise ilk başta idealist bir gayrete giriyorlar, ancak yaşadıkları kötü tecrübeler onları yılgınlığa ve ümitsizliğe düşürüyor. Belki de bu nedenle Türk üniversitelerinde devam eden öğrenci sayısı çok az. Bu durum ne kurumları ne de öğretim elemanları fazlaca rahatsız etmiyor. Daha doğrusu rahatsız etse de, yapılacak derslerin veya öğrencilere verilecek emeğin karşılığının alınamayacağı endişesi onları boşvermişliğe itiyor.
KARŞILIKSIZ DİPLOMALAR
Bu tabloyu değiştirmek için yüksek öğretim kurumlarında yapılabilecek pek çok iş var elbette. Ancak burada asıl yapılması gereken üniversitelerde değil, ilk, orta ve lise seviyesinde başlıyor. Kötü bir ilkokul ve orta okul deneyiminin ardından öğrenciler artık ‘tedavi edilemez’ hale gelmiş oluyorlar. Öylesine kötü bir temelin üzerine kat çıkabilmek mümkün olmuyor. Hal böyle olunca da üst sınıflarda bir tür günü kurtarma ile karşı karşıya kalıyoruz. Her yıl yüzbinlerce öğrenci üniversitelerden mezun oluyor. Ancak tıpkı karşılıksız para basmak gibi dağıtılan diplomalar da karşılıksız diplomalar oluyor. Yani biz mühendis, iktisatçı veya turizmci yetiştirdiğimizi sanırken aslında diplomalardaki becerilere ve olgunluğa sahip olmayan yüzbinlerce gizli işsiz yetiştirmiş oluyoruz.
Dediğimiz gibi, meselenin başlangıcı ilkokullar, hatta kreşler. Eğer doğru yerden başlamaz isek hep başladığımız yere geri döneriz.
7 Mart 2015


No comments:

Post a Comment

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts