Sudan Devlet Başkanı Ömer El-Beşir’in Türkiye Ziyareti
Ahmet KAVAS
Yayın Tarihi : 22.1.2008
Türkiye-Sudan münasebetleri 16. yüzyılın başına kadar gitmektedir. Ancak Türklerin Afrika’nın bu bölgesiyle ilk temasları dokuzuncu yüzyılda Kahire merkezli kurdukları Tolunoğulları, İhşitler, Eyyûbiler ve Memlûkler dönemlerine kadar uzanmaktadır. Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır’ın idaresini Memlûkler’den almasından sonra Osmanlı Devleti’nin Kızıldeniz’in batı sahillerine, yani bugünkü Sudan devleti topraklarına ilgi duyduğunu biliyoruz. Afrika’da kurduğu Mısır, Trablusgarp (Libya), Tunus ve Cezayir eyaletleri dışında beşincisini Sudan ve Etiyopya topraklarında oluşturdu ve Habeş eyaleti adı verilen bu idarenin merkezi genelde Sudan’ın Kızıldeniz sahilindeki Sevakin adası oldu. Buraya tayin edilen beylerbeyileri genelde bu adada ikamet ettiler. 19. yüzyılın başında Mısır valisi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa ise 1820’li yılların başında Sudan’ın iç bölgelerine de ilgi duydu ve kendisinden sonra yerine geçe oğullarının döneminde bugünkü modern Sudan devletinin sınırları oluşturuldu. Dahası, başkent Hartum başta olmak üzere pek çok büyük şehir bu dönemde inşa edildi. Hatta 1821-1882 yılları arasındaki bu döneme “Türkiye” denilmektedir.
Türkiye ile Sudan bin yılı aşan ortak tarihe sahip iki ülkedir. Osmanlı Devleti’nin bu bölgedeki varlığının temel sebebi Kızıldeniz havzasını 16. yüzyıldaki Portekiz işgaline karşı korumak içindi. 19. yüzyılda ise özellikle İtalyan işgali başta olmak üzere Avrupa sömürgeciliğine karşı Kızıldeniz havzasını muhafaza etmekti. Ne var ki 1882 yılında Mısır ile birlikte Sudan da İngiltere’nin işgaline maruz kaldı. İki millet arasında oluşan kardeşlik ve dostluk duygusu Habeş eyaleti sınırları içinde olduğu kadar, iç kısımlardaki Func, Kordofan ve Darfûr sultanlıklarıyla da devam ettirildi. Mısır’a bağlı “hükümdarlık” adıyla 60 yıl idare edilen dönem iki millet arasındaki yakın münasebetlerin en üst seviyeye çıkmasına sebep oldu.
Afrika ülkeleri içinde en az bölünen ülke Sudan olup o da bağımsızlık sonrasında içine sürüklendiği karışıklıklarla bu sürece dahil edilmek istenmektedir. Ülkenin güneyindeki sınırlı sayıda bulunan Hristiyan azınlığın eski sömürgeci devletlerin desteğiyle başlattığı direniş hareketi 2005 yılında merkezi hükümetle karşılıklı bir anlaşma yapılarak sona erdirildi ve yerini barış ortamına bıraktı. Fakat daha bu süreç tamamlanmadan ülkenin batısındaki Darfur’da bir çatışma ortamı oluşturuldu. Çatışmanın sadece Cencavid tarafı merkezi hükümetle işbirliği içinde yer alırken diğer üç taraf ise ordu birlikleriyle çatışmaya başladı. Avrupa devletleri ve ABD’nin de desteklediği bu üç direniş hareketi bölgeyi giderek yaşanmaz hale getirdi. Sudan ordusu ve güvenlik kuvvetlerine karşı saldırılara merkezi hükümet cevap verince her iki taraftan da büyük kayıplar oldu. Ne var ki, Darfur ile ilgili haberler dünya medyasında taraflı olarak yer almaktadır. Hartum yönetimi, ordu ve güvenlik kuvvetleri ile onlara destek olan Cencavidler ile bunlara karşı direniş gösterenlerin tarafında toplam 10.000 kişilik bir kayıp olduğunu bildirse de dünya medyası bugün 200.000-350.000 arasında ölü olduğu şeklinde çok abartılı rakamlar vermektedir. Darfur’un toplam altı milyon nüfusunun 2 ile 2,5 milyonunun yer değiştirdiğini, 4 milyon civarındaki geriye kalanının da açlıkla yüzyüze olduğunu iddia etmektedirler. Oysa Sudan devleti direniş hareketleri başladığından bu tarafa Darfur’un %90’ının idaresinde olduğunu ve çarpışmaların sadece %10’luk kısmında yaşandığını bildirmektedir. Genel kanaat Darfur’da bir insanlık dramının yaşandığı yönündedir. Sudan’da huzuru sağlamak için Birleşmiş Milletler ABD’nin yönlendirmesiyle dünyada ilk defa en büyük barış gücünü buraya yerleştirmek istemektedir. Sudan ise Afrika Birliği ile birlikte yürütülecek bu barış gücü içinde eski sömürgeci Avrupalı devletlerin askerlerini ve diğer görevlilerini görmek istemediği için bu karma barış gücünün ülkesinde mevzilenmesine bir türlü tam onay vermiyor.
Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in Türkiye Ziyareti
1956 yılından bugüne kadar aradan geçen 57 yıl boyunca Türkiye ile Sudan ilişkileri diplomatik olarak sınırlı ziyaretlerle geçiştirildi. İlk defa Türkiye tarafından başbakan Recep Tayip Erdoğan Sudan’da, hatta Darfur’a kadar gitti. Sudan tarafından ise ilk defa devlet başkanlığı düzeyinde 21 Ocak 2008 tarihinde Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirildi. Çin’in Afrika’daki giderek artan varlığından son derece rahatsız olan ABD ve Avrupa Birliği üyesi ülkeler Türkiye’nin Sudan ile yakınlaşmasını müspet bir adım olarak değerlendirmek durumundadır. Çünkü her iki tarafın dostluğu temel alan bu yaklaşımı sayesinde Sudan hakkında ileri sürülen iddiaların barışçı bir ortamda çözümlenmesine de yardımcı olacaktır.
Ömer el-Beşir’in Türkiye ziyareti Sudan’ın kıta içinde ve dış dünyada yalnızlığa zorlandığı ortamdan çıkması için önemli bir adımdır. Böylece Türkiye de bulunduğu coğrafyada yaşanan Irak olayları, Filistin meselesi gibi sıkıntılarla çok taraflı bir görüşme ortamı oluşturmakta, Afrika’da çözümsüz gibi görülen Darfur meselesinde de Sudan devletini doğrudan muhatap almaktadır. Diğer taraftan bu bölgede yaşanan insanlık dramına yerinde çok amaçlı yardım eli uzatarak kalıcı bir çözüm için çalışmaktadır. Türkiye uluslararası toplum nezdinde güvenilir bir ülke konumunu elde ederken dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan sıkıntıların çözümü için barış ortamı tesisinde etkin görevler üstlenmektedir.
Sudan devlet başkanı bu ziyaretiyle Türkiye’nin dünya siyasetindeki rolünü önemsediğini gösterirken, Türk iş adamlarının da son yıllarda ülkesine giderek artan ilgisini en üst seviyeye çıkarmayı hedeflemektedir. Gelinen bu nokta şunu göstermektedir ki 1990’lı yılların sonunda Türk dış politikasının önde gelen diplomatlarından Büyükelçi Numan Hazar’ın hazırladığı “Afrika Açılım Planı” çerçevesinde önerilen adımların 2000’li yıllarda bu konulara kararlılıkla eğilen hükümet politikalarıyla giderek büyümesidir.
2005 yılının Türk hükümeti tarafından “Afrika’ya Açılım Yılı” ilan edilmesi bu kıta ile münasebetlere olumlu manada büyük bir ivme kazandırdı. Artık Türk diplomasisinin öncelikli konuları arasında Afrika kıtası da hak ettiği yeri almakta ve uluslararası ilişkilerinde bu kıta ülkeleri ile kalıcı işbirliği anlaşmaları yapılmaktadır. Kısacası Türkiye bu girişimleriyle geçmişteki dostluk ve kardeşlik mirasına dönerken, Afrika ülkeleri de bu ilgiye kayıtsız kalmadıklarını göstermektedirler.
Diğer Yazıları
No comments:
Post a Comment