Sunday, 16 November 2014

Karataş İlçesinin Tarihçesi




                           


TARİH, KENDİSİNDEN DERS ALMAYANLAR İÇİN ACIMASIZDIR. 
                                                                                                                                        ATATÜRK
                              
Karataş - Dört Direkli Fenerden görüntü.

Magarsos Antik Kenti - Dört Direkli

Dört Direkli - Magarsos  Antik Kentinin yeri, Adana iline bağlı İlçe Merkezi Karataş’ın 5 km. kadar güneybatısında, fenerin bulunduğu yamaç üzerinde idi. Burada limana bakan görkemli bir kale, denize dönük büyük bir tiyatro ve bir Athena tapınağı bulunmaktaydı.
Büyük İskender, İ.Ö.333'de Magarsos kentine uğramış ve bu tapınakta kurban töreni düzenlemiştir. Türkler, bu kente, kara taşlardan yapılma Bizans dönemi kilisesinden dolayı Karakilise demişlerdir. Ancak Türk-Bizans savaşları sırasında kilise yanınca, bu ad Yanık Kilise olarak değiştirilmiştir. Günümüzde buradaki ören yeri,  Dört Direkli diye biliniyor ve alanda, yüzeyde, kiremit parçaları dışında hemen hemen hibir kalıntı görülmemektedir.
Kentin adı, Luvi dilindedir ve ilkçağlarda o yakınlarda denize akan Ceyhan Nehrine işaret etmektedir. Magarsa adı ırmağa işaret ettiğinden, Hellenleşme döneminde bu ad, sonuna "os" eklenerek Magarsos'a çevrilmiştir.

Akdeğirmen
Adana-Karataş D-815 Devlet Karayolundan Karataş istikametine göre sol taraf Gökçeli - Yüzbaşı köyleri arasında olan Sirkenli-Develiören-Kızıltahta istikametine dönülerek,  Kızıltahta köyü geçildikten sonra Ceyhan nehri üzerindedir.
Roma dönemine ait olduğu bilinen değirmen 1960’lı yıllara kadar kullanılmıştır.

                                                 KARATAŞ İLÇESİNİN TARİHÇESİ 

             Karataş, topraklarını tarih öncesi dönemlerde Seyhan nehrinin getirdiği alüvyonlu topraklarla dolarak oluşmuştur.
            Bu bölge tarih öncesi zaman dilimlerinde Arabistan kütle­si su yüzüne çıkarken meydana gelmiş, kıvrımlarının etkisi ile deniz sularının İstilasına uğramıştır.
         Maraş’tan Başlayıp Kızıldeniz'e dek uzanan çöküntü mey­dana gelirken İskenderun Körfezi’ne doğru Lübnan Dağla­rı yükselmiş, dağların yükselmesi İskenderun Körfezi'ni oluşturan bir çöküntü meydana getirmiştir.
            Böylelikle körfezi batıdan çeviren ve yüksekliği 25.30 met­reyi bulan tepeler meydana getirmiştir.
            Tarih dönemlerinde Karataş tepelerinin doğudan batıya kadar değişik toplumlara ve milletlere mekân olma özelliği göstermiştir.
             Karataş, doğal kaynaklan, stratejik ve jeopolik konumu, morfolojik yapısı itibariyle binlerce yıldan bu yana insanların dikkatini çekmiştir.
             Buraların, deniz kenarında bulunması. İlkçağlardan Ya­kınçağa kadar tepelerin tamamen ormanlarla kaplı oluşu (Palamut ve ladin) yazın sıcak, kışın ılıman bir iklime sahip bulunması, her şeyden öte İskenderun Körfezi'ni kontrol eden etkin bir mekan oluşturması. İnsanlar İçin daima cazip bir ortam yaratmıştır.
            Varılan bulgular bizleri; Hititler, Luvi krallığı (m ö.1900), Kizavatna krallığı (m.ö.1500). Makedonya krallığı Pers Satraplığı (m.ö 6 yy-m.ö.331). Selevokid kırallığı (m.ö.3 yy-m.ö.1 yy) Grek yunan site devletleri dönemine, Roma'dan Bizans imparatorluğuna, buradan Kilikya krallığına, sonra İslamiyet’le Abbasiler’e Hamedan Krallığına, sonra Memlüklüler'e ve Osmanlı çizgisiyle zaman tünelinde yaşatır.
            Karataş tarihinin (m.ö.4000) li yıllara kadar dayandığı söy­lenebileceği tarafımızdan tahmin edilmekledir. Bilinen en eski uygarlığın Hititlerin izlerini taşıdığı görüle­bilir.
           Denizden çıkarılan Fenike tipi amforalar bizlere m ö.2000’li yılların nostaljisini yaşatır
           Ayrıca Luvi Krallığı ve Kizuvatna (m.ö.2000-m.ö.1500) Krallığı dönemlerine ait bölgede bulunmuş sikkelerden söz edilmekledir.
            Kronolojik tarihin akışı içinde halklar, bu bölgede birbirine yakın yerlerde değişik zamanlarda değişik uygarlıklara bağ­lı kentler oluşturmuşlardır. Buna kanıt aranacak olursa; Kara­taş tepelerinde Kabaktepe’den Yedikardeş'e oradan Mandal'ın üst kesimlerine ve oradan Karataş Feneri’ne kadar davam eden geniş alanda bulunan değişik tip ve biçimdeki mağaralar, kale kalıntıları tiyatro su sarıncı ve hamam gibi tarihsel eserler örnek gösterilebilir.
          Karataş’ın konumsal tarihi (m.ö. 2000)’li yılların ötesine, özellikle Yedikardeş ile Mandal bölgelerindeki mağaralar in­celendiğinde açıkça görülecektir.
            Planlı İlk yerleşim yerlerinden biri olan antik Magarsus'un m.ö.1400 ile m.ö.1200 lü yıllar arasında kurulduğu Alman Prof.Th. Bossert tarafından yapılan araştırmalarla ortaya ko­nulmuştur.
             Bu antik kent, Karataş’ın 5 km batısında yer alır. Antik Magarsus, m.ö 7 yy. da koloni kenti olarak parlak bir dönem başlatır. Grek, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir yerleşim kenti özelliğini gösterir.
          Didimae adaları, Antiocheia ve Yunanlıların lanuarium adını verdikleri Karataş koyu, Pyramus (Ceyhan) nehrinin ağzından giren ve Mopsuhestia (Misis)e kadar ulaşabilen ti­caret ve savaş gemileri için bir sığınaktır.
             Prof. Dr. Th. Bossert, bir yazıtta kült hakkında Athena Tapınağından ve Ptholemaios'lar devrinde "Pyramus kıyısında­ki Antiocheia"adı verilen Magarsus'tan bahsedildiğinden söz etmektedir.
            Yine aynı makalede bu antik kentin önünde yer alan ve "Dydimae” adı verilen her İki adanın üzerindeki kalelerin mi­mari kalıntıları Karataş ve civarındaki köylere buradan (18 ve 19 yy) larda yapılan Menzil Han İle İskele’nin imarında kulla­nılmıştır.
            Magarsus ilkçağ’dan ortaçağa kadar Akdeniz ticaretini ellerinde bulunduran Fenika, Rodos, Girit, Venedik, Ceneviz hatta Portekizli deniz ticaret filolarının uğradıkları gelişmiş bir ticaret kentiydi.
            Bu ticaret devletleri ve kolonileri. İskenderun-Kıbrıs-Antal­ya üçgeninde doğudaki Akdenlze uzanan en uçtaki kent ol­ma özelliği ve kontrol ettiği deniz alanlarından dolayı Magarsus valilerine vergiler ve hediyeler verirlerdi.
            Magarsus Antik kenti, dönemin en bayındır kentlerinden biri olma özelliğine sahipti. Öncelikle büyük ve geniş bir kalesi vardı. Kale muhkem ve sağlamdı
            Yine Magarsus'ta tarihi bir hamam yapılmış olduğu ve bu su dağılım sistemine bağlı olarak çalıştığı anlaşılmaktadır
             Magarsus'un güneyimde denize ait Kalepınarı ile antik tiyatro arasında kent valisinin sarayı yer almaktadır. Saray pına­rın hemen yanındadır. Denizin hemen yakın kıyıları iyice İncelendiğinde bu sarayın sütunlarının dipte parçalanmış bulunacağı ve Karataş evlerinin imarında kullanılmış olduğu görülecektir.
            Karataş'ın sualtı arkeolojisi de karadaki kadar zengindi. Didimae adalarının etrafında yapı yıkıntılarının varlığı hala su dibinde yer alırken doğudan batıya Magarsus'a doğru bir suyolu yıkıntı ve izlerine yer yer hala rastlanmak mümkündür
             Büyük savaşların muhtemelen yaşanmış olduğu bu bölgede batık gemilerin bulunabileceği üzerinde durmamız ge­rekirken. Seyhan ve Ceyhan Nehirlerinin binlerce yıldır taşıdıkları alüvyonlarla kıyılardaki yakın yerlerdeki doğal mekân ve yapıyı zamanla örttüğü de aşikârdır.
             M.Ö.547'de 2.Kuruluş döneminde Bütün Çukurova ve Magarsus'un Persler'in eline geçtiği belirtilmektedir.
            Çalışkan, görgülü kültürlü Çukurova halkı, Pers İdare­cilerini yıldırıyorlar. Bu durum Pers imparatoru 2 Kuraş'a bil­diriliyor. 2. Kuraş, bölge İleri gelenlerini toplayarak içişlerin­de serbest, dış işlerinde imparatorluğa bağlıyor. Vergi olarak ta Çukurova'dan yılda 360 tane beyaz at ile 500 talent (1300 kg) gümüş almayı kabul ettiriyor.
             Yine Persler, m.ö.500'lü yıllarda İmparator Büyük Dara'nın bölgenin haberleşme sisteminin beğenmesi üzerine süratli atlar ve eğitimli ulaklarla dünyanın ilk posta sistemini resmileştirdiği söylenir.
              Pers egemenliği, Büyük İskender'in M.Ö.331 yılında Darius'la yaptığı isos savaşlarına kadar devam eder. İskender, Magarsus kalesi’nde Athena tapmağının yakınlarında kendine renkli kara bazalt taşlarından bir saray yaptırır. Karataş'ın bugünkü adı bu taşlardan alınır.
               M.Ö. 3,yy.'da bölge tamamen Selevkoslar'ın eline geçer. Yaklaşık 250 yıl kadar Selokid. Krallığı buralarda etkinlik sürdürürler.
               Roma imparatoru Justinyen, Mısır seferi'ne giderken bu­raları İstila etmiş Magarsus kalesini de yıkmıştır.
              Batı Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Kilikya eyaleti İle Magarsus kenti de Bizans sınırlarına alınmıştır.
              Magarsus kenti ve kalesinin ortaçağ'da harap olduğu an­cak bölgeyi Bizans egemenliğinden alan Harun Reşit bu kentini İmarını tahkimini ve iskânını yaptırmıştır.
            Oğlu Kasımın özellikle kale tamirini tamamlamış buraya bol askeri güç yerleştirmiş olduğu sanılmaktadır. Bu müstahkem kale içinde bir de mescit olduğu söylenir.
             Abbasilerin yıkılışından sonra yeniden Krallık dönemlerinin yaşandığı ve bu dönemlerde Kuzey Suriye'de Hamedani devletinin kurulduğu, bu bölgenin de Hamedaniler'e bağlandığı rivayetlenir.
             Magarsus, ilkçağ'dan ortaçağa kadar Akdeniz ticaretini ellerinde bulunduran Fenike, Rodos, Girit, Venedik, Cene­viz hatta Portekizli deniz ticaret filolarının uğradıkları gelişmiş bir ticaret kentiydi.
             Bu ticaret devletleri ve kolonileri, İskenderun-Kıbrıs-Antalya üçgeninde doğudaki Akdenize uzanan en uçtaki kent ol­ma özelliği ve kontrol ettiği deniz alanlarından dolayı Magarsus valilerine vergiler ve hediyeler verirlerdi.
            Tarihsel ve jeopolitik değerler gösteriyor ki, zaman zaman Magarsus'a vergi ödemek İstemeyen deniz tacirlerininDidimae'ları (adaları) zaptettikleri, buraları koruyan ve ikmal limanı olarak kullandıkları anlaşılır. Bu nedenle çoğu zaman Magarsus'un 4-5 km doğusundaki bu ada kalelerinde; fark­lı korsan ve koloni bayraklarının dalgalandığı görülmüştür.
             Magarsus askeri açıdan önemli bir noktaydı. Bu müstah­kem kent kalesi, Ceyhan nehri boyunca sıralanan Mallos, Mopsuhestia, Hemite, Hierapolis ve Asitavanda kentlerinin kilit noktasını oluşturuyordu Çünkü Prof. Bossert'in de açık­ladığı gibiMagarsus kentinin kalesinin sağ bâtısından Cey­han nehri denize dökülürdü.
             Ticari yük gemileri, Magarsus denetiminde hemen kale­nin dibindeki batı ağzından Ceyhan nehrine girerek, bugün­küKızıltaha köyünde yer alan antik Mallos kentine ulaşır, ge­tirdikleri yağ, şarap, sabun ve zeytini satar, buradan da tahıl baharat ile ipek ve canlı hayvan götürürlerdi. Bazen gemile­rin Misis'e ulaştıkları da görüldü.
             Antik çağda Mallos, Yüreğir ovasının tahıl ambarıydı. Misis ise antik çağda bölgenin en gelişmiş tahıl ve ticaret mer­keziydi.
          Baharat yolu üstündeydi. Roma İmparatorluğu çağında Çukurova en parlak dönemlerini yaşamıştır. Buradan götürülen tahıllar Roma im­paratorluk sarayına ulaşırdı.
              Persler döneminde ise canlı hayvan olarak, at ticareti ya­pılırdı. Tarımsal dönemi antik çağların derinliklerine uzanan dö­nemlerde bu bölge için çok önemli savaşlar verilmiştir.
             Homerous'un İlyada'sı Magarsus'un, Misis'i kuran Mopsos'un Turuva savaşlarında tanışıp Çukurova'ya getirdiği Yu­nanlı Anfloksos tarafından kurulduğunu yazar. Ve Anfloksos'un iktidar hırsıyla m.ö.1184 yılında Çukuro­va'ya hakim olma isteğiyle Mopsos'un da deniz ticaretini engellediği gerekçesiyle olmalı ki, kanlı savaşlara tutuşurlar. Bu nedenle ikisinin de bu kentin tiyatrosunda savaşa tutuş­tuğunu ilyada'dan öğreniyoruz.
             Yani Magarsusun ilk çağların gerilerinde Helenistik bir kent olduğunu ve Olympus'ta yaşayan birden çok tanrıya inanan insanların kenti olduğunu anlıyoruz.
             Magarsuslularda yöredeki diğer haklar gibi tek tanrıya he­men inanmamışlar m.s.3.yy'a kadar direnmişler. .
                                                   YEDİKARDEŞ EFSANESİ

             Yöre halkının çok tanrılı bir dine inandığı bir dönemde al­tı kardeş, halkı tek tanrılı bir dine davet etmişler. Bu kardeşlere sadece bir çoban inanmış. Yöre halkı, altı kardeş ile onlara inanan çobanı öldürüp, palamut ormanlarının İçine altısını da gömmüşler.
             Sonra halk Allah'ın bir olduğuna inanınca, bu yedi kişinin kıymetini bilmiş ve şimdiki türbelerini yaptırmışlar. Bundan dolayı buraya yedi kardeş ziyareti deniliyor.
             Tarihte Kilikya Krallığı; Adana merkez yöresi olmak üzere Mersin, Maraş, Gaziantep ve Hatay illerinde kurulan Roma'ya bağlı birçok bölge krallıklarından biridir.
             Birçok medeniyet buralardan geçtiği halde,' kilikya varlığı­nın uzun sürelerini vergi ödeyerek geçirmiştir.
             Bu krallığın en önemli kentleri Sis (Kozan), Mallos (Kızıltahta köyü), Magarsus (Karataş), Misis, Tarsus ve Ayas (Yumurtalık)’tır. En önemli liman kentleri ise başta Magarsus olmak üzere Ayas ve Payas'tır. Magarsus, önemli bir ticaret ve sa­nat kentiydi. Kültürlü bir topluma sahip olduğu anlaşılmakta­dır. Antik kent, tarihsel sanatsal ve kültürel öğelerin ağır bas­tığı siyasi ve Jeopolitik sorumluluklar taşıyan bir kentti,
             Bir balıkçı tarafından, 1980 yılında balık avı İçin suyun dibine daldığı ve suyun dibinde görüp sonradan İhbar ederek çıkarılıp Adana Böl­ge Müzesinde sergilenen Bronz Heykel Magarsus sanatının hangi düzeyde olduğu hakkında yeterli ip uçlan vermektedir. Heykelin m.ö 1 ve m.s. 2 yy'lara ait olacağı düşünüldüğünden m.ö.1. yy’da Eyalet valiliği yapan Çiçeron'a ait olma ihtimalini de düşünülmektedir.
             1980 Yılında ilk kez amfi tiyatrosunun yeri tespit edilmiş. Tiyatronun merkezi, kalepınar adı verilen yerin altında kalmış ve bir kısmı deniz içine kadar uzanan sarayla iç içe bir mimariye sahip olduğu tahmin edilmektedir.
              Amfi tiyatroda 1987 yılında yapılan yüzeysel kazı deneme­lerinde kazı başkanı MArif Bilici 07.01 1988 tarihli Karataş Ti­yatro Kazısı adlı raporda:
              Antik Magarsus Tiyatrosu'nun temellerinin kalker taşlar­dan yapılmış olduğu çok az miktarda mermer kaplama kul­lanıldığı orkestra kısmında kazılan yerde yer yer mozaik kaplama olduğu tespil edildiği belirtilmiştir. .         Burada Helentsit çağa ait tabak ve kaseler ve Roma dö­nemine ait çeşitli cam şişe parçaları, m.ö.4. yy'dan başlaya­rak m s.9. yy'da Bizans dönemine ait olan bronz sikkeler bu­lunmuştur, deniliyor.
             1885 tarihli Alishan'ın eserinde antik Magarsus kentinin denize nazır tiyatrosu yanı sıra tanrıça Athena adına İnşa olu­nan bir tapınağın varlığından söz edilmektedir.
             Büyük İskender İsos savaşına giderken buraya uğra­mış ve tapınağı ziyaret ettikten sonra koruyucu tanrıca Athena adına kurbanlar kestirmiştir.
             Abbasiler'in yıkılışından sonra yeniden Krallık dönemlerinin yaşandığı ve bu dönemlerde Kuzey Suriye'de Hamedani devletinin kurulduğu, bu bölgenin de Hamedaniler’e bağlandığı rivayetlenir.
             Arap ve Alevi olan bu devletin 9 ve 10 yy'larda, yaşadığı söylenir. 944 yılında ebu Taglib'in amcası Seyfüd Devle (Ebu'l Hü­seyin Ali bin Ebu'l Heyca)'nın buralar için Bizanslılara büyük mücadeleler verdiği anlatılır. Haçlı seferlerinden sonra buralar önce Selçuklular'a sonra da Memlüklüler'e bağlanmıştır Ermeni Kilikya Krallığı'nın hükmü altında kalan bölge, bu dönemlerde iyice gerilemiş ve Haçlı yıkımlarıyla adeta tüken­miştir.
              Bu gün Magarsus kalesi ve kentinin yerinde yeller esmektedir. Bunun iki nedeni vardır. 1. si bölgenin haçlılar tarafından yakılıp yıkılması 2. si de bölgenin yaşadığı büyük depremlerdir.
              Karataş'ta Osmanlı döneminin ilk yıllardan 18. yy sonları­na kadar birkaç hanelik Rum ve Ermeni halkından oluşan küçük bir köy vardır. Köy halkı geçimini deniz yoluyla gelen tacirlerle yaptıkları ticaretle sağlarlardı. Burada, Diyarbakır Çermik'ten gönderilen Kadıkıran, Çin Yusuf ve Çapar kardeşlerin ilk Müslüman yerleşimini bugün­kü Karataş'ta sağladıkları görülür. Bunlar Güney Azerbay­can'ın Sencar kentine adına veren Alevi ileri gelenlerinden Emir Hasan Mekzun el Sencari’nin aşireti Haddadin'lere mensup Şıh Mahmut Şahadi 18. yy'ın ikinci yarısında Karataş'a ilk gelen aileleri oluşturdular.
             Karataş'a gelen ilk Müslümanlar derenin doğusunda Er­meni ve Rum halkı ile onların şimdiki bir ilkokulda temelleri bulunan kiliselerini görünce derenin batısında konuşlandılar 1860-1870’li yıllarda İngiliz ve Fransızların Osmanlı'ya tarımsal gelişimde yardımcı olmak amacıyla aşırı ilgilerinin amacı yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır.
              Ortaçağlar'da yoğun saldırılar nedeniyle ayakta yapı kal­mamıştır. Olup ta taşınabilenleri, 1850 ile 1878 yılları arasın­da Karataş feneri açıklarına geceleri yanaşıp, gündüzleri araştırdıklarını götüren Fransızlar, buraların tarihini talan et­mişlerdir.Bütün açılan mağaralar, ortaya çıkan tarihsel yapı­ların hemen hepsinin boş olduğu görüldü.
             Yakınçağ'dan kalan en önemli yapılar arasında. 1782 yılında Mir Ali Tarafından Menzil Han, Hasan Paşazade Hacı Ali Bey'e aittir.
             Bu handan geriye sadece giriş kapısı ve üç girişi kemerli oda kalmıştır. Hanın güneyinde bir İskele denize uzanırdı. Yaklaşık üç yüz metre uzunluğundaki bu iskeleye küçük yük gemileri ya­naşır bu Handan yapılan ticaretle yüklerini indirip; yeni yük, genellikle tahıl, bindirirlerdi.
             Bazı kaynaklardan anlaşıldı üzere bugünkü Karataş'ın eski adıyla 1957'lere kadar İskele köyünün yakın Müslüman ta­rihinin sosyolojik anlamda 18. yy da başladığı söylenebilir.
             İstanbul-Bağdat demiryolu yapıldığı dönemlerde Rum halkından Serendi Efendi Adana'dan Karataş'a demiryolunu getirmeyi planlayarak büyük düşünmüşse de bölge halkın­dan gerekli desteği göremediği ve önceden getirdiği demir­yolu raylarının çalınıp yapılarda kullanılması üzerine Kara­taş'a düşündüğü demiryolunu Mersin'e yaptırmıştır. O dö­nemde Mersin, çoğu huhtan evlerin oluşturduğu 2800 nüfuslu ve yerleşim merkeziydi. Bu Karataş’ın tarihsel gelişimini karşılaştırmak için önemli bir vakıadır.
             Yakın tarihimizde Karataş 1. Dünya savaşından hemen sonra Mondoros Mütarekesine, dayanılarak işgal edilir. Hat­ta Fransızların burada bir yıl kaldıkları anlatılır.
            Fransızlar Ermeni Militanları Müslümanlara eziyet et­mişlerdir. İmam Süleyman Efendi, halkın önünde gözdağı verilmek için kırbaçlanarak öldürül­müştür. Fransız zulmünü yaşayan atalarımız Mustafa Kemal önderliğindeki ulusal kurtuluş hareketinin başlamasıyla An­kara andlaşmasıyla çekilen Fransızlardan sonra aynı dönemlerde halkın korkudan dışarı çıkamadığı bir gece Kara­taş tepelerinde bine yakın çadır kurulur (Aralık 1921), bir ge­ce sonra, yine bir gece yarısı bu çadırlar, sahipleri Ermeni­lerce sökülerek kendilerini açıkta bekleyen gemilere (Fransız) binmek üzere filikalara yüklenirler. Halk bu dramı sabaha kadar izler. Gemilerin ilk limanı muhtemelen Beyrut olmalı­dır
              Böylelikle M.Kemal'in Ankara'da yaktığı ışık Karataş'ı aydınlatır. Karataş'a Kurtuluş savaşı sonrası Mücadele yıllarında "Selanik göçmenleri getirilerek, ilçeyi terk eden gayrimüslimlerin evlerine yerleştirilir, bunlara toprak verilir. . “… Karataş 1928 Yılında Bucak, (Belde) 1957 Yılında İlçe olmuştur.” 1986 Yılında Yüreğir İlçesinin kurulmasıyla birlikte köylerin bir kısmı Yüreğir ilçesine bağlanmıştır. 10.11.2010

                                          KARATAŞ İLÇESİNİN COĞRAFİ YAPISI
            Akdeniz Bölgesi'nde, Adana İline bağlı bir ilçe olan Karataş, kuzeyde Yüreğir, kuzeydoğusunda Ceyhan, doğusunda Yumurtalık, güneydoğu, güney ve batıda Akdeniz, kuzeybatısında da Mersin ili ve Seyhan ilçesi ile çevrilidir. İlçe toprakları Adana İlinin Akdeniz'e doğru çıkıntı yapan güney bölümünde yer alır. Çukurova'da yer alan ilçe toprakları tamamen düz ovalık bir arazi yapısına sahiptir. İlçenin Akdeniz kıyısında doğal kumsalları vardır. Batıda Seyhan, doğuda da Ceyhan Irmağı ilçenin doğal sınırını oluşturur. Kıyıdaki kumul setleri ile deniz arasında lagünler bulunmaktadır. Bunlar doğudaki (Hurma Boğazı) Akyayan ve Kokarot, ortadaki Akyatan, batıdaki Tuz gölleridir. Sığ ve suları tuzlu olan bu lagünlerin çevresi bataklıktır.
           İlçenin ekonomisi tahıl ve pamuk tarımı ile turizm ve balıkçılığa dayalıdır. Adana'ya 48 km. uzaklıkta bulunan Karataş'ın yüzölçümü 922 km2 olup, 2008 Yılı Genel Nüfus Sayım Sonuçlarına göre; 8.504 İlçe Merkezi, 21.671 Belde ve Köyler olmak üzere toplam nüfusu 30,175'tir. 10.11.2010
Kaynak: Karataş Kaymakamlığı. 
TÜRKMEDYA TEMSİLCİSİ
 İsa BEÇİK 
01.03.2012
Karataş deprem gözleme istasyon kulesi
     
Türkiye ilçe nüfus/Adana/Karataş
YılToplamŞehirKır
1965[1]32.7053.68629.019
1970[2]39.7464.12635.620
1975[3]37.1645.59831.566
1980[4]66.6405.69560.945
1985[5]48.8467.06541.781
1990[6]26.4509.02517.425
2000[7]32.3759.18923.186
2007[8]21.4858.35813.127
2008[9]22.4728.60113.871
2009[10]21.6718.50413.167
2010[11]21.2608.48312.777
2011[12]21.2038.59012.613
  1. ^ "1965 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
  2. ^ "1970 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
  3. ^ "1975 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
  4. ^ "1980 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
  5. ^ "1985 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
  6. ^ "1990 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
  7. ^ "2000 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
  8. ^ "2007 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
  9. ^ "2008 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
  10. ^ "2009 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
  11. ^ "2010 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
  12. ^ "2011 genel nüfus sayımı verileri" (html). Türkiye İstatistik Kurumu. 3 Kasım 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Kasım 2012.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Alıntı link; http://www.tatilgezituru.com/yedi-kardes-efsanesi.html

Yedi Kardeş Efsanesi  Karataş Yedi Kardeş Efsanesi   Adana Karataş Yedi Kardeş Efsanesi
Yöre halkının çok tanrılı bir dine inandığı bir dönemde al­tı kardeş, halkı tek tanrılı bir dine davet etmişler. Bu kardeşlere sadece bir çoban inanmış. Yöre halkı, altı kardeş ile onlara inanan çobanı öldürüp, palamut ormanlarının İçine altısınıda gömmüşler.
  Sonra halk Allah’ın bir olduğuna inanınca, bu yedi kişinin kıymetini bilmiş ve şimdiki türbelerini yaptırmışlar. Bundan dolayı buraya yedi kardeş ziyareti deniliyor.
Tarihte Kilikya Krallığı; Adana merkez yöresi olmak üzere Mersin, Maraş, Gaziantep ve Hatay illerinde kurulan Roma’ya bağlı birçok bölge krallıklarından biridir.
Birçok medeniyet buralardan geçtiği halde,’ kilikya varlığı­nın uzun sürelerini vergi ödeyerek geçirmiştir.
Bu krallığın en önemli kentleri Sis (Kozan), Mallos (Kızıltahta köyü), Magarsus (Karataş), Misis, Tarsus ve Ayas (Yumurtalık)’tır. En önemli liman kentleri ise başta Magarsus olmak üzere Ayas ve Payas’tır. Magarsus, önemli bir ticaret ve sa­nat kentiydi. Kültürlü bir topluma sahip olduğu anlaşılmakta­dır. Antik kent, tarihsel sanatsal ve kültürel öğelerin ağır bas­tığı siyasi ve Jeopolitik sorumluluklar taşıyan bir kentti,
Bir balıkçı tarafından, 1980 yılında balık avı İçin suyun dibine daldığı ve suyun dibinde görüp sonradan İhbar ederek çıkarılıp Adana Böl­ge Müzesinde sergilenen Bronz Heykel Magarsus sanatının hangi düzeyde olduğu hakkında yeterli ip uçlan vermektedir. Heykelin m.ö 1 ve m.s. 2 yy’lara ait olacağı düşünüldüğünden m.ö.1. yy’da Eyalet valiliği yapan Çiçeron’a ait olma ihtimalini de düşünülmektedir.
1980 Yılında ilk kez amfi tiyatrosunun yeri tespit edilmiş. Tiyatronun merkezi, kalepınar adı verilen yerin altında kalmış ve bir kısmı deniz içine kadar uzanan sarayla iç içe bir mimariye sahip olduğu tahmin edilmektedir.
Amfi tiyatroda 1987 yılında yapılan yüzeysel kazı deneme­lerinde kazı başkanı MArif Bilici 07.01 1988 tarihli Karataş Ti­yatro Kazısı adlı raporda:
Antik Magarsus Tiyatrosu’nun temellerinin kalker taşlar­dan yapılmış olduğu çok az miktarda mermer kaplama kul­lanıldığı orkestra kısmında kazılan yerde yer yer mozaik kaplama olduğu tespil edildiği belirtilmiştir. .
Burada Helentsit çağa ait tabak ve kaseler ve Roma dö­nemine ait çeşitli cam şişe parçaları, m.ö.4. yy’dan başlaya­rak m s.9. yy’da Bizans dönemine ait olan bronz sikkeler bu­lunmuştur, deniliyor.
1885 tarihli Alishan’ın eserinde antik Magarsus kentinin denize nazır tiyatrosu yanı sıra tanrıça Athena adına İnşa olu­nan bir tapınağın varlığından söz edilmektedir.
Büyük İskender İsos savaşına giderken buraya uğra­mış ve tapınağı ziyaret ettikten sonra koruyucu tanrıca Athena adına kurbanlar kestirmiştir.
Abbasiler’in yıkılışından sonra yeniden Krallık dönemlerinin yaşandığı ve bu dönemlerde Kuzey Suriye’de Hamedani devletinin kurulduğu, bu bölgenin de Hamedaniler’e bağlandığı rivayetlenir.
Arap ve Alevi olan bu devletin 9 ve 10 yy’larda, yaşadığı söylenir. 944 yılında ebu Taglib’in amcası Seyfüd Devle (Ebu’l Hü­seyin Ali bin Ebu’l Heyca)’nın buralar için Bizanslılara büyük mücadeleler verdiği anlatılır. Haçlı seferlerinden sonra buralar önce Selçuklular’a sonra da Memlüklüler’e bağlanmıştır Ermeni Kilikya Krallığı’nın hükmü altında kalan bölge, bu dönemlerde iyice gerilemiş ve Haçlı yıkımlarıyla adeta tüken­miştir.
Bu gün Magarsus kalesi ve kentinin yerinde yeller esmektedir. Bunun iki nedeni vardır. 1. si bölgenin haçlılar tarafından yakılıp yıkılması 2. si de bölgenin yaşadığı büyük depremlerdir.
Karataş’ta Osmanlı döneminin ilk yıllardan 18. yy sonları­na kadar birkaç hanelik Rum ve Ermeni halkından oluşan küçük bir köy vardır. Köy halkı geçimini deniz yoluyla gelen tacirlerle yaplıkları ticaretle sağlarlardı. Burada, Diyarbakır Çermik’ten gönderilen Kadıkıran, Çin Yusuf ve Çapar kardeşlerin ilk Müslüman yerleşimini bugün­kü Karataş’ta sağladıkları görülür. Bunlar Güney Azerbay­can’ın Sencar kentine adına veren Alevi ileri gelenlerinden Emir Hasan Mekzun el Sencari’nin aşireti Haddadin’lere mensup Şıh Mahmut Şahadi 18. yy’ın ikinci yarısında Karataş’a ilk gelen aileleri oluşturdular.
Karataş’a gelen ilk Müslümanlar derenin doğusunda Er­meni ve Rum halkı ile onların şimdiki bir ilkokulda temelleri bulunan kiliselerini görünce derenin batısında konuşlandılar 1860-1870’li yıllarda İngiliz ve Fransızların Osmanlı’ya tarımsal gelişimde yardımcı olmak amacıyla aşırı ilgilerinin amacı yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır.
Ortaçağlar’da yoğun saldırılar nedeniyle ayakta yapı kal­mamıştır. Olup ta taşınabilenleri, 1850 ile 1878 yılları arasın­da Karataş feneri açıklarına geceleri yanaşıp, gündüzleri araştırdıklarını götüren Fransızlar, buraların tarihini talan et­mişlerdir. Bütün açılan mağaralar, ortaya çıkan tarihsel yapı­ların hemen hepsinin boş olduğu görüldü.
Yakınçağ’dan kalan en önemli yapılar arasında. 1782 yılında Mir Ali Tarafından Menzil Han, Hasan Paşazade Hacı Ali Bey’e aittir.
Bu handan geriye sadece giriş kapısı ve üç girişi kemerli oda kalmıştır. Hanın güneyinde bir İskele denize uzanırdı. Yaklaşık üç yüz metre uzunluğundaki bu iskeleye küçük yük gemileri ya­naşır bu Handan yapılan ticaretle yüklerini indirip; yeni yük, genellikle tahıl, bindirirlerdi.
Bazı kaynaklardan anlaşıldı üzere bugünkü Karataş’ın eski adıyla 1957′lere kadar İskele köyünün yakın Müslüman ta­rihinin sosyolojik anlamda 18. yy da başladığı söylenebilir.
İstanbul-Bağdat demiryolu yapıldığı dönemlerde Rum halkından Serendi Efendi Adana’dan Karataş’a demiryolunu getirmeyi planlayarak büyük düşünmüşse de bölge halkın­dan gerekli desteği göremediği ve önceden getirdiği demir­yolu raylarının çalınıp yapılarda kullanılması üzerine Kara­taş’a düşündüğü demiryolunu Mersin’e yaptırmıştır. O dö­nemde Mersin, çoğu huhtan evlerin oluşturduğu 2800 nüfuslu ve yerleşim merkeziydi. Bu Karataş’ın tarihsel gelişimini karşılaştırmak için önemli bir vakıadır.
Yakın tarihimizde Karataş 1. Dünya savaşından hemen sonra Mondoros Mütarekesine, dayanılarak işgal edilir. Hat­ta Fransızların burada bir yıl kaldıkları anlatılır.
Fransızlar Ermeni Militanları Müslümanlara eziyet et­mişlerdir. İmam Süleyman Efendi, halkın önünde gözdağı verilmek için kırbaçlanarak öldürül­müştür. Fransız zulmünü yaşayan atalarımız Mustafa Kemal önderliğindeki ulusal kurtuluş hareketinin başlamasıyla An­kara andlaşmasıyla çekilen Fransızlar’dan sonra aynı dönemlerde halkın korkudan dışarı çıkamadığı bir gece Kara­taş tepelerinde bine yakın çadır kurulur (Aralık 1921), bir ge­ce sonra, yine bir gece yarısı bu çadırlar, sahipleri Ermeni­lerce sökülerek kendilerini açıkta bekleyen gemilere (Fransız) binmek üzere filikalara yüklenirler. Halk bu dramı sabaha kadar izler. Gemilerin ilk limanı muhtemelen Beyrut olmalı­dır
Böylelikle M.Kemal’in Ankara’da yaktığı ışık Karataş’ı aydınlatır. Karataş’a Kurtuluş savaşı sonrası Mücadele yıllarında “Selanik göçmenleri getirilerek, ilçeyi terk eden gayrimüslimlerin evlerine yerleştirilir, bunlara toprak verilir. . “… Karataş 1928 Yılında Bucak, (Belde) 1957 Yılında İlçe olmuştur.” 1986 Yılında Yüreğir İlçesinin kurulmasıyla birlikte köylerin bir kısmı Yüreğir ilçesine bağlanmıştır

Gürmaksan Makina Cnc


Gürmaksan Makina Cnc


Fotoğraf: Goodway 8'' SÜRÜCÜLÜ CNC TORNA
Ankara İvedik organize sanayi bölgesinde üretim faaliyetlerini yürütmekte olan firma, 2005 yılında hizmet vermeye başlamıştır. 2012 yılında yeni üretim alanı ile daha sağlıklı koşullarda daha seri çalışma sahası kurmuştur.Seri ve hızlı çalışmayı prensip edinmiş olan çalışanları ile birlikte daha teknolojik ve daha hassas üretimler yapmak hedeflenmiştir.Sürekli kendini yenileme hedefinde olan ve teknolojiye açık olan firma 8'' sürücülü cnc torna tezgahı ve cnc işleme merkezi tezgahlarını bünyesinde barındırmaktadır.Firma Türkiye'de bulunan özel kuruluşlar ve devlet kuruluşlarında birçok üretim yapmış ve bu üretimine devam etmektedir.
Talaşlı imalat sektöründe müşteri beklentilerine karşı sorumlu, kendini sürekli geliştiren bütün iş sürecinde mükemmelliği hedefleyen firma standartlara uygun yüksek güvenilirlikte imalatı ile müşteri beklentilerini zamanında karşılamaktadır.

Firma Yetkilisi:

Satılmış GÜRBÜZ Telefon: 0 (312) 395 68 25 - 0536 339 62 09

GÜÇKOBİR Wushu , Tai Chi'' şölenine katıldı.

GÜÇKOBİR Wushu , Tai Chi'' şölenine katıldı.

GÜÇKOBİR, Pursaklar Belediye Başkanı Sayın Selçuk Çetin'i ve Pursaklar Kaymakamı Sayın İhsan Kara'yı makamında ziyaret etti.
Ziyaretin ardından GÜÇKOBİR, Türkiye Wushu Federasyonu ve Pursaklar Belediyesi işbirliği ile düzenlenen '' Wushu , Tai Chi'' şölenine katıldı.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan Wushu Şöleni’nde konuşma yapan Pursaklar Belediye Başkanı Selçuk Çetin, “Dünyanın en şifalı sporları arasında gösterilen Wushu’yu daha da yaygınlaştırmak ve dünyaya tanıtmak için bu organizasyonu düzenledik. Bizler spora ve sporcuya her zaman destek veren bir belediyeyiz. Pursaklar’ı Tebessüm Şehri yaptık, şimdi de spor şehri yapacağız.”dedi.

Friday, 14 November 2014

AFRİKA: Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Dergisi : " Türkiye’de Afrika’ya olan ilgi hızla artıyor"


AFRİKA: Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Dergisi :


Türkiye’de Afrika’ya olan ilgi hızla artıyor ve bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. 21. yüzyılın başından beri Afrika uluslararası gündemin ilk sıralarında yer alıyor, çoğu ülke bu kıtayla ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Oysa bundan yaklaşık on yıl önce Afrika büyük bir hayal kırıklığı ve karamsarlığın konusuydu. Yoksulluğa, yolsuzluğa, yalnızlığa, açlığa ve şiddete mahkûm bir kıta muamelesi görüyordu. 1960’larda bağımsızlıkla birlikte başlayan ulusal kalkınmacılık hayalleri 1970’lerin sonundan itibaren çökmüş, 1990’ların başında Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle yeşeren demokrasi umutları ise 21. yüzyıl başlamadan tükenmişti. Genel kanı, Afrika’nın, küresel ve liberal çağın dışında kalmış olduğu ve bu durumun kolay kolay değişmeyeceğiydi.

Ancak 21. yüzyılda uluslararası sistemde yaşanan gelişmelerle birlikte bu kanının yanlış olduğu ortaya çıktı. ABD hegemonyasının düşüşü bir hegemonya boşluğu yaratmaya başladı ve tüm hegemonya boşluklarında görüldüğü gibi, yükselen güçler ekonomik, siyasal ve diplomatik alanlarda giderek daha ihtiraslı hale geldiler, buna paralel olarak farklı coğrafyalara açılım yapmaya başladılar. Bu bağlamda, alternatif bir güç olarak yükselen Çin’in büyük bir hız ve hacimle Afrika’da varlık göstermesi dikkatleri Afrika’ya çevirdi. Kıta, yeni hegemonya mücadelesinin yaşandığı bölgelerin başında yer almaya başladı. Bugün sadece Çin değil, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi çeşitli aktörler Afrika’da boy gösteriyorlar; Afrika pazarlarından, doğal kaynaklarından ve ucuz işgücünden mümkün oldukça fazla pay almak için mücadele ediyorlar. Farklı ülkeler, kaynakları ve güçleri yettiği ölçüde, ekonomik, diplomatik, kültürel ve askeri araçlarla Afrika’daki konumlarını korumaya ve geliştirmeye çalışıyorlar.

Türkiye’de açık bir şekilde gözlemlenen Afrika’ya ilgi artışını bu bağlamda değerlendirmek gerektiği kanısındayız. Ancak bu ilgi artışı bugüne kadar ciddi bir bilgi artışı’na dönüşmedi. Afrika ülkeleriyle son yıllarda hızla gelişen ekonomik, siyasi, diplomatik ve kültürel ilişkilere rağmen, kıta hakkında çok az şey biliniyor. Afrika Türkiye için hâlâ bir muamma. Üzüntü ve şefkat duyguları doğuran, ama aynı zamanda gitmekten bile korkulan, bilinmezliklerle dolu karanlık bir kıta… “Bilinen bilgi” de sistematik ve tarihsel değil. Kıtanın çeşitli ülkelerinde bulunan Türk girişimci, öğretmen ve doktorların tecrübeleri ve bu tecrübeleri Afrika’ya yönelik Türk ilgisinin diğerkâmlığı üzerine yaptıkları vurguyla aktarışları, yerli bir “Türk oryantalizmi” ya da “Türk Afrikanizmi”nin doğduğunu düşündürüyor. Naif ve yardıma muhtaç Afrika’daki Batı mevcudiyetinin çıkarcılığına karşı Müslüman Türklerin karşılıksız iyiliğini öne çıkaran bir “oryantalizm” söz konusu. Afrika üzerine gazete, dergi ve televizyonlarda çoğu zaman Batı bilgisinden aktarılarak yapılan jeo-politik ve jeo-stratejik analizler de doğaları gereği son derece yüzeysel olmaktadır.

Bütün bu tek taraflı perspektifler ve sistematik olmayan ilgi, Afrika üzerine kolektif bir sosyal bilim çabasının gerekli olduğunu gösteriyor. Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (AÇAUM) işte bu düşünce ve hedeflerle kuruldu. Aylık haber bültenleri ve belli aralıklarla düzenlenen sinema ve kitap günleriyle Afrika’ya olan kültürel ve politik ilgiyi artırmaya çalışan AÇAUM’un en önemli girişimi 2010 Baharı’nda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde başlatılan Afrika Çalışmaları yüksek lisans programıdır. Bu disiplinler arası yüksek lisans programında, Afrika antropolojisi, tarihi, ekonomisi, coğrafyası, siyaseti ve hukuku üzerine dersler veriliyor. Orta vadeli gerçekçi amaç, yüksek lisans öğrencilerine Afrika üzerine genel bir formasyon vermektir. Tez yazma aşamasında çeşitli kurumlardan alacakları desteklerle Afrika’da saha çalışması yapabilmeleri bu formasyonu güçlendirecektir. Ayrıca söz konusu öğrencilerin bir kısmının ABD, Afrika ve Avrupa üniversitelerindeki Afrika Çalışmaları doktora programlarına dâhil olmalarını umuyoruz. Türkiye’de yeni başlayan Afrika çalışmalarını uzun vadede sağlamlaştıracak olanlar bu genç biliminsanı adaylarıdır. Sağlamlaşmadan, üretilen bilgiyi Türkiye’ye aktarmaktan ziyade üretim sürecinin kendisine katılmayı kastediyoruz.

Elinizde ilk sayısını tuttuğunuz AFRİKA: Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Dergisi Türkiye’de Afrika çalışmalarını teşvik etme ve ilerletme amacını taşıyan AÇAUM’un yeni bir faaliyetidir. Yılda iki kez yayımlanması planlanan derginin kapıları, Afrika üzerine sosyal bilimler alanın herhangi bir disiplininde çalışan bütün araştırmacılara açıktır. Tabii Afrika’dan bahsedilirken, aslında Afrikalar demek gerekir çünkü tek değil, birçok Afrika vardır. Yüzölçümü, ABD, Çin ve Avrupa’nın toplam yüzölçümlerinden daha büyük olan bir kıtadan bahsediyoruz. Dolayısıyla, bu birçok Afrika’nın çeşitliliğini gösterecek, farklı bölgelere, ülkelere ve halklara ilişkin spesifik çalışmaların dergide yayımlanmasını umuyoruz. Genel geçer ve çoğu zaman yanlış bilgilere dayalı önyargılı düşünceler ve yorumların ötesine ancak bu yolla geçebileceğimizi düşünüyoruz.

Kıtada birçok Afrika bulunmakla birlikte, bir de global Afrika vardır. Bu kavram, Sahra-altı Afrikası ve kıtanın dışında yaşayan/yaşamak zorunda kalan siyah diasporanın toplamını anlatır. Afrika diasporasının tarihi binlerce yıl öncesine gitmesine rağmen, sosyal bilimcilerin asıl ilgilendiği dönem 16. yüzyıl sonrasıdır. Bir başka deyişle, modern dünya-sistemidir. Modern dünyanın bir bedeli varsa, bu bedeli en çok ödeyenlerin başında belki de siyah Afrikalılar gelmektedir. Derilerinin rengi, resmi, popüler ve kimi zaman da “bilimsel” olmuş evrensel ırkçılığın baş hedefidir. Aynı deri rengini paylaşan bu insanlar, gittikleri her ülkede o ülkenin en yoksulları ve en dışlananları arasındadırlar. Sahra-altı Afrikası da dünyanın en fakir bölgesidir. Bu nedenlerle, modern-dünya sistemi çalışmak aynı zamanda global Afrika çalışmak anlamına gelmektedir.

Siyahların bütün dünyada yaşadığı bu ortak kader, global Afrika’da güçlü ve derin bir siyah bilinci, radikalizmi ve direniş kültürü yaratmıştır. Bu kültürün içinden çıkmış siyah düşünürler, Batı evrenselciliği ve aydınlanmasının meşruiyetini sarsmışlar; kıta Afrikası, global Afrika ve genel olarak dünya düzeni üzerine farklı düşünme biçimleri önermişlerdir. Türkiye’de doğmakta olan Afrika çalışmalarının bu gelenekten öğreneceği çok şey vardır. Dergimizin ilk sayısında global Afrika’nın iki önemli düşünürü olan Frantz Fanon ve Walter Rodney hakkında yazıların yer alması tesadüf değildir. Bu düşünürler ve haklarındaki iki yazı, tekil Afrikalara hapsolmadan, global Afrika resmi üzerine düşünebilmek için bir çağrıdır aynı zamanda.

Türkiye’de Afrika çalışmaları kurmanın, ilgi azlığı ve maddi yetersizlikler gibi bilinen zorlukları var. Ama bu süreçte karşılaşılan en önemli eksiklik, Afrika çalışan akademisyen sayısının çok az olması. Bu durumun yol açtığı olumsuzlukların dergimize de yansıyacağının farkında olmakla birlikte, çıkaracağımız sayıları tematik olarak planlamaktan bizi şimdilik alıkoymuyor. Tematik sayıların, belli meseleler etrafında daha bütünsel analizler sunarak okurun merakını uyandıracağını umut ediyoruz. Bu bağlamda, dergimizin 2012 Mayısı’nda yayımlanacak ikinci sayısı 21. yüzyılda hızla değişen dünya-sitemi ve bu değişen dünyada Afrika’nın yeni yeriyle ilgili olacaktır. 2012 Ekimi’nde yayımlanacak üçüncü sayıda ise, özellikle İstanbul’da toplanmış Afrika diasporasının yaşamı ve sorunlarına odaklanmayı planlıyoruz. Bu alanlarda çalışan araştırmacıların katkılarını bekliyoruz.

Elinizdeki ilk sayının ana teması siyah radikal düşüncesidir. Barış Ünlü’nün yazısı Frantz Fanon’un düşüncesi ve süregiden global etkisini incelerken, Jeffrey Howison’un makalesi Türkiye’de pek bilinmeyen, ama global Afrika’yı ve Pan-Afrikanist sosyal bilimleri 20. yüzyılda en çok etkilemiş tarihçilerden ve devrimcilerden biri olan Walter Rodney üzerinedir. Tema dışında ise, Ebru Çoban Öztürk’ün Ruanda Soykırımı üzerine olan yazısını yayımlıyoruz. Öztürk, 20. yüzyılın en vahşi olaylarından biri olan bu soykırımı Ruanda’nın özgül tarihi içinde değerlendiriyor.

Afrika çalışmaları, dünyanın neredeyse her yerinde belli ekonomik ve ulusal çıkarlara paralel olarak, onları desteklemek üzere gelişmiştir. Bu muhtemelen Türkiye’de de böyle olacaktır. AÇAUM faaliyetleri ve AFRİKA dergisi ise bu olası eğilime alternatif olacak farklı bir yol açmayı hedeflemektedir. Çeşitli zorluklarla dolu olan bu ikinci yolun Türkiye akademik yaşamında hakim olabilmesi için, Afrika’yı, Afrikaları ve global Afrika’yı önemseyen, bilen, çalışan, merak eden insanların yardım ve desteği bizler için çok önemli. AFRİKA dergisi bir kolektif çalışma çağrısıdır."

SETA VAKFI ankarada Küresel ve Sistematik Sorunların Çözümünde Türkiye’nin Rolü Konulu Konferans düzenliyor

Küresel ve Sistematik Sorunların Çözümünde Türkiye’nin Rolü | Konferans
SETA Ankara, yarın, barış süreçleri ve arabuluculuk alanında uluslararası bir uzman olan Kai Frithjof Brand-Jacobsen’ın konuşmacı olarak katılacağı bir konferans düzenliyor.
Kayıt için: http://goo.gl/ux41vZ

Türk Uyruklu Sözleşmeli Sekreter Sınav Duyurusu




Türk Uyruklu Sözleşmeli Sekreter Sınav Duyurusu
St. Petersburg Başkonsolosluğu’nda münhal bulunan bir adet Sözleşmeli Sekreter pozisyonuna sınavla personel alınacaktır.
I) ADAYLARDA ARANAN NİTELİKLER:
1. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,
2. Sınav tarihi itibariyle 46 yaşından gün almamış olmak,
3. En az lise veya dengi okulları ile bu okullarla eşdeğer olduğu Milli Eğitim Bakanlığınca onaylanmış yabancı okullardan mezun olmak,
4. Kamu haklarından yoksun bulunmamak,
5. Ağır hapis veya 6 aydan fazla hapis veya affa uğramış olsalar dahi zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanmak, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı bir fiilden dolayı hapis cezasından hükümlü bulunmamak,
6. Erkekler için askerliğini yapmış olmak veya yapmış sayılmak,
7. Her türlü iklim koşullarında görev yapmaya engel durumu bulunmadığını sağlık kurulu raporu ile belgelemek (Sağlık Kurulu Raporu istihdam edilecek adaylardan istenir),
8. Çok iyi derecede Rusça ve Türkçe bilmek,
9. Bilgisayar ve daktilo kullanabilmek.
II) BAŞVURU İÇİN ADAYLARDAN İSTENEN BELGELER:
1. Sınava katılma isteğini belirten başvuru dilekçesi (dilekçede, adres, telefon numarası, e-mail adresi gibi temas bilgilerine de yer verilmelidir)
2. Özgeçmiş (CV),
3. Türk pasaportunun aslı veya onaylı sureti ile işlem görmüş sayfaların fotokopileri,
4. Nüfus cüzdanının aslı veya onaylı sureti,
5. Son mezun olunan okuldan alınan diplomanın aslı veya onaylı sureti (Yurtdışında eğitim görmüş lise mezunları için Eğitim ateşeliklerinden alınacak “denklik belgesi”.)
6. Erkekler için askerlik terhis belgesi veya askerlikle ilişiği olmadığına dair belge,
7. Son 6 ay içinde çekilmiş 2 adet renkli vesikalık fotoğraf,
Postayla başvurularda, asılları yazılı sınav öncesinde ibraz edilmek kaydıyla, 3, 4, 5 ve 6. sıradaki belgelerin fotokopileri gönderilebilir.
III) SINAV:
Sınava girerken pasaport veya nüfus cüzdanının aslının ibraz edilmesi gerekmektedir.
a) Yazılı Yeterlilik Sınavı:
Yazılı eleme sınavı 15 Aralık 2014, Pazartesi günü saat 10.00’da T.C. St. Petersburg Başkonsolosluğu’nda yapılacaktır.
Sınav konuları:
Türkçe’den Rusça’ya çeviri (1 saat)
Rusça’dan Türkçe’ye çeviri (1 saat)
Türkçe Kompozisyon (1 saat)
Matematik (1 Saat)
b) Sözlü ve Uygulamalı Yarışma Sınavı:
Yazılı yeterlilik sınavında başarılı olan adaylar 16 Aralık 2014, Salı günü saat 10.00’da Başkonsolosluğumuzda yapılacak sözlü ve uygulamalı yarışma sınavına davet edileceklerdir.
Sözlü Sınav Konuları: Genel Kültür, Türkiye ve Dünya Coğrafyası, Osmanlı Tarihi, Türk İnkılap Tarihi.
Uygulamalı Sınav Konuları : (Bilgisayarda) Daktilo sınavı
IV) BAŞVURU TARİHİ:
Başvurular en geç 30 Kasım 2014 günü mesai bitimine kadar Başkonsolosluğumuzun, T.C St. Petersburg Başkonsolosluğu, Ul. 7. Sovyetskaya, D:24, adresine ulaşacak şekilde veya mesai saatleri içinde (hafta içi her gün 09.30 – 18.00) şahsen yapılabilir. Postayla yapılan başvurularda meydana gelebilecek gecikme ve kayıplardan Başkonsolosluğumuz sorumlu değildir.
V) SINAV YERİ:
Yazılı Sınav: T.C St. Petersburg Başkonsolosluğu Ul. 7.Sovyetskaya, D:24,
Sözlü ve Uygulamalı Sınav : T.C St. Petersburg Başkonsolosluğu Ul. 7. Sovyetskaya, D:24,
Tel : +7 (812) 577 18 12
Fax : +7 (812) 577 42 90
E-mail : stpetersburg.bk@mfa.gov.tr

Yok Edilmek İstenen Bir Halk Kırım Tatarları



Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde “Yok Edilmek İstenen Bir Halk Kırım Tatarları” adlı konferans yapılacak.
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tarih Kulübü bünyesinde 28 Kasım 2014 tarihinde saat 14.00'da Eğitim 1 Fakültesi'nde bulunan Abdullah Kaptan Konferans salonunda Kırım Tatar Milli Meclisi Türkiye Temsilcisi, gazeteci, Kırım Emel Vakfı Başkanı, belgesel yönetmeni Sayın Zafer Karatay “Yok Edilmek İstenen Bir Halk Kırım Tatarları” adlı konuşma yapacak.
Konuşmadan önce 30 dakikalık “Kırımoğlu Bir Halkın Mücadelesi” belgesel gösterimi olacak.

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts