Wednesday, 19 November 2014

BİLİM ADAMLARI HUNZA TÜRKLERİ'Nİ İNCELİYOR



TRT Avaz 17 yeni fotoğraf ekledi.
2 saat · 
BİLİM ADAMLARI HUNZA TÜRKLERİ'Nİ İNCELİYOR
Hunza Türkleri Hun Türklerinden geliyor.Pakistan ve Hindistan sınırında yaşayan bu insanların çok ilginç bir özelliği var..
Kadınlar 65-70 yaş arasında anne olabiliyor. Müslüman olan Hunza Türkleri ortalama 110 ile 120 yıl yaşıyor. Burada 65 yaş yolun yarısı sayılıyor...
Bu Türkler kansere yakalanmadıkları gibi sık rastlanan diğer rahatsızlıklara da uğramıyorlar.Bunun nedeni denizden 6 bin metre yükseklikte çok yüksek oksijeni olan bir bölgede bulunmaları.
Buz gibi temiz su içip kendi ekip biçtiklerini yemeleri..
Hunza Türkleri'nin et ve baharatlı yemekleri çok ünlü ve Sadece kendi ürettikleri sebze ve meyveleri tüketiyorlar. Şeker tüketmiyorlar..
Hunzalar Çin ve Afganistan sınırında Pakistan Keşmirinin kuzeyinde Tanrı Dağları, Himalayaların batı uzantısı olan Karakurum Sıradağları, Hindukuş dağlarının kesiştiği 160 km uzunluğunda, 1.6 km genişliğindeki Hunza Vadisinde yaşıyan bir halk.
Aslında komşu oldukları Çin değil, günümüz Çin devletinin sınırları içerisinde kalan Doğu Türkistan.
Hunzalar kendilerine Hunzakut diyorlar. Konuştukları dil olan Buruşo yüzünden onlara Bruşolar diyenler de var.
Asırlarca yolu, izi olmayan, erişilmesi çok güç bir yerde izole olarak yaşayan Hunzakutlar “Mir” dedikleri hanedan reislerinin ve ona danışmanlık yapan on iki kişiden oluşan bir İhtiyar Heyeti idaresindeler..
Türk geleneklerine uygun olarak, 900 yıldan fazla bir süre bağımsız yaşamışlar.

Tuesday, 18 November 2014

Bilinen Evrenin Muhteşem Simülasyonu


Hakimiyet Gazetesi(Mersin): Narenciye Hiç Bu Kadar Sıkılmadı




Hakimiyet Gazetesi(Mersin): Narenciye Hiç Bu Kadar Sıkılmadı
http://bit.ly/1AbjtkZ
Mersin’de bu yıl 5’ncisi gerçekleştirilen Uluslararası Narenciye Festivali’nde Mersinliler, dans ve müziğin ritmini kendilerini kaptırarak coşkulu anlar yaşadı. Festivalde, 100 ton narenciye 2 gün boyunca ücretsiz olarak dağıtıldı.
Mersin Ticaret Borsası koordinatörlüğünde, Mersin Büyükşehir ve merkez ilçe belediyelerinin katkılarıyla gerçekleştirilen festivale büyük ilgi gösteren vatandaşlar, sahil şeridindeki Adnan Menderes Bulvarı, Side Sütunları, Kız Kalesi, Galatasaray Meydanı, İskele Bölgesi, Saat Kulesi, Truva Kabartmaları, Hitit Kabartmaları ve Uzuncaburç alanlarındaki etkinliklere adeta akın etti. Her kesimden insanın katıldığı etkinliklerde renkli görüntüler yaşandı. 

(Japonya İzmir Kültürler Arası Dostluk Derneği): Haftanın Portresi; Sōichirō Honda



(Japonya İzmir Kültürler Arası Dostluk Derneği)Haftanın Portresi; Sōichirō Honda

17 Kasım 1906, Shizuoka Eyaleti doğumlu Japon iş adamı, mühendiş. Honda şirketi’nin kurucusudur.
16 yaşındayken Tokyo’da bulunan araba tamircisinin dükkanında çırak olarak çalışmaya başladı ve 6 sene sonra memleketinde kendi dükkanı açtı. İkinci dünya savaşı’ndan sonra bisikletle yemek malzemelerini almaya giden eşi için ‘motorlu bisiklet olursa alışveriş daha kolay olur’ diye düşündü ve motosiklet üretimine adım attı. 1948’de Honda şirketi’ni kurdu, 1949’da Takeo Fujisawa ile tanıştı ve onunla beraber Honda şirketi’ni dünyaca tanınan şirket olarak geliştirdi. Sōichirō, mühendişti ve şirket işletme konusu tüm güveniyle Takeo’ya verdi. İkisi de ‘‘Şirket, şahsa ait olmamalı’’ düşüncesine sahipti ve hiçbir aile üyesi Honda’ya girmedi. Sōichirō, şirket adına ‘‘Honda (kendi soyadı)’’ ismini koymuşluğundan pişmaklık duyuyordu.
1973’te şirketin müdürlüğünden ayrıldı ve Japonya’daki tüm Honda satıcılarını ziyaret ederek teşekkür etti. 5 Ağustos 1991, 84 yaşındayken bu dünyaya elveda dedi.

KAYNAK: https://www.facebook.com/JİKAD

Ihh Insani Yardim Vakfi - Ihh Humanitarian Relief Foundation: Esed rejimi tecavüzü silah olarak kullanıyor




Dördüncü yılına giren Suriye’deki savaş 250 bin Suriyeli’nin hayatına mal oldu. Milyonlarca insan yerinden yurdundan koptu, vücudu ruhu sakatlandı, Suriye yerle bir oldu.
Şüphesiz savaşın insana, her birimize ettiklerini en iyi bilenler, savaş bölgelerinde çalışan insani yardım kuruluşları. Onlar içinde de hafızası ve tecrübesi en güçlü olan kuruluş, Türkiye’den çıkıp beş kıtada 120 ülkeye iyilik götüren İHH. Nitekim İHH savaşın başından bu yana 4 bin 500 tırdan fazla yardım malzemesini Şam, Halep, Hama, Humus, İdlib gibi saldırıların devam ettiği bölgelere ulaştırmış durumda.
Suriye’deki insani gerçeği İHH yönetim kurulunun tek kadın üyesi olan hukukçu Gülden Sönmez ile konuştuk.
Suriye’de savaş dördüncü yılına girdi. Hayatını kaybedenlerin sayısı 250 bini, yerinden yurdundan olanların sayısı 7 milyonu buldu. Savaşa dair bu rakamlar bize yaşananın boyutunu gösteriyor ama insanı da örtüyor. Sahada bir kurum olarak neye şahitlik ediyorsunuz, Suriye’de aslında neler yaşanıyor?
Gerçek fotoğrafı perdeleyen bir şey var aslında savaş bölgelerinde. Biz bir savaş ya da kriz bölgesini konuştuğumuzda genelde hangi devletin bunda nasıl bir rolü var, dengeler nasıl, savaş kimin işine yarayacak, savaşın enerji meselesiyle alakası ne gibi sorular üzerinden konuşuyoruz. Üstelik daha geçen yüzyıl çok büyük savaşlar acılar yaşanmış olmasına, bunun filmlerini gözyaşıyla izleyip “Allah bir daha böyle acılar vermesin” dememize rağmen kendi çağımızdaki savaşları böyle konuşuyoruz. İnsan yok bu konuşmalarda. Halbuki dünyanın varlık sebebi insan. İnsan yoksa ne devletin ne enerjinin ne de toprağın bir anlamı var. Modern bakış insanı hep öteletti. İnsanın üstü örtüldü. Bunu en ciddi şekilde Suriye’de yaşadık.
SURİYE’DE İNSANIN ÜSTÜ ÖRTÜLDÜ
Suriye’de insan’ın üstü nasıl örtüldü?
Suriyelilerin savaşa engel olmak için aylarca neler yaptığını, eline silah almaktan nasıl sakındığını unuttuk. Herkesin işine geldi bu. Suriye’deki gerçek hikaye, insanın hikayesi açığa çıksaydı tüm dünyadan yüzlerce kişi gider bedenlerini siper ederdi. Hala Suriye’de savaşın neden patlak verdiğini, sivillerin eline neden silah almak zorunda kaldığını hatırlamak, anlamak için çaba sarf etmiyor kimse. Gerçeğin üstünü örtmektir bu.
Biz kaldıralım o örtüyü. Hatırlatır mısınız ne olmuştu Suriye’de?
Savaş öncesinde de Suriyeliler özgür ve mutlu bir hayat yaşamıyorlardı. Dindarların, Kürtlerin, ya da farklı toplum kesimlerinin demokratik talepleri vardı ve karşılık bulmuyordu, tıpkı Mısır ve Tunus gibi. Ama yeni jenerasyon devletlerin tekelindeki medyayla beslenmiyor. İnternet vasıtasıyla her şeyden her gelişmeden haberdar oluyor.
GAME OVER / OYUN BİTTİ
Ki Arap Baharı’nın başlarında gençlerin internet kullanımından övgüyle söz edildi?
Hızla yayılmasını sağlamıştı çünkü. Baskı rejimlerinde yaşayan dindar ya da seküler gençler başka ülkelerde insanların nasıl özgürce yaşadığını gördüler. Kendi varlığının, özgürlüklerinin, emeğinin, diplomasının, fikrinin kıymetli olmasını, adalet içinde yönetilmeyi talep ettiler. Arap Baharı’nın sloganları ‘emek, ekmek, özgürlük ve adalet’ti hatırlayın. Kendi yöneticilerinin kuklalar olduğunu, enerjisini emperyalist sistemin emdiği piller olduğunu gördüler. Matrix filmindeki gibi. Ve “game over / oyun bitti” dediler. “Ben kendi hayatımın ülkemin figüranı değil aktörü olacağım” demekti bu. Ortadoğu’daki gelişmelerin odağında bu vardı.
ÇÖLDE ERDOĞAN SEVGİSİ
Müslüman ve laik bir demokrasi ülkesi olarak Türkiye’nin son on yılda geçirdiği dönüşümün, kazandığı özgüvenin Arap coğrafyasına ilhan kaynağı olup olmadığı çok tartışıldı. Gözleminiz ne?
Biz bunu tespit ettik aslında. Etiyopya kırsalında yaşlı bir kadının muhtemelen bir Fransız gazetesinden yırtılmış bir Tayyip Erdoğan fotoğrafını birkaç parça çinko ve bez parçasının olduğu sazlıktan yapılmış evinin başköşesine asmıştı. Fotoğrafı düzeltip düzeltip seviyordu. “Kimlikli ve onurlu bir yaşamı savunuyor, bunun herkesin hakkı olduğunu söylüyor bu adam” diyordu. Ortadoğu’da da müthiş bir bakış var Türkiye’ye. Osmanlı’nın onların dünyasında mutlu ve adaletli bir hatırasının olmasının payı büyük elbette bunda. Su kuyusu açmak için gittiğimiz Cibuti’nin kuş uçmaz kervan geçmez bir yerinde yaşlı bir adamla karşılaştık. İstanbul’dan geldiğimizi duyunca ağlamaya başladı “Osmanlı zamanında bu topraklarda kardeşlik vardı adalet vardı, dedelerimizden bunu duyduk biz. Ne zaman ki Osmanlı burayı terk etti, kardeş kardeşi vurdu. Gördüm ki Osmanlı’nın kadınları gelmiş, ölsem de gam yemem artık” diyerek. Bu coğrafyalarda Türkiye’yi yakından takip ediyorlar. Dünyayı dolaştığınızda görüyorsunuz, Erbakan’ın hikayesini bilmeyen Müslüman yok gibi. Ezilmişlik içinde bütün Müslümanlar adına yeşermiş bir fidan, bir umut olarak bakıyorlar Türkiye’ye.
SAVAŞ UZUN SÜRER DEMİŞTİK
Suriye’ye dönersek…
İşin aslı Arap Baharı başladıktan sonra Suriye’de bir savaş çıkarsa 8-10 yıl gibi çok uzun süreceğini öngörmüştük biz. Suriye’nin yapısı da, ülkelerin Suriye üzerindeki hesapları da çok farklı çünkü. Önleyici rol oynayabilmek için, silahlı bir savaşa dönüşmesin işler diye elimizden ne geliyorsa yaptık, raporlar hazırladık ama başarılı olamadık.
Ülkeler bile yanılırken İHH bu öngörüyü nasıl belirledi?
Kriz tecrübesi olan bir kuruluşu İHH. Sahayı görmekte, refleksleri hesap etmekte, küçük grupların nasıl kullanılabileceğini öngörmekte tecrübeli o yüzden. IŞİD’in varlığı bu anlamda şaşırtıcı değil bizim için. İHH Bosna savaşında, Çeçenistan savaşında, Afganistan savaşında, Filistin’in mücadelesinde hep sahadaydı. Ve İHH buralara sadece kendi müntesibiyle gitmiyor. Gazetecileri, eğitimcileri, siyasetçileri götürüyor ve durumu farklı sivil gözlerin görmesini istiyor. Raporlarımızı da bütün bu görüşleri damıtarak hazırlıyoruz biz.
SURİYE’DE SINIR ÇOK AŞILDI
Bundan sonrası için ne öngörüyorsunuz Suriye için?
Çok farklı hesaplar var halihazırda. IŞİD faktörü ve onun yaptıklarının yansımaları var. Kobani var ama esas meselenin Kobani olduğunu düşünmüyorum. Esas mesele Suriye’nin içinin yeniden dizaynıyla ilgili. Birkaç farklı devlet kurulmasına doğru gidiyor gidişat. Yakın tarihte yaşadığımız en büyük insani dramı yaşıyoruz. Ne Suriyeliler ne de bölge insanı elli yıldan önce atlatamaz bunu. Savaş gören çocuklar var, bunun yansıması ne olur, neye dönüşür az çok hissediyoruz ve korkuyoruz. Kolay şeyler değil bunlar. Çünkü çizgi çok fazla aşıldı Suriye’de.
ESED TECAVÜZÜ SİLAH OLARAK KULLANIYOR
Rejimin sistematik işkenceleri, kimyasal silah kullanımı, çocuk ölümleri, tecavüzler vs diyoruz ama günlük gündemler gibi gelip geçiyor bunlar. Biraz açın lütfen çizginin aşıldığı yerleri? Bilinsin ki tedbir için acele edilsin.
Bence en travmatik etkisi olan şey işkence ve tecavüz. Hangi Suriyeli ile konuşsanız, oradan yaralı, kolu bacağı kopmuş olarak çıkmış da olsa, işkence ve tecavüze maruz kalmadığı için şükrediyor. Yakını şehit olmuş birisi varsa da “Elhamdülillah şehit oldu, ya yakalansaydı, akıl almaz işkencelere tecavüzlere uğrayacaktı” diye şükrediyorlar. Çocuklara anne babalarının, anne babalara çocuklarının eşlerinin gözleri önünde yapılan işkence ve tecavüzler. Yaşlı kadınlara torunlarının önünde yapılanlar. Camide seyrettirerek yapılan tecavüzler. Bunlar Suriye’nin gerçeği. Bir video izlemiştim ve Allah’ım çekip vursunlar artık diye dua etmiştim. izlemeye dayanamadığım için. Esed’in adamları, Suriyeli gençlerin vücutlarını falçatayla kesiyor, acı çektiriyor, çektiriyor ve ısrarla öldürmüyorlardı. İnsanın insanlıktan çıktığı haller bunlar.
RABBİM ESED DİYECEKSİNİZ!
Suriye’de kadınlara yönelik tecavüzlerin sayısını biliyor muyuz?
Binlerce tecavüz vakası var. Ölmüşleri, göçmüşleri, mültecileri konuşuyoruz ama ya içeride tutulanlar? Biliyoruz ki Suriye’de 20’den fazla hapishane ve hapishane olarak kullanılan çok sayıda fabrika var. İbret için yapılanlar var. Esed’e direnirseniz sonunuz bu, diyerek insanları diri diri toprağa gömüyor ve “Rabbim Esed” diyeceksin diyorlar, işkenceler yapılıyor. Mesela Esed’e hizmet etmek istemeyenlerin eşlerine tecavüz dahil her kötülüğü işkenceyi yapıyor, videosunu kocalarına izletiyorlar. Direnmenin bedeli bu diye. Tecavüz Suriye’de silah olarak kullanılıyor. Kadının bedeni ve namusu, savaşan erkeklerin en hassas noktası olarak görülüyor ve dirençlerini kırmak için kullanılıyor. Esed’e karşı savaşmak isteyip de bu korkular, tehditler nedeniyle savaşamayanları da biliyoruz. Açlık yokluk sakatlık ölüm savaş ortamında olan olabilen şeyler ama bana göre uzun yıllar etkisi sürecek kötülük bu.
MUHALİFLER SUÇ İŞLEYENİ YARGILIYOR
Suriye’de savaşın bir tarafı Esed rejimi, diğer tarafı en geniş tanımıyla muhalifler. Muhalifler içinde de bu tür insanlık suçları işleyenler yok mu?
Elbette bu kadar büyük bir grup içinde mutlaka bu tür vakalar olur, olabilir. Ama rejim tarafında bu suçlar sistematik olarak işleniyor. Muhalifler tarafında ise kadınlarına çocuklarına yapılanlara karşı öfkeye kapılanlar da var, savaş hukukuna uymak için büyük gayret gösterenler ve kendi aralarında bu tür suç işleyenleri kendi mahkemelerinde yargılayanlar da. Sahada bunu sıkça gördük biz. İslam’ın koyduğu savaş hukukuna riayet etmeye çalışıyorlar. IŞİD benzeri yapılanların büyümesinde bunun da bir etkisi vardır belki. Ama şuna dikkat etmek gerekir, askerler eğitimli, diğer taraf ise halk.
ZULMÜN DİNİ DİLİ IRKI OLMAZ
İki şiddetten biri, IŞİD terörü daha dehşet verici bulunabiliyor ama?
Batı kamuoyunda algı öyle oluşturuluyor. Esed’in yaptığı işkenceler IŞİD’in yaptığı eylemlerin yanında sayısal ve niteliksel olarak kesinlikle dehşet verecek düzeyde, hele de kadınlara yapılanlar. Ama IŞİD popüler olana kadar hiç duymadık bunları biz. Müslüman da olsa zulmü her kim yapıyorsa, ona karşı din dil ırk fark etmeksizin tavır almamız şart. Biz İHH olarak bu konuda çok netiz. Ama Batı dünyasının reel politikle bakmasının getirdiği sonuçlar doğal olarak dünyada Suriye’de yaşananlarla ilgili algıyı da politikalara göre yönetiyor. Esed’in yaptıkları IŞİD’in yaptıkları kadar gündem olsaydı Batıda da vicdanlar harekete geçecekti, Kobani’de yaşananlar yaşanmamış olacaktı, birçok insan hayatta olacaktı. Ne yazık ki riyakâr bakış, insanı reel politiğe kurban ediyor.
BEŞBİNDEN FAZLA TECAVÜZ VAKASI VAR
O riyakarlık IŞİD’e müdahalede de görünür oldu. IŞİD Suriyeli muhaliflere, sivillere saldırırken görmezden gelen Batı dünyası, Amerikalı Avrupalı rehinelerin başı kesilince harekete geçti?
Aynen. Ama burada bizim de eksiğimiz var. Suriye’den oraya daha fazla veri ulaştırabilseydik daha erken harekete geçilebilirdi. Women Under Siege (Kuşatma Altındaki Kadınlar) adlı kadın gazetecilerin bir çalışması var. Suriye’de kadınlara yönelik tecavüzlerle ilgili bir veri haritası sunuyorlar sahadan. Onun dışında Suriye’de kadınların yaşadığı kötü muameleyle ilgili hiçbir şey bulamazsınız. Ama biliyoruz ki beş binin üzerinde tecavüz var Suriye’de. Peki onların yaşadığı travmayı hafifletmek için bir çalışma var mı, hayır. Biz iki kız kardeş biliyoruz, 13-14 yaşlarında, ailelerinin gözü önünde tecavüze uğramışlar. Sürekli çığlık atıyorlardı Türkiye’ye geldiklerinde, uyanık oldukları her an çığlık attıkları için ilaçla uyutuluyorlardı. Bunu yaşayan yüzlerce küçük kız çocuğu var. IŞİD’in köle yaptığı kadınlar, çocuk gelinler sorundur elbette ama Suriye zindanlarda Esed askerlerinin işkence ve tecavüzüne uğrayan kadınlar sorun değil midir?
Birleşmiş milletler ne yapıyor bu konuda?
Hemen hiçbir şey yapmıyor. Suriyeli sığınmacılara cüzi miktarda yardım yapıyor ama bir yandan da sanki Türkiye’nin burnu bir sürtülse de görsek diyorlar. Böyle bir fotoğraf görüyoruz biz sahada BM’ye dair. Evet, içlerinde çok gayret eden birimler kişiler var ama ne maddi manada, ne de orada yaşananların ortaya konulması konusunda samimi bir tutumu olmadı BM’nin.
55 BİN İŞKENCE FOTOĞRAFI İÇİN NE YAPTI BM?
Keskin bir hüküm bu. Dayanağınız nedir?
Suriye’den çıkarılan 55 bin işkence fotoğrafını değerlendirebilirdi BM, değerlendirmedi. Birileri sonuçta o gerçeğin dünya tarafından görülmesi için çok büyük risk aldı hem kendi hayatı hem aileleri sülaleleri adına. İşkence belgelendi, fotoğraflar dışarıya çıkarıldı, hukuki geçerlilik haline getirildi de ne oldu? Bu sistematik işkencenin hesabını sormak BM’e düşerdi, Lahey Adalet Divanı’na götürmek için herhangi bir devletin cesaretine düşerdi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne düşerdi. Hepsinin buna yetkisi var. BM İşkenceyi Önleme Sözleşmesi var, bu sözleşmeye taraf onlarca ülke var. Ama hepsi kurban edildi reel politikaya.
İSLAM DÜNYASININ DA KARA LEKESİ
İslam Konferansı Teşkilatı’nın da şu ana kadar gıkı çıkmış değil?
İslam dünyası İran’a kızmakla meşgul. Şunda haklılar, bir kadının canı namusu üzerinden kazanılacak hiçbir kazanım Şii olsun Sünni olsun fark etmez, bir Müslüman için asla meşru değildir olamaz, Kur’an’ın mantalitesine terstir. İslam dünyası büyük bir imtihanda. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır’da darbeye karşı alınan tavır, selefi gruplar üzerinden yürütülen politikalar, İran’ın Esed rejiminin yanında durup bütün bu savaş suçlarına ortak olması, hepsi açıkça görünen ve asla açıklamayla falan izah edilebilir şeyler değil. Suriye’de yaşananların ve alınan tavırların hem insanlık tarihine, hem Müslümanların kendi tarihlerine çok büyük kara lekeler olarak kaydedileceğini düşünüyorum ben.
TARİHİN DOĞRU YAZILMASI ŞART
Tarih onu yazanların sözcüsüdür, malum. Bugünün kaydı sağlam tutuluyor mu sizce?
Doğru tarih yazımına gerçekten çok ihtiyacımız var. Suriye’de yaşananların sadece Batının değil bizzat İslam dünyasının içindeki problemlerle birlikte doğrusuyla yanlışıyla, Allah için adaletli şekilde yazılmasına çok ihtiyaç var. İslam’ın savaş hukuku, değerleri her şey şu an alt üst olmuş durumda. Korkuyorum, yeni jenerasyon şu yaşananlardan asıl doğruyu öğrenemeyecek. Kadınların aleyhine yürütülen ve geleneklere yerleştirilen o yanlış politika gibi bu konuda da yanlış bir gelenek oluşturulacak İslam dünyasında.
SURİYE İÇİNDE 11 MİLYON İNSAN MUHTAÇ
Türkiye’de bir milyon 600 bin Suriyeli sığınmacı var, BM’nin de kabul ettiği rakamlara göre. 300 bini kamplarda. Diğerleri arasında geçimini kendisi temin edenler, yakınlarının yanına yerleşenler ve şehirlerde zor şartlarda hayatta kalmaya çalışanlar var. AFAD yönetimi evet belli bir düzeni yürütüyor, STK’lar gayret gösteriyor ama mevcut ihtiyacın ne kadarı karşılanabiliyor?
Yerinden olmuş toplamda 6 buçuk milyon insan var Suriye’de. Yerinde kalan ama savaş koşulları nedeniyle kendisine hiçbir yardımın ulaşmadığı ya da bulundukları yerleri çeşitli sebeplerle terk edemeyen Suriyeli sayısı da 11 milyon. İnsanlar her gün acıkırlar, susarlar. Hayat devam edecek, yemesi, giyinmesi, kışın ısınması lazım. Dolayısıyla devasa bir yardım ihtiyacı var. Biz İHH olarak Türkiye içindekilere zaten yardım yaptığımız ve diğer STK’lar da zaten burada çalıştığı için ağırlığımızı Suriye içine verdik en başından itibaren. Oradakilere yardım ulaştırmak çok zor çünkü. Risk fazla olduğu için kimse yok. Yaklaşık yüz kuruluşun yardımını Suriye’de biz dağıtıyoruz İHH olarak.
YETİM YARDIMI GÖTÜRÜRKEN ŞEHİT OLDULAR
Türkiyeli 100 kuruluş mu yoksa dünyadan da var mı?
Dünyanın dört bir tarafından 100 kuruluş. Norveç Kiliseler Birliği de başka Hıristiyan kuruluşlar da dahil. Giremiyorlar çünkü Suriye’ye, bizim kaç kardeşimiz hayatını kaybetti yardım dağıtmaya çalışırken. Daha geçen hafta iki genç yardım gönüllümüz, Suriye içinde yetimlerin yardımını götürürken şehit oldu. Risk çok fazla, başkaları bunu göze alamıyor, normal bir STK’dan da, gönüllüden de bunu bekleyemezsiniz zaten. Bunu bir gazeteciler, bir de bizim gibi kriz bölgesi çalışanları yapar. Bizim arkadaşlarımız için bombardıman altında çalışmak normal bir şeydir. Felluce bombalanırken biz oradaydık, Çeçenistan savaştayken de, Saraybosna kuşatma altındayken de oradaydık.
AMACIMIZ EN ULAŞILMAYANA ULAŞMAK
Bu İHH için bir tercih mi, bir sonuç mu?
İHH’nın kuruluş amacı hiç kimsenin gidemediği zamanlarda, kimsenin gidemediği yerlere ulaşmak. İnsanın en darda olduğu yerdir, en darda olduğu zamandır o. Doğal olarak sevabının da çok olduğu yerdir. O haldeki insanların ihtiyaçları hayatidir. Saraybosna kuşatma altındayken sığınakta kendilerine ulaşan konserve kutusundaki logodan bizi tanıyıp, yıllar sonra hakkında hiçbir şey bilmediği İHH için “işte bizim hayatımızı kurtaranlar” diyor bir kadın, arkadaşlarımıza. Allah kimseyi zorda darda komasın. Ama biz normal rutin bir yardım kuruluşu değil o anlarda orada olabilen bir yardım kuruluşu olmayı tercih ettik, bunu önceledik. Bizden sonraki nesillere de hep “sakın bu misyonu değiştirmeyin, öbürünü yapan çok kurum kuruluş var, ama bunu yapan çok fazla kuruluş yok” diye de tembih, nasihat ediyoruz.
BM YARDIMLARINI DA BİZ DAĞITIYORUZ
Bu misyon içinde başka yardım kuruluşlarına yardım etmek de var anladığım kadarıyla?
Evet, koordinasyon merkezlerimizde yirmiden fazla yardım kuruluşuna ev sahipliği yapıyoruz. Suriye içine yardım götüren herkese yol yordam gösteriyoruz, getirip götürüyoruz, bombalanmasın diye yeraltında ya da gezici yapılar kuruyoruz. Arazide edindiğimiz bir tecrübe var, bunu kullanıyoruz. Hatta Suriye’de BM’nin bile bazı yardımlarını biz dağıtıyoruz.
MUHTAÇ EDEN POLİTİKAYA REDDİYE
Darda zorda kalana yetişmek İHH’nın bir tercihi ama savaş-kriz hallerinde bu durum, bu darlığı zorluğu arzulayanların siyasetini bozan bir şey haline geliyor olmalı. Dolayısıyla siyasi bir varlığa dönüşüyor varlığınız. Ve biliyoruz ki bu tür yapılarla sadece cepheden değil içeriden değiştirmek ve çürütmek şeklinde de mücadele ederler. Bir: Korunuyor musunuz, tedbiriniz nedir? İki: Şu ana dek bozulmadığınızdan emin misiniz?
Doğru, bizi bu misyonumuzdan dolayı hep politik bir kuruluş olarak görürler. Söylemimiz de böyledir aslında. Mesela hep savaş karşıtı eylemlerde görürsünüz bizi. Ya da BM ile beraber çalışırken bir yandan da zehir zemberek eleştirirken görebilirsiniz. Veya insani diplomasi yaparız, Esed’le muhalif tarafı buluştururken de görebilirsiniz. Kimse inanmıyor nasıl olabilir diye ama bu bizim tezimiz. Biz, sadece yardım taşıyan bir kuruluş olmanın, insanoğlunun bu yaşadıklarını önlemeye yetmediğini düşünüyor ve asıl sebebin insanı yardımlara muhtaç eden politikalar olduğuna inanıyoruz. İnsanların onurları zedelenmeden, kimseye muhtaç olmadan, ölüp yaralanmadan yaşanan soruna bir çözüm olabilir miyiz acaba diye bakıyoruz. Bunun için ortaya koyduğumuz efor daha fazladır aslında, çok bilinmese de. Çünkü devletleri ya da BM gibi uluslararası kuruluşları etkilemeye çalışırsınız ve haliyle çok zordur. Bu yönümüzle sıra dışıyız. Mavi Marmara’dan sonra da örnek alınıyoruz.
900 BİN BAĞIŞÇIMIZ VAR, HALK KURULUŞUYUZ
Yardım amaçlı bir kuruluşun devletler ve uluslararası yapılar karşısında gücü nedir, nereye kadardır?
Biz gücümüzü halktan alıyoruz. İnsanlara anlatıyoruz, 20 yıldır ve 20 yıllık bir tecrübeyle anlatıyoruz. Çok açık anlatıyoruz. Türkiye hükümetini eleştiriyorsak da açık eleştiriyoruz, Amerika’yı eleştiriyorsak da. İnsanlar bunu görüyor, duyguları bilgileriyle test ediyorlar ve doğru yaptığımıza inananlar bizi destekliyor. İHH’nın sadece geçen yıl ki bağışçı sayısı 9 yüz bindir. Bu rakam mesela Araplar için çok şaşırtıcıdır çünkü onlarda zenginler ve vakıflar bağış yapar. İHH ise halk kuruluşudur. Mesela katarak ameliyatları için Sağlık Bakanlığıyla anlaşma yapmak dışında devletlerle organik bağ kurmayız. İHH’nın en kıymetli varlıklarından birisi iradesinin kendisinde olmasıdır. Öyle olmasaydı sağa sola savrulabilirdik. İHH yönetim kurulunda fikirlerimizle çatışsak da istişareyle karar veririz. Manevra kabiliyetine sahibiz. Saldıranımız çok o yüzden. Allah’a güveniyoruz, halkımıza güveniyoruz, ihlasla iş yapma gayretindeyiz. Bir kuruşu dahi, köydeki yaşlı teyzenin dul maaşından olduğunu bilerek o emanete layık olacak şekilde harcar en iyisini yapmaya çalışırız. Radikal dinci görünsek de teknolojik gelişmeleri yakın takip eder, işimizi sağlam bir alt yapıyla yaparız.
KOBANİ’YE ÇOK YARDIM GÖTÜRDÜK
Radikal dinci misiniz?
Değiliz, normal Müslümanlarız. Yardım götürürken ayrım yapmayız. Muhtaçlık ve mazlumiyet konusunda adaletli davranmaya gayret ederiz. İnsanlar nereyi neyi dert ederek bağış yapıyorsa biz o yardımı oraya götürüyoruz. Aksi mümkün değil. Ama bir yerin unutulduğunu düşünüyorsak önce farkındalık oluşturuyor, sonra yardım topluyoruz. Doğu Türkistan ya da Arakan gibi. Daha gündemde bile yokken Rojava’ya Afrin’e, Kobani’ye, Cezire’ye tırlarla yardımlar gönderdik biz. Bilenler çok iyi biliyorlar. Risk altındayız evet, tehditler de alıyoruz ama buna rağmen biz bu işin sevabına talibiz. Elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Niyetimize menfaat katmamaya gayret ediyor, çok dikkat ediyoruz. Tuzaklarla yahut tır olayındaki gibi mücahit gönderiyor, silah gönderiyor gibi iftiralarla da karşılaşıyoruz. Tedbirlerimizi elimizden geldiğince alıyoruz, suç duyurusunda bulunuyoruz. Gözümüzü kulağımızı da dört açıyoruz.
SİLAH İNSANİ YARDIMA GİRER Mİ?
Bir yerde savaş var ve insanların çoluk çocuğunun canını namusunu korumak için silaha ihtiyacı var. Silah İHH için bir noktadan sonra yardım malzemesi kapsamına girer mi?
Silahı insani yardım olarak görenler olabilir ama biz görmüyoruz. Biz işin o tarafına girmiyoruz. Savaşıp savaşmama konusunda verdikleri karar, silah bakımından nereden nasıl desteklenecekleri gibi konular bizim ilgi alanımız değil. İnsanların bizden istedikleri tek şey kadınlarına çocuklarına yardım etmemiz. İHH silah yardımı yapmaz. İHH silah yardımı için para da vermez. İHH’nın misyonu uluslar arası sözleşmelerle tarif edilen çerçevede insani yardımdır. İnsani diplomasi buna dahil değildi, biz soktuk literatüre. Silahlı mücadele başka bir şey, özgürlük mücadelesi başka bir şeydir çünkü. İçerde mahpus kalmış yaşlı bir kadını kurtarmak silahlı mücadelede taraf olmak değildir. Bizim işimiz sivillerle. Sivillerin hayatını ilgilendiren silahlı mücadeleye dair sözümüzü de söyleyebiliriz ama.
BM’NİN YAPAMADIĞINI TÜRKİYE YAPIYOR
Peki. AFAD’ın yaptığı çalışmalar size nasıl görünüyor?
Sahadaki iş gerçekten çok zordur, psikolojik açından da zordur. Türkiye’nin bu konuda edindiği tecrübeyi çok önemsiyorum. Bu tecrübenin kamp kurmak, kamp işletmek, görevlileri eğitmek, sivil toplumla koordinasyon, eksiği fazlasıyla, doğrusu yanlışıyla bütün insanlığa ait bir tecrübe olduğunu düşünüyorum. Bu tecrübenin mutlaka kayda geçmesi gerekir. Akademisyenlerin gelip sahada çalışması ve bu çalışmaları insani yardım alanının, mülteci hukukunun literatürüne kazandırması gerekir. Bu, insanlığın ortak tecrübesidir. Bir yanda yer yarılsa da içine girsem diyeceğiniz kadar kötü yönetilen BM’nin Arakan’daki kampları var, bir yanda Türkiye’nin AFAD kampları var. İkisi arasındaki fark çok büyük. Bir akademisyen bu iki kampı karşılaştırsa ve insanlığın yararına sunsa, orada olmayan burada nasıl oluyor diye bir baksa, çok iyi olurdu aslında.
SOLCULAR NEDEN SAHADA DEĞİL
Suriyelilerin kaldığı kamplarda bazı eksiklikler olmasına rağmen yine de çok önemli bir düzen ve çok değerli bulduğum bir özen, bir çaba var. AFAD bu işi hiç fena kotarmıyor. İHH başta olmak üzere çok sayıda STK’nın sahadaki çabası da çok büyük çok değerli. Lakin ilginç şekilde sadece dindar muhafazakâr kesimler içinden çıkan STK’lar çalışıyor sahada. Bu böyle mi? Niye böyle?
Öyle ne yazık ki. Türkiye’deki solun insani yardım konusunda yaptığı tek olay bile gelmez aklımıza. Çünkü yok. Ama ben bunun sol görüşe mensup insanların yardım etmek isteyip istememesiyle ilgili olduğunu sanmam. Örgütlenmeyle ilgili sanırım. Dünyada öyle değil ama. Dünyada sol hareketler aktiftirler yardım konusunda. Belki büyük bütçeler olmayabilir ama bu bir duruştur. Mesela her kriz bölgesinde Japonları aktiftir. Van depremini hatırlayın, geldiler ve hatta yardım ederken öldüler. Koreliler, Budistler, Japonlar, misyonerler dünyanın her yerinde bizim gibi sahadadırlar. Para verip dönmezler. Savaş mağduru çocuklarla saatlerce oyunlar oynar yıllarca ilgilenirler. Ama Türkiye’de nedense, yardım etmek yardımlaşmak sadece dindar kesimin işiymiş, bunlar yetiyormuş gibi bir algı var. Yardımlarını bizimle gönderen solcular var ama nedense sahada değiller. Van’daki depreme herkes koşsa da mesela Suriye’de böyle olmuyor. Kimin mağdur olduğuyla ilgili bir durum sanırım.
İNSAN TİCARETİ KORKUNÇ BOYUTLARDA
Mülteci kamplarında çoklukla kadınlar ve çocuklar konaklıyor. Tecavüz, ikinci eş, çocuk gelinler gibi konular zaman zaman medyaya yansıyor ama bunun gerçek oranı nedir?
Somut veri yok elimizde. Sömürülen kadınlar varsa ne kadarlar ve gerçekte ne yaşadılar, sömürenler kimler ve niçin yapıyorlar. Tespit çok önemli çünkü gerçek fotoğrafı gördüğümüzde çözüm üretmek de kolaylaşır. Öte yandan bu problemler Müslüman olsun olmasın hemen her kriz bölgesinde olur, bunu unutmayalım. Hele Haiti’de tecavüz vakaları öyle çoktur ki öyle korkunçtur ki şaşar kalırsınız. Organ mafyası, insan ticareti, fuhuş, çocuk işçi, çocuk satıcılığı gibi sorunlarla gittiğimiz her kriz bölgesinde karşılaşırız ne yazık ki. İnsan ticareti yapan çetelerin gücünü ve hızını azımsamamak lazım. Çok güçlüler ve devletleri bile etkiliyorlar. Biz bazı yetimlerimizi yumruk yumruğa kavga ederek kurtardığımız oldu çetelerin elinden. Suriye’de de vardır mutlaka. Bu çeteler bizden bile erken giderler kriz bölgelerine. Bilemezsiniz bombardıman sırasında kim hangi çocuğu ne için kurtarıyor.
ANNELER KIZLARINI KORKUDAN EVLENDİRİYOR
Çocuk gelinler vakasının aslı nedir peki, Suriyelilerde çok mu yaygın bu?
Anneler evet kızlarını evlendirmek istiyorlar, ama korumak için. İstemeye istemeye. Ne olacağımız belirsiz diye korkuyorlar ve “hiç değilse güven içinde namusuyla yaşasın, karnının doyduğunu bileyim, bileyim ki ben de gönül rahatlığıyla öleyim” diye düşünüyor anneler. Bu mecburiyetlerden düşüyor evlilik yaşı. Bu kız çocuklarının güven içinde okumasını, çalışmasını sağlayacak projeler geliştirmeliyiz biz, genelleme yapmak ve acımak yerine.
VİCDAN KONFORU SATIN ALINIR MI?
İyilik ve vicdan üzerine bir şey sormak istiyorum izninizle. Malum, modern dünyada iyilik, satın alınabilen bir şey. Ve mantalite gizlice şöyle işliyor: “Evet dünyada bir şeyler ters gidiyor, sen iyisin hoşsun ama yardıma ihtiyacı olan da çok insan var, yediğin boğazına düğümleniyor, tat alamıyorsun. O halde yardım kuruluşlarına biraz para ver ve vicdan konforunu satın al”. Ne dersiniz?
Kasıt, yardım edenin sorumluluğunu üzerinden atması mı?
Eh evet, biraz tehlikeli bir soru belki sizin için?
Yok aslında tam da bizim farklılığımızı ortaya çıkaran bir soru. Biz şunu iddia ediyoruz: Ne yani aç mı ölsün, tok mu ölsün, bu mu bir Müslüman olarak yaptığımız seçim? Bu kadarla mı kalmalı? Savaş var tamam, açlar var doyuralım tamam, yetimler var bakalım tamam, ama bitti mi yani? Bizim önleyici rol oynama, devlet politikalarını etkileme yönünde yaptığımız, yapmak istediğimiz şey tam da bu işte. Bir savaş bölgesine gittiğinizde ölmüş olanlar için yapacak hiçbir şeyiniz yoktur. Yetim çocuğuna babasını geri veremezsiniz, uzvu kopmuş olana kolunu bacağını geri veremezsiniz, hiçbir yaşanmışı geri çeviremezsiniz. Belli oranlarda onarabilirsiniz sadece. En azından açlıktan ölmesin diyebilirsiniz. Ama eğer onun böyle bir mağduriyet yaşamasına, Afrika’daki sömürü politikalarına engel olabilirseniz, ayakları üzerinde durmasını sağlayabilirseniz, dünyanın vicdanını daha fazla harekete geçirebilirseniz, belki bir savaşı önleyebilirseniz bu, insanlara yapabileceğiniz en büyük yardımdır. Ama çok zordur. Bunun en iyi örneğini Mavi Marmara’da görebilirseniz.
BİZ BİR TÜRLÜ MUTLU OLAMIYORUZ
Nasıl?
Biz Gazze’de 11 bin yetime bakıyoruz. Bir ofisimiz var. Dünya kadar projemiz var. Neden bir gemi çıkaralım ki? Dünyada Gazze’ye en fazla yardım yapan kuruluş biziz. Dünyanın insani yardım alanında birinci ligde en top kuruluşuyuz. Süper yani. Hiç risk yok. İsrail’le karşı karşıya gelme riski de yok, yolda öldürülme riski de. Ama ne yani, biz kanı kutsal Türkiyeliler, kanı daha az kutsal Filistinlilere, size yardım getiriyoruz işte, bununla yaşa, onursuz yaşa, mahpus yaşa, muhtaç yaşa mı diyecektik. Biz buna itiraz ediyoruz. Herkesin onurlu bir yaşamı hak ettiğini düşünüyoruz. Yardım kuruluşlarına bakın, ne kadar geliyorsa o kadar yardım yapıyorlar gayet mutlular. Biz mutlu olamıyoruz. Çünkü ulaşamadığımız ne kadar çok insan olduğunu biliyoruz. Gençlerin bugüne dair yanlış bir kanıya sahip olmasını istemiyoruz. Zaten Ortadoğu’dayız, Müslüman’ız, ölmemiz normal, bu hayat bize normal diye düşünmesi, bu düşüncenin yerleşmesi ne kadar tehlikeli. Biz Müslümanız ayrıca. Yardım etmekle yükümlüyüz. Kim söyledi bizim Filistinlilerden daha az sorumlu olduğumuzu. Zaten her yerde kandırmaca var değerli olan sensin, önemli olan sistem şeklinde. Neden Afrikalı bir çocuk böcek gibi ezilerek öldürülsün ki? Biz seyrederken! Niye? Afrika’yı, Arakan’ı Suriye’nin içini gördüğü zaman “yok ya” diyorsun, “bir yanlışlık var bu işte”. Onun için “game over” demek çok önemli. Onurlu yaşamak istiyorsak aktör olacağız. Aktör olduğumuzda adil olacağız. Bunun için bedel ödemek gerekiyorsa da bedel ödeyeceğiz. Bunu yeryüzünün çocuklarına borçluyuz. Çünkü bu zamanın yetişkinleri bizleriz.

Monday, 17 November 2014

Uluslararası Nakliyeciler Derneği Tarafından yapılan basın açıklaması




Uluslararası Nakliyeciler Derneği Tarafından yapılan basın açıklaması
İran Ankara Büyükelçiliğinden yapılan;
İRAN TIR KRİZİNİN ÇÖZÜLDÜĞÜ HABERİ DOĞRU DEĞİLDİR..
BU KONUDA İKİ ÜLKE ULAŞTIRMA BAKANLIKLARININ HERHANGİ BİR TEMASI YOKTUR !
BU KONUDA SADECE ULAŞTIRMA BAKANLIĞIMIZ VE UND'NİN AÇIKLAMALARINA İTİBAR EDİLMELİDİR...
UND ve İran Derneği İTCA 16 Ekim 2014 günü UND Merkezinde toplantı yapmış ve
"İKİ ÜLKE NAKLİYECİLERİNİN EŞİT ŞARTLARDA ÇALIŞMALARI GEREKTİĞİ KONUSUNDA ANLAŞMIŞLARDIR"
UND, her iki ülke taşımacılarının eşit şartlarda çalışabilmesi için İran tarafında aşağıdaki sorunların acil çözümünü talep etmiştir:
1. İran’da Türk araçlarına yönelik “akaryakıt fiyat farkı” ve “Ek vergi” gibi uygulamaların kaldırılması ve her iki ülkenin makul seviyede transit geçiş ücreti adıyla ücret alması,
2. Türk araçlarının İran’ı transit geçişlerinde Türkiye’de İran araçlarına uygulandığı gibi depolara mühürleme işleminin başlatılması,
3. Türk araçlarına Bazergan’dan Türkiye’ye geçişlerinde kendi ihtiyacı olan 550 Litre mazotunu İran piyasa fiyatından alınmış mazot ile geçişine izin verilmesi, verilemiyorsa İran araçlarının da Türkiye’ye en fazla 50 Litre mazot ile girişine izin verilmesi,
4. Türk gümrüklerinde İran araçlarına uygulanan “İlk gelen ilk geçer” eşitlik kuralının Lütfaabad, pol ve Saraks gibi İran gümrüklerinden geçişlerde Türk araçlarına uygulanması,
5. Gürbulak Kapısını rahatlatmak amacıyla Sero’ya yapılan yönlendirmelerde eşit uygulama yapılması, Bazergan ve Sero kapısının Türk ve İran araçları tarafından % 50-% 50 eşit oranda kullanımının sağlanması.
6. İran’da Türk araçlarına uygulanan en az 4 gün transit süre zorunluluğunun AETR Konvansiyonuna ve uluslararası teamüllere uygun olarak hesaplanarak 2 güne indirilmesi ve Türkiye’de de İran araçlarına uygulanması,
7. Türk araçlarına ücret karşılığı takılan “araç takip cihazı” uygulamasına son verilmesi ve mevcut takılan araç takip cihazların iade alınarak ücretlerinin nakliyecilere ödenmesi,
8. Türkiye’de İran araçlarına uygulandığı gibi İran’da, “yük alma amaçlı güzergâh değişikliklerinin izne tabi olması” uygulamasının kaldırılması,
9. Türkiye’de İran araçlarından ücret alınmaması sebebiyle, İran gümrüklerinde Türk araçlarından alınan fazla mesai ücretlerinin kaldırılması,
10. Türk araçlarına yük veren İranlılardan alınan %10 ek vergi uygulamasının kaldırılması,
11. Türk araçlarına “şehir giriş çıkışlarında kayıt/İmza uygulanması ve eksiklik halinde ceza kesilmesi” uygulamasının kaldırılması,
12. Türk sürücülerinin İran ardı ülkelerde yaşanan vize sorunları sebebi ile İran çıkış gümrüğünde sürücü değişikliği yapmasını engelleyen uygulamaya son verilmesi,
13. Bazergan gümrüğünde yaşanan yoğunluğu ve Türkiye’de akaryakıt kaçakçılığını önleyebilmek adına Iran araçlarının Gürcistan taşımalarını Türkiye üzerinden değil çok daha kısa olan Azerbaycan üzerinden yapmalarının sağlanması,
Bu talepler sözlü ve yazılı olarak muhataplara iletilmiş,
İRAN DERNEĞİ İTCA YÖNETİMİ BU TALEPLERİ İRAN DEVLET YETKİLİLERİNE İLETMEK ÜZERE TOPLANTIDAN AYRILMIŞLARDIR...
TÜRK TAŞIMACISININ TEK İSTEĞİ ADALET VE EŞİT HAK SAHİBİ OLMAKTIR...
Toplantı sonrasında UND Başkanı Sn. NUHOĞLU, İran Dernek Başkanı Sn SEMSARILAR'a adaleti temsilen bir Terazi hediye etmiştir....

Yapboz Parçalarını Birleştirelim mi?




Yapboz Parçalarını Birleştirelim mi?


Şehmus
Hayat aslında bir yapboz gibidir. Yapboz parçalarının herbiri tek başına bir anlam ifade etmez çoğu zaman. Parçaları doğru bir şekilde ve sabırla yerleştirdiğimizde tek başına hiçbir anlam ifade etmeyen parçaların aslında mükemmel bir görüntünün birer parçaları olduğunu görürüz. Evet başımızdan geçen her olay o yapbozun birer parçaları gibidir. Tek başına bir anlam ifade etmez ya da yanlış şeyler düşündürtür. Her insanın geçmişte başına gelen bir olayla ilgili olayın yaşandığı dönemde verdiği tepkiyi yadırgadığı,anlamsız gördüğü olmuştur.. Bu çok doğal bir duygudur çünkü bizim o an başımızdan geçen birşeye verdiğimiz tepki,tıpkı yapbozun bir parçasına takılıp kalmak gibidir. Ve şimdi o an verdiğimiz tepkiyi anlamsız ya da yersiz bulup tebessümle düşünmemiz ise  yapboz parçalarını birleştirip görüntüyü biraz daha net algılamamızın bir sonucudur. Bitki için hava,su,toprak ve güneş tek başına bir anlam ifaade etmez: güneş yakar, su boğar.. Ama bunlar bir bütün olunca bitki hayat bulur ve meyve vermeye başlar..Dünya hayatında başımıza gelen her musibet her bela belki bize hayat vermek ve hayata meyve verebilmemiz içindir..Bela ve musibetlerin ve aslında iyi kötü herşeyin  mükemmel görüntüyü mükemmel düzeni göstermek için var olduklarını unutmamak ve böylece herşeye tebessümle nazar edebilmek dileğiyle..

Kır'ıl'maya Dair...


Kır'ıl'maya Dair...


Zeynep
Bazen bir cümle bile etmez o gün yaşadıkların! Mesela incir çekirdeğini doldurmaz, o çok sevdiğin insanın kalbini kırmak için sunduğun sebeplerin. Sen kırmışlığınla, o kırılmışlığıyla kalır mesela... O valizini hazırlamaya başlarken sen kırdıklarını tekrar bir araya getirmeye çalışırsın, başaramayacağını anladığında da bırakırsın. Ne onu durdurmaya ne de kırdıklarını birleştirmeye yetecek gücün ve yeteneğin vardır, bilirsin. Yolu açık olsun, benden daha mutlu olsun deyip gitmesine izin verirsin. Sen, özlediğinde arayan insanlardan değilsin; sen, özlediğinde unutmaya çalışan insanlardansın...

Vize Çilesi Başlıyor

Vize Çilesi Başlıyor


Nurullah
Yine bir vize dönemi yine bir çile dönemi başlıyor. Her yıl üniversitelerin bünyesindeki enstitülerde yüksek okullarda fakültelerde Kasım ayının sonu aralık ayının başı 1. vize dönemi olarak bilinir. Bütün öğrencilerin bu dönemde anlama kapasitesi artar var olmayan çalışma isteği bir anda endiseyle tavan yapar. Dönemi uyumakla geçiren öğrenci milleti artık uyuyamaz hale gelir. Buna birde bütün dönemin vize dönemine ertelenen dağ gibi birikmiş notları eklenince artık konuşmakta haram olur. Yükselmiş stres sinirleri geçmiş haldedir. Size tavsiyem vize döneminde olan bir öğrencinin üstüne çok gitmeyin ☺ Ey öğrenci arkadaşlar hazırlanın uykusuz geceler yaklaşıyor.

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts