Sunday, 31 August 2014

KALE’DE KAZI, BULUNANLAR VE BEKLENTİLER

KALE’DE KAZI, BULUNANLAR VE BEKLENTİLER


Arif  Bilgin - Tarih


Telefonum çaldığında Prof. Dr. Mehmet Özkarcı’nın adını görünce şaşırmıştım. ‘Muhakkak önemli bir şey var’ düşüncesiyle açtım. Meğer Elbistan’a gelmişler, Ulu Camii’nin güney tarafındaki Kale’de kazı çalışmalarına başlayacaklarmış. “Gelebilirsen akşam sohbet ederiz…” diyordu.
Misafirlerim dolayısıyla o akşam gidemedim, ama ertesi günü kardeşim Akif ile damladık Kale’nin tepesine… Hava çok sıcaktı, biz yolda yürürken bile sırılsıklam terlemiştik, kazıda çalışanlar ne haldedirler düşüncesiyle yetecek kadar içme suyu (acı su) aldık.
Kale üstünde belediyeye intikal eden iki küçük parçadan biri olan merhum Ali İhsan Kıral’ın evinin olduğu yere, kireç ile birbirine paralel iki sıra halinde yaklaşık 2 x 2 ölçülerinde altı tane kare çizilmiş, üçünde kazı başlatılmıştı.
Kazı başlatılan çukurlardan ikisi ve Prof. Dr. Mehmet Özkarcı, Arif Bilgin ve Ahmet Bodovoğlu çalışmaları izlerken.

Suyu çalışanlara dağıttım. Onların memnuniyet ifade eden sözleri bana çok şeyden kıymetliydi.. Artanlarını da kütüphanenin on metre kadar güneyindeki bir ağacın gölgesinde oturan Prof. Dr. Mehmet Bey ve birlikte geldiği müze yetkilisine ikram ettim.
Hoşbeşten sonra konu ile ilgili başlayan konuşmamız saatlerce süren bir fikir jimnastiğine dönmüştü.
Kale denilen bu tepe yığma bir tepe midir yoksa asırlar boyunca savaş ve depremlerle yıkılan sonra yeniden yapılan kerpiç binaların, saray ve konakların yığıntısıyla oluşmuş höyük mü?
Selçuklular zamanında ve aynı tarihlerde yapılan Ulu Camii ile Selçuk (Saray) hamamının temelleri aynı düzlemde olsa gerektir. Bu durumda hamam ve Ulu Camii gibi Ümmet Baba ile Çarşı Atik Camii’nin de zeminleri aynı düzlemdedir…
Eğer tepe üzerine yapılan binalar yıkıla yapıla katmanlar oluşturduysa kazıyla derine inildikçe farklı dönemlere ait kalıntıların bulunması gerekir.
Belki de güvenlik amacıyla toprak taşınarak oluşturulmuş yığma tepe üzerine saraylar yapılmakta idi; yıkıldıkça temizlenip yeniden yapılıyordu. Eğer böyleyse en üst birkaç metre içinde de kalıntı olma ihtimali vardır, daha aşağısı şehrin zeminine kadar toprak olabilir…
Elbistan’ı, Kara Elbistan’ın yerinde iken düz ovada ve savunmasız halde olduğu için Selçuklular fethettikten sonra şimdiki yerine taşımışlardı. Burası Ceyhan ve Küçük Ceyhan ile çevrili bir adaydı. İhtimal ki ortasına yakın bu yere yığma tepe oluşturulmuş, sonra taş temelli toprak kale yapılmış ve içine de beylerin sarayı yapılmıştı…
“Aklımdan geçtiği halde şunu söylemeye fırsat bulamadım (Prof. Dr. Mehmet Bey’e buradan söylemiş olayım): Elbistan’ın yaşayan en eski yapı ustalarından İzzet Gövcecik, bana, ‘Elbistan’ın doğu ve kuzey tarafını bir taş duvar ile çevrili olduğunu, bunu çok sayıda yaptığı inşaat temellerini kazdıkça takip ve tespit ettiğini, ayrıca yaşlılardan duyduklarını birleştirerek kesin kanaat oluşturduğunu’ anlattı. Tekke denilen temelin hemen yanından başlayıp söz konusu ettiği ve temellerin olduğunu ileri sürdüğü cadde ve sokakları birlikte adımladık ve Güneşli Camii önünden Ceyhan’a çıkarak tamamladık. Bu da Elbistan şimdiki yerine taşınınca güvenlik bakımından batı ve güney tarafını sararak akan Ceyhan’ı yeterli bulduklarını, ama kuzey ve doğu tarafları için Küçük Ceyhan ile yetinilmeyip bir de iç kısmından duvarla sarıldığını anlatır...”
Bu surlarla çevrili olma fikrine, 23 Ağustos günü sohbetimiz sırasında dostlar Mustafa Atasayar’ın, Ömer Hakan Özalp’ten naklettiği “Ö. Hakan, çok eski bir seyyahın notlarında Elbistan’ın etrafının surlarla çevrili olduğunu okumuş” cümlesi bence kesinlik kazanmıştır.  
Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç ve Dulkadiroğulları üzerinde çalışan tarihçilerin hemen hepsi “Dulkadirli beylerin sarayı Elbistan Ulu Camii’nin güneyindeki Kale denilen tepenin üzerinde idi…” fikrinde ittifak halinde oldukları bilinmektedir. Beylerin Kale üstündeki saraylarında oturdukları, namaz vakitlerinde caminin batı duvarının ortasında olan ve sonradan pençeye çevrilmiş bulunan kapıdan girdikleri ve girer girmez hemen sol tarafında aynı duvarın içine yapılmış merdivenden çıkarak ‘Sultan Mahfiline’ ulaştıkları ve namazlarını burada eda ettikleri de kayıtlar arasındadır.
Bu durumda, Mehmet Bey “Kazının üst kısımlarda Dulkadirli Beylerinin saraylarına, daha aşağı kısımlarda Selçuklu Valilerinin saraylarına ait kalıntıları bulma ihtimalimiz çok fazladır…” şeklinde düşüncesini ileri sürüyor ve bizi de bir hayli heyecanlandırıyordu.
Ben bu mahallenin çocuğu idim. Evimiz Kale’nin batı taraf eteğinde ve Ulu Camiye ancak yüz metre mesafede idi. Dolayısıyla Ulu Camiinin bir zamanlar hazire (mezarlık) olan bahçesi ile Kale’nin üstü ve yakınlarındaki sokaklar bizim oyun alanımız idi. Hangi evde kimler oturur tek tek bilirdik. Eski Elbistan’ın evleri çok az istisnası ile tamamına yakını iki katlı, kerpiçten ve toprak damlıydı. Son iki üç asır, daha çok eşkıya baskınlarından korunmak amacıyla mümkün olduğu kadar birbirine bitişik yapılmıştır. Mecbur kalınca dar sokaklar bırakılmıştır. Mesela bizim evden dama çıkınca ondan fazla evin damını hiç aşağı inmeden dolaşmak mümkündü. Elbistan’da birçok evi dar sokaklar ikiye bölerdi. Yani evin bir kısmı sokağın bir tarafında diğer kısmı öteki tarafında yapılırdı. Bunlar birbirine gabaltı (Kapıaltı) denilen ve sokağın üstüne yapılan köprü gibi geçitlerle, genellikle de odalarla bağlanırdı. Kale üstünde ve çevresinde de birkaç tane vardı.
Mehmet Bey’e Ulu Camiinin güneyindeki tepenin üzerindeki ilk evin merhum Kasap Duran Bodovoğlu’na ait olduğunu; yani buranın şu anda gölgesinde oturduğumuz ağacın on metre kadar önünden başlayarak daha ileride gördüğümüz yıkık dökük evlerin ve harabelerin onlara ait olduğunu; buradaki boş arsalarına ağaç dikmek için kazdıkları her yerden çok miktarda küp kırıklarının çıktığını anlattım. İlgisini çekti. “Eğer kazdığımız yerlerde bir şey bulamazsak, mal sahiplerinden resmi izin alarak kazı alanlarını genişletmemiz gerekebilir. Buranın sahiplerini tanıyor musun?” deyince hemen telefonla Ahmet Bodovoğlu’na ulaştım. Meğer o da çarşıda imiş. Çok geçmeden geldi. Tanıştırdım. Ahmet de “Tüm kardeşlerimin vekâletleri bende. Gerekirse vekâlet veririm, kazının gerçekleşmesi için üzerimize düşeni memnuniyetle yaparız.” dedi.
Prof. Dr. Mehmet ÖZKARCI, Kaledeki Kazı çukurlarından birinin başında
Prof. Dr. Mehmet ÖZKARCI, Kale'deki Kazı çukurlarından birinin başında
İkindi sonunda ayrıldık. Mehmet Bey, “Akşam beklerim, oturup çay içeriz, sohbet ederiz. Hem sana getirdiğim içinde Eshab-ı Kehf ile ilgili yazım olan Skylife dergisini alırsın.” dedi. Çok arzu ettiğim halde hem misafirlerim hem hastam vardı; gidemedim. Ertesi gün öğleden hemen sonra menzil olarak yine Kale’yi belirledim. Yanımda yine kardeşim Akif, elimde ise yine çok sayıda içme suyu vs vardı. Yaklaşınca telefon ettim. Kaymakam ve bazı misafirlerle yemekte imişler. Az sonra gelebileceğini, gelmeden önce telefonla haber vereceğini söyledi. Kale’ye geldik, kazılar bir hayli ilerlemişti. Doğu taraftaki ikisi ile batı taraftaki ikisi üçer dörder metre derinleşmişti. Ben çalışan arkadaşlara suları dağıtırken batıdaki çukurda bir desti ile bir kâse ve birkaç parça kâse kırıkları bulduklarını, Prof. Dr. Mehmet Bey’in bunların Dulkadirli dönemine ait olma ihtimallerinin çok yüksek olduğunu söylediğini anlattılar. Belki de Selçukluya ait olabilirmiş. Kâse ve kırıkların üzeri usta bir eldek çıktığı belli olacak derecede Türk mavisi (şimdi turkuaz diyorlar), kahve, yeşil ile renklendirilmiş.
Bir süre sonra Mehmet Bey ve müze yetkilisi arkadaşlarla yeniden buluştuk. Aynı ağacın gölgesine oturup sohbete başladık.
Mehmet Bey, “Dünkü konuştuklarımız adeta gerçekleşiyor. Dişe dokunur bir iki bulguya daha ulaşırsak burasının sit alanı olarak ilan edilmesini teklif ederiz. Röntgenini çektirir, gerekli araştırmaları yaptıktan sonra kazı çalışmalarına başlarız…” dedi. Biz böyle konuşurken, en doğuda çalışan ekip heyecanla “Hocam bakar mısınız, burada galiba bir temel var…” hep birlikte koştuk. Yaklaşık üç metre aşağıda idiler. Kuzeyden güneye uzanan ve bir temel olduğu anlaşılan örülü taşlar vardı ve sağını solunu temizlemekle meşguldüler. Biraz daha derinleştirildi ve buranın bir temel olduğu kesinleşti. Mehmet Bey’in, “Muhtemelen Dulkadir beylerine ait saraylardan birinin temelidir…” demesi beni ziyadesiyle heyecanlandırdı.
O gün birlikte kaldıkları otele gittik. Lobide akşam yakınına kadar sohbet ettik ve getirdiği dergiyi aldıktan sonra vedalaştık.
Ertesi günü kazının bu aşaması tamamlandı. Kazı alanının etrafı yüksek tellerle çevrilerek korumaya alandı.  Hazırlanacak rapora göre büyük ihtimal bölge sit alanı olarak ilan edilecek ve daha geniş ve uzun süreli kazıya en kısa zamanda başlanacaktır…

ATIK ŞİŞELER SAKSIYA DÖNÜŞTÜ

ATIK ŞİŞELER SAKSIYA DÖNÜŞTÜ






Vildan Özsoy ile Selma Örten ikilisi, VİS Sanat Merkezi'nde her türlü plastik ve cam atıkların sanata kazandırılması amacıyla yeni bir proje üzerinde çalışıyor. Atıklardan oluşacak eserler 'Atıkları sanata kazandıralım, doğamızı koruyalım' konulu sergi ile sanatseverlerin beğenisine sunulacak.
Vildan Özsoy plastik su şişesi, bardak, yoğurt kabı gibi atıkların değerlendirilmesi çalışmalarına önem verdiklerini, ilk olarak çiçek saksısı üretimine başladıklarını, önümüzdeki günlerde dekoratif süs eşyası ve duvar panoları da yapacaklarını söyledi. Özsoy, "Yakın çevremizden plastik malzemeleri çöpe atılmamasını, bir kenarda toplanıp sanata kazandırılmasını istedik. Çocuk, genç ve yetişkinlere de eğitim vereceğiz. Atıklardan sanat eserleri çıkacak" dedi. 

EN SON KİM İÇİN AĞLADINIZ?


İnci Şatıroğlu Saral

İnci Şatıroğlu Saral-http://takaonline.com

Bonzai, Oyun Değil; Ölüm

Turgay SÖZEN ( EGE'DEN )
Bonzai, Oyun Değil; Ölüm
Turgay SÖZEN ( EGE'DEN )
Share on bloggerShare on buzzzyShare on twitterShare on googleShare on faceb
19 Temmuz 2014 Cumartesi

Ülkemizin olduğu gibi, Samsun'un da son birkaç yıldır "Bonzai" adı verilen bir uyuşturucu tehdidiyle karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Tehlikenin boyutları o kadar büyümüş olmalı ki hükümet ek yeni tedbirler alma zorunluluğu hissetti. Geçtiğimiz günlerde mevzuatta değişiklik yaparak, bu uyuşturucunun ihbarındaki ödül miktarını ve verilecek cezaları artırdı. Uzmanlık alanım olmadığı için bilemiyorum, ancak son yıllarda uyuşturucu kullanımında büyük artış olduğunu basından ve medyadan takip ediyoruz. Devlet kurumları ise yasal mevzuatla bağlantılı olarak uyuşturucu ile mücadelelerini sürdürüyor. Yeterli mi? Bana göre değil! Tabi ki olayın uluslararası boyutları ve diğer boyutları da var. Anlayacağınız çok karmaşık! Bize düşen, çocuklarımızın ve gençlerimizin sağlıklı geleceği için okuduklarımızı, araştırdıklarımızı, bilgi dağarcığımızda bulunanları dilimizin döndüğü kadar çocuklarımıza, gençlerimize, anne ve babalara aktarmaya çalışmak.
Samsun'daki "Bonzai" olayını, hastaneye kaldırılan bir gencin medyada yer alan haberleri ile kalemine ve yüreğine her zaman güvendiğim genç gazeteci kardeşim Miraç Öztürk'ün yazılarından öğrendim. Miraç kardeşim, tek kişilik bir ordu gibi "uyuşturucuya, özellikle de Bonzai'ye" savaş açmış. Kendisine bu kutsal savaşında kolaylıklar diliyor ve kutluyorum. Öncelikle belirtmek gerekir ki zehirlenen bu çocuklar bizim, sizin çocuklarınız! Çocuklarımıza sahip çıkalım ve sevgili Miraç'ı ve uyuşturucuyla mücadele edenleri yalnız bırakmayalım. Nitekim, Samsun Valisi Hüseyin Aksoy da düzenlediği basın toplantısında: "Bu bir toplumsal sorun ve toplumsal sorunun giderilmesinde herkese önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir" diyor. Bu sözün altını Samsunlular doldurmalıdır.
Sayın Vali'nin basın toplantısında söylediklerini ve verdiği istatistiki bilgileri, gazetelerde okumuş, TV'lerde izlemişsinizdir. Sayın Vali’nin açıklamalarını tekrara gerek yok. Sadece Samsun'daki genel uyuşturucu istatistikleri ile özelde de "Bonzai" ile ilgili rakamları paylaşmak ve düşüncelerimi belirtmek istiyorum.
Sayın Vali, uyuşturucu için genel olarak şöyle diyor: "Samsun il genelinde 4,5 yıl içerisinde meydana gelen uyuşturucu olaylarına baktığımızda toplam 3 bin 053 olay meydana gelmiştir. Bu olaylar sonucunda 6 bin 949 kişi yakalanmış, 886 kişi tutuklanmıştır. Bunların 5 bin 163 kişisi kullanıcı, 1.673 kişisi de satıcı konumundadır.”
Yine, "Bonzai" ile ilgili ise şu ifadeleri kullanıyor: "İlimizde ilk defa 2012 yılının Aralık ayında ‘sentetik kannabinoid’ uyuşturucu maddesi ile karşılaşıldı. Bu tarihten sonra yapılan çalışmalar sonucunda 2012 yılında 5, 2013 yılında 78 ve 2014 yılı altı aylık dönem içerisinde de 125 olmak üzere toplam 208 olay meydana gelmiştir. Bu olaylarda 5 bin 637 gr sentetik kannabinoid ele geçirilmiştir. Bu olaylar sonucunda 486 kişi yakalanmış, 32 kişi de tutuklanmıştır. Bunların 368’i kullanıcı ve 118’de satıcı konumundadır."
Burada özellikle rakamlara Samsunluların dikkatini çekmek istiyorum. Sayın Vali'nin ifadelerine göre ‘Bonzai’ denilen uyuşturucunun yayılımı felaket denilebilecek bir gelişme çizgisinde görünüyor. 2012 Aralık ayında 5 olan olay sayısı 2013'de 78'e, 2014'ün ilk altı ayında ise 125'e fırlıyor. Bu uyuşturucu 2012'nin Aralık ayında kayıtlara geçmeye başladığı için bu yılı dikkati almazsak, 2013'de 78 olan olay sayısı 2014'ün ilk altı ayında 125'e çıkarak yüzde 62 gibi bir artışa ulaşmıştır. Bunu yıllığa aktardığımızda ise felaketin boyutları daha da ortaya çıkacaktır. Yine 2013'de ele geçen 3 bin 585 gr uyuşturucu miktarı, 2014'ün ilk altı ayında 2 bin 23 grama çıkmıştır. Sentetik zehir olarak adlandırılabilecek bu uyuşturucuda toplam yakalanan kişi sayısı 486, tutuklanan kişi sayısı ise 32 olarak görünmektedir. Yakalananların 368'i kullanıcı, 118'i ise satıcı olarak istatistiklerde yerini almıştır. 3 de firar bulunmaktadır. Rakamları Sayın Vali Aksoy'un verdiği istatistiklerden aynen aldım. Ancak garibime giden, yakalanan kişi ile tutuklanan kişi arasındaki büyük fark! Buraya dikkat çekmek isterim. Güvenlik görevlilerimiz, ellerinden gelenin azamisini yapmış ve olayı yargıya taşımıştır. Yargı ise kanunlara göre karar vermek durumundadır. Demek ki kanunlarımızda bir sıkıntı var gibi görünüyor. Bu düşüncemin doğru olduğunu da, hükümetin özellikle "Bonzai'yi dikkate alarak yaptığı mevzuat iyileştirmesinden anlıyoruz.
Bu kadar istatistiki bilgiden ve yorumdan sonra "Bonzai" adı verilen sentetik uyuşturucunun ne olduğunu, insan vücudunda nasıl bir hasar meydana getirdiğini Samsun Valisi Hüseyin Aksoy'un açıklamalarından ve internetten yaptığım araştırmadan aktarmaya çalışacağım.
Vali Hüseyin Aksoy, halk arasında ‘Bonzai’ olarak adlandırılan sentetik kannabinoid adlı uyuşturucunun en yoğun olarak İlkadım İlçesi'nde görüldüğünü, daha sonra Terme, Atakum, Çarşamba, Canik ve Bafra ilçelerinde de yaygınlaşmaya başladığını söylüyor. Aksoy,  "Şu ana kadar Emniyet ile Sağlık Müdürlüğü kayıtlarına baktığımızda sentetik uyuşturucu kullanımı sonrasında hastaneye kaldırılan kişi sayısı 2013 yılında 4 olayda 4 kişi ve 2014 yılı 6 aylık dönem içerisinde 32 olayda 37 kişi olmak üzere iki yılda toplam 36 olayda 41 kişi hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınmıştır" diyor. Bu da olayın vahametini ve acil tedbir alınması gerekliliğini açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Peki, nedir bu Bonzai (Sentetik kannabinoid)?
İnternette, http://bonzaigercegi.com/ internet sitesinde, ayrıntılı bilgi veriliyor. Bu sitedeki bilgiler şöyle:
" Sentetik Kannabinoid – BONZAİ' Kimyasal bir sentetiktir. Sokaklarda genel olarak 'bonzai' olarak adlandırılan uyuşturucu, gerçekte Sentetik Cannabinoid ismi altındaki birçok maddeden oluşmaktadır. Tamamen kimyasal olan bu maddeler bazı bitkilerin kurutulmuş yapraklarına emdirilerek yapılmaktadır...  Bonzai olarak adlandırmakta olduğumuz yeni nesil bu uyarıcı madde genel olarak uluslararası polisiye literatürde 'spice' adı altında tanımlandırılmaktadır. Ülkemizde kullanımın hızla artmakta olduğu bu uyarıcı madde üretiminde sıklıkla kullanılan bonzai ağacının yaprakları sebebi ile bonzai adını almıştır. En önemli husus burada kurutulan madde olarak herhangi bir başka bitkinin yapraklarının da kullanılabiliyor olmasıdır...  Avrupa genelinde Spice olarak adlandırılmakla birlikte satışının 'Plant food' 'not for human use' şeklindeki ibareler bulunan paketlerde satışa sunulmuştur. Başka bir  'herbal incense' veya 'herbal product' olarak da piyasaya sürülmüştür. Kimyasal olan bu maddenin zehirleyici özellikleri sebebi ile insan sağlığına verdiği zararlarının Herbal ürün olarak adlandırarak sağlığa zararlı olmadığı algısı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bakanlar Kurulu'nun 13 Şubat 2011 tarih ve 27845 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 2011/1310 sayılı kararınca Uyuşturucuların Murakabesi Kanunu'ndaki uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin listesine ekleninceye kadar yoğun bir kullanım alanı bulmuştur."
Daha ayrıntılı bilgi almak isteyen bu siteye başvurabilir.
Görüldüğü gibi 'Bonzai' adı verilen uyuşturucu doğal yapıda değil, yüzlerce zehrin yapraklara emdirilmesi ile elde edilen kimyasal sentetik bir zehirdir. Bunu da Samsun Başsavcı Vekili Fahri Gülay'ın Haber Gazetesi’nde yer alan açıklamasındaki şu ifadelerden daha iyi anlıyoruz: “Gençler, doğal bir uyuşturucu madde kullandığını zannediyor. Ancak bonzai tamamen yapay bir sentetik uyuşturucudur. Kullanımı diğer uyuşturucu etkilerinden kat be kat felaket doğurucu netice ortaya çıkartmaktadır. Bonzai maddesinin kriminal inceleme sonuçlarında içerisinde etken madde olarak pire ve kene mücadelesi için kullanılan haşere ilaçlarında bulunan etken maddenin olduğu tespit edilmiştir. Kullandıkları uyuşturucu bile değil, pire ve kene öldürmek için kullanılan haşere ilacıdır.”
Bütün bunlardan sonra, halk arasında 'Bonzai' adı verilen Sentetik Kannabinoid'un insan vücudu üzerindeki tahribatını da Vali Aksoy, açıklamasında, şöyle dile getiriyor: “...Bu maddeyi kullanan kişileri gözlemlediğimizde başlıca etkileri, aşırı endişe, algıda değişiklikler, gevşeme, şüphecilik, kolay yönlendirilebilme, yükselmiş duygu durumu, gerçeği değerlendirebilme becerisinde azalma, olayları algılayabilmede sorunlar, aşırı reaksiyon gösterme, bağımlılık, kusma, ağızda kuruluk, kalp atım hızında artma, çarpıntı, kan basıncında artma, kalp krizi, huzursuzluk ve akıl karışıklığı gibi birçok olumsuz sonucunun olabileceği uzmanlarca ifade edilmektedir...”
Sayın Vali'nin de belirttiği gibi, kimyasal sentetik bir zehir olan 'Bonzai'nin çok az bir miktarda kullanılmasının bile insan hayatını nasıl tehdit ettiği açık şekilde ortadadır.
Kamu yönetimi; çocukları, gençleri, sonuç olarak da insanlığı tehdit eden bu zehir ile mücadele çalışmalarını sürdürüyor.  Daha önce de söylediğim gibi hükümet; tedbirleri, cezaları ve ödülleri artıran bir mevzuatı yürürlüğe koydu. Samsun'da 2013–2015 Yerel Uyuşturucu Eylem Planı yürürlüğe girdi. Kamu kuruluşları seminer, panel, konferans gibi eğitim çalışmalarını sürdürüyor. Ancak bütün bunların yeterli olduğunu düşünmüyorum. Nedenine gelince, uyuşturucuyla mücadelenin bir seferberlik halini almasını, içerisinde mutlaka sivil toplumun bulunmasını, sadece gençlerin ve çocukların değil, ailelerin de eğitilmesinin gereğini ve önemini vurgulamak istiyorum. Bu seferberlik içerisinde bilim dünyasının ve bilim insanlarının da yer almasını, genelde uyuşturucu, özelde ise 'bonzai' için araştırmalar yapılmasını, gençlerin neden bu illete bulaştıklarıyla ilgili araştırmalar yapılmasını, bunların kamuoyunun anlayacağı dille yayımlanmasını diliyorum. Burada önemli gördüğüm bir hususu da ifade etmeliyim ki gençlerin boş zamanlarını faydalı uğraşlarla dolduracak çalışmalar da yapılması gerekiyor.
Sonuç olarak; “Bonzai, Oyun Değil; Ölüm.” Bu çocuklar, bu gençler bizim. Toplumun bütün kesimleri olarak onlara sahip çıkmalıyız. Polisiye tedbirlerin yanında, gerek kamu, gerekse STK'ların konuya sahip çıkarak, geleceğimizi karartan bu ve benzeri zehirleri ortadan kaldırmak için topyekün mücadele etmeliyiz. Çevresinde uyuşturucu ile ilgili bir hareket, bir kıpraşma görenlerin zaman kaybetmeksizin ücretsiz olan 155 POLİS İMDATtelefonunu aramasının evlatlarına borcu olduğunu da vurgulamak benim vatandaşlık görevimdir.
Sağlıklı ve sevgiyle kalın...

kaynak: http://www.kuzeyhaber.com

Medeniyet İnşası ve Davutoğlu

Medeniyet İnşası ve Davutoğlu


Medeniyet İnşası ve Davutoğlu

Davutoğlu, partili partisiz intikam tugayları eliyle yıllardır en çok yıpratılmaya çalışılan isim oldu. Ak Partiyi vuracakları kanlı-canlı alanın dış politika olduğu aşikar. Çünkü çevremiz kan gölü. Bunu hazırlayan sebeplerden hiçbiri değiliz ama hazır ateş yanıyorsa da evdeki yakılacakları yakalım derdinde muhalefet. Arap baharı ve öncesindeIrak işgalinin ısıttığı coğrafyada Davutoğlunun linç edilmesi için sabah akşam dualar edildi, ateşli ayinler yapıldı.
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin en büyük hayali, bir gün uyandıklarında Davutolu’nun yabancı ajanlar listesinde adının geçmesi idi. Bu İran ve El-Kaide falan gibi bir şey olursa da mükemmel olurdu. Öyle ya bunlar ülkeyi satıyorlar, sattılar, satacaklar. Fakat satış belgesi lazım. Davutoğlu bu pazarda sabah akşam harcanmak istedi. En zor alan, dış politika. Ulusal çıkar ile uluslararası yaptırımlar arasında kalır, bazan kendinizi anlatamazsınız. Ülkenizi savunmak için yaptığınız manevranın içerideki görüntüsünü hesaplayamazsınız.
Stratejik derinlik üzerine girşilen operasyonlar meyvelerini vermeye başladı. Davutolu’nun başbakanlık için uygun görülmesi bütün bu muhalefet hırpalamasına da set çekti. Dün, Davutoğlu için gensoru verenlerin gıkı çıkmıyor. Suriye, Gazze ve İŞİD terörü sonrası kimin elinin kimin cebinde olduğunu birazcık anlayan popüler siyasetçiler çuvallamış durumdalar.
Ne oldu tırlara. Türkmenlere neler oluyormuş meğer. Suriyeli sığınmacılar meğer davet mektupları ile gelmemişler. Esed’e gidip Türkiyeyi şikayet etmek meğer çok ayıpmış. Esed aslında hep ikili oynamışve hem İsrail hem de Ruslarınişbirlikçisiymiş. Irak iç düzeni diye bir şey yokmuş değil mi. Orada bir mezhep çatışması değil Amerika, İngiltere ve İsrail odaklı çeteciliğe karşı İran, Rusya ve Çin blokajı varmış. Burada üretilen İslamcı örgüterin tamamı da paravanmış ve Türkiye ile hiçbir organik bağları yokmuş. Muhalefetin salladığı gibi Reyhanlıyı biz yapmamışız.
Bu çatışma ve karambol ortamında zaman zaman istemediğiniz sonuçlar ortaya çıkabilir. 90lı yılların başında peşmergeler için gönderilen silahların PKK tarafından kullanıması gibi. Tarih herşeyi ortaya çıkaracaktır. Fakat bir şey var ki Davutoğlu muhalefetin de nefesini kesmiştir.
En önemlisi, entelektüel ve donanımlı bir sosyal bilimcinin başbakan olmasıdır. Akademiden gelen bir hocanın bu süreçte yapacağı çok şey olacak. Bugüne kadar savaş ekonomisi ve fiziki altyapı ile uğraşıldı. Medeniyet inşası için yol ve köprü gerekir. Geçtiğimiz on yılda araç-gereç, bina ve altyapı için çalışıldı. Şimdi akademi ve eğitim altyapısı tamamlanmalı. Akademi konusunda bir arpa boyu yol alındı. Eğitim yeni baştan ele alınmalı. Sil baştan değil. Islah edilmeli.
Davutoğlu bu süreç için çok büyük bir şanstır. Bilim ve Sanayi Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ortak eylem planında yürütülmesi gereken bir sosyal devrim sürecine geçilecektir.
Eğitim sistemi ve yüksek öğretim politikası temelden elden geçirilmelidir. Bilimsel yobazlığa dönüşmüş olan bu üretimsizlik sorgulanmalı, geçtiğimiz süreçte jurnalci ve tescilli ahlak zabıtaları eliyle yıldırılan öğretim kadrosu kendini güvende hissetmelidir.
Popüler politikalarla savrulan rektörlerin sözüm ona mutlak egemenliği ironisine son verilmeli ve danışma ve yönetim kurullarının etkin olduğu bir yükseköğretim sistemine geçilmelidir.
Üniversite, karanlık orta çağına geçmiştir. Cemaatliliğin egemen olduğu, bütün yönetsel etkinliklerde yandaşçılığın egemen olduğu bu yapı patinaj yapmaktadır. Bu süreçte akademi evrensel misyonuna dönmelidir.
Okullarda hocaefendiler dışında tez konusu verilemeyecek noktaya gelinmiştir. Ergenekon davasında anlatılanlar üniversitede yaşanıyor. Encümen-i daniş toplantıları sohbet evlerindeyapılıyor. Akademik ve idari hiyerarşiyi çakma şeyhlerin çakma halifeleri belirliyor.
Davutoğlu akademi, kültür ve medeniyet inşası için büyük bir fırsattır. Batıcı şımarıklığı olmayan Batılı, Doğucu komplekslerini aşmış bir Doğuludur. Asya kökenli bir Avrupalı, Avrupa donanımlı bir Asyalıdır. Arap dünyası, İslam tarihi ve Ortadoğuyu en iyi bilen insanlardandır.
Bu bakımdan kültürel anlamda dünyaya söyleyecek sözü olan bir medeniyet için çok iyi bir toparlanma şansıdır. Bunu İslamcı emperyaliszmle ilişkilendirmek vicdansızlık ve hasetçiliktir. Türkiyenin ve dünyanın artık böyle bir derdi yok. İnsanlık için bilgi üğretimi ve insanlık için önyargısız hizmet. Fetişe ve totemlere bulaşmadan özgürlükçü bir yaşam. Herkesi özümseyen, hazmeden ve kendisine benzetmeye çelışmeyen bir özgüven. Yumuşak dil ve güleryüz. Belki Davutoğu sempatisinin özeti de budur. Güler yüz ve tatlı dil.
Muhsin Kızılkaya ile tamamlayalım: “Wikileaks belgelerinde “Tehlikeli ve beklenmedik davranışlar gösteren adam” olarak anıldı. O kendisini mükemmeliyetçi olarak tanımlıyor, hatta çevresini huzursuz ve rahatsız edecek kadar mükemmeliyetçi. Bütün çalışma hayatı boyunca diplomasiye bir şiirsellik katmak için çalıştığını söylüyor. Çok çalışıp bunaldığında da “engin bir yerde durmadan yürümek” istiyor. Gecenin bir saatinde uyanıp bir süre düşünmek... Roman okumak... Ney taksimine birazcık Wagner katık etmek...Yani bizim musikimizdeki sükûnet ile Batı müziğinin ritmi arasındaki uyumu yakalamak... En sıkıştığı anda, en çetin müzakere anlarında yarım saat bir başına kalmak yeniden şarj olmasına yetiyor. Ha bir de iflah olmaz bir satranç tutkunu... Yüzünde biraz önce yaramazlık yapmış bir çocuk muzipliği var... Başbakanlığında, Davutoğlu’ndan bir Akbulut bekleyenler çok yanılacak.”
Başarılar dilerim sevgili meslektaşım.

Hocaların gözüyle Davutoğlu

Liderlik kabiliyeti ve bu tür özellikleri birleştirilince ülkemizin böyle bir siyaset ve bilim adamı yetiştirmiş olmasından gurur duyuyorum.
Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç - Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi
O, hemen her dersinde sizi antik dünyadan modern zamanlara kadar farklı medeniyet havzalarının düşünsel ve siyasî tarihlerinde mukayeseli bir gezintiye çıkartır. Bir anda kendinizi Sokrat veya Konfüçyüs'ün yanında bulabilir, biraz sonra Kudüs önlerindeki Selahaddin-i Eyyûbî'nin karargâhında, Endülüs'te el-Hamra Sarayı'nda ya da Rönesans İtalya'sında gözlerinizi açabilirsiniz.
Doç. Dr. M. Cüneyt Kaya - İstanbul Üniversitesi
Bugün dünyada, Batı ve Doğu kültürünü birleştirebilecek olan nadir insanlardan biridir. Bu iki kültürü birleştirmede özel bir yapılandırma şekli var onun.
Prof. Dr. Şerif Mardin - Ahmet Davutoğlu'nun Tez Hocası

Davutoğlu'nun müstesna zekâsı, geniş bilgi birikimi ve bütün bunların çok daha üzerinde insancıllığı ile derinlikli maneviyatı beni yürekten etkilemişti.
Prof. Dr. Richard Falk - Birleşmiş Milletler Özel Raportörü

Öğrenmeye talebesinden daha heyecanla açık bir hoca, etrafında halka olanların motivasyonlarını diri tutmaya kadir bir rehber, muhiplerinin dertlerine ortak olup yol açıcı nasihatler veren bir ağabey.
Doç. Dr. Ahmet Okumuş - İstanbul Şehir Üniversitesi
Türkiye'de onun vizyonunu destekleyecek şekilde bir eğitim vizyonumuz olsa, bir hukuk vizyonumuz olsa harika bir denklik oluşacak. Uluslararası politika anlamında söylediklerini romantik bir Osmanlıcılığa indirgemek, ne söylendiğini görmemektir.
Prof. Dr. Engin Akarlı - Ahmet Davutoğlu'nun Hocası

HAMİŞ

  CHP’li vekiller İnsan Hakları Komisyonunu acilen toplantıya çağırarak İŞİD teröründen kaçan Türkmen ve Ezidilere yönelik acil eylem planı yapılmasını talep etti. Popüler medya da bir iki vicdan tweeti atsa da şu ilkel vandallığımızın tansiyonu düşse. Malum, modern zamanlarda popüler enstrümanların meşrulaştırmadığı herşey yok hükmündedir.
  Rep Müzik sanatçısı Mısır kökenli İngiliz vatandaşı. Trilyonluk evde oturuyor. İŞİD’e katılmış ve kelle kesiyor. Çağdaş cinnet.
  Bakanlar Kurulu İŞİD sözcüsü altı kişinin mal varlığını dondurdu.
  İsrail Gazzeyi vurmaya devam ediyor. İŞİD bu katlima arkasını dönmüş Müslümanları kesiyor. Gel de inan. Kim kime dost, daha fazla söze ne hacet.

AKADEMİK ALANDA PARALEL TEMİZLİK

Hazır el atmışken devam etmeli. Temizlenmesi gereken alanlardan biri de üniversiteler. Yusuf Kaplan yazdı: “Medeniyet Üniversitesi kapatılmalıdır.” Son kurulan üniversitelerden biri. İstanbul’un göbeğinde. İsmi başka bir üniversiteye de nasip olmayacak bir şans ile doğdu. Kurucu rektör atandı. Ben de kendisi ile görüştüm. Cemaatli. Müseccel markalı Müslüman. Kendisi dışındakileri samimi, dindar, ahlaklı, dürüst saymayanlardan. 2010 yılında tanıdığım günden beri değişmedi.
Bu kurumu sığ insanlara teslim edenlere tepkiliyim. Üniversiteyi dar bir kliğin, özellikle de paralel kulların eline bıraktılar. Yeni kurulan bir üniversite doğmadanköhneleşti. Cemaatten olmayanların giremediği, kapalı devre çalışan bir kast sistemine dönüştü. Şimdi ilk rektörlük seçimine gidiliyor. Mevcut rektöre herkes ateş püskürüyor.
Sakalımız olsaydı sözümüz dinlenirdi. Yıllardır söyüyorum. Dinlemelerde sorun yok. Beni de dinlesinler ama operasyon niyetinde olanlar dinlesin. Dinlesinler ki yıllar sonra anlayacakları akademik mevzileri erkenden öğrensinler. Marmara Üniversitesi’nde rektör Zafer Gül’ün ikinci döneme geçmesine izin verilmedi. Gazi Üniversitesi’nde beşinci sıradan atanan bir doktor için şimdiden tellal çağırılıyor. Medeniyet Üniversitesi için kafalarını duvarlara vuruyorlar. Sakarya Üniversitesi’ndeki seçimlerde üç koldan yaşanan paralel kafa karışıklığından bahsediliyor.Kastamonu Üniversitesi çarşaf çarşaf.
Kocaeli Üniversitesi önceki seçimlerde cemaat odağında bir seçim süreci yaşamıştı. Başarılı olunamadı. 17 Aralık sonrasında her biri bir tarafa savruldu. Komsuoğlu yönetimi bu ince sokaklara daha gelemediği için her bıyıklıyı iktidar sahibi zannetti. Fakat paralellerin kıvraklığını öngöremedi. Şimdi elindetutmaya çalışıyor. Fakat paralelizm silikon gibidir. Doğası ve tarihi misyonu gereği oluşan boşluğa karşı en akışkan malzemelerden biridir.
Şimdi sığ bir derinlik içerisinde strateji geliştirmeyi deneyecekler. Fakat artık yoğurdu üfleyerek yeme dönemi başladı. Bahçesinden geçenler bile yaklaştırılmıyor. Kocaeli bürokrasisi bu konuda cahil cesareti içerisinde. İstanbul siyasetinde Kocaeli’nin bu aymazlığı konuşuluyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi üst yönetiminin yüzde yetmişi değiştirildi. Pararlel temizlik birimleri kuruldu. Kocaeli’de yaşanan müdür elemeleri de Kocaeli dışından.
 Bu şehrin sahibi yok. Emanetçiler elinde savruldu bugüne kadar. Fakat, üniversite meselesinde meydanı boş bırakmayacağız. Kimse kusura bakmasın. Burada biz nöbetteyiz. Ahlak zabıtaları bu üniversiteyi şekillendirmeye çalışıyorlar. Gereken her yere ulaşıldı. Anlatıyoruz, anlatacağız.
Dünyada hiçbir ülkede olmayan bir şey bu: Şucuların, bucuların üniversitesi. İlkeller dağlarına çekilsin.
Kocaeli geçilmez.
Prof. Dr. Esat Harmancı, http://ozgurkocaeli.com.tr

Kurulsun Artık Hilâl Orduları!

Kurulsun Artık Hilâl Orduları!

08.08.2014 15:26:33
Rukiye Yıldız ERDOĞMUŞRukiye Yıldız ERDOĞMUŞ
KURULSUN ARTIK HİLÂL ORDULARI
Gazze, ah! Gazze,  İslam coğrafyasının yetim çocuğu.  Gazze Ah Gazze! Bütün tebessümlerimi yüzümde solduran şehit şehir… İki elim yanıma düşüyor feryatlarını işittikçe… Bütün sevinçlerim, neşelerim rengini yitiriyor, kapkara bir çığlık kalıyor kulaklarımın hafızasında. Çaresiz izliyorum, gözyaşım bile beni kınıyor,  aslında ölmek var yanyana… Yemekler kezzap oluyor boğazımda,  sizin ağıtlarınızı izlediğim ekranlarda, acının derin izi kalıyor aklımda… Burada oğlumun eline diken batsa ağlamasına dayanmayan yüreğim… Sizin evlatlarınızı ölüsüne sarılırken getirdiğiniz tekbirlerden utanıyor analık şefkatim.  Başımı önüme eğiyorum çaresiz, ellerimi duaya kaldırıyorum “ya muntakim ya muntakim..”
Gazze, cennete giden parke parke yol… Filistin, gök seferinin ilk limanı, Kudüs peygamberler durağı, Mescid-i Aksa ruhların baba ocağı... Ama mahzun, ama yalnız.Filistin dünya müminlerini bekler, ölüm döşeğinde evladını bekleyen ana gibi, ama insanlık vefasız, insanlık duyarsız.
Çocuğunun ölüsüne sarılan ananın feryadı gök kapılarını tokmaklarken, Filistinliler ellerinde  Kuran ile bütün Müslümanları beklerler.
Oğlunun kopan bacağını ambulansa taşıyan baba, adım adım müminleri bekler, ister ki bütün Müslümanlar ağızlarında dua ile gelsinler bacaklarına olsun fer.  Anasının babasının ölüsü başında küçücük yavrular, müminleri bekler,  gelsin gözyaşlarını silsin ister. Ölüm anında şehadet parmağını kaldıran şehit, müminleri bekler gelsinler ağzına bir yudum ab-ı hayat versinler.
Ama dünya sağır, dünya kör… Müminler, rehavet, gaflet batağında, ekranlarda şuh kahkaha. Sanki filim izliyorlar. Bu ateş kendilerine gün be gün yaklaşıyor uyuşmuş beyni düşünemiyor.
Nerede kadın hakları diye çığırtkanlık yapanlar, ağaçlar için tencere tavan çalanlar? Gazze’de merhamet öldü, insanlık öldü, diğerkamlık öldü, iyi adına ne varsa ölüyor, ağzı kanlı vampir İsrail binlerce insanın kanını içiyor. Neredesiniz hayvan hakları dernekleri, sizin indinizde hayvanlar, Filistin’deki bebeklerden daha mı değerli?
Sen evet sen bu yazıyı okuyan, iyi bak Gazze’de ölen bebeklerin resmine, sahi senin çocuğunun adı ne?  Ahmet Mehmet, Asaf, İlayda, Hasan? Neydi çocuğunun adı?  Oğlunun kızının adını anarak bak, sen rahat odandan TV başında, Gazze’de insanlar can pazarında..
Elinde cola, Amerikan dizileri, daha zengin olanında votka, kınıyoruz conileri!
İki nara iki avaz, kolu kopan boğazı kesilen Müslüman kardeşe ödüyoruz vefa borcumuzu,  üzerimizden atıyoruz cihat sorumluluğunu. Müminler hani bir uzvun azaları gibiydi, nerede dünyadaki petrol zenginleri? Neden sağır oldular? Kadim dava bu,  haçlılar ordu kurdular, kana doymadılar, nerede müslümlar?
Ey İsrail! Batının gayrimeşru şımarık çocuğu, masum çocuklara gücün yetiyor, bilmiyorsun ki o masum feryatlar gök kapılarını tokmaklıyor, az kaldı azap bulutları bir bir toparlanıyor, ülke ülke yağacağız başınıza, az kaldı kızıl elmaları koparacağız dalından. Az kaldı o gözyaşlarının düştüğü yerlerden, bize İslam gülleri,  size azap üzümleri yetişecek, bekleyin az kaldı İsrail ve aveneleri.
Sahi birde İsrail’in içimizde aveneleri var. Ağlayan başbakanı kınarlar, yürekleri yok ki bunların, üç kuruşa dinlerini de satarlar. “Araplardan bize ne” derler aslında bu bir “ırk savaşı” değil “din savaşı” kendileri de bunu çok iyi bilirler. İsrail dindaşları olduğu için bütün kirini örterler.
Birde dinsiz güruh var, en vampir ruhlu olan işte onlar. Bir köpeğin ölümüne üzülen insandan bozma hayvan kılıklılar, Müslüman ölümlerine gözlerini kaparlar. Modern dünyanın göbekli zenginleri, Denzilerde yanmış tenleri, nursuz kirli abdest görmemiş boya ile kapatılmış yüzleri… Vıcık vıcık makyaj burnun üstünden bakan soğuk mat sinsi gülüşleri… yağlanmış terli sırtları  açık elbiseleri…İslama dil uzatırlar, metreslerle yaşamayı özgürlük sayarlar, ardından ta’addüdü zevcatı kınarlar. Bunları konuşmaya bile değmez andıkça mide bulandırırlar.
Sözüm sana ey Müslüman kardaş fitne uykudan uyanalı çok oldu, Müslüman kanı ile topraklar kana doydu. Oturup izlemek ar geliyor, kuşlar gibi çırpınan yavrulara içim dayanmıyor. Bende anayım söyleyin bir Müslüman olarak ne yapayım? Bırakın bırakın beni cihat meydanında serimi ortaya koyayım. İslam uğruna bende şehit olayım.
Ölen şehidim, baban ölüne kapanırken diline iki şey doladı, biri tekbir birde senin ismini… Bir selam bırak, birde yeminini…Elinde levahülhamd sancağı ile dönersin bir gün geri, Üç günlük dünyanın  kirli nefesi sizin kanlarınızla temizleniyor.
Bir avuç gelincik toplayın Filistin’in dağlarından, Bir avuç gelincik toplayın benim için, Filistin’de ölen Muhammet’in toprağında bitsin. Saklayım onları kitaplarımın arasında, her gün bana Filistin’i hatırlatsın. Dünya, Müntakim olan Allahın bize fırsat vereceği günü sakın unutmasın.
Bir avuç gelincik toplayın kan kırmızı, Filistin toprağında yetişsin, Tarihler şerh düşsün ,bütün dünya Müslümanları kıyama kalksın, bir yürek olup cihanın her yerinde atsın. Sonra, gelincik tarlalarında bembeyaz papatyalar yetişsin. Kan bitsin zulüm bitsin. Ehli salip dize gelsin. Güneş yere insin.Bir avuç papatya toplayın, Filsindeki çocukların yüzü gülsün.
Onların güleceklerini hayal ederken ölümlerini izliyorum. İzliyorum da aklımı oradan getiremiyorum geri. Kâh sokaktaki çocukların ellerinde… Kâh mahzun anaların göz bebeğinde, kâh şehitlerin kabrinde, ciğerim lime lime.  Ağlıyorum Gazze’nin acı kaderine, ama  zorluklar bağlarmış ya insanları birbirlerine…
Ey şehit, Şeyh Ahmet Yasin’e selam söyle. Vallahi Bu dava kalmaz yerde, Yırtıldı göğün perdeleri
Melekler bile bak çuşa geldi,Gazze şehit şehit dirildi, ne imanmış öldükçe kükredi. Kim demiş Gazze mahzun,yüreklerde cennet esintileri, Gazze aslında hiç yenilmedi. Şehit kokusu cennet kokusu, kafirin en büyük korkusu.  Hz. Musa, Hz. İsa bile bizim yanımızda. Müslümanlık safında, bu hak-batıl savaşında...
Hep Haçlılar mı birleşecek?  Kurulsun artık Hilal orduları,
Mısır’dan, Yemen’den, Afganistan’dan
Suriye’den, Malezya’dan, Tunus’tan,
Kandahar’dan Kahire’den Ankara’dan,
Cezayir’den, Hindistan’dan Azerbaycan’dan,
Şahlasın atlar, duyulsun İsrail’den nal sesi
Kesilsin kafirin bu sesten nefesi
Toplasın artık hilal-i cündüllah, toplansın
Muhammed’in orduları ile sarsılsın gök ve arz
Bu ordunun lideri Mikail olsun
Son neferi Azrail
Melekler gelsin şehitler dirilsin,
Hizbullahlar arza sığmasın
Hiçbir kalem bu orduyu anlatamasın
Ne Gargat ağacı, ne ağlama duvarı onları saklayamasın
Kıyamet mi istediniz alın kıyamet
Hadi kalk Müslüman kalk kıyam et.
Ne gülle ne topuz
Ne füze ne gürz
Nefesin yeter be
Yeter ki imanınla ilerle
Yürekten söyle bir kere “Allahu ekber” de
Allahım o orduda bir nefer olsun Rukiye’de. 

İsrail'e bir darbe de çağırdığı yedeklerden geldi!

İsrail'e bir darbe de çağırdığı yedeklerden geldi!



İsrail'e bir darbe de çağırdığı yedeklerden geldi!

İsrailli yedek askerler çağrılmaları durumunda orduya katılmayacaklarını belirten ortak bir mektup yayınladılar. Mektupta İsrail ordusuna ağır eleştiriler yer alıyor...


İsrail'in Gazze'ye saldırılarını yoğunlaştırdığı bugünlerde, İsrailli yedek askerler bir mektup yayınladı. Bir araya gelen eski İsrail askerleri yedek asker statüsünde olduklarını, askere tekrar çağrıldıklarında yasal olarak gitmek zorunda olduklarını ancak kendilerinin  İsrail ordusuna katılmayı reddedeceklerini yazdılar.
Sayılarının 50'den fazla olduğunu söyleyen İsrailli yedek askerler, orduya katılmayı neden reddedeceklerini detaylı gerekçeleriyle birlikte açıklıyorlar. Yedek askerlerin açıkladığı gerekçelerde, İsrail ordusunun iç yüzünü deşifre eden ve yapıdaki bozuklukları ortaya koyan birçok nokta bulunuyor. Yedek askerler sadece orduyu değil, orduyu hayatın merkezine yerleştiren İsrail yönetimini de eleştiriyor.
İsrail ordusunun "Koruyucu Hat Operasyonu" adını verdiği yeni Gazze saldırısının yeni bir işgal planı olduğunu kaydeden yedek askerler, bu çatışmanın içerisinde yer almayı reddettiklerini söylüyorlar. İsrail ordusuna ve zorunlu askerlik yasasına karşı olan grup İsrail ordusunun ayrımcı politikalarından da şikayetçi olduklarını belirtiyor.
Grup mektuplarında, "Biz İsrail ordusunda farklı birlikler ve pozisyonlarda askerlik yaptık, ve şimdi bundan pişmanız. Çünkü görev yaptığımız sürece şunu gördük, İsrail ordusu sadece işgal ettiği topraklarda yaşayan Filistinlilerin hayatlarını baskı altına almıyordu, bu baskı tüm ordu mensuplarını kapsıyordu. Bu yüzden şimdi adına "hizmet" dedikleri zorunlu şeyi yapmayı reddediyoruz" ifadelerini kullanıyor.
Grup, İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarına İsrailli sivilleri yerleştirdiğini daha sonra da ayrımcılık yapmaya başladığını ifade ediyor. İsraillilerin işgal edilen Filistin topraklarında Filistinlilerden daha çok hakka sahip olarak yaşadığını, Filistinlilerin temel insan haklarından bile mahrum edildiklerini kaydediyor.
İsrail ordusunda görev yaparken birçok ayrımcı tutumla karşılaştıklarını söyleyen grup özellikle kadınlara karşı cinsel istismarın İsrail ordusunda çok yaygın olduğunu kaydediyor. Ayrıca kadınlara yönelik olarak yerleşmiş bir ayrımcılığın da uygulandığı vurgulanıyor.
Grup mektuplarının sonunda, çoğunun farklı fikir ve düşüncelere sahip olduklarını ancak hepsinin İsrail ordusunda görev yapmayı reddettiklerini çünkü İsrail ordusunda yer almamak için birçok farklı neden olduğunu belirtiyor.
İsrail ordusuna katılmayı reddeden Yahudiler'in isimlerinin listesi; Yael Even Or, Efrat Even Tzur, Tal Aberman, Klil Agassi, Ofri Ilany, Eran Efrati, Dalit Baum, Roi Basha, Liat Bolzman, Lior Ben-Eliahu, Peleg Bar-Sapir, Moran Barir, Yotam Gidron, Maya Guttman Gal Gvili, Namer Golan, Nirith Ben Horin, Uri Gordon, Yonatan N. Gez, Bosmat Gal, Or Glicklich, Erez Garnai, Diana Dolev, Sharon Dolev, Ariel Handel, Shira Hertzanu, Erez Wohl, Imri Havivi, Gal Chen, Shir Cohen, Gal Katz, Menachem Livne, Amir Livne Bar-on, Gilad Liberman, Dafna Lichtman, Yael Meiry, Amit Meyer, Maya Michaeli, Orian Michaeli, Shira Makin, Chen Misgav, Naama Nagar, Inbal Sinai, Kela Sappir, Shachaf Polakow, Avner Fitterman, Tom Pessah, Nadav Frankovitz, Tamar Kedem, Amnon Keren, Eyal Rozenberg, Guy Ron-Gilboa, Noa Shauer, Avi Shavit, Jen Shuka, Chen Tamir.

Dünya Bülteni/Haber Merkezi,http://www.tellal.com.tr/

Avrasya Tüneli geçiş ücreti ne kadar olacak?

Galeri Foto

Bakan Zeybekçi: IMF'ye borç veren ülke olduk!

Bakan Zeybekçi: IMF'ye borç veren ülke olduk!



Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarına katıldıktan sonra basın açıklamasında bulundu.

Bakan Zeybekçi: IMF'ye borç veren ülke olduk!

Dün gece saatlerinde memleketi Denizli’ye gelen Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarına katıldıktan sonra basın mensuplarına Denizli Valisi Abdülkadir Demir’in makamında açıklamalarda bulundu. Hürriyet'ten Ferah Işık'ın konuyla ilgili özel haberi şöyle:
 
Zeybekci, "Bu millet çok zaferler gördü. Asla esir edilemeyen bu millet tarihteki güzel yerini yeniden alacaktır. 30 Ağustos nasıl yeni bir başlangıçsa yeni medeniyet yolunda Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında layık olduğumuz yere geleceğiz. Yeni bir Türkiye için çalışmaya devam edeceğiz. Ağustos ayında Türkiye Cumhuriyeti çok önemli günler yaşadı. Yeni Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız oldu. Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın" dedi.
 
''IMF’YE BORÇ VEREN BİR ÜLKE OLDUK''
 
Yeni kabinede ekonomi kurmaylarının aynı kalmasıyla ilgili soruyu yanıtlayan Bakan Zeybekci, "2002 yılından bu yana ekonomi anlamında büyük başarılar elde edildi. 35 milyar dolarlık ihracattan 157 milyar dolarlık ihracata, 3 bin 400 dolarlık milli gelirden 11 bin dolara çıkan bir ülke olduk. IMF’ye borç veren bir ülke olduk. Ekonomik performansa göre ülkemiz gayet başarılı bir süreci geride bıraktı. 11 Ağustos’tan itibaren ekonomik olarak da yeni bir döneme girdik. Birilerinin Türk ekonomisiyle ilgili ne diyeceğine bakan değil Türk ekonomisi ne diyor diye bakılan bir döneme geçiyoruz" diye konuştu.
 
Enflasyon ve cari açığın son derece önemli olduğunu kaydeden Zeybekci, enflasyonla mücadelede asla taviz vermeyeceklerini vurguladı. Nihat Zeybekci, "Bizim için enflasyon ve cari açık son derece önemlidir. Enflasyonla mücadeleden asla taviz vermeden devam edeceğiz. Enflasyonla mücadeleyi talebi daraltmak yerine arzı artırarak yolumuza devam edeceğiz. Enflasyonla mücadele önemlidir ama birinci sırada değildir. Birinci sırada devamlı büyüme var. Ekonomi kadrolarındaki bu devamlılıkla önümüzdeki dönem daha farklı olacaktır. Türkiye olarak ihracata dayalı büyümeye devam edeceğiz. Yeni dönemde etkili bir ekonomi politikamız olacak. Önümüzdeki 10 yılda güzel işler yapmak için çalışmaya devam edeceğiz" dedi.

kaynak: mynet

51 yıllık Türk devi yabancılara satılıyor

51 yıllık Türk devi yabancılara satılıyor



Enka Grubu, yapı sektörünün en çok bilinen firmalarından olan ilk PVC borunun üreticisi ve ayrıca Pimapen'in yaratıcısı Pimaş'ı satma kararı aldı.


 51 yıllık Türk devi  yabancılara satılıyor

Pimaş'ta Enka'nın sahip olduğu yüzde 81.2 oranındaki hisse 57.67 milyon lira karşılığında Deceuninck'e satılacak.

Şirketin KAP açıklamasına göre, devir işlemi Türkiye ve Rusya'daki rekabet kurullarından alınacak izinlere tabi olacak.

İLK PVC BORUYU YAPTI


1963 yılında PVC boru üretmek amacıyla kurulan PİMAŞ Türk yapı sektöründeki en önemli firmalardan. Çünkü O zamana kadar gerek içme suyu getirmek için gerek sıhhi tesisat borusu olarak veya sulama yapmak amacıyla kullanılan borular asbest veya demirden yapılıyordu. Ancak bunlar ağır, taşıması ve döşenmesi zaman alan, tamiri zor ve sağlık açısından olumsuz borulardı. PİMAŞ’ın PVC boruları Türkiye’de imal etmeye başlaması ile, hem köylere hızla içme suyu getirmek mümkün oldu hem de binalarda sıhhi tesisat işleri çok daha kolaylaştı. Hatta PVC borular PİMAŞ adı ile anılmaya başlandı ve jenerik isim oldu.

PİMAPEN'İN ÜRETİCİSİ

PİMAŞ'ın herkes tarafından bilinen bir diğer ürünü ise 1982 yılında piyasaya sürdüğü ilk PVC pencere sistemi, yani PİMAPEN oldu. PİMAŞ,  1988 yılına kadar pazara tek başına hakim oldu. Arkasından bir çok firmanın pazara girmesiyle dev bir PEN sektörü doğdu. PİMAŞ, halen PİMAPEN markasıyla yurt dışında 30’dan fazla ülkede 600’ün üzerinde üretici bayisi ile hizmet veriyor.

TÜRKİYE'DE ÜÇÜNCÜ ŞİRKETİNİ ALIYOR


Avrupa'nın en büyük profil şirketi olan Belçikalı Deceuninck, Türkiye'ye 2000 yılında Ege Profil'i alarak girdi ve Ege Pen Deceuninck markasını yarattı. Şirket 2005 yılında da Sabancı Grubu'ndan Winsa’yı satın almıştı. Deceuninck 77 yıllık bir firma.

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts