Friday, 30 October 2015

glifosatla ilgili yeni bir araştırma ve bulguları



GDO’lu ürünlerin %80’inde kullanılan ot ilacı (herbisit) etken maddesi olan (Glyphosate) Glifosat'ın Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından ‘olası kanserojen madde’ olduğunun açıklanmasından sonra her gün daha fazla insan yemeklerinde glifosat olmasından çekiniyor. Ancak glifosatın hiç akla gelmeyen bir kaynağı daha var: Arjantin’de yapılan araştırmalara göre; kadınların kullandığı tamponlar, glifosatın bir diğer önemli kaynağı.
Hatta, Buenos Aires’in bir semtinde yaşayan insanlar üzerinde yapılan testlerde bu kişilerin %90’ında glifosat bulundu. Araştırmacıların vardığı sebepse, tarlalarda glifosatın fazla kullanımı...
İşte glifosatla ilgili yeni bir araştırma ve bulguları;
http://www.bugday.org/portal/haber_detay.php?hid=7851

Zekat sebebiyle vergi indirimi



Zekat sebebiyle vergi indirimi
Bugün sıra sigorta konusuna gelmişti ve onu yazacaktım. İslam Ticaret Hukukunun Güncel Meseleleri konulu kongrenin gerçekleşmesinde büyük emek ve himmet sahibi İslam Hukuk Profesörü Ahmet Yaman'ın bir sorusu sigorta konusunu bir yazılık erteleyerek tekrar zekat konusuna gelmeyi zorunlu kıldı.
Değerli ilim adamı şöyle diyor:
Kongrede zekat oturumunda müzakere edilen konulardan biri de gıda bankacılığı mevzuatı çerçevesinde yapılan bağışların zekat yerine geçip geçmeyeceğiydi. Bu bağlamda ilgili komisyon şu sonuca ulaştı:
“Gıda bankacılığı kapsamında zekât niyeti ile yapılan bağışların, zekât yerine geçmesi aşağıdaki şartlara bağlıdır:
a- Bağış kabul eden dernek ve vakıfların, “ihtiyaç ve muhtaç anlayışı” fıkıhtaki zekât/sadaka alabilecek muhtaç anlayışından farklı olmamalıdır.
b- Sistemin işleyişi devamlı kontrol edilmeli, fakirin menfaatinin öne çıktığı bir anlayışla uygulanıp uygulanmadığı denetlenmelidir.”
Yalnız önemli bir ayrıntı var. O da yapılan bağışın mer'i mevzuata göre, gider olarak kabul edilip vergi avantajı sağlaması ( % 20'sinin gelir vergisi matrahından düşülmesi ).
Acaba sağlanan bu vergi avantajı, devletin işletmeye verdiği teşvik olarak mı değerlendirilmeli ve dolayısıyla ödenen zekatın bir kısmının tekrar işletmeye avdeti sayılmamalı mı; yoksa bu geri dönen de ayrıca zekat olarak verilmeli mi?
Zekatın mana ve maksadı, verenin kendisine gelecek vergi menfaatini düşünmeden verme hasbiliği, bir cebinden verdiği 100 lira zekatın bir kısmının diğer cebine bir şekilde girmiş olması gibi bir şüphe uyandırması, zekat verirken bu avantajı hesap etmenin zamanla onun mehabetine getirebileceği halel ve kişilerdeki teslimiyet duygusunu pörsütmesi vs. gibi mülahazalarla bende doğrusu olumsuz bir meyil var. Acaba siz ne düşünür ve ne dersiniz?”
Ben şöyle düşünürüm:
Vergi mükellefinin herhangi bir harcamasının mevzuat bakımından vergi indirimine sebep kılınması, o harcamanın vergi indirimi kadarını devletin, mükellefe geri vermesi manasına gelir. Bir benzetme ile konuyu şöyle açabiliriz: Bir Müslüman, yoksullara yardım eden bir kuruluşa beş bin lira zekat veriyor, bunu duyan ve memnun olan bir başkası zekat verene gelip “oraya zekat vermene çok sevindim, başkalarına da teşvik olsun diye sana bin lira vereceğim” diyor ve veriyor. Bu bin lirayı veren hangi maksatla verirse versin beş bin lira zekat ödeyen kişi bunun bin lirasını geri almış oluyor; başka bir deyişle zekat için ayırdığı beş bin liranın dört bini gitmiş, bini kendine kalmış oluyor, dört binini o, binini başkası vermiş oluyor. Bir kimse cihad vergisi olarak on bin lira verse, devlet veya bir başkası teşvik için bunun bin lirasını ona bağışlasa ibadet vergi olarak on bin değil, dokuz bin lira vermiş olur. İbadetlerin karşılığını Allah verir, kulları değil. Bir kula mali ibadetinin karşılığını bir başka kul verirse ibadet o nispette eksilir.
Allah a'lemubi's-savâb.

KENDİNE ZULM ETMEK - Mehmed Şevket Eygi


KENDİNE ZULM ETMEK - Mehmed Şevket Eygi
İNSAN en çok kime zulm eder? Kendine!.. Nasıl zulm eder? Anlatayım:
1. Acıkmadan sofraya oturmak, doyduktan sonra yemeye devam etmek, kendine zulümdür. Böyle yapmak insanın sağlığını bozar, ileride hasta eder, bu ise bir zulümdür. Bir de, günah olan israf etmek var.
2. Devamlı olarak bembeyaz ekmek yemek de kendine zulümdür. Çünkü beyaz ekmek sağlığı dinamitler. Devamlı beyaz ekmek yemek uzun vadeli intihardır.
3. Haram gelir elde etmek, bu gelirlerle zengin olmak, haram yemek de büyük zulümdür. Çünkü kişiyi Cehenneme götürür. İnsan kendini Cehenneme attırırsa bu onun kendine yaptığı çok büyük bir zulüm olmaz mı?
4. Kâfirin ve münafığın asıl zulmü kendisinedir.
5. Rüşvet alan öncelikle kendisine zulm etmiş olur.
6. Hem Müslüman olup hem de namaz kılmamak kendine zulümdür.
7. Çocuklarına ilmihalini öğret(tir)meyen, onları dindar yetiştirmeyen anne babalar hem onlara, hem kendilerine zulm ediyor, çünkü bunun hesabını verecekler, cezasını çekeceklerdir. Dindar yetiştirilmeye çocukları da çok zarar görecektir.
8. Günah olan bir işi işlemek, kendine zulümdür.
9. Yalan söyleyen, israf eden, fitne ve fesat çıkartan, emanetlere hıyanet eden, verdiği sözden dönen, Müslümanları aldatan, yeryüzünde fitne ve fesat çıkartan kimseler kendilerine hıyanet ve zulm etmiş olduklarını iyi bilmelidir.
10. İsraf edenler hem kendilerine, hem topluma zulm etmiş olur.
11. Gıybet etmek, nemmamlık=laf taşımak, iftira etmek kendine zulümdür öncelikle. Bir insanın ölü kardeşinin etini yemesi ne büyük ne çirkin zulümdür.
12. İnsan, kendisini Cehenneme götürecek ne kadar iş yapıyor, ne kadar laf ediyorsa, hepsi de kendisine zulümdür.
13. Kendisine zulm eden, başkalarına acımaz ve onlara zulm etmekten geri kalmaz.
14. Ahlakı, karakteri bozuk kişi kendine büyük zulm etmiş olur.
15. Baharda yazın pikniğe gidiyor, bir yerde yiyip içiyor, akşam dönerken orasını çöplük gibi bırakıyor. Bu da hem kendine, hem başkalarına zulm etmiş olur.
16. Trafik kurallarına uymadan deliler gibi araba süren şaşkınlar zalim değildir de nedir? Kaza yapabilir, ölebilir, öldürebilir, sakat kalabilir… Bunlar, kendine ve başkalarına zulümdür.
17. Liseli veya üniversiteli Müslüman genç… Osmanlıca öğrenmek istemiyor, kendine zulm ediyor.
18. İleride hesabını alın akıyla veremeyeceği işler yapanların hepsi kendilerine zulm etmiş olur.
19. Namaz kılmamak kendine zulümdür.
20. Zekât vermemek kendine zulümdür.
21. Adam namaz kılıyor ama ihlâsı yok, o da kendine zulm ediyor. Çünkü ihlâssız namaz ve diğer ibadetler kabul edilmez.
22. Bir insanın kendine yapacağı zulümlerin büyüğü gururlu ve kibirli olmasıdır. Allah gurur ve kibir sahiplerini sevmez. Allahın sevmediği bir işi yapmak ne büyük zulümdür.
İnsanlar genellikle suçu, günahı, kabahati, faziletsizliği, zulmü, haksızlığı hep başkalarında, karşıtlarında görürler. Aynaya baksalar asıl günahkârın ve zalimin kim olduğunu ayan beyan görürler.
Kendimize ettiğimiz zulümleri bilsek ve azaltabilsek ne iyi olur.
İnsan zalim ve cahildir.
(İkinci yazı)
Osmanlı Yazısı Bayraktır
İslam-Kur’an yazısı semboldür, bayraktır, Müslümanların İslam alfabesiyle Türkçe okumaları şarttır, zarurettir.
Latin alfabesi adı üstünde Türk yazısı değildir, Türkçeye uygun gibi görünse de kesinlikle uygun değildir.
Latin alfabesi beyni durgunlaştırır, zekâyı körleştirir, kültürü yozlaştırır. Delil mi istiyorsunuz, manzara bakın manzaraya!
İslam-Kur’an yazısı sadece Arapların yazısı değildir, bin yıldan fazla onu kullanmışızdır ve bizim olmuştur, millî olmuştur. Osmanlıca okumayı (ve yazmayı) öğrenmek bir şuur meselesidir. Bu şuura sahip olmayanlar için ne kadar üzülsek yeridir.
Liseli ve üniversiteli bir gençte Osmanlıca öğrenme niyeti yoksa ona ne kadar hayıflansak yeridir. Vah vah vah!
Gençlerimiz bu hayırlı işe niyet etmeli, sonra sabırla azimle sebatla öğrenmelidir.
Ümid ediyorum ki, ileride bu memlekette İslam yazısıyla, yani Osmanlıcayla günlük gazeteler, haftalık aylık dergiler ve kitaplar yayınlanacaktır.
Liseye üniversiteye giden oğluna kızına Osmanlıca öğrettirmeyen anne babalara eseflerimi üzüntülerimi takdim ediyorum. Bu kadar gaflet ve ihmal olmaz.
Ben Osmanlıca bilmiyorum, çocuğum da bilmesene olur zihniyeti utanç vericidir.
1928’de Latin harfleri devrimi yapılınca halk mektepleri kurulmuş ve millete Latin lâdinî okuma yazma öğretilmişti. Bizim de şimdi İslam Yazısı Mektepleri açarak İslam Kur’an yazısıyla Türkçe öğretmemiz gerekir.
Müslümanlar, hem Osmanlıca hem Latince yazıyla eğitim verecek mükemmel liseler açmalıdır.
Böyle liseler, uluslararası anket ve araştırmalarda, İngiltere’deki Eton kolejinden üstün görünmelidir ve olmalıdır.
Osmanlıcayı kötüleyen, Latin yazısını göklere çıkartan Yahudiseverlere soruyorum: İsrail niçin İbrani yazısını muhafaza ediyor?
Yahudilere, İbraniceyi niçin Latin harfleriyle yazmadıklarını sorar mısınız?
30.03.2015

{İslam Âlimi Mahmut Toptaş hocamızın yazılarını WhatsApp ile almak isterseniz +905376467039 numaralı cep telefonumu rehberinize kaydediniz ve WhatsApp'dan İsim,Soyisim Memleket/Yaşadığınız yer bilgisini WhatsApp dan gönderiniz.}

Rusya, Türkiye'yi Gözden Çıkardı mı?

Rusya, Türkiye'yi Gözden Çıkardı mı?
Kategori: Türk Dış Politikası ve Türkiye Siyaseti
Pazar, 25 Ekim 2015 18:05 tarihinde yayınlandı.
http://www.tuicakademi.org/index.php/turk-dis-politikasi-ve-turkiye-siyaseti/4820-rusya-turkiye-yi-gozden-cikardi-mi
Yaklaşık bir haftadır aynı sorular soruluyor: “Rusya, Türkiye ile olan iyi ilişkilerini bozmak mı istiyor?” Bu sorulara şu şekilde cevap vermek gerekir: “Rusya ile Türkiye'nin ilişkileri hangi anlamda iyiydi?” İki ülke arasında “stratejik” bir boyut kazandığı ifade edilen ilişkiler, gerçekten bu boyuta taşınmış mıydı, yoksa tarafların konjonktürel ihtiyaçlarına cevap veren ve belli politika alanlarına sıkışmış söylem boyutunda bir uluslararası algı operasyonu muydu? Bu soruya benim vereceğim cevap, ikinci seçeneğin altını çizen bir anlayışa yaslanmaktadır.
Rusya ile Türkiye arasındaki “işbirliği” genel itibarıyla ticaret, turizm, yatırım, enerji ve Montrö Sözleşmesi'nin değiştirilmesine karşı çıkma gibi hususlar bağlamında söz konusudur. Yapılan anlaşmaların içeriğini gözden geçirdiğimizde ve özellikle Rusya tarafından gelen açıklamalara kulak verdiğimizde bunu açıkça görürüz. Yani ilişkiler, realist uluslararası ilişkiler ekolünün genel itibarıyla “düşük önem arz ettiği” konular ya da sektörler bağlamında işbirliğini içermektedir. Hâlbuki iki ülkenin siyasal ilişkilerine göz attığımızda sorunlu bir ilişkinin bulunduğunu ve bölgesel siyasal anlaşmazlıkların tüm netliği ile ortada olduğunu görebiliriz. Rusya, Ukrayna'nın bölünmesine yol açarak ve özellikle Kırım'ı ilhak ederek Türkiye'nin karşı olduğu bir adım atmıştır. Rusya, Ermenistan'a destek veren, onu askeri ve siyasal anlamda koruyan ve Dağlık Karabağ Sorunu'nun çözülmesine engel olan en önemli aktördür. Rusya, Türkiye'nin stratejik partneri Azerbaycan'ın üzerinde baskı uygulamaktadır. Rusya, Türkiye'nin Güney Kafkasya'daki en önemli müttefiklerinden Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmıştır. Türkiye'nin NATO üyesi olması, Moskova'da her daim ciddi bir rahatsızlık nedeni olarak görülmüş ve Türkiye ile siyasal anlamda yakın ilişkiler kurulamayacağına/kurulmaması gerektiğine ilişkin analizler, Rus liderlerin ve politika yapıcılarının stratejik önem atfettiği bir husus olmuştur. Şimdi ise, iki ülkenin Suriye politikaları çatışmaktadır. Türkiye, Esad yönetiminin devrilmesi için 4,5 yıldır elinden geleni yapar ve bu stratejinin olumsuz yansımaları ile uğraşırken Rusya, İran ve Hizbullah'ı da yanına alarak, hatta Irak merkezi hükümetini de yanına çekerek Esad yönetimine destek vermek için Suriye'ye yerleşmiştir. Moskova'nın bu stratejisinin arkasında, Ortadoğu/Doğu Akdeniz çanağında bölgesel bir askeri üs elde etme ve böylece kendi küresel görünümünü/gücünü konsolide etme düşüncesi vardır. Rusya, bu strateji ekseninde, küresel anlamda Avro-Atlantik İttifakı ile bölgesel anlamda ise onun bir parçasını oluşturan Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerle mücadele etmesi gerektiğinin farkındadır. Ne ilginçtir ki Rusya'nın, siyasal anlamda bu denli ciddi karşıtlık ilişkisi içerisinde olduğu Türkiye, Batı ile son dönemde yaşadığı sorunlar ekseninde, Rusya ile nispeten “düşük önemde” olduğu değerlendirilebilecek sektörlerde/politika alanlarında kurgulanan işbirliği iklimini, siyasal sonuçları da olan/olacak bir “stratejik” müttefiklik ilişkisi gibi sunmaya çalışmaktadır. Bu yaklaşımın yanlış ya da söylem düzeyinde kalmaya mahkûm bir yanılsamadan ibaret olduğu ise geçtiğimiz hafta Rusya'nın Suriye özelinde Türkiye'ye karşı giriştiği hamleler çerçevesinde açığa çıkmıştır.
Rusya, Lazkiye'ye konuşlandırdığı savaş uçakları vasıtasıyla Türkiye hava sahasını ihlal ederken; aynı zamanda karadan havaya fırlatılan Rus yapımı “SA” füzeleri, Türkiye-Suriye sınır hattında uçan Türk F-16'larına “radar kilitleyerek” tacizde bulunmuş, elektronik tanıma sistemleri kapalı olduğu için Suriye'ye mi, yoksa Rusya'ya mı ait olduğu belli olmayan Rus yapımı savaş uçakları ile Türk F-16'ları arasında “it dalaşı” yaşanmıştır. Hatta bu satırlar yazıldığı esnada, Türk Genelkurmayı'ndan yapılan açıklamada Suriye'ye ait iki savaş uçağının yeni bir ihlalde bulunduğuna yönelik bir açıklama da gelmiştir. Türkiye'yi hedef alan bu hamlelerin “yanlışlıkla” ya da “elektronik arızadan kaynaklanan” nedenlerle gerçekleştiğine yönelik açıklamalar, pek tabi ki gerçeği yansıtmamaktadır. Rusya'nın Tartus Limanı'ndaki deniz üssünü geliştirmek ve Lazkiye yakınlarında hava üssü kurmak için Suriye'ye yerleşmesinden ve IŞİD'i vurma hedefiyle giriştiği hava operasyonlarına paralel olarak yaşanan bu gelişmeler, esasen Türkiye ile Rusya arasında hiçbir zaman aşılamamış siyasal sorunların Suriye özelindeki yansıması olarak belirmiştir. Yani Moskova, Ankara'ya sınırın hemen öte yanından mesaj vermekte ve Türkiye'nin, Suriye'nin kuzeyindeki etkinliğinin “artık sona erdiğine” yönelik bir beyanda bulunmaktadır. Peki, Rusya bunu nasıl bu kadar rahat yapabilmektedir? Türkiye'nin yanında duran aktörler neden Rusya'nın hamlelerine yalnızca söylem boyutunda karşı durmaktadırlar?
Her şeyden önce, Rusya'nın “IŞİD” ile mücadele çerçevesinde Suriye'ye girdiğini belirtmesi ve bu yönde düzenlediği hava saldırıları Moskova'ya ciddi bir meşruiyet kazandırmaktadır. Zira aynı söylem üzerinden ABD ve müttefikleri de Suriye özelinde 1 yıla yakın bir süredir hava operasyonları düzenlemektedir. Moskova'nın bu hamlesi, gerek söylem, gerekse de ABD tarafından zaten girişilmiş bir uygulamanın kopyası olarak ortaya çıktığı için meşruiyet yönünden fazlaca tartışılamamaktadır. İkincisi, ABD'nin tutumudur. Obama yönetimi, ülkenin Afganistan ve Irak operasyonlarında yaşadığı olumsuzlukların da etkisiyle Suriye ve IŞİD meselesine askeri anlamda fazlaca kanalize olmamaktadır. Bu çerçevede, IŞİD ile mücadele ekseninde maliyeti ve sorumluluğu Rusya'nın üzerine yıkmak Washington'u çok rahatsız etmemektedir. ABD, Rusya'yı bu mücadeleye iterken, SSCB'nin Afganistan özelinde yaşadığı başarısızlığı ve bu başarısızlığın SSCB'nin çöküşünde oynadığı rolü de göz önünde bulundurmaktadır. Yani Suriye operasyonunun Rusya'yı bataklığa çekeceğini ve güçsüz düşüreceğini düşünmektedir. Obama, ABD'nin bundan sonraki stratejik yöneliminin Ortadoğu değil, Asya-Pasifik olduğunu ifade etmektedir. Bu minvalde, kendisini Ortadoğu meselelerinden olabildiğince uzak tutmaya çabalamaktadır. Rusya ise, bunu gördüğü için Ortadoğu bağlamında önemli bir adım atmış ve ABD'nin, Asya-Pasifik'e yoğunlaşmasını engellemek amacıyla Ortadoğu'da dengeleri kendi lehinde değiştirmek için kendisinin liderliğinde ve Şam ile Bağdat'tan yönetilecek dörtlü bir yapıyı (Rusya, İran, Irak, Esad yönetimi) devreye sokmuştur. Bu yapı, Suriye özelinde ve hatta Ortadoğu genelinde Rusya'nın yatırım yaptığı Şii eksenini güçlendireceği ve ABD'nin müttefik olarak gördüğü Sünni bloğu zayıflatacağı için, Washington'u öyle ya da böyle Ortadoğu'ya müdahil olmaya itecektir. Rusya, ABD'yi Ortadoğu'da tutarak, Asya-Pasifik bölgesinde büyüyen Çin-Rusya etkinliğinin artmasını ve çok kutupluluk yönündeki söylemin güçlendirilebilmesini arzulamaktadır.
Rusya'nın Türkiye'yi bu denli rahatsız etmesinin önemli nedenlerinden biri, ABD ve NATO'nun, hava sahası ihlali gibi nispeten “basit” bir gerekçeyle Rusya'ya karşı askeri bir manevra yapamayacağını görüyor olmasıdır. Gerek NATO müttefikleri arasındaki Rusya'ya ilişkin yaklaşım farklılıkları, gerek ABD'nin Ortadoğu'ya askeri anlamda kanalize olmak istememesi ve gerekse de Ukrayna'da yaşanan krizin Suriye eliyle yeniden tetiklenerek Doğu Avrupa'daki gerginliği tırmandırması endişesi önemli çekinceler olarak gözler önüne serilmektedir. Rusya'nın, IŞİD ile mücadele söylemi çerçevesinde başta Fetih Ordusu bileşenleri olmak üzere Türkiye'nin destek olduğu grupları da vuruyor olması, Batı Dünyası'nda ve özellikle Washington'da çok ciddi bir tepki yaratmamaktadır. Zira Obama yönetimi, Suriye'de “muhalif grup” olarak görülen ve Türkiye, Suudi yönetimi ve Katar eliyle desteklenen aktörlerin Selefilik bağlamında bir ideolojik altyapıya sahip olduğunu ve bu gruplarla Suriye özelinde bir “yeniden inşa” faaliyetine girişilemeyeceğini görmektedir. Özgür Suriye Ordusu'nun güçsüzlüğü ve dağılma aşamasında olması ve yurtdışına olan mülteci akını, Suriye'deki “ılımlı muhalefetin” alan bazında tamamıyla ortadan kalkmak üzere olduğunu göstermektedir. Washington, Türkiye'nin “muhalefet” olarak gördüğü/göstermeye çalıştığı gruplar ile Suriye özelinde bir anlayış birliğine varamayacağını gördüğü için Rusya'nın, Türkiye tarafından da desteklenen bu gruplara da saldırmasına engel olmayı düşünmemektedir. Hatta bu eylemliliği, El Nusra, Ahrar'uş-Şam ve Fetih Ordusu içerisindeki Selefi-Cihadçı yapılanmayı ortadan kaldıracak “olumlu” bir tablo olarak dahi değerlendirebilir. Üstelik bu gruplara saldıran da kendisi değil Rusya'dır. Yani Türkiye'nin itirazlarına “Rusya saldırganlığı” çerçevesinde bir cevap verebilmektedir.
Moskova; Türkiye'nin, gerek muhalefet olarak gördüğü gruplar ekseninde, gerek son dönemde Batı ve NATO ile ilişkileri çerçevesinde, gerekse de hem kendisinin hem de ABD başta olmak üzere Batı Dünyası'nın, Suriye özelindeki en güvenilir müttefik olarak gördüğü Suriyeli Kürtler ile ilişkileri bağlamında beliren sorunların Türkiye'nin elini zayıflattığını ve bu ülkeyi yalnızlaştırdığını görmektedir. Rusya, IŞİD'e ve diğer muhalif gruplara yönlendirdiği saldırının, bu grupların Türkiye'de ortaya koyabileceği “terör eylemleri” bağlamında, Ankara'nın başını ağrıtabilecek ciddi olumsuzluklar yaratabileceğini de değerlendirmektedir. Kısacası Suriye özelinde Rusya'nın Türkiye'ye karşı kullanabileceği önemli avantajları bulunmaktadır. Bu nedenle Rusya, Türkiye'nin eninde sonunda kendisi ile işbirliğine gideceğine ve ABD'nin dahi üzerinde durmayı düşündüğü Esad'lı geçiş ve belki de Esad'lı bir Suriye senaryosuna “sıcak” yaklaşabileceğine yönelik bir değerlendirmede bulunmaktadır.
Rusya, oldukça “rasyonel” davranarak, Suriye özelindeki etkinliğini açıkça ortaya koymayı ve en azından Esad yönetiminin elinde olan Akdeniz kıyısı ve Şam çevresini (Hama ve Humus dâhil) kendi koruması altına almayı tercih etmiştir. Bunu yaparken de IŞİD ile mücadele senaryosunu kullanmaktadır. ABD'nin Suriye özelindeki etkinliğinin azaldığı, muhalefetin neredeyse tamamen Selefi gruplardan ibaret hale geldiği ve “eğit-donat programının” tam bir başarısızlığa uğradığı bir anda, Suriyeli Kürtler ile de temas kurarak yapılacak bir girişim, Türkiye'yi zor durumda bırakacak ve Ankara'yı Rusya ile işbirliğine zorlayabilecektir. Tüm bunlar yeterli olmazsa Rusya'nın elinde bulunan “enerji kozu” devreye sokulabilecektir. Orta vadede bu kozun kullanılabileceğine dair emareler de Gazprom tarafından yapılan açıklamalar üzerinden görülebilmektedir. Rusya, Türkiye'yi “gözden çıkarmış” değildir. Ancak kendisi ile işbirliği yapmaması durumunda siyasal faktörlerin, mevcut işbirliği alanlarına üstün geleceğini Ankara'ya anlatmaya/göstermeye çalışmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU*

*    Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü.

Türkiye Adaletsizlikler Meşheri - Mehmed Şevket Eygi


Türkiye Adaletsizlikler Meşheri - Mehmed Şevket Eygi
Adalet sadece kanunlar, mahkemeler, savcılar, cezaevleri demek değildir. Her konuda, her işte, her düşünce ve eylemde adalet lazımdır, olmalıdır.
Yemek mi yiyeceksin?.. Âdil şekilde yemen gerekir. Doyduktan sonra yemeye devam etmek adaletsizliktir. Sağlığına zarar verir… Başkalarının hakkını yemiş olursun.
Günde beş milyon ekmeğin çöpe atılması, sadece israf değil, aynı zamanda çok büyük bir adaletsizlik ve zulümdür. Hem de küstah bir nankörlük…
Başta gelen büyük adaletsizliklerden ve zulümlerden biri, emanetleri (işleri, memuriyetleri, başkanlıkları, makam mevkileri, hizmetleri) ehil ve layık olmayan kimseler vermektir.
Bir müdürün bürokratın, resmî işler için kullanılması gereken otomobili özel işleri için kullanması adaletsizliktir.
İhtiyacın ve lüzumun ötesinde lüks meskenlerde oturmak adaletsizliktir.
Lüks otomobillere binmek adaletsizliktir.
Ne kadar israf varsa hepsi adaletsizliktir.
Ülke ekonomisini üretime yönlendirmeyip, var gücüyle mesken, beton bina inşa etmek adaletsizliktir.
Haram, kara, kirli, şaibeli yüz milyarlarca dolar birikimi adaletsizliktir.
Dört beş milyondan fazla nüfusu kaldıramayacak İstanbul’a, rant için yirmi beş milyon (on beş milyon değil!) adam doldurmak hem adaletsizlik, hem zulüm, hem hıyanettir.
Okullardaki din dersi aldatmacası adaletsizliktir.
Ehl-i Sünneti yıkıp, yerine Fazlurrahmancılık dinini, Mutezile mezhebini, BOP’un istediği yarım dindarlığı ikame etmek için sinsice çalışmak adaletsizliktir.
İstanbul’un içinden çıkılmaz trafiği büyük bir adaletsizliktir.
Ana dili Türkçe olan on milyonlarca vatandaşı, atalarının mezar taşlarını okuyamayacak kadar cahil bırakmak adaletsizliktir.
İstanbul’da en az on beş milyon kıymetli kitap, belge, koleksiyon, doküman ihtiva eden büyük bir kütüphane olmaması adaletsizliktir.
Unkapanı’ndan Eyüb’e doğru giderken yolun sol tarafından bir yığın çürük diş gibi harap, metruk=terk edilmiş, bakımsız bina bulunması adaletsizliktir.
Sulukule’deki evlerin Roman vatandaşlardan zulmen ucuza alınıp, yerlerine villalar yapılıp astronomik fiyatlara satılması adaletsizliğin daniskasıdır.
Kaldırımlara kum zemin üzerine yalap şalap karolar döşenmesi, bunların altı ay sonra bozulup kırılması adaletsizliktir.
Yüzlerce sayfa yazsam, yine de adaletsizlikler listesini bitiremem.
Çocuğunu haksız yere azarladın… Adaletsizlik…
Dükkandan kedi veya köpek yavrusu aldın, birkaç gün sonra zavallıyı sokağa attın… Adaletsizlik…
Otomobil kullanırken cep telefonuyla konuştun… Akşam dönerken piknik yaptığı yeri çöplük gibi bıraktın… Gıybet ettin… Yalan söyledin… İftira ettin… Lüzumsuz yere korna çaldın… Trafik kurallarını çiğnedin… Hepsi hepsi hepsi adaletsizliktir, zulümdür…
Birtakım muhalifler iktidarı adaletsiz olmakla suçluyor… Ya kendileri!.. Yaptıkları muhalefet adaletli bir muhalefet değil, adaletsiz bir muhalefettir…
Mecliste ana avrat küfür eden milletvekilini siz adaletli mi sanıyorsunuz?
Türkiye’deki Kemalist feministler de, İslamcı feministler de hepsi adaletsizdir. Adaletli olsaydılar, devletin KDV’li, polis korumalı yasal seks köleliğini tanzim etmesine isyan ederlerdi.
Bu memleketin en büyük adaletsizliği bence millî eğitim, okullar, ideolojik tedrisattır.
Başka bir adaletsizlik: Türkiye’de, Güney Kore’de olduğu gibi yüzde yüz yerli ve millî bir otomobil sanayii olmaması… Adaletsizliğin ötesinde hainlik…
Mason localarının açık olması, buna mukabil tasavvuf tekkelerinin kapalı bulunması da büyük adaletsizliklerdendir.
Türkiye bir adaletsizlikler meşheridir(=teşhir yeridir)…
En büyük adaletsizlikler içimizdedir.
Bir Müslümanın iman kardeşine düşmanlık etmesi, onun gıybetini yapması, onunla ilgisini kesmesi ne korkunç bir adaletsizliktir.
İstanbul’da sabahleyin camilere gidiniz, korkunç adaletsizliği göreceksiniz…
Evet beyler hanımlar veletler… Adalet sadece kanun, hakim, savcı, mahkeme, cezaevi demek değildir.
Son söz: Adaletsizlik sarsılma, parçalanma, dağılma, çökme, bölünme, yıkılma, tarihten silinme sebebidir.
• (İkinci yazı)
Ehl-i Sünnet Hocalarından Beklediklerimiz
EHL-İ SÜNNET hocalarının, Ehl-i Sünneti halka öğretmeleri, sapıklara karşı savunmaları, onların keyfine ve isteğine kalmış ihtiyarî bir iş değil; mutlaka yerine getirilmesi gereken zarurî bir hizmet ve vazifedir.
Ehl-i Sünnet hocaları, hadîs ayıklama işinde sessiz kalamaz.
Mezhepsizlik mezhebi karşısında sessiz kalamaz.
Dünyada taraftarı kalmamışken, Türkiye’de hortlatılan Mutezile mezhebi konusunda sessiz kalamaz.
Fazlurrahmancılık bozuk mezhebine karşı sessiz kalamaz.
Dinde reformculuğa, dinde yeniliğe, dinde değişime, light ve ılımlı İslam cereyanına, BOP’a karşı sessiz kalamaz.
Birileri cihadsız, emr-i mârufsuz, nehy-i münkersiz bir İslam türetmek istiyor, onlara karşı sessiz kalamaz.
Birileri İslam’dan zina günah ve suçunu çıkartmak istiyor, onlara karşı sessiz kalamaz.
Birileri ribalı mesken kredisine fetva veriyor, onlara karşı sessiz kalamaz.
Birileri Ehl-i Sünneti, bâtıl ve sapık mezheplerle bir tutuyor, onlara karşı sessiz kalamaz.
İcazetli din alimi ve fakihi olan herkes Din-i Mübin-i İslamı gerektiği gibi savunmakla yükümlüdür.
Sapık mücessime, müşebbihe fırkalarını ilmî delillerle red, cerh ve ibtal etmek vazifesi icazetli ulema ve fukahaya aittir.
Bu konuda vazifelerini muhlisen lillah, rizaen lillah dosdoğru yerine getiren ulema ve fukahaya, bir Müslüman olarak teşekkür ediyor, ellerinden öpüyorum..
Vazifelerini yerine getirmeyenleri min gayri haddin kınıyorum, uyarıyorum.
Bâtılları, sapıklıkları, İslamın yanlış yorumlarını red, cerh ve ibtal hizmetleri para karşılığında değil, Allah rızası için yapılmalıdır.
Para, telif ücreti, maddî menfaat yok… Red, cerh, ibtal de yok… Böyle bir zihniyet ve tutum hakikî ulema ve fukahaya yakışmaz.
Geçen asırda Şeyhülislam Mustafa Sabri, Düzceli Muhammed Zahid el-Kevserî gibi büyüklerimiz gurbet illerde bin bir yokluk ve çile içinde bu vazifelerini yerine getirmişlerdir. Allah onlardan razı olsun, nur içinde yatsınlar.
Halkı uyarmak, aydınlatmak, bilgilendirmek için işlenmesi gereken bazı konular şunlardır:
1. Ehl-i Sünnetin sıradan bir fırka, hizip, mezhep olmadığı, İslamın Kur’anın doğru yorumu olduğu…
2. Mutezile mezhebinin bozuk bir mezhep olduğu ve bozuk taraflarının liste halinde bildirilmesi.
3. Mezhepsizliğin, dinsizliğe köprü olduğu.
4. İslam Şeriatını tehdit eden en yıkıcı bid’atin mezhepsizlik olduğu.
5. Muhammed ibn Abdilvehhab’ın mezhebinin yanlış ve bozuk olduğu, kardeşi Süleyman ibn Abdilvehhab’ın Es-Savaiqu’l-İlahiyye fi’r-Red `ale’l-Vehhabiyye adlı kitabında Abdülvehhabı reddettiği.
6. Fazlurrahmancılığın çok bozuk bir fırka olduğu.
7. Hak din İslam ile, M. Kemal Paşa’nın ölümünden sonra fabrike edilmiş Kemalist ideolojinin asla bağdaşıp uyuşmayacağı.
8. Şeriatin, Kur’andan ve Sünnetten çıkartılmış kurtarıcı hükümler olduğu, Şeriatı tahkir ve inkar eden kimsenin dinden çıkacağı.
9. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin sahih hadîslerinin Avrupa kriter ve normlarına göre ayıklama çılgınlığının küfür olduğu.
10. Zinanın büyük günah ve recmlik suç olduğu.
Ehl-i Sünneti savunmak ve ehl-i bid’at ve dalaleti tenkit, red cerh, ibtal etmek bir emr-i mâruf ve nehy-i münker hizmetidir ve yerine getirilmesi farzdır.
30.10.2014

{İslam Âlimi Mahmut Toptaş hocamızın yazılarını WhatsApp ile almak isterseniz +905376467039 numaralı cep telefonumu rehberinize kaydediniz ve WhatsApp'dan İsim,Soyisim Memleket/Yaşadığınız yer bilgisini WhatsApp dan gönderiniz.}

Ülkücü Dayanışma Deklarasyonu : "bize düşen bu yiğidi o itlere yedirtmemektir."


Nedret Kale
17 saat
MHP'ye büyük şok: Ülkücüler Ak Parti'ye oy verecek..
Kemalpaşa Ramada Otel'de, Akşam yemeğinde bir araya gelen Ülkücüler, 1 Kasım seçimleri ile ilgili olarak bir deklarasyon yayınladı. Eski Ege Bölge ve İzmir İl Ülkü Ocakları Başkanı Orhan Akman tarafından okunan deklarasyon metni, toplantıya katılan Ülkücü'ler tarafından sık sık alkışlarla kesildi.
29 Ekim 2015 Perşembe, 23:51
Ülkücü Dayanışma Deklarasyonu;
Bizler, Allah ve Resulünün davasını dava edinmiş, hakla batılın mücadelesinde hakkın sancaktarlığını yapmış Türk milletine ve devletine kara sevdalı Ülkücüleriz.
Kimse bizleri bir partinin şakşakçısı, kirli siyasetin bir argümanı ve devlet düşmanlarının piyonu olarak göstermesin.
Bizim için siyaset, particilik kazanında fokurdayan nefis değildir. bizim için siyaset, Allah'ın rızasını kazanmak için devletine ve milletine hizmet etmektir.
Dün ülkemiz üzerine çöken kara bulutlara, memleketimiz üzerine oynanan karanlık oyunlara, imanı ve feraseti ile dikilen ülkücüler olarak, bugün de aynı kararlılık ve azimle devletimize ve milletimize karşı oynanan karanlık oyunlara bozkurt gibi dikildiğimizi ilan ediyoruz.
Ülkücü dayanışma platformu olarak, önce devletim ve milletim diyen Ülkücülerin duygularına tercüman olmak üzere bir araya geldik.
Türkiye, artık eskisi gibi Amerika'nın ve İsrail'in uzaktan kumandasıyla yönetilen bir ülke değildir. Türkiye, kendi milletine ihanet eden akımların at koşturduğu bir devlet olmak yerine, milletiyle ve milli ülkülerle kucaklaşan, milli şahlanışını tüm imkansızlıklara rağmen gerçekleştirip, kendi ayakları üzerine dikilmiş iken...terörün, kirli bilgilerin ve algı operasyonlarının kıskacında, istiklaline, İstikbaline ve istikrarına karşı topyekun bir taarruz ile karşı karşıyadır.
İşte bu ahval içersinde ülkücü olmak ve ülkücü kalmak, nefsi emareden kurtulmakla, devlete ve millete ihanet odaklarının algılarına bozkurt misali dikilmekle mümkündür.
Türkü Türk'e, Müslüman'ı Müslüman'a, insanı insana kırdıran zihniyetin karşısında paratoner olmaktır ülkücülük.
7 düvelin topyekun yüklendiği memleketime kol kanat germektir ülkücü olmak.
Velhasıl, mahallenin, memleketin hatta dünyanın tüm itleri bir yiğide saldırıyorsa, bu yiğit de benim devletimin başı ise, bize düşen bu yiğidi o itlere yedirtmemektir.
Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı ve muhalifliği ile, devletine ve milletine vurmayı halt zannedenlerin beslendikleri ihanet odakları deşifre edilmeden bu kara bulutlar dağılmaz.
Dün Başbuğ Türkeş'e, şehit Muhsin Başkana ve Türk milletinin kara sevdalısı Ülkücülere hayasızca saldıranlarla, bugün Recep Tayyip Erdoğan'a saldıranlarda, ne yazık ki aynı odaklardır.
1 kasım seçimleri Ak Parti, CHP, MHP ve HDP arasında geçen bir seçim değildir. bu seçimler bağımsız Türkiye adına Erdoğanl'a, Mason'ların, İngiliz'lerin, içerideki ve dışarıdaki hainlerin arasındaki bir savaştır.
Ülkücülerin duygu ve düşüncelerine tercüman olmuş, ülkücüler üzerine çöreklenen yılanlara karşı bozkurt olmuş, ülkücü dayanışma olarak safımız, kıblesi Pensilvanya, Kandil, ABD ve İngiltere olanlarla değil, kıblesi bir, bayrağı bir vatanı ve devleti bir olanlarladır.
Bizler Başbuğ Türkeş, Muhsin Başkan ve Recep Tayyip Erdoğan gibi, devletimizin ve milletimizin yanında olduğumuzu,ilahi kelimetullah ve nizamı alem davasının, ülkücüleri ve alperenleri olduğumuzun şuurunda, 1 kasımda oyumuzu İstiklalimize, İstikbalimize ve İstikrarımıza vereceğiz. yani bu değerlerimizin mesuliyetini taşıyan Ak Partiye vereceğimizi ilan ediyoruz.
Oyumuzun mesuliyetini taşıyacak olanlara sevgi ve saygımız, ihanet edenlere de nefretimiz baki kalacaktır.

100 yıllığına...



Ahmet Özyürek 

100 yıllığına...

İsmet inönü 1923 de lozan antlaşmasını imzaladığın da 100 yıllık yapılan bir anlaşmaydı! 100 yıl sonra boğaz'lar bizim, musul ve kerkük bizim güdümümüzde olacak...
Musul ve kerkük 500 bin sterline 100 yıllığına ingilizlere devredilmişti!... O anlaşman
ın bitmesini istemeyenler, yeniden o düzeni devam ettirmek için ışid terör örgütünü kullanmaya başladılar!.. 
Bu bölge de, yani doğudaki pkk konumuna gelelim... Bu bölgede musul kerkükle olan bağımız yüzyıllar öncesine dayanıyor... 
ingiliz ve mason locasıyla kağıt üzerinde ismet paşa bu yerleri 500 bin sterline satmıştı bunun neticesinde musul ve kerkük petrol gelirlerinin %12 sinin parası türkiyeye aktarılıyordu... 
Bunu kimse bilmez türk tarih kitaplarında yazmaz.... Şimdi ismet paşanın o dönemde buraları vermesiyle, mason localarının desteklemesiyle, asala ermeni terör örgütün bitirilmesiyle, oyuncu değişikliğine gidildi ve1978 yılında pkk sahaya sürüldü...
1980 de faaliyet göstermeye başladı. 1983 yılında ilk kez turgut özal başbakan olduğun da o zaman pkk ortaya çıktı. Yani Özalın göreve gelmesiyle bizlere aslında ayağınızı denk alın mesajı verildi... Evet biz sizi takip ediyoruz mesajıydı. Bilmezler ki türklerin var olma sebebleri atalarından aldıkları biattır... Şimdi aslın da pkk bir piyondur, burda 2. dünya savaşı bittikten sonra artık gerçek silah devri kapandı ve tam bir ajan devlet ve ekonomi enerji alanlarında yeni bir küresel savaş başladı....
O yüzden bunları bildikleri için bize her on yılda bir, sizin kafanızı kopartırız demeye çalıştılar ve her on yılda bir askeri darbe yaptılar... Gerek paralel ile gerek oyunlarla ama bu sefer ilk defa oyun tutmadı...

Şimdi gelelim 17-25 aralık operasyonlarının can alıcı noktasına.!!! Neden mi düzenlendi? Amaç ayakkabı kutusu değildi! Amaç tayyip erdoğanı devirip, halk bankası üzerinden gelecek olan paranın üzerine çökmekti.! 
Çünkü ordaki rakam küçük rakam değil ordaki rakam 120 milyar dolardır ve bu rakam küçümsenecek bir rakam değildir. Şimdi burda ki oyuna gelince, barzani 2010 yılında gazeteci'lere röportajı oldu ve erdoğan barzaniyi yanına çekti... Bak bizimle olmazsan başını ezerler haberin olsun mesajı verdi... Ona oda kuzey ırakta yapılan bir röportajda dedi ki; ben türkiye ile toprak bütünlüğü birleştirmek istiyorum dediği anda, dünya medyasına bomba gibi düştü... Kimse barzani den böyle bir açıklama beklemiyordu...!
Barzani ben halkımla referandum yapıp, türkiye ile birleşmek istiyorum dediği anda, hem barzaniye yönelik yaptırımlar arttı, sonra aynı anda bir gecede ışid terör örgütü kuruldu... Burda oyun kurucular piyonları ışidi öne sürdü... Erdoğan oynanan oyunların farkındaydı ve bütün hesaplamalar yapılmıştı... Kuzey ıraktan gelecek olan petrol gelirlerinin parası halk bankasına yatacaktı, bunu bilen mason locasının zoruna gitti. Elbette taş koymak istiyorlardı...
İşte ondan paraelin eli görüldü ve o andan sonra bütün taşlar yerindeydi... Erdoğan'ın arkası çok güçlüydü, burada ki 17 ve 25 aralık opersayonları halkbankı ele geçirmek için tasarlanmıştı...

O ayakkabı kutusunun içindeki para, vakıf parasıydı elbette bankada kayıt dışı tutulamazdı. O yüzden halkbankası müdürü o parayı evinde muhafaza ediyordu. Evet o yüzden halk bankası müdürünü iletişimle takibe aldılar ve sonrası malum!!! Ordaki para kimin biliyormusunuz? Orda ki para bosnadaki müslüman kardeşlerimizin, vakıf için kurdukları ve eğitim için tasarlanan bu para, Erdoğanın talebi doğrultusunda kurulacak olan bir paradır... Rıza zarrafa gelince, iranda çok güçlü bağlantıları var bu adamın, iranın içinde uyanmamış hücreler var, bakın yakın gelecek tarihte tebriz karışacak ve nasıl onlar bize bunu yapıyorsa göz dağı verdi aslında.

Erdoğan bana ilişirseniz sizi karıştırırım dedi...
O yüzden iran sessiz kalıyor...

Boğazlar dan cebeli tarık boğazından geçişlerde, ispanya yıllık 9 milyar dolar para alıyor... Panama kanalı yıllık 5,5 milyar dolar para alıyor... Süveyş kanalı da yıllık 21 milyar dolar para kazanıyor... Fakat istanbul boğazın dan türkiye zerre kadar para alınmıyor... Bunlar hep lozan antlaşmasında oldu ve kanal istanbul projesi bu yüzden ortaya çıktı...

Çünkü daha 8 yılımız var 2023'e o yüzden, erdoğan bu porjeyi gerekirse hayata geçirim dedi... 
O yüzden ingiliz ve almanlar havalimanı ve 3üncü boğaz köprüsünü istemiyorlar... Çünkü; para akışı muslukları kesiliyor ve biz türk milleti yeterki Recep Tayyip Erdoğan arkasında kaya gibi sağlam durmasını bilelim...!!!

Bu küresel mücadeleden Allah'ın izniyle galip çıkacaktır

Çinçin Mahallesinden Ringlere

Çinçin Mahallesinden Ringlere


boks
Ankara’nın olaylarla anılan mahalleleri olarak bilinen Çinçin, Yenidoğan ve Kale mahallesinden çıkarak, bir çok spor dalında başarıdan başarıya koşan çocuk ve gençler, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın resmi yayın organı Gençlik Spor Dergisi’ni mahallelerinde ağırladı.
Onlar, kenarda köşede kalmış mahallelerde yaşayan maddi  sıkıntı  çeken  ailelerin kız çocukları. Şans yüzlerine gülmeseydi şampiyonluktan şampiyonluğa koşmak onlar için bir hayal olmaktan öteye geçemeyecekti. Gün geldi o hayal gerçek oldu. Güç koşullardaki Bireyler Spor Kulübü Derneği (GÜÇKOBİR), Damla’nın, Aylin’in, Ceylan’ın, Sümeyra’nın ve diğerlerinin hayatını sporla kurtardı.
Mahalleden Ringe
 Şimdi GÜÇKOBİR’in onlara sunduğu bir çok spor dalında başarıdan başarıya koşuyorlar. Zor koşullarda nasıl şampiyon olunur onu gösteriyorlar. Daha düne kadar sokaklarda oynayan kızlar artık uluslararası turnuvalarda maçlara çıkıyor, milli sporcu olup Türkiye’yi temsil etmenin hayallerini kuruyorlar. Mahallelerinde ise kazandıkları madalyalar günlerce konuşuluyor.
İşte onlardan bir kaçının, Ankara Kalesi’nin eteklerinde kurulu mahallelerinden şampiyonluğa uzanan hikayeleri…
Milli olmak o kadar güzel şey ki…
Yenidoğan’da yaşayan 15 yaşındaki Damla Nur Talun, Milli Takıma seçilmesinin ardından Balkan Wushu Şampiyonası’nda üçüncü oldu. Babaları onları terk edip gittiğinden beri annesi ve üç kardeşiyle birlikten yaşayan Talun hikayesini şu sözlerle anlattı:
“Annem bizi geçindirmek için plastik toplayıp satıyordu. GÜÇKOBİR’le tanıştık daha önce adını bile duymadığım sporlara yönlendim. Milli olmak o kadar güzel şey ki insanın hayatı değişiyor. İlk başta okuyup kendi mesleğimi elime almak istiyorum. Hocamız bizi nasıl yetiştiriyorsa ben de kendi öğrencilerimi öyle yetiştireceğim.
“Bir hayali başardım”
Madalya aldığımda annem çok sevinir, bazen sevinçten ağladığı bile olur. Bazen de madalya alırım mahalleye geldiğimde komşular beni alkışlar. ‘Alkışlamayın beni utandırıyorsunuz’ derim. Artık spor benim hayatım. Hocalarım sayesinde imkansızlıkların içinde bir hayali başardım.  Mahallemde benim gibi olan arkadaşlarım için elimden geleni yapmak istiyorum.”
Çocuk gelin olmaktan kurtuldu
Yenidoğan’da yaşayan 14 yaşındaki Aylin Korkmaz da Capoeira Dünya ikincisi olmuş. Aylin, “Önceden okuldan gelir gelmez yemeğimi yer sokağa çıkardım. Mahalle aralarında oyun oynardım. Şimdi her gün okuldan sonra antrenman salonuna gidiyorum. Hayal kurmanın ne demek olduğunu bilmezken, şimdi büyük turnuvalarda maçlara çıkıyor, milli sporcu olma hayalleri kuruyoruz” dedi.
Korkmaz, sözlerine şöyle devam etti:
Hedef; Milli Sporcu olup Türkiye’yi temsil etmek
 “Bizim mahallede 8. sınıfı bitiren bütün kızları hemen istemeye geliyorlar. Kızlar okumadığı için evlendiriliyor. Spora başlamasaydım ben de onlar gibi evlenebilirdim. Ama şimdi değişti her şey. GÜÇKOBİR sayesinde spor yapıyoruz. Benim artık hedeflerim var, hayatımı kurtardım. Okuyup kendi ayaklarımın üzerinde duracağım. Evlenmiş olan arkadaşlarımın evine gittiğimde madalyalarımdan bahsediyorum; üzülüyorlar ‘Keşke ben de evlenmeseydim, spor yapsaydım’ diyen oluyor. Mahalledeki çocukların tamamı bana özeniyor.Benim gibi  spor yapmak istiyorlar.”
Kale Mahallesi’nde yaşayan Ceylan Arzu Özdemir, MuayThai Türkiye üçüncüsü olmuş. Henüz daha 11 yaşında olan Ceylan, “Mahalleden arkadaşlarım spora gitmeye başlamıştı. Ben de onlara katıldım. Sporla hayatımı kurtaracağıma inanıyorum. Milli Takıma girip Türkiye’yi temsil etmek istiyorum” dedi.
 Kötü alışkanlıklardan uzak durdular
Yenidoğan’da oturan 14 yaşındaki Sümeyra Nur Yıldız, Capoeria Dünya Üçüncüsü. Ailesinin Altındağ Belediyesi Sosyal Hizmetlerden aldığı yardımla yaşamlarına devam ettiklerini dile getiren Yıldız, duygularını şöyle ifade etti:
  “GÜÇKOBİR beni sosyal hizmetlerden buldu, spora yönlendirdi. Oturduğumuz mahalleler Başkentin unutulan bölgeleri arasında. İçimizde bir potansiyel varsa bile, bunu hangi ortamda, ne şekilde kullanabileceğimizi bilmiyoruz. Bizim orda çocuklar çok küçük yaşta uyuşturucu madde kullanmaya başlıyor. Biz spor sayesinde kötü alışkanlıklardan uzak durduk. Bizi gören çoğu arkadaşımız da bizim gibi olmaya başladı.
 Ben artık herkese örnek biri olup Dünya’da Türkiye’mizi temsil etmek, bayrağımızı dalgalandırmak istiyorum. Şampiyon olmak istiyorum. Ailemin güvenini boşa çıkarmayacağım. Spor sayesinde hayatımı ve okulumu düzeni soktum ve bu sayede Anadolu Lisesini kazandım. Önceden beni görenler ‘Liseyi bitirdi mi evlenir’ diyordu, şimdi ‘bu kız okuyacak başarılı biri olacak diyorlar.”
 Madalyalar motivasyon kaynağı
 Sosyal Hizmet Uzmanı ve GÜÇKOBİR Kurucularından Murat Berksun, 22 yıldır sokakta yaşayan ve sokakta çalıştırılan çocuk ve gençlerle çalıştığını kaydetti. Berksun, şunları kaydetti:
 “Biz bu çocukların topluma kazandırılmasını amaçladık. İlerleyen zaman içerisinde başarılı sonuçlar elde etmeye başladık. Çocuklar gittikleri her şampiyonadan madalyalarla dönüyor. Madalyalar, kupalar çocuklar için oldukça önemli bir motivasyon kaynağı. Şimdiki amacımız Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaşayan aynı şartlardaki çocuklara ulaşmak.
 Ailelerin hedefi büyüdü
 Madde bağımlılığı, erken evlilik gibi sosyal sorunların önüne geçmeye çalışıyoruz. Çevrelerinde var olan ama bu çocukların ulaşamadığı sosyal imkanları onlara ulaştırmaya çalışıyor, yoksulluklarını en aza indirgemeye çalışıyoruz. Zaman zaman, sokak sokak gezdiğimiz bile oluyor. Bonzai çok ucuza temin ediliyor. Biz çocuklarımızı onda uzak tutuyoruz. Amacımız onların sağlıklı bireyler olarak yetişmesini sağlamak. Zaman içerisinde çocukların aileleri de değişime uğruyor. Önceden çocuklarının ilkokul mezununu olmaları onlara yeterken şimdi üniversite okumalarını istiyorlar. Aslında ailelerinde hedeflerini büyüttük.”

Derin Tarih : "İshak Paşa Sarayı Camii 100 yıl sonra ibadete açıldı"


"İshak Paşa Sarayı Camii 100 yıl sonra ibadete açıldı"
Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesindeki 231 yıllık İshak Paşa Sarayı'nın camii, yaklaşık bir asır sonra yeniden ibadete açıldı. Osmanlı İmparatorluğu döneminin 18. yüzyıl en etkileyici mimari örneklerinden biri olan İshak Paşa Sarayı'nın bünyesinde yer alan aynı adlı cami, sarayda sürdürülen restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından Ağrı Valiliği'nin koordinasyonunda yürütülen çalışmalarla yeniden ibadete açıldı.

Featured post

Five Years After Reconversion: Hagia Sophia Embodies Turkey’s Cultural Crossroads

  ISTANBUL, JULY 2025   — Half a decade has passed since the iconic Hagia Sophia resumed its role as a working mosque, marking a watershed m...

Popular Posts